14 Haziran 2021 Pazartesi

BİLMEK İLE İNANMAK AYNI YERDE BULUŞUR MU?

İnanmak ile bilmek arasında ulaşılması imkânsız bir uzaklık vardır. İnanmak, kendi becerilerimizle ulaşamadığımız konular hakkında inanarak içinde bulunduğumuz sıkıntı ve endişelerin verdiği rahatsızlıktan biraz olsun rahatlamaktır. Oysa bilmek öyle değildir. Bilmekte başlı başına bir istek heyecan ve arayışın doyuma ulaşması söz konusudur. Bilerek onaylamak veya kabullenmemek bilinçli bir tercihtir. Bilinçlice yapılan eylemler, ne olduğunu anlamadan gücü yetmediği için kabul ediyor gibi görünüp inandım denilen eylemlerle aynı düzlemde asla değerlendirilemez. Bilinçlice kabullenmek bir bilgi sayesinde olur.Blinçsizce kabullenişin temel omurgası taklit üzerine kuruludur. Dolayısıyla taklitçi bir davranış ile bilerek yapılan eylemlerin aynı boyutta değerlendirilmesi mümkün değildir.

Hz. Ebubekir’e gelerek senin arkadaşın bunları anlatıyor, kafayı yemiş diyen müşriklere karşı,Ebubekirin o diyorsa doğrudur demesi sadece kuru kuruya bir kabulleniş ve arkadaşına toz kondurmamak için duygusal bir bağlılık değildir. Ebubekir, arkadaşının kim olduğunu nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu hayatındaki önem verdiği değerleri çok iyi bildiği için böyle bir sonuca gitmektedir. Bu da temellendirilmiş bir bilgi üzerine olan inanmanın ne kadar tutarlı sağlam ve kopmaz bağlanışı içinde barındırdığını göstermektedir.Allah,”İman edenler bilerek iman etsin, inanmayanlar da bilerek inanmasın diye kitabını apaçık indirmiştir. Bu da gösteriyor ki, bilgi her zaman ve her ortamda inanmadan hep yukarda olmuştur. İman bilgiden sonra gelmiştir. Bilgisi olmayan bir inancın ise hiçbir anlam ifade etmediği Kuran’ı kerim de birçok yerde anlatılmaktadır.

Bilmek, doğru düşünme ve doğru eylemleri ortaya çıkarır. İnsanlar genellikle, hayatlarını bilgi olmadan duyduklarına inanma üzerine kurdukları için hayatın her aşamasında olumsuzluklarla karşılaşmaları mümkündür.

Çoğu ortamlarda inanan insanlardan oluşan topluluklarda, çıkmaza girildiği zaman, Allah’a göre her şey çok kolaydır gibi kendimizi rahatlatmak amaçlı söylediğimiz sözlerin arkasında çok ciddi bir inancın olmadığını gözlemlemekteyiz. Elbette Allah’a göre her şey çok kolaydır, ona göre kolay olması ve onun her şeye gücünün yetmesi benim sorumluluk alanlarıma karşı olan görevlerimin sorumluluğunu da Allah’ın yerine getireceği anlamı çıkarılamaz. Oysa insan kendisiyle alakalı çözemediği veya çözmek için kafa yorup enerji harcamadığı konularda, Allah’a göre her şey çok kolaydır diyerek kendince bir çıkış yolu bulduğunu sanmakta ve inancının da ne kadar güçlü olduğunu dolaylı olarak anlatmak istemektedir. Bu tarz çıkışların kuru softalık ve cehaletten kaynaklandığını görememek insanın kendisini imha etmesi olur. ”Siz Allah’ın sünnetinde bir değişim bulamazsınız…”Uyarısı böylesi basitlikler üzerine kurulan hayatları köklü temellere oturtmak amaçlı olduğunu düşünüyorum.

Bilenler ile sıradan inanışların değerlere sadakatindeki direncin çok farklı olduğunu görmek mümkündür. İnanma üzerine oturan yaşamlar, inandıklarının tersi istikamette sarsıcı bir uyarıyla karşılaştıklarında uyaran doğrultusunda inandıklarını rahatlıkla değiştirme yoluna giderler. Bun en açık örneği de İsrail oğullarının denizi geçtikten sonra birkaç günlük bir bekleme sürecinde tapmak için Samiriden bir buzağı yapmasını istemeleridir. Hemen inanma rotaları değişiyor ve farklı bir tapınma unsuru oluşturuyorlar. Yaşamlarında inanmanın baskın olduğu toplumların yaşamları ve tutuculukları çok değişkendir ve bunların sürekliliğine güvenilmez. Ortam, zaman ve uyaranların etkileme şiddetine göre yön değiştirebilirler. Âmâ bilgi üzere olan yaşamlar, idrak süzgecinden geçirilerek bilinçlice bir tercih yaptıklarından dolayı onların değerlerine sadakatinin sürekliliği ancak yaşamlarıyla son bulur. ”Ben ve bana tabi olanlar biz bilerek bu yola çağırırız…”Diyen elçi, bilginin iman etmedeki etkisinin ne kadar kuvvetli olduğunu da ortaya koymaktadır.

Bir bilgi üzerine hayatlarını ikame etmeyen toplumlar, bilgi üzerine yaşayanların kobayı olarak kullanılırlar. Tarihin her döneminde bunu görmek mümkündür. Bugün yaşadığımız çağa baktığımızda bilgiye kim sahip ise diğerleri onların önünde el pençe divan durmaktadır. Yaşamsal alandaki donanımların doğru çalışması için, yaşama ait yasaların bilinmesi gerekir. Bu yasalardan haberi olmayanların ben bunların hepsini biliyorum, Kur’an’da var diyerek sığ ve basit anlayışlarını Kur’an’ı referans alıyormuş gibi davranmaları tam bir fiyaskodur. Kur’an’ı referans alanlar, onun gösterdiği ortamı doğru anlamaya çaba harcarlar. Hiçbir çaba ve gayret harcamadan bu bana verildi diyerek başkalarını buna inandırmaya çalışanlar cehaletin zirvesine demir atarlar.Allah,yaşama dair tüm koordinatları belirlemiş ve o çerçevede mücadele edildiği zaman insanlığın doğru bir yörüngede yol alacağını anlatmıştır. Ancak biz böyle bir arayış çaba ve istek oluşturmadan her şeyi inanarak çözeceğine inanan yaşamları arzular olduk. İnanarak hayatı düzenleyeceğini düşünenler varsa öyle bir yaşam Allah’ın sünnetinde yoktur. Elçilerin yaşamlarında normal akışa aykırı mucizeleri gündem yaparak bunlar Allah’a göre çok kolay demekle insan, aklına kendisine ihanet etmekle kalmayarak Allah’ı kendisi için bir kolluk kuvveti olarak görmeye çalışmaktadır.

Allah’a göre her şey çok kolay ancak Allah, işlerin insanın kendi çaba ve mücadelesine bağlı olarak devam etmesini istemektedir. Bunun için yaşadığı ortamı tanımayan hayatın üzerine oturduğu dinamiklerin oluşum gelişim ve devamlılıklarının neden kaynaklandığını bilmeyenler, bütün bir insanlığın yaşamına dair sorunları çözeceğini ancak inanıldığı taktirde çözüleceğini söylemekle çok büyük bir yalan söylerler ancak kendileri bunu idrak edemezler.

Okumayı bir külfet görenler ve okumadan ben bunları yaparım iyi ki bu kadar okumadım cahil kaldım gibi açıklamalar iç dünyanın karanlık dehlizlerinden çıkan ortamı karartacak cehalet gazının etrafa koku salmasıdır. Cehalet gazıyla gazlanmak, insanları dönüşü olmayan bir çıkmaz sokağın imha timlerinin kurşunlarına hedef yapmaktır. Cehalet gazıyla gaza gelenlerin bu gazın etki alanından çıkarak bilen ve idrak eden yaşama kucak açmalarını beklemek kolay olmaz. Çünkü onlar inanarak bu aşamaya gelmişlerse, bundan sonraki yaşamlarını bilerek geçirmelerini istemek onları ölüme çağırmak gibi algılanır. Onlar inandıkları ile olan ilişkilerini kutsayarak devam ettirdikleri için, hayatlarındaki yanlışları onlara izahata kalkarsanız, sizi inanca saldıran olarak tanımlayıp hakaret ve küfretmekte bir sakınca görmezler. Çünkü onlara göre, onlara yapılacak bir kritik onların inandıklarını söyledikleri ilahi değerlere yapılan bir saldırı olduğunu söyleyecek kadar da süreci çarpıtmakta bir sakınca görmezler. Yani inanarak yaşayanlar bilerek yaşayanların varlığını kabullenmezler. Bilerek yaşamak sorumluluk,emek,gayret sabır, istikrar,kararlılık,ahlakilik,adalet ve gerektireceği için bu külfetin altına girmeyi düşünmezler. Allah’ın güç ve kuvvetinin kendileri için taksim edilmiş bir lütuf olduğunu iddia ederek çevrelerindeki insanları hipnotize ederek onların da papağan gibi kendilerini taklit etmesini beklerler. Böylesi yaşamlar her zaman ve her ortamda İlahi eksende düzgün doğrusal bir yaşam grafiği oluşturacak hayatın kendileri için bir tehlike olduğunu anlatarak bilgi üzere yaşamın ortaya çıkmasını asla istemezler. Çünkü bunlar cehaletin taşıdığı su ile değirmenlerini döndürür ve menfaat üzere kurulu hayatlarını yarınlara taşımak isterler.

