Kırmızı ufuklardan her akşam güneşin battığı yerden umut doğuyor karanlık gecelerime… Rüzgârda sallanan çamların dalları arasından yansıyan ışık, sabahın yaklaştığını müjdeleyen fecrin aydınlığı olduğunu bilmediğimi mi sınıyorsun?
Karanlıkları gerilerde bırakarak,
Güneşin battığı yerden yeni ışıkların doğacağını bildiğimden, usanmadım
yoruldum ama aldırmadım zorluklara, ruhum ve bedenimle yollara koyuldum.
Yolların başında göremediğim ışıkları gün batarken önüme çıkaran Rahmana Hamt
ederek ilerliyorum…
Kaygan yolların usanmayan dağcısı,
ansızın çıkıyor ortaya ve durup dinlenmeden kaybolan ışığı ararken, inanılmayan
zamanda ve umulmadık yerde, aradığına kavuşmanın sevinciyle, yeniden uçarak
kendine gelişinin kutlamasını yapar mı acaba diye soracakken, yeniden mücadele
sahasının içinde yaşarken kutlanır sevinçler diye bir çığır açınca; ben de
ardından düştüm yollara… O yollar bana bir şeyler verir mi vermez mi diye
düşünmeden, inanmanın verdiği heyecanla aldırmadım zorluklara, göğüs gerdim
olanlara ve birden aydınlık ortamda ufukta gün batarken gecelerime yansıyan
umudun ışıkları ile kendimi buldum.
Gecenin sessizliği sükûnet katarken
yüreğime, yüreğim yaralı bülbül gibi avucumdan uçup gidecek, ürperti ve
endişelerle karanlıkları yol bilip umudun ışığında fecrin doğumunu beklerken,
rahmeti müjdeleyen rüzgârın tesiriyle irkilerek kendime geldim.
Asırlık çınarlar dibinde dinlenerek
geceleri karanlıklarda iz bırakmadan aydınlığın geleceği yöne çevirdiğimi
sanmıştım yönümü, ancak fecrin beyazlığını görünce yeniden yön değiştirmek
zorunda kaldım. Karanlıklar içinde aydınlığa ulaşıncaya kadar değişimden
korkmadan hep hareket halinde geçti ömrüm, kalanda sanıyorum öncekinden farklı
olmayacak gibi görünüyor şu an…
Dağları mesken tutan eşkıyalar gibi
bende doğal yaşamın kollarında ömrümden ömür tükettim. Ancak dağların üzerinden
yollar geçerken, ben o yolları kullanmadan izi olmayan yerlerde yürümeyi hep
kendime şiar bildim. Ondan olsa gerek herkesin yol aldığını sandığı ancak
dağlardan ovaya indiklerinde yanlarında kendilerini bile taşımadıklarını
bilmedikleri halde, yolun çıkmaz
kısmında benden onlara yansıyacak ses ve ışığa konsantre olmuş beklerken,
onların yanından hep transit geçtim. Transit geçiş güzergâhında iz bırakmadan
tozlu yollardan, bulutlu gökyüzünden habersiz, gecenin karanlığında yıldızların
ışığında yol arayan, yol ve yordamı onlarla keşfeden biri olarak, beklediğim
zaman boşa gitmedi, fecrin doğumuna eriştim ansızın gecenin karanlıkları yol
vermez sandığım bir anda…
Hesapsız çıktığım yolda, hesaplı
eylemlerle karşılaştığımı gördüğümden, hesap uzmanlarının hesapları hep kendi
oymak ve tarafından yana ağırlık bastığı bir yaşamın kollarında yorgunluklarımı
gidermeyeceği için, hesap etmeden çıkmıyorum en iyi bildiğimi sandığım yola…
Kırmızı ufuklara takılan gözlerim, hayallerimi günün batımından alıp, gecenin
sessizliğinden ve karanlığından geçirerek aydınlık geleceklere taşımak için
yorgunluklarını hissettirmeden hep yolda olduğu için, ona hep minnettarım…
Gözlerim benden önce benimle ilgili olanları korkusuzca kontrol ettikten sonra
bir uyarı alarmı verir hep. O gözler var ya, o gözlerde neler saklı bilemez
insan, yüreğin derinliklerine bir ışık yansımadan.