Ey Allah’ın kulları bilerek yaşamayı inanarak yaşama tercih etmediğiniz sürece sömürülen birer kobay olmaktan asla ve asla kurtulamayacaksınız ne derse doğrudur diyebilmek için o yaşamın en ince ayrıntısına kadar bilgisine sahip olmanız gerekmez mi? Bu bilgiye ulaşırsanız o zaman karar vermede de zorluk çekmezsiniz. Ancak bir hususu inanarak onaylıyorsanız biliniz ki, inandığınız ve inanmaya sizi ikna etmiş olanların uyaranlarının şiddeti değiştiğinde sizin inandığınız olay kişi ve nesnelerde kendiliğinden değişecektir. Eğer bir yerde çalıştığınız için geçiminizi sağladığınıza inanıyor ve Allah’ın sizi yaşattığı için rızkınızı bir yere koyduğunu ona ulaşmak için mücadele edip ona kavuşacağınızı bilmiyorsanız, sizin ihtiyaçlarınızı kim karşılarsa ona bağlılığınız ve inancınız artar. Göklerin ve yerin tüm hazineleri Allah’ındır buyruğu sadece bir ninni gibi gelir.

Tüm bu açıklamalardan sonra şunu açıkça beyan etmeliyim ki, Allah’ın dini bilmeyi gerektirir. Neyi niçin neden ve nasıl yapmam gerekir ve amacım nedir, sorularının anlamsızlaştığı bir yaşamdan, görüntülemek için anlamlı bir sonuç elde edemezsiniz. Bilmediğimiz bir inanç sadece kuru softalıktır. Belli bir amaç için emanet verilmiş olan uzuvlarımızı amacına uygun kullanmadan anlamlı ve yarını olan hayatın kollarında ruhumuzu teslim edemeyiz. ”Ey insan bilmediğin bir şeyin ardına düşme, zira göz kulak ve kalp ondan sorumludur. Bu sorumluluğu taşıyacak bir yaşam oluşturmamız dileğimle…

Sabahın içindeki tüm hayırların kâinatı kuşatmasını rabbimden niyaz ederek selam sevgi saygı ve muhabbetlerimi iletiyorum…

Erol KEKEÇ/14.06.2021/07.10



7 Haziran 2021 Pazartesi

YÖNETENİ MÜSLÜMAN OLAN MI İSLAMİ YÖNETİM?

 “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım…”

Bu ayette insan ve cinin yaratılış amacı açıkça anlatılmaktadır. Ancak bu kulluğun hangi şartlarda ve nasıl istenilen şekilde gerçekleşeceğinin ilke ve kurallarını da Rabbimiz belirlemektedir. Bu ilke ve kurallardan birkaçını ya da herhangi birini temel alarak Allah’a giden yolu bunlar üzerine oturtmaya çalışan anlayışlara şahit olduğumuz muhakkak. Bu anlayışlar samimi niyetle yola çıktıklarını anlatsalar da dinin bütününden bir parçayı ayırarak bunun üzerine dini ve kulluğu ikame ederek dinin muhtevasını parçaladıklarını da hiç anlamazlar. Dinin tüm muhtevası, Allah’a giden yolda kulluk için gerekli olan donanımlardır ancak bunların ağırlığı birbirinden farklı olabilir. Bunların farklılığı ya da ağırlığı sadece dinin bunlardan biri üzerine kurgulanmasını gerektirmez. Öyle olursa sağlıksız bir düşünsel gelişim oluşur ki bu tamamıyla sağlıksız bir din algısını ortaya çıkarır.  

 Allah’a kulluğun temelinde şirkten arınmak ve Allah’ı birlemek vardır. Bunun gerçekleşmediği hangi yaşamlar dinin hangi noktasından tutarlarsa tutsunlar samimiyetleri sadece Allah’a kulluk yapmak üzerine kurulsa da Allah’ın dininden uzak yaşarlar. “De ki, halis din ancak Allah’ındır, Ben dini sadece Allah’a has kılmakla emrolundum…”Dini, Allah’a has kılmak için gece gündüz çaba sarf ederek yorulduğumuz din, Allah’ın dini değilse Allah’a kulluk gerçekleşmez, Allah’a kulluk ancak ve ancak Allah’ın dini ile gerçekleşir. Allah’ın dinini öğrenip ancak kulluğu sadece Allah’a yapmayıp aracıları gözettiğimiz zaman din sadece Allah’a has kılınmış olamaz. Allah’ın dinini yaşamanın doğru formülü yukarıdaki ayeti kerimedir. Bunu dikkate almamak ve sonrasında dinin herhangi bir cüzünü bayraklaştırarak Allah için mücadele ettiğimizi söylemek, sadece söyleyeni aldatmanın dışında bir işe yaramaz.

İnsanın amacı Allah’a kulluk ise, tevhid kelimesi bunu apaçık ortaya koymaktadır. Önce hayata hükmeden olmazsa olmaz olduğuna inanılan tüm bağlayıcılar hayattan uzaklaşacak, ondan sonra ancak Allah’a yönelme başlayacak…Biz önce Allah’a dönelim bunları zamanla yok ederiz demek bu dinin doğasıyla savaşmaktır. Dinin doğasına aykırı her düşünce ve eylem insanı Allah’a götürmez, kişinin gerçek amacı ne ise ancak yolculuğu oraya olur.

Çocukluğumuzdan beri bize öğretilen İslam’ın şartının beş olduğudur.Namaz,Oruç,Hac,Zekât ve sona eklenen Kelime-i Şehadettir. Oysa Kelime-i Tevhit bu dinin özü ve temelidir. O olmadan diğerlerinin ikamesi mümkün değildir.İslamı bireysel bağlayıcı bu temele oturtmak bilinçlice bu dine yapılacak en büyük kıyım olduğuna inananmaktayım.Bir insanın bireysel ferdi kimseyle münasebetinin olmadığı yaşam için bunlar geçerli olabilir ancak toplumsal bir dinin bu kadar daraltılarak insanlığa evrensel bir din olarak sunulması, din üzerinden çıkar devşirenlerin kendi kirli emellerini gizlemek adına yaygınlaştırdıkları bir operasyon olduğunu düşünüyorum. Her Müslümanım diyenin kafasının derinliklerinde İslami bir yönetim algısının yattığı muhakkak ancak bunun nasıl gerçekleşeceği ve hangi ilkeleri bünyesinde barındıracağı konusunda ortaya çıkacak sonuç hayatın gerçeklerinden bir o kadar uzaktır. Hayatın gerçeklerini dikkate almayan bir din Allah’ın dini olabilir mi, kesinlikle net inanıyorum ki olamaz. Allah’ın gönderdiği elçiler hangi topluma gidiyorsa o toplumun dilini çok iyi biliyor ve onların sorunlarına çözüm olmak için geliyor. Dil bir lisan olmanın ötesinde bir yaşam tarzı ve kültürdür. Çünkü dil bir aktarım ve iletişim aracıdır. Doğal değil sonradan insanların nesnelere yüklediği anlamlarca şekillenmiş ortak anlaşma biçimidir. Bundan dolayıdır ki, elçiler geldikleri toplumu tanıyorlar ve onların yaşamının dışında anlamadıkları bilmedikleri ve zorlanarak altından kalkamayacağı sorunlarla onları bunaltmıyorlar.

İslami bir yönetim kurgusu da bunları kuşatıcı nitelikte olmak zorundadır. Bu kurgulamayı yapmayan şekilsel ibadetleri dinin aslı bir unsuru ve toplumsal yaşamın olmazsa olmazı olarak dayatıp insanların Allah’a verecekleri hesaplarının faturasını burada sormaya kalkmak bu dinden bihaber yaşamaktır. Bir başkasıyla münasebetimizi etkileyen yaşam şeklimizin faturası ancak burada sorulabilir, başkasıyla alakası olmayan eylemlerin faturasının bedelini ancak Allah sorgular. Ahlak ve hukuk içerikli kapsayıcı eylemler toplumsal olduğu için, ancak bunların sorgulaması burada yapılır. Bunların dışında kalan ve İslam’ın şartı olarak çocukluğumuzdan beri bize dayatılan bu algının faturasını burada kimse sorgulama hakkına sahip değildir. Diyeceksiniz ki birey olmadan toplum olur mu, elbette bireylerin ortak yaşam algısı, toplumsal yaşamı ortaya çıkarır. Ancak bir inanç üzerinden toplumsal yaşam oluşturulamaz. Müslüman toplum demek,%100 herkesin Müslüman olduğu toplum demek değildir. Müslümanların Müslüman olmayanlara göre yoğunluğunun daha fazla olduğu ve yaşam olarak Müslümanların yaşam değerlerinin diğerlerine göre daha belirginlik kazandığı toplum demektir. Dolayısıyla Müslüman toplumda herkes Namaz kılacak veya oruç tutacak diyerek ferdi bireysel sorumlulukları insanlara dayatarak, bunun adına İslami yaşam tanımlaması yapmak, İslami Yaşamın ne olduğunu idrakten yoksun yaşamaktır. İslami Yaşam demek, hakkaniyetin ve adaletin temel kıstas alındığı ahlaki değerlerin tüm değerleri kuşatacak bir özelliğe sahip olduğu yaşamdır. Ahlak adalet ve hakkaniyet ölçülerinin hayatın rotasına oturmadığı ortamda hangi dini kıstası temel bağlayıcı ilke olarak koyarsanız koyunuz böyle bir toplum İslami yaşam asla olamaz. İslam dendiği zaman akla gelmesi gereken temel ilke Tevhiddir.Tevhide sahip olanların yaşamlarını biçimlendirdikleri değerler onların bireysel bağlayıcılarıdır.

Allah’a kulluk bireysel sorumluluktur. Allah’a kul olanların kenetlenerek bir araya gelerek tüm insanlık için ortaya koyacakları evrensel yaşam denkleminin adıdır aslında İslami yaşam. Bu yaşamın kıyısından köşesinden geçmekten mahrum olanların bireysel ferdi sorumluluklarını evrensel bir değer sistemi gibi insanlara dayatarak bir yönetim biçimi düşleyerek bunu adına da İslami yönetim demeleri onu hiçbir zaman İslami yapmayacaktır. İslami Yönetim demek, yönetenlerin Müslüman olmasını da gerekli kılmaz ama Müslümanlardan oluşursa çok daha iyi olur. Tabi ki Kur’an’ın tanımladığı Müslüman’dan bahsediyorum…Yerkürenin neresinde olursa olsun, Adaleti esas alan, ahlakı toplumsal yaşamın temel kodları olarak gören herkese hakkaniyet ölçüleri içinde yaşam alanları oluşturan yönettiği insanlara zulmetmeyen, onları sömürecek tüm yolları kapayan faizi yaşamın dışına atan, günlük yaşamı sağlayan ihtiyaçları karşılamak için bir değer sistemi ve değişim aracı olarak kullanılan para ve türevlerindeki dalgalanmaları sıfıra ya da altına çekmiş, kötülüklere yöneleceklerin gidiş yollarını çok zorlaştıran ve bağlayıcı hukuk normlarının herkes için aynı olduğu yönetim İslami bir yönetimdir. Müslümanların yaşamadığı bir yönetim olsa da…Kendimizin de içinde bulunduğu İslam toplumlarında illaki İslami bir yönetim beklemek bizleri avucunu yalayacak bir bekleyişe taşıyabilir.

Neden mi anlatıyorum, İslami bir kimlik kişilik ve kulluk bilincini geliştirememiş olanların İslami bir yaşam ve bunun üzerine oturan bir yönetim sistemine kavuşmaları mümkün değildir. İslam bir temenniler mecmuası değildir. İslam bir yaşam ve yönetim anlayışının dinamik akışkan ve sürekliliği olan bir manifestodur. Bu sorumluluğun altına girmek isteyenlere naçizane önerim, ne pahasına olursa olsun kendinizi ve sahip olduğunuz tüm birikimlerimizi evrensel yaşam denklemine hizmet eden ve bize kulluk bilincimizi geliştiren bir birikim olması durumuna getirelim. Öğrendiklerimiz içinde yaşadığımız mağaramızın duvarlarını her gün biraz daha kalınlaştırarak dışarıdan gelebilecek kıvılcımların girmesini hepten yok edecek duruma geliyorsa, yıkın gitsin o duvarları kimseye bunun bir faydası olmayacaktır. Faydasız ilimden Allah’a sığınalım…

İnsanın din ile olan ilişkisini Güneş sistemi gibi düşünebiliriz. Güneş sisteminde bulunan gezegenler hem kendi yörüngelerinde kendi ekseni etrafında dönerken ayrıca Güneş sistemindeki dönüşüne de asla bir gölge düşürmez tüm bunları birlikte yapar. İnsanın bireysel ferdi ibadetleriyle olan ilişkisi Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi sonrası ortaya çıkan sonuç gibi bir fonksiyona sahiptir. Dünya kendi etrafında dönmezse nasıl ki gece gündüz olmadığı için yılı oluşturan günler olmayacaktır. Ancak kendi ekseninde dönmeyen dünya Güneş etrafındaki dönmesi devam ettiği sürece mevsimlerin varlığı devam edecektir. Mevsimlerin varlığı devam etse de doğal akışa sahip olan bir sistem de eksiklik olacağından istenilen sonuç hakkıyla yerine getirilmiş olmayacaktır. İşte Ferdi İbadetlerin durumu da Bireyin kendi ekseni etrafında dönmesidir. Onun sonucunda İslami bir kişilik ve kimlik oluşur bu kimlik Allah’a kulluğa giderken belirleyici bir özellik taşır. Ancak Hukuk, ahlak ve adalet gibi kavramlar ile insanlığın yaşamına bir düzen oturtmak, Dünyanın güneşin etrafında dönmesi gibidir. Yani yılların oluşmasına nasıl ki, dünyanın kendi ekseninde dönmemesi engel değilse, Bireyin ferdi bireysel sorumlulukları içinde olan ibadetleri yapmamış olması toplumsal yaşamda bunları uygulayan bir yaşam ortaya çıkarmasına engel olamaz. Âmâ düzen bozulduğu ya da eksik kaldığı için gece ve gündüz gibi bir nimetten mahrum olmak gibi hayatımızda çok önemli yere sahip bazı değerlerden mahrum kalabiliriz…

Ey insan Allah’a kulluk olan sorumluluğun önüne kulluk için gerekli olan parçalardan birini geçirerek kendini parçalamazsan, yörüngen seni istenilen hedefe yaklaştıracaktır. Allah’a kulluğun yerine kendi ilahlığını öne çıkarıp kulluk yaptığını sanan zavallılardan eylemesin Rabbim bizleri…Ey Rabbimiz yanıldıysak unuttuysak bizi sorumlu tutma, bilerek yanlış yapmaktan bizi uzaklaştır, yanlışta ısrar ettirme bizi, sehven yaptığımız hatalarımızdan dolayı da bizleri bağışla…

Selam saygı muhabbet ve merhamet dileklerimle herkesi Allah’a emanet ediyorum…

Erol KEKEÇ/16.06.2021/16.06


1 Haziran 2021 Salı

DOĞRU BİLGİ DOĞRU EYLEME GÖTÜRÜR!

Bir toplumda insanların çoğunluğu meraklarını doyuramadıklarından dolayı, merak uyandıracak alanlarda geziniyorlarsa bunlar üzerinde etraflıca düşünmek gerekmez mi? Suyun kaynağında kirlenme olduğu zaman nasıl ki, yeni su kaynakları arayıp kirlenen sudan faydalanmayıp yeni arayışlara girişiyorsanız, bilgi kaynakları da böyledir. Bilgi kaynakları güvenirliliklerini kaybettiğinde kendiliğinden doğal arayışlar oluşmaya başlar.

Kendi ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımız zaman bu arayışın canlı örneklerine tanık olmaya başladık. Geçmişi çok karanlık olan, her türlü olumsuzlukla adı anılmış olanlar bugün insanlar için yeni bir bilgi kaynağı olarak görülmeye başlanmışsa, bilgi kaynağının başında oturanlar, acaba nasıl bir kaynaktan insanları bilgilendirdi ki o bilgiler güvenirliğini kaybetmiş ve meşru olmayan zeminlerde temiz kaynaklar aranmaya başlanmış diye hiç kendilerini sorgulamayacaklar mı?

Gündemi yakından takip eden biri olarak yazıyorum. İllegal bir yapılanmanın gençliğin büyük bir bölümü tarafından dinleniyor olması ve insanların bu konudaki kanaatleri de söylenenler hiç de yabana atılacak türden değil diye görüş belirtmeleri hiç mi üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olmuyor? Hep insanlar suçlu böylesi adamların sözüne inanılır mı, bunlara inanacak kadar insanlar gerçeklere gözlerini kapamış olamaz gibi oturduğunuz yerden ahkam kesmeniz sizin içinde olduğunuz karanlıkları aydınlatmayacağını çok iyi anlamalısınız…

Organize suç örgütü lideri olarak tanımlanan şahıs son bir ay içinde 8 adet video konuşması yayınladı ve herkes tarafından da ilgiyle izlendi. Meşru olmayan yaşamlar meşru olan konuları anlatarak insanları bilgilendirmek istiyorsa, insanın aklına şöyle bir soru geliyor, acaba meşru olarak bu konularda görev başında olanlar neleri anlatmadılar ki, insanlar bu açlıklarını bu tip dillerden öğrenme gereği duyuyorlar. İnsanlar doğru bilgi almak ister, aldıkları bilgiyle yaşamları arasındaki bağlantıyı da çok iyi kurar. Belki hemen dillendirmezler ama çok iyi bir gözlemci oldukları muhakkaktır. Bu gözlemciliğin getirmiş olduğu bir farklılık olsa gerek, yetkili birimlerden daha çok, hiçbir resmi yetkisi olmadığı halde yetkisi dışında kalan ama insanları ilgilendiren konulardan bahseden bu zatları dinlemek için meraklanmaktadırlar. Diyeceksiniz ki ne merakı, videoların izlenme oranlarına baktığınız zaman anlattıklarımı ne kadar da doğrular nitelikte olduğunu sizler de göreceksiniz. Toplum doğru bilgilendirilmeye ne kadar aç…Peki doğru bilgi doğru olmadığına inanılan insanlar tarafından nasıl verilir diyebilirsiniz haklı olarak. Yanlış bilgiler doğru olduğuna inanılan insanlar tarafından nasıl verilebiliyorsa, doğru bilgiler de yanlış olduğuna inanılanlar tarafından tabi ki verilebilir. Genellikle insanlar bu anlayışla o alanlara yönelerek içlerindeki doğru bilgi açlığını bu yolla doyurmaya çalışmaktadırlar.

Bir ortamda herkes aynı şeyleri anlatıyorsa orada kimse bir şey anlatmıyor demektir. Bizim insanımızın bilgilenme kaynakları genellikle televizyon ve gazeteler olmaktadır. Bu iletişim kanalları da ya sadece aydınlıkları anlatıyor ya da her taraf karanlık hiç aydınlık yok diyerek bağırıyor. Millet kayıtsız şartsız teslimiyet ile kayıtsız şartsız muhalefet mantığından usandı ve bu oluşumların dışından gelecek seslere kulak vermeye başladı. Son dönemde gündem oluşturan videolara da bu mantıkla yaklaşarak içinde farklılıklar olabilir mi acaba diye dinlediler, sonrasında geldikleri nokta yayınlanacak bir sonraki videoyu sabırsızlıkla beklemek oldu. Bu sürecin oluşmasına neden olan ne o videoyu dinleyenler ne de o videoyu yapandır…Bu süreç bunların dışında oluştuğu için bu iki unsuru bir araya getirmeyi başardı.

Organize suç örgütü diyerek geçiştirmek öyle kolay olmuyor, toplumda yarattığı karşılığa baktığımızda sosyolojik tahlilinin yapılması gerektiğine inanmaktayım. Dijital çağda yaşadığımızı sanıyorum ülkenin önemli makamlarını işgal edenler hala fark etmemiş olmalılar ki, söyledikleri artık karşılık bulmamaya başladı. Dijital çağın en önemli yanı çok kısa sürede insanları birbirinden haberdar etmesidir. Aynı zamanda bilgi aktarımına çok ciddi etki etmesidir. Kısa sürede sizin ağzınızdan çıkan bir söz mesafeleri dikkate almadan kitlelere ulaşabiliyor. Böyle olmasına rağmen önemli makamlarda bulunanlar hala feodal yaşamda seyreder bir algı ile insanlara yaklaşmaktadırlar. Bu anlayış insanın kendi sonunu kendisinin sonlandırması anlamı taşır. Yani eskisi gibi insanları bilgilendirmediğimiz zaman bunlar gizli kalır mantığı çöp oldu. Sizin attığınız her adım ve sarf ettiğiniz her söz kayıt altına alınmaktadır. Bu kayıtlar sizin en zayıf anınızda ya da sorumlu olduğunuz insanlarla aranızdaki bağlar zayıfladığında ve güvensizlik oluşmaya başladığında rahatlıkla kullanılacak zamanı bekler. Sorumlu makamlarda olanlar bunları çok iyi analiz ve tetkik etmeleri gerekir. Bu sorumluluğu yerine getiremeyenler adına bir başkası bu alanları doldurduğu zaman sizinle kitlenizi karşı karşıya getirme ihtimali çok yüksektir. İşte geldiğimiz nokta da böyle bir durumun olduğu aşikardır.

Suç örgütü lideri olduğu iddia edilen şahsın bilgilendirmesine bakıldığında, devletin en üst makamının etrafının sarıldığını dolayısıyla üst makamın toplumda nelerin olduğundan haberdar olması mümkün değil derken bu gerçekliğe de doğrudan değinmektedir. Bu yaklaşıma baktığımızda insanların merakla bekledikleri ve bilgi sahibi olmak istedikleri konulardaki açlıklarını bu yollarla telafi ettiğine şahit olmaktayız.

Devletin asli görevlerinden birisi de halkını doğru bilgilerle en açık şekilde bilgilendirerek şeffaf olmaya özen göstermesidir. Son iki yıldır küresel salgından etkilenen ülkemiz yeterli bilgi kaynaklarıyla bilgilendirilmedi bilgilendirildiyse de anlatılan bilgiler genel bir güven oluşturamadı. Bu güvensizlik birçok alanda sorgulamaları da beraberinde getirdi. Sebebi ise önemli bilgilerin verilmesi gereken konularda üzerinde ciddi çalışmaların ve değerlendirmelerin olduğu bilgilerden oluşmadığı için güven bunalımı yaşanır oldu. Tekrarlanan bu sürecin düzeltilmesi gerekirken, bu yanlışlar birer doğruymuş gibi dayatıldı ve bunları kabul etmeyenlerin büyük bir kısmı da potansiyel düşman olarak görüldü. Bu anlayışlar en üst perdeden dillendirildiği zaman bu anlayışların peşinden koşan tebaa da gece gündüz bunları dillendirerek bu anlayışların dışında kalanlara küfür hakaret ve düşmanlığı bir ibadet aşkıyla yerine getirmenin huzurunu yaşıyordu. Yani siz kendinizden kendiniz olmayanları dışlayıp onların seçenek aramasına sebep olmanıza rağmen sorumlu olarak bu insanları gördüğünüz sürece, hangi ortamda hangi zamanda nasıl bir yönlendirme mekanizmasıyla karşılaşacağınızı kestiremezsiniz. Bu süreç böylesi bir keşmekeşliğin sonucu olarak ortaya çıktığını düşünüyorum. Bu sürecin kontrolden çıkarak nereye gideceğini kestiremiyor olmakta, sizin sahip olduğunuz bilgi kaynaklarının inandırıcılık özelliğini kaybetmesi ve olayları yönetme becerisinden yoksun olmasından kaynaklanır.

Evet, İnsanların doğru bilgi alma özgürlüğü ortadan kalkar ve sadece verilen bilgilerin doğruluğu dayatılırsa, dayatılan her şey inandırıcılığını kaybederek yaşam alanına girer. Ondan sonra insanların bilgi kaynakları ansızın rota değiştirir, farklı bir raya geçen ve makas değiştiren tren gibi yol alır. Bunun en olumlu yansıması ne olur dersiniz toplumsal uyanış destanının okunmasına neden olabilir. Hep birlikte doğru bilgi kaynaklarına ulaşarak doğru bilgilenenlerden olmak ümidiyle, selam saygı ve muhabbetlerimle…

Erol KEKEÇ/01.06.2021/00.34



31 Mayıs 2021 Pazartesi

KAÇ PARALIK ADAMSIN PARAN KADAR KONUŞ

 Dünyevileşmiş yaşamlar insanlığı tanımlarken, “kaç paralık adam o” veya “Paran kadar konuş, daha olmazsa kilon kadar para sayarım gibi ifadeleri kullanır; sizler de bunların kullanıldığına çoğu zaman şahit olmuşsunuzdur. Yaşam kültürünün bu olduğu ortamlarda, parasızlık itibarı kaybedilmiş yaşam olarak bilinir ve ona göre bir değer verilir. Bu değer algısının küresel bir salgın gibi yayıldığı ve saatte 500km hızla ilerlediği bir yaşamda değer sistemlerinin baştan aşağı sorgulanması elzemdir.

“Kaç paralık adam” ifadesi aslında kuşatılmış bir kültür dinamiğinin beyinleri ne kadar da işgal ettiğinin ifadesidir. Bu ifadenin yediden yetmişe her ortamda kullanıldığı toplumlarda ciddi bir değer değişiminin yaşandığı muhakkaktır. Önünüze çıkan ve sizinle iletişim kurmak isteyen kişinin üstünü başını gözleyerek ya bağlantı kurulmasına ya da dönüp gitmeniz gereken bir kişi olduğuna karar verirken, aslında sizin o kararınızı belirleyen iç dinamik değil, doğrudan uyarıcıdan aldığınız enerjidir. Yani uyaranın, sizde kendisiyle alakalı değerli bulacağınız imkân ve donanımlar varsa durup dinleme ihtiyacı duyuyorsunuz, o imkanların olmadığına inanıyorsanız bakmadan basıp gidiyorsunuz. Bu da değerlendirme kriterinizin onun hakkında sahip olmadığınız güven ve eminlikle alakalı bir durum olmaktan çok, sahip oldukları veya olmadıklarıyla ilgili bir tavır alınmasında etkili olmaktadır.

Kapitalist ve modern yaşam tarzının insanlarda oluşturmak istediği kültür biçimi, sizin kendi genetiğinizi işgal etmesine rağmen, bu yaşama ait olmayan ideal değerlerle kendinizi tanımlayarak o değerlerin oluşturacağı bir yaşamda, kendinize yer belirlemeye çalışmanız, tamamıyla kokuşmanın göstergesidir. Maddi ölçütleri olan ve niceliksel ölçmenin dışında insani değerlendirme kıstasınızın olmadığı bir yaşamı, gaibi bir hayatın yönlendirmesini bekleyemezsiniz. Ne yazık ki bizim toplumu dikkate alarak konuştuğumuz zaman fakirlik imkânsızlık dendiği zaman itibarsız değerden yoksun bir yaşam algılanmaktadır. Mesela bu insanların yaşamını devam ettirmesi için onlara verilecek bir imkân en alt yaşam sınırı dikkate alınarak belirlenir. Nedeni ise çok fazla itibarı olmamasından ve bir süje olarak görülmek istenmemesinden kaynaklanır. Oysa yaşamla ilgili belirli ölçütler konulacaksa, öncelikle insanların en üst yaşam sınırlarının belirlenmesi elzem iken, böyle düşünülmez çünkü üst yaşam sınırı olamaz; nedeni ise sahip olanların ihtiyaç sınırı olamaz. Âmâ imkânı olmayanların biyolojik yaşamlarını devam ettirip yani bir hayvan olacak duruma gelebilmesi için dahi, ihtiyaç sınırı konulur. Nedeni ise bunların herhangi bir değerinin ve itibarının olmamasından kaynaklanır. Yaşam alanı içinde dikkate alınması gerekenler olarak sadece imkân sahipleri örneklem grubu içinde ele alınıp diğerleri için bunlardan yola çıkılarak genel yargılar oluşturuluyorsa, kaç paralık adam ifadesinin nelere muktedir olduğunu burada rahatlıkla görebilirsiniz.

Ülkenin Milli gelirinin tanımı yapılırken, tüm giderleri çıktıktan sonra geriye kalan birikimler, ülke nüfusuna bölünerek ortaya çıkan sonuç fert başına düşen milli gelir olarak gösterilir. Ancak fakir fertler hayatlarında böyle bir parayı göremezler. Ama ülkemizin gelir düzeyi nereden nereye çıktı diye insanların hipnotize edilerek ezberletilmesi sağlanır. Bakarsınız herkesin dilinde bitmek tükenmek bilmeyen bir söz nerelerden geldik, milli gelirimiz 3000 dolarlarda iken şimdi 10.000 dolarlara geldik. Nerede o para dediğiniz zaman istatistikler yalan mı söylüyor diye, bir de sen sahtekâr olursun, anlamıyorsan bilmiyorsan konuşmayacaksın diye bir de sana mahkûm muamelesi yaparlar. Evet dostlar, sizlerin değerini belirleyen ve size bir anlam veren, zenginin parasına para katarak yığması, sen de onun yaşadığı yerde olduğun için, senin de bir hakkın oluşuyor, (!)bu hak nüfusa bölünen gelirin rakamlarla anlatılmasındaki, o rakam sadece sana düşen, dolayısıyla senin ne değerin olabilir. Millî gelirin pay edilmesi safsatası tamamıyla bir kandırma ve uyutma kuralıdır. Üçüncü dünya ülkeleri bu uğurda tam bir çığır açarlar. Millî gelirin, sosyal adaleti tesis edecek düzeyde sizlerin yaşam koşullarını iyileştirecek bir görevi yoksa, siz de adamsınız demek için sarf edilen bir ifadedir. Asgari yaşam hayattan çıkarılıp onun yerine insani yaşam konduğunda, ayrıca insani yaşam ücretiyle alakalı görüşmeler değil de insani yaşamın üst sınırı ne olmalı diye bir ölçü tartışıldığı ve insanların insanca yaşaması için herkese sosyal adalet reçetesinin uygulandığını görürseniz, işte orada kaç paralık adam ifadesini göremezsiniz, kilon kaça diyemezsiniz, seni paraya boğarım çılgınlığını söyleyemezsiniz; orada hayat hakikatler üzerine oturur ve insanların değer ölçüsü de farklılaşır.

Bu açıklamaları, gelecek yaşam sürecimizin genç nesiller üzerinden bir değerlendirmesini yaparken, kültür kodlarımızı yerli yerine oturtamazsak, sağlıklı sonuçlara gidemeyiz de ondan bu konuları ele aldım. Paranın tek kurtarıcı olduğu ve paranın açamayacağı kapı yoktur gibi nesilden nesle aktarılan deyimleriniz toplumsal gelenek haline gelmişse, bunları konuşmak elbette hem gerekli hem de zorunlu olur.

Gençliğin kısa yoldan az zamanda çok imkanlar elde etmek isteyen bir nesil olduğunu konuşuyoruz. Doğru, böyle bir talihsizliği yaşadığımız ancak bunların sebeplerini bilmezsek konuşmamızın hiçbir anlamı olmayacaktır. Öğrenmelerimizin büyük bir çoğunluğunu gördüklerimizden ve örnek aldıklarımızdan öğreniriz; bunun dışında kalanları da okumalarımız ve gezmelerimizle elde ederiz. Peki açık yüreklikle soruyorum ve dosdoğru adam gibi de cevaplarını ortaya koymamız lazım. Genç neslimiz, bizim ahlak modelimizi mi örnek aldı yoksa hayali bir yaşamı mı örnek aldı. Har vurup harman savurarak israfta sınır tanımayan, haram helal ver Allah’ım bu kulun yer Allah’ım, haydi mücahidim yürü mücahidim her yol mubah mücahhhhhhhidim. Diyecek kadar meşrulaştırma marşları yazacak duruma gelmiş bir ortamın yeni nesli fiyasko bir yaşama sürgün edilmiş demektir. Ahlaksızlıkta öyle bir sınır tanımaz hale gelindi ki, yeni nesilden beklenen, Avrupalı gibi planlı programlı bir iş ama karşılığı ise en ilkel üçüncü dünya ülkelerinin gerisindeki bir hakkı, hak görmek. Peki böyle bir ortamda insanlar hep paranın kulu kölesi olacak düzeyde ondan başka bir şey düşünmüyor ve herkes kendisini düşünüyorsa, bunun sebebini nerede aramak gerekir. Gemisini kurtarıp kaptan olanların çöplüğüne bakmakta fayda vardır. Gemisini kurtaramayanlar dışlanır, alt tabakadan görülür sözlerine itibar edilmez, çocuklar böyle babaları ata yerine koymaz çünkü çocuklar için değerli bir baba, ne olursa olsun nereden olursa olsun, haram helal demeden bulup buluşturan, kimin hakkı olup olmadığına bakmaksızın, onların önüne çuvalla imkân sunan ve altına bir araba alıp hatta en iyi model ve markalardan biri olursa daha iyi olur(!)…

Bugün gelinen nokta itibarıyla baktığımızda, ahlaki ve dini değer sistemlerinin ciddi bir deprem yaşayan ve yıkılıp enkaza dönmüş bir belde gibi olduğu muhakkak. Onun yerini yeni ve çağdaş değer sistemi almış görünmektedir. Bu sistemin değer olmasının tek nedeni var o da sayısal ifadeyle anlatılıyor olmasıdır. Bir sistem düşünün ki, onun için en kutsal olan, nereden nasıl bulursan bul önemli değil, önemli olan ondan vergi veriyor olmandır. “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” ifadesi aslında insanın genetik ve fıtrata dayanan kodlarıyla oynamaktır. İnsanın fıtrat kodlarıyla oynadığınız zaman, fıtrat kodlarıyla ilgili bir yaşama hasret kalırsınız. Bugün böylesi bir hasretin yaşayanı ama özlemle o yaşamın arzulayanlarından olduğumuz kesin. Şunu anlayalım artık arzuladıklarımıza ulaşabilmemiz bizim kendimizde olanı değiştirmemizdir.

Sen yaratılan bir varlıksın benim gibi, senin de benim gibi değerin var, aynı düşünceleri düşünmemiş olsak da düşünen olarak aynı özelliklere sahip olduğumuzdan dolayı biz değerliyiz. Sen de değerlisin ben de o da…Bizi değerli kılan sahip olmak için çabalayıp onun yanına durarak kendimizi anlatmak istediklerimiz değildir. Sen bir öznesin senin değerin, neden değerli olduğunu anlamak, hayatını değerli kılan uğruna geçirmek ve elde etiklerinle yeryüzüne huzur ve mutluluk tomurcukları yaymak olmalıdır. Sen bunları yapmak için ayağa kalktığında insan olarak yaşarsın ve insan olarak bir değerin ortaya çıkar. İşte, o zaman “Ahsen’i takvim olursun…”Kaç liralık adamsın senin kilon kadar para vereyim diyenler varsa, o zaman sen bir hiçsin ve aşağıların aşağısına düşmüşsün ancak yananın kalmamıştır.

Çağdaş ve modern yaşamın yeniden tanımladığı kültürel kodlara göre bir hayat oluşturmak için harcadığımız çabaların hepsi boşa gideceğinden kuşkunuz olmasın…İnsan olarak ilminizle, birikiminizle, duruşunuzla hak ve adaletin şahidi olmanızla doğrudan yana ortaya koyacağınız tavrınızla bir değeriniz yoksa bir hiçsiniz demektir…Hiçlerin hiçle çarpımından bir başka hiç çıkar, hiçler yutan elamandır. Hayatınızı yutar, yutulmadan önce bir değer sahibi olalım…Marks’ın ben Hegel’in diyalektiğini tersine çevirdim. O Diyalektiğin başını yere ayaklarını yukarı getirmişti, ben ise ayaklarını yere başını yukarı çevirdim der. İşte ben de diyorum ki, Değer sistemimiz tarumar oldu bu tarumarlıktan kalan döküntü de olsa yaralı hücrelerimizi bir araya getirerek yeniden organizmayı ayağa kaldıracak zamanımız hala var, ancak köprüden önce son çıkışa hızla ilerliyoruz. Son çıkışa girmeden evvel değer sistemimizi ahlak adalet ve insanın yaratılış fıtratı üzerine oturtalım, yoksa elimizdeki değer kilomuzu ölçerek ağırlığımızın nereden kaynaklandığını herkese öğretecek ve sonrasında acılar eşliğinde ahlar vahlar arasında son nefes için perde açılacak…

Münzevi bir yaşam öğütlemiyorum aksine tüm münzevilikleri yerle bir edelim, sahip olduklarımızın tanımladığı bir yaşamı değil, sahip olduklarımızı istediğimiz gibi bizden nasıl yapmamız gerektiğini isteyen mutlak hükümdarın isteği doğrultusunda yeryüzünde adalete şahitlik için kullanalım…O zaman herkesin bir değeri olur, yoksa değeri sıfırlanan insanlığın yeniden kendisini tanımlamak için tartıya çıkarılıp kilosuyla anlam kazandığını sanan bir nesneye döneriz.

Kaç paralık adam diyebilecek cesaretin asla olmadığı ve herkese parasal bir değer biçilemeyen yaşama koşalım…Değeri, kendisinden değerli olanların yaşamı her zaman bir değerdir. Onlar tarih boyunca örnek olarak anlatılırken kilosu parayla ölçülenler ise hep olumsuz olarak kınanmıştır. Dünyalıkların insanları cin çarpmışa çevirdiği bir ortamda, ”İnanmıyorsunuz diye sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim…”Diyecek cesur değer sahibi insanlara çok ihtiyaç vardır.

Selam saygı muhabbet ve selamlarımla,

Rabbim isteklerimizi katındaki değerleri ile daim eylesin ki dünyanın kulları olmaktan uzaklaşalım…Dünya önemlidir ama ahiret değerlidir. Değerli olanın değerini önemli olana harcamayanlara selam olsun…

Erol KEKEÇ/30.05.2021/23.47


27 Mayıs 2021 Perşembe

RUTİNE ÇOMAK SOKANLAR OLMALI MI?

İnsanların bilinçaltı biriktirdikleri ile ortaya koyduğu yaşam arasında doğrudan bir ilişkinin olduğu muhakkak. Bunu dikkate almadan hangi insan nasıl bir makamda olursa olsun, onları anlamak istediğiniz zaman doğru bir sonuca ulaşamazsınız. Son dönemde ülke gündeminin sınırlarını aşarak dış işlerini ilgilendirecek düzeyde yansıma yapan, mafya hesaplaşması olarak mı kabul edersiniz nasıl bakarsanız bakınız, gündemi de bu doğrultuda ele alıp değerlendirmek gerekir. Ancak Kişinin yaşamıyla ilgili değerlendirmeyi bu yönüyle ele alsanız da toplumsal yaşamda oluşturduğu etkiyi ise sosyolojik gerçekliği dikkate alarak ancak değerlendirebilirsiniz.

Sedat Peker’in kişiliği üzerinde fazla durmayacağım, kendisine münhasır bir karakter barındırmaktadır. Her ne kadar pervasız ve her şeyi yakabilecek kadar cesur bir görüntü ortaya koyuyor gibi olsa da her konuşmasının sonunda bir virgülle hesap kitap ve Allah’tan bahsetmesi içindeki tedirginliği ve ürkekliği de ortaya koymaktadır. Peker’in Mafya babası olarak bilinen yönünü bir tarafa bırakırsak ince bir ruh ve kendisinin de bir gün hesaba çekileceğini dikkate alarak konuşuyor yani ince eleyip sık dokumaktadır. Sınırsız bir özgüveni olmasına rağmen sınırsız bir davranış şekli ortaya koymuyor. Bu tarz davranış içinde görülmesi, onu izleyen ve dinleyenlerin kafasında kendisine meşruiyet zemini oluşturmaktadır. Her ne kadar bazıları beni organize suç örgütü gibi göstermeye çalışsa da, aslında ben meşru olmayan ve kimsenin onaylamadığı bir eylemin içinde olmadım. Olduysam da tamamıyla gayri meşru örgütlenmelerin karşısında oldum. Bu durum, resmi bir devlet görevim olmasa da hep devletimle paralel hareket ettim demektedir. Ben devletime karşı son derece saygılıyım hatta karşı karşıya geldiğim bakanı da bakan olarak değil, bakanlık dışı derin hizmetlerde kusur etmemesinden dolayı devlet görevini kötüye kullandığı için böyle davranıyorum iddiasında bulunarak bir görüntü vermektedir. Peker’in bu kontrollü davranışı, onu bir anda milyonların izlediği karakter durumuna getirdi. Bu yaklaşım ve yayınladığı videolarda verdiği görüntü bir anlamda herkesin zihninde temkinli yaklaşılan ve insanlar için tehlikeli olarak bilinen suç örgütleri de bir anlamda daha yumuşak bir geçişe sahne oldu. Peker, bu videolarla mesajını verdiğini düşünmekteyim. Hem Devlet dışı resmi olmayan oluşumlarda, insanların toplumsal sorunlarına çözüm olacak alanlar olabilir, ayrıca bu örgütlenmeler durup dururken olmuyor, devletin açık bıraktığı alanlardan kaynaklı sorunlar oluştuğu zaman bunlarla mücadele etmek için resmi olmasa da meşruiyet temelinde bir örgütlenme yapmak gerekir mesajı neredeyse ciddi bir kitlenin zihninde yer buldu. Konuşma aralarında sürekli, ben yargılandım ama neden diye sorarsanız cevabını vereyim derken, uyuşturucu satıcılarını ortadan kaldırdığım iddiasıyla cinayet zanlısı olarak çok yargılandım oysa bunlardan hep takipsizlik aldım diyor. Yani devletin kurumları benim hakkımdaki suçlamasıyla aslında benim karşı olduğum ve o uğurda da ceza evine girdiğim alanları bana isnat ederek, benim içinde asla olmayacağım bir durumda suç örgütü lideri olduğumu iddia ediyor…Kıymetli dostlarım bunun yorumunu size bırakıyorum diyerek ciddi puanlar topladığını düşünüyorum.

Peker için bu süreç, onun meşruiyet zeminine daha fazla yaklaştığı bir süreç olduğunu düşünüyorum. Geçmişin faili meçhullerini de ortaya koyarak kimler tarafından nerede yapıldığını açıklaması taşları yerinden oynatmışa benziyor. Geçmişteki birçok cinayetin ve karanlık işlerin şahidi olduğunu söylerken, insanların soracağı sorulara karşı da hemen cevabını kendisi veriyor. Neden bu zamana kadar açıklamadın diyeceğinizi biliyorum, ancak siz de içinde olmadığınız halde açıklamadan beklettiğiniz bir olayı içinizde saklayabilirsiniz bu da insani bir yöndür benim de öyledir, şeklinde doğal hale getirerek açıklamaktadır. Yani diyeceğim odur ki, Peker bu konuları çok rahat atlatmaktadır.

Mafya ve çetelerin oluşma ortamlarına baktığımızda durup dururken haydi bir örgüt kuralım ve hiçbir kural gözetmeyelim kendi kurallarımızı kendimiz oluşturalım ve insanlara korku yayalım diye oluşmuyorlar. Siyasal yönetimler, toplumsal ve kültürel ortamların yönlendirmesi, toplumsal dışlanmışlık ve mevcut yaşam alanı içinde bir yer edinememiş olmak, problemleri çözmekle mükellef olan hukuk sisteminin davaları sonuçlandırmadaki sürecin belirsizliği, hukuka karşı oluşan güvensizlik ve kısa zamanda sonuca gitme gibi nedenler bu tür oluşumların oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bu zeminler değiştirilmeden bu oluşumların yok olmasını da düşünemezsiniz. Bunlar kendilerini anlatırken ve başkalarının topluma onları tanımlama şekli iyiliksever, hayır yapan fakir babası, yanlış yapana göz yummayan namus bekçisi gibi övgü dolu sözlerle onlar taltif edilirler. Bir toplumda her ilin bir mülkü amiri olmasına rağmen bu mülkü amirlerden bir elin parmakları kadar kişi için, babacan biri, fakir babası, saygıdeğer biri, insanları düşünen gibi övgülere rastlamazken, neredeyse bu babalar anlatılırken her biri bir efsane gibi anlatılır. Bu da toplumsal ortamda resmi özellikleri olmasa da meşruiyetlerini kazandıklarını göstermektedir. Şehit aileleri bir mafya babası olduğu söylenen yeraltı dünyasının önemli ismiyle bir araya gelmek için, belli bir gün düzenliyor ve oranın mülki amirlerinden daha kalabalık kitleler tarafından karşılanıyorsa, bunlar aslında sosyolojik vaka olarak ele alınması gerekir. Ayrıca siyasal sistemin de kendisiyle yüzleşerek kendisini sorgulaması elzemdir. Aynı mafya lideri birkaç yıl öncesinde şehir şehir mitingler yaparak devletin yanındayım biz devletimizle el ele mücadele ediyoruz imajı verirken devlet hiçbir ses çıkarmıyorsa, bu yaklaşımları nasıl ele almak gerekir. Organize suç örgütü olmak için ne yapmak lazım veya nasıl bir duruş oluşturmak gerekir. Peker Hapisten çıktıktan sonra her yerde önemli iş adamı olarak taktim ediliyor, iktidarın bir bakanı ile atışmalar başlayınca suç örgütü tanımlaması içine giriyor. Bir kavramın tanımı ya da anlattığı gerçekliğin bir kriteri olacak mı? Bunları neden mi soruyorum? Eğer devlet Suç örgütü ifadesini, yapılan eylemler değişmediği halde ortama zamana ve bu faaliyette bulunanların sergilediği duruşun kimin yanında olmasına göre karar veriyorsa, suç örgütü ifadesi ciddiyetten uzak olur. Bir kavramla tanımlanan içerik, faaliyetin kim tarafından ve kimin adına yapıldığına bakılmaksızın herkesi ve her ortamdaki eylemi kuşatacak düzeyde ise, o zaman bu kavramla anlatılan şahsa karşı gösterilen tepkilerin birçok çelişkiyi içinde barındırdığını neden görmekteyiz? Eğer bu tarz açıklama tepki ve uygulamaların önü alınmazsa resmî açıklamaların ciddiyetten uzak olduğuna inanır insanlar.

9. Video olarak izlediğim Peker’in konuşmalarının ciddi bir değişim ve dönüşüm geçirdiğine şahit oldum. Önceki videolarında yaptığı açıklamalar ile 9. Video arasında önemli bir ayrışma vardı. Sanki Peker’in önceki konuşmaları ve sonraki konuşma ile bir hedef gözetilerek açıklamaların yapıldığını düşünmeye başladım. Yani kontrollü bir gürültü gibi geldi bana. Kontrollü gürültü  her zaman bir hedefin gizli tutulmasıyla yapılan bir gürültüdür.9. videoda Peker, kızgınlıklarının kendisini böyle davranmaya sevk ettiğini, hatta geçmişte karşı karşıya geldiği bakan Albayrak arasındaki tersleşmenin sebeplerinin de araya giren ve bundan çıkar devşiren parazitlerden kaynaklandığını, bunlara karşı gayet duyarlı olunmasını, Bakana karşı kendisinde oluşan gerilimlerden dolayı da helallik talebinde bulunarak özür dileyecek açıklamalara varan konuşmaları üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.Peker,devletin yanındaki duruşunun devam edeceğini, dış güçlerin,  Feto taktiğini uygulayarak eski Fetocuların böyle bir karanlık ortam oluşturduğunu bundan bir an evvel herkesin kurtulması için uyanık olunmasını söylüyor, devletimize karşı dışarıdan gelebilecek olumsuzluklara herkesin hassas ve duyarlı olmasını öğütlüyor.

Yani gördüğüm kadarıyla Suç örgütü ifadesiyle anlatılmak istenen aslında istetme lastik gibi kullanılan bir kavram olduğudur. Devletler normal tekerle yola devam etmekte zorlanıp bir hava kaçağı ve patlama olduğuna inandığında, bu yapılanmaları hemen devreye koyarak kaldığı yerden yoluna devam edebiliyor, ne zaman ki asıl tekeri onardı o zaman istetme lastiğin olumsuzluklarını anlatarak onunla olan bir bağlantısının olmadığını konuşabiliyor. Bu durumlar bizim gibi insanların zihinlerini zorlayarak zihin duvarlarımızı yıkacak duruma geldiğimizde, bir de bakıyorsunuz ortada ne istetme lastik kalıyor ne de sorunlu asıl lastik her şey süt liman haline dönüyor…İşte bu da bize gösteriyor ki tüm bunlar kontrollü gerçekleşen gürültülerdir.

Dün itibarıyla, mafya Bakan arasındaki düelloya bazı politikacılardan gelen destek mesajlarıyla, Peker’in açıklamalarının birbiriyle uyum içinde olması ve üç tane daha video yapacağını, onların da daha çok kendi şahsına yönelik ferdi saldırılardan oluşacağını afişe edeceğini söylemesi bir anda bende düşündüklerimi destekliyor görmem bu tarz oluşumların neden ve niçin var sorularını yeniden sorarak bunlarla ilgili geniş yelpazeli araştırma ve açıklamaları gerekli kıldığını gördüm.

Hukuka kimse yaptırım uygulayamaz ve hukuk bağımsız, cumhuriyet savcıları toplum aleyhine olabilecek her konu hakkında soruşturma başlatır gibi beklentilerimiz de bir anlamda rafa kalkıyor bu tarz ortamlarda. Çünkü istetmeler ve gerçek tekerler nasıl ne zaman kullanılacak bunların ciddi bir tanımlaması yapılamadığı için, Savcılarda da tedirginlik oluşturabiliyor. Bu tedirginliklerden olsa gerek, medyanın bangır bangır bağırarak suç örgütleri şunları şunları yapıyorlar gibi mesajları savcılar tarafından pek dikkate alınmıyor. İşte, bu hengamede bizler de zihinlerimizi arı duru bilgilerle donatmak istiyoruz. Sebebi ise yanlış bir bilgi ve yönlendirmeyle ucu bir daha kapanmayacak açıların oluşmasına sebep olabiliriz endişesini taşıyoruz.

Sükunet durumu hasıl oldu, deniz çarşaf gibi, şimdi tüm gemiler dışarıya odaklanmalı, onun için bu tarz açıklamaların kapsam alanından çıkarak yeni koordinatlar belirlemek her düşünen, idrak eden ve sorumluluk taşıyanların yapması gereken bir eylemdir.

Son olarak diyorum ki hayat boşluk kaldırmıyor, eğer olması gerekenler, olmaması gereken yerlerde havanda su döverlerse, birileri çıkar o havanın içindeki mamulü değiştirmenin kendi görevi olduğunu iddia ederek rutin yaşama bir çomak sokabilir. Rutinlere bazen çomaklar sokulmalı ki, rutinler rutin olmanın ötesinde bir anlamının olduğunu anlayabilsinler…

Selam saygı ve muhabbetlerimle….

Erol KEKEÇ/27.05.2021/10.38


26 Mayıs 2021 Çarşamba

CELLADINDAN MEDET UMAN İNSANLIK

Günlerdir, aşı sorunu yok tamamladık diyenlere bir sorum var, hakikaten bu aşıyla yapılmak isteneni Allah için açıklar mısınız? Küresel cinayet şebekesinin aparatı olmak ne kadar acı ve insanın içine oturuyor. Bu kadar kısa zamanda İnsanlık için böyle bir çalışmayla insanlığın sağlığını düşünerek bir cinayet şebekesinin bilimsel bir çaba sarf edeceğine hiç inanmadım ve de inanmıyorum. İnanmadım, çünkü her noktasında çelişkiler barındıran, amacını gizleyerek iyi yollar sunuyormuş gibi kendisini lanse ederek, insanlığı kurşunlamak için üretilen kurşunlar olduğunu düşünüyorum.

İnsanlığın doğal yaşam alanlarını fesat alanı haline getiren bir dünya sistemi, çılgınlıklarının sonucu olan küresel bir salgının oluşmasındaki tetikleyici görevini yok sayarak, insanlığı kurtarmaya çalışıyor ve biz de buna inanacağız öyle mi; böyle düşünen varsa biz aklımızla kimseyi dalga geçirtmedik. Medyanın küresel güçlerin borazanlığını yaptığı ortamlarda insanların zihinleri kilitlenmiş, sadece birilerinde bir maymuncuk anahtar var, ancak onunla açıp zihinleri dolduruyorlar ve ardından diğer uyaranların tamamına kilitliyorlar. Böylesi toplumlarda sizlerin diri diri ölüme aday olduğunuzu yırtılırcasına açıklayanları, potansiyel düşman görebilirsiniz ama şunu bilin ki bu düşünceler sizi kurtuluşa çağırmaktadır. Kurtuluşa çağıranların çağrılarını bir kaşık suda boğmak isteyenler, şunu biliniz ki toptan imha edilmek için alıştırarak dibini görmediğiniz bulanık sularda boğulmanız için sizi süratle orya götürmektedirler.

Allah için insanlara soruyorum, benim bu beynim ne işe yarıyor diye sorma gereği hiç duymuyor musunuz? Beyinleri uyuşturulmuş olanlar o beyinlerini istirahat için dondurucudan alıp güneşte havalandırıp saksılarına koymadıkları sürece kurtuluşa çıkamayacaklardır. Bugün içinde bulunduğum gün içinde yaşadığım üç önemli vaka ile sizleri bilgilendirmek isterim. Yapılan aşılardan sonra yaşanan üç hadise, biri yakın bir arkadaşımın kayınpederi,2. Aşıdan sonra felç oldu ve şu an yatalak durumda, bir başkası 2. Aşıdan sonra vefat etti, benim kendi kayınpederim geçen pazartesi günü aşıyı oldu ve bir haftadır ateşi 40 derecenin altına düşmüyor, baş ağrısı şiddetli ve bağırsak sistemi çalışmıyor. Her gün hastanedeyiz ancak bir şey bulamadılar, nihayet benim diretmem sonrası, aşının bağışıklık sistemi güçlü olmayanlarda ve savunma yeterli değilse aşının böyle sonuçları olabileceğini itiraf ettiler. Yazıktır İnsanları toplu imha operasyonunun uzun vadeli yani taksitli ölüm fermanını hemen ikinci peşinattan sonra bari uygulamaya koymasaydınız(!).

Aşıyı herkes olacak diye, diretmediğini söyleyenler, aşısız olanları potansiyel kuduz mikrobu taşıyıcısı gibi gösterip insanların önüne öcü gibi koyarak onları tecrit ederken ne yapmak istiyorlar. Bilim güvenirliğini bu coronayla resmen rafa kaldırmıştır. İnsanlığın gözüne baka baka bu kadar canavarca bir uygulamanın aparatı neden bizler oluyoruz bunu ben anlamak istiyorum. Çok hafif hasta olan arkadaşım gidiyor test yaptırıyor kendisi pozitif çıkıyor, ondan çok ağır olan aile efradına yaptırmıyor, test sonrası verilen ilaçlarla önce eklem yerleri daha sonra sırt ağrısı başlıyor, oysa hiç kullanmadan normal antibiyotik kullanarak kalkacakken daha ağır hasta oluyor. Bunlar canlı ve birebir şahit olduklarım. Şimdi bana bunun faydalı ve insanlığı düşünerek yapılan iyi bir sağlık tedavisi olduğunu kim söyleyebilir.

Corana sürecinin ilk hamlesi insanları korkutmaktı, onda gayet başarılı olundu. İkinci hamlesi ise bu testlerin uygulanarak pozitif çıkıyor insanlar diyerek, pozitif çıkardıklarına verdikleri ilaçlarla onları savunmasız duruma getirmekti, sonrasında bu ölümlerin önüne geçmeliyiz diyerek üçüncü evre devreye girdi; bu da aşıların yapılmasıydı. Aşılar yapılmaya başlandı ve bu süreç bütün bir insanlığın aşılanmasının gerekliliğini anlatarak başlandı. Çünkü herkes aşılanmazsa o zaman bunu durdurmamız zor diyerek, aşılanmış olanlarla aşısız olanları karşı karşıya getirme hedefi de böylece gerçekleşmiş olacak. Bu süreç ne zamana kadar devam edecek dersiniz, karbon ekonomisinin tüm boyutlarıyla uygulanmasıyla yavaşlama süreci başlayacak. Önce kirlet imha et dünyayı yaşanmaz hale getir sonrasında bu yaşanmaz halin sorumluları başkalarıymış gibi kurtuluş reçetelerini de yine sen oluştur. Dünyayı kim çok kirletiyorsa onun değeri o kadar az olacak ve parasının değeri de ona göre şekillenecek diyerek yeni bir kandırma taktiği ile dünyayı aldatmaya çalış. Yani kimin doğaya zararı ve kiri az atılırsa veya hiç atılmazsa onun parası en üst düzeyde değeri yüksek para olacak de…Anlaşılan Küresel canavarlar hala sorumluların kendileri olduğuna inanmıyorlar ve sorumlu aramaya devam edecekler.

Bunların hedefi, dünyanın temiz kalması için bu kadar canlı çok fazla, bu canlıların büyük bir kısmı dünyadan gitmeli ki, o zaman doğal denge korunsun diyerek, çirkin ve korkunç yüzlerini gizleyerek sizleri düşünür oldular. Hatta büyük baş hayvanları imha ederek sentetik et üretmek için düğmeye basacak duruma geldiler. İnsanların da birçoğunu imha etmeleri gerekecek bunun yolu doğrudan savaş ve kimyasallar olursa insanlık suçu olur(!)dolayısıyla kendi kendine ölecek olması hem doğal ölüm olur hem de dünyadan nüfus ciddi anlamda gider. Bunun için gıda üretiminde olabildiğince genetik yapıyı olumsuz etkileyecek üretimleri doğru reçetelerle anlatarak piyasaya sunmak lazım, mesela sentetik kırmızı et gibi…Bundan sonra sağlıkta önemli bir olumsuzluk yaşandığı zaman vücut savunma sistemi, gelen bu hastalık virüsleriyle mücadele edememeli ve doğal ölüm oluşturularak nüfus azaltılmalıdır. Bunun için de vücut direncini taksitle düşürecek bir karışım olmalı bu tüm dünyada uygulanmalı ki, amaç ortaya çıkmasın. İşte bu noktada tam da Corona aşıları devreye sokuldu. Bu aşıların insanlığın kurtuluşu için olduğuna zerre inananlardan biri değilim. Böyle inanmam ve düşüncelerimi bu doğrultuda geliştirmemin en önemli nedeni, Dünya sağlık örgütü denen bir kuruluşun insanlığın sağlığını imha etmek için güç baronları ile el ele tutuşmuş olması oldu. Bu şebeke bilimi, bu güçlerin istediği gibi kullanması için, bilimin kapısını arkasına kadar açtı, içeri ne giren ne çıkan belli…Böylece güven gitti yerine bunalım geldi. Peki bu süreçte benim böyle çalışan bir anlayışı bilim olarak görmem ve onların ortaya koyduğu sonuçlara güvenmem nasıl olur? Herhâlde kendi aklıyla dalga geçmek ve kendine ihanet etmek bu olsa gerek.

Korkuyla başlayan süreç, korkuyu yaşatanların insafına bırakılmış bir umut, umudu yerle yeksan eden bir gelecek, geleceği peşin bedava alan üstelik tüm geleceği satın alırken onu bile ranta çeviren küresel bir canavar…İşte insanlık bunların elinde maymuna dönmüş bir haldeyken bunlara güvenmek hakikaten acınası durum da bu olsa gerek…Kimse kusura bakmasın ama şöyle uç bir örnek bu konuyu ancak izah edebilir, tecavüze uğrayan bir hanımın elleri kolları bağlanmış, sivri demir taraklar üstüne yatırılmış bu haldeyken yakınları görüyor ve oraya korka korka geliyorlar, tecavüzcüye ricada bulunuyorlar, aman dikkat et, zaten bu kaçınılmaz, bari belini incitmesin… Senden ricamız mağduru bari sağlam alalım diyorlar…Böylesi bir küstah aşağılık talepte bulunmak ile Küresel cinayet şebekesinin elinde kullanılan filmi bilim olarak görüp ondan kurtuluş beklemekte bundan daha erdemli değildir benim açımdan…Onun içindir ki bunların hiçbirine inanmıyorum.

Ey insanlık sizi taksitle öldürmek için bu aşı furyasının da yarınlarda doğacak olan hastalıklara karşı vücut direncini koruyan savunma sistemini içten imha etmek olduğuna inanıyorum. Yakın gelecekte insanlığın en hafif bir bahar rüzgârı karşısında savunmasız kalarak gidişine şahit olacağız…Çünkü aşılar böylesi bir geleceğe insanlığı hazırlamak için, küresel cinayet şebekesinin piyasaya sunduğu kurtuluş reçetesidir. (!)

Uyanalım kendimize gelelim, sorgulamadan korkmayalım, sorgulamayı rafa kaldıranların kendileri de raf ömrünü tamamlamış olduğunu bilmeleri gerekir.

 

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

 

Erol KEKEÇ/25.05.2021/17.40



23 Mayıs 2021 Pazar

HAYRET ŞEYTAN GİRMİŞ İÇİNE!

 De ki: "Pisin çokluğu seni hayrete düşürse de pisle temiz bir olmaz. O halde, ey akıl ve gönül sahipleri! Allah’tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz. “Maide/100

“Göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların mülkü/yönetimi Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter.” Maide/120

Yaşamlarımız o kadar kirlendi ki, helal haram olduğuna bakılmaksızın sahip olduğunuz imkanların çokluğu sizin değerinizi belirler oldu. Kazanımlarının nereden nasıl geldiğine bakmaksızın nasıl olursa olsun yeter ki gelsin anlayışı, “bu kulun haram helal demez ver Allah’ım ne olursa onu yer Allah’ım ”ile yaşamlarını sürdürenlerin sahip oldukları kimseyi hayrete düşürmesin…İçine pislik karışmış olanların çok kabarık olması hiç temizle bir olur mu?

İçine şeytan girmiş olan bir yaşam çok kabarık görünür ama ne yazık ki şeytan çıktığı zaman şişkinlik söner ve bir anda cılız bir durumda algılanır bu da ona ilgi ve alakayı azaltır. Şeytanın ortak olduğu hayatlar, Allah’a gerçekten iman etmiş ve ona hiçbir şeyi şirk koşmadan sonucu ondan bekleyenler hariç, her zaman cazip algılanır. İnsanların neyin önünde eğildiklerine bir bakarsanız, görüntü ve kabarıklar ne kadar fazla ve kimde bulunuyorsa o her zaman tercih edilen ve cazip olan olarak değerlendirilmektedir. Ondan dolayıdır ki haram helal olduğuna bakılmaksızın yeryüzünde yaşayan herkes bu ölçüyü dikkate alarak varlık sahnesindeki rolünü oynamaktadır. Bu anlayışla yaşam sürenlerin toplumsal hayatta çoğunluk oluşturması, fesada ortam hazırlar.

“Çok mal haramsız olmaz, çok söz yalansız olmaz” deyimi bir gerçekliğin anlatımı olduğundan kuşkunuz olmasın.Tecrübeler,hayat deneyimleri sonrakilere ışık olsun diye özlü ifadelerle sonrakilere bir miras olarak bırakılır. Bu söz aslında nasılda bir yaşam biçiminin tüm kültürel kodlarını önümüze koymaktadır.Oun için Yüce Rabbimiz “pisin çokluğu seni hayrete düşürmesin, hiç pis ile temiz bir olur mu diye uyarıda bulunmaktadır. Yiyecek maddelerine bakarsanız bazı pasta mamullerinin çok kabarık olduğunu görürsünüz, bunun böyle olması için neler yapıldığını araştırdığınızda, içine bazı kimyasallar ve karışımlar konulduğundan böyle olduğunu öğrenirsiniz. Ancak o kabartma mamullerinin sağlığa ne kadar faydalı olup olmadığına baktığınız zaman, sağlık açısından zararlı olduğu sonucuna ulaşırsınız. Buna rağmen, bakıldığı zaman kabarık ve göze güzel görülen daha tercih edilir ancak sağlık açısından zararsız olan ve içine herhangi bir zararlı karışım katılmamış olanların daha az tercih edildiğini fark edersiniz. Tüm bu örnekler gösteriyor ki insanlarda böyle bir yönelim olduğu muhakkaktır. Bu tarz yönelimlerin temelinde ne kadar da insanın gerçek fıtratıyla örtüşmeyen etkenlerin bulunduğunu görmekteyiz. Bu etkenlerin toplumsal ve kültürel bir yaşam belirleyeni olarak yaygınlık gösterdiği bir çağda yaşamların yeniden ve özenle gözden geçirilerek hakikat endeksi üzerinde yol almasını sağlamak için mücadele edilmesi kaçınılmazdır.

Saman çuvalları doldurulduğu ve basıldığı zaman cazip gibi görülse de çuvala bir bıçak vuruğunuzda ortalığa dağıldığını görürsünüz. Aynı kavanozu kırılmış reçel gibi saçılır ve bir daha toplanıp ona ilgi duyulması da mümkün değildir. Atılması gereken bir mamul haline gelir. Dağılmış saman çuvalı da süpürülüp yakılacağı ya da bir yere atılması gereken bir çöpe döner. Yani şunu anlamak zorunludur, pis olanların çok kabarık olması sizi hayrete düşürmesin, asıl hayrete düşürecek olanın tertemiz olup ta içine hiçbir pislik karışmadan insan yaşamının olduğu bir yerde hala varlığını sürdürüyor olması olsun…

Nereden buldun yasası diye bir devlet, insanların kazanımlarının kaynağını sormadan ellerindekini sisteme katarak vergi almak için kutsallaştırma adına kanuni düzenlemeler yapacak bir duruma gelmiş ise, demek oluyor ki, siz nereden bulursanız bulunuz onları sisteme dahil edecek kanuni düzenlemeler yapılacaktır. Bu düzenlemelerle pisler temizmiş gibi sunulmak istenmektedir. Sonrasında da bu eylemin bir referans olması sağlanarak kazançların nereden geldiği değil, sisteme katılıp katılmadığı önem kazanıyor, Yani meşrulaşabilmesinin yolları hemen oluşturuluyor ve vergiye dahil edildiği anda zaten tüm sorunlar çözülmüş oluyor, ”vergilendirilmiş kazanç kutsaldır, ”sloganıyla tüm pislikler legallik kazanmış oluyor.

Pozitivizmin egemen olduğu, ahiret diye görülene imanın ahireti unutturduğu bir çağda elbette, kabarık ve şişkin olanların hayret duyulacak değerler haline gelmesi de normalleşmektedir. Yani sizlerin bakışı ve size bakışların pozitif alanda ne kadar bir birikiminiz var onunla değerlendirilmektedir. Dolayısıyla bu ortamlarda değer kazanmak ve itibar sahibi olmak için nereden geldiğine bakmaksızın sizi değerli kılacak bu imkanlara fazlasıyla sahip olma hırsı içine giriyorsunuz. Bu hırs siz de kazanmak için hiçbir sınır tanımadan sadece elde edeceğinize sizi yoğunlaştırmaktadır. “Üzüm üzüme baka baka kararır, körle yatan şaşı kalkar” atasözlerinin de özetle anlatmaya çalıştığı yaşam, toplumun genel hayatı haline gelir. Herkes kendisini değerli kılmak için nereden nasıl