Kuşların yuvalarını bir esintiyle
alıp götüren kasırgaları arkama almadım yaşadığım zamanlarda, hep rüzgâr ve
kasırgaların esme yönlerini iyice anladıktan sonra onların üstüne üstüne gitmek
haz verdi bana. Rüzgârın önünde parçalanan ve onun istediği yöne giderek bir
çöp ve süprüntü olmaktansa, rüzgâra ve fırtınaya karşı direnerek bulunduğum
yerin ne olduğunu en azından benim dışımdakiler idrak etsin istedim. Her gelen
fırtınayla yer değiştiren, bir yaprak gibi yerlerde savrulmaktansa, bulunduğu
yeri bilerek o fırtınalara göğüs germek bağrı yanmışlar için ne etki eder ki! İşte
o bağrı yanan dertli yürekli biri olarak yol bilmez, kuş konmaz, kervan geçmez
yolları adımlayarak fecrin doğumunu yalnız da kalsam karşılamak için, gelen fırınlara
hep göğüs gerdim…
Göğsüme namluların çevrildiğini,
ardımdan ihanet kurşunlarının sektirmeden sırtımdan vuracağını hesaba katarak
bu yola çıktım. Bu yol herkesin yürümeye ve emek vermeye cesaret edemediği,
gideni az olan, yolcuların ayak izlerinin bile fark edilmediği bir yol olduğunu
bilerek adımlamaya başladım. Yolun ortasında bağıranların mehter marşı
söylüyormuş gibi koro halinde ritim tutturduğu yerde, benim sesimin ritmi
onlarla uyum içinde olmayacağını bildiğim için, ben hep kendi türkümü kendim
çalmayı ve söylemeyi yeğlerim. Türkülerim sahipsiz, türkülerim yalnız,
türkülerim dertli, dokunaklı, dağların tepesinden aşağılara kadar sesi
yankılanan ama işitenleri yüreğinin ortasından vuran, anlaşılmayan dilde ıslık
çalanların ıslığını bastıran türden olduğu için, hep uzaklardan söylememe
müsaade ediyorlar. Duyanı az ama duyanların dertleri artarak omuzları
ağırlıktan kalkamaz oluyor.
Türküler geçidi gibi bir harmoni var ortamda,
oysa bu ahenk sadece dağların, ormanların suyun bulutun semanın gökteki
yıldızların börtü böcek ne varsa hepsinin inleyişinden çıkan sesler ve
kayalardan akıp gelen suların şırıltısı ve benim içten gelen haykırışlarımın
dertli saz ekibi eşliğindeki uyumundan çıkan bir tını… Yüreklere nakış nakış
işlenerek her geçtiği yerde bir iz bırakarak atmosfer boşluğunda yakından uzağa,
uzaktan daha uzaklara doğru ve uygun adımlarla sessizce yoluna devam eden
görünmez sevdaların ışık hızındaki savaşımıdır.
Sevgimi sevdamın kollarında bıraktım,
kimseye yar etmesin istedim, ondan olsa gerek, sevdam beni yalnız bırakmazken
sevgim gönlüme taht kurmuş benden habersiz. Bu sevda sevgime analık yapan, onu
halis sütüyle emziren, dağların doruğunda kâinatı ona kardeş eyleyen, görünmez gücün
merhametinde onu sonsuzluğa âşık eyleyen, yolumu karanlıklar kuşattığında,
günün batımından önceki kızıllıklardan hayallerimi çıkarıp gecenin
karanlığından sonra fecre yoldaş eyleyen değil mi ki, sevgimi ondan kıskanayım…
Kıştan sonra bir bahar sabahı ansızın
gözlerimi açtığım zaman, karşımda berrak suların aktığı, güneşin gönlüme
ışıklar saldığı, yolların kısaldığı, koştukça koşanlara, yayıldıkça yayılanlara,
çiçeksiz ağaçların çiçekli ağaçlardan hakkını almak için sıraya girdiği bir yer
gibi kendimi rahat nasıl hissedeyim… Bahar olsa da gelen çiçekler açsa da
avucumda papatyalar patlasa, hesaba yakın bir zamanda hesapları inceden inceye
nakış nakış dokuyarak yaşamalıyım ki, dağlar yoldaşım kuşlar sırdaşım, geceler gönüldaşım,
gündüzler arkadaşım gökyüzü ve yıldızlar mihmandarım ve ben zerreden bir zerre
dökülmeden hesap gününe sorunsuz gideyim…
Erol KEKEÇ/01.04.2022/23.50
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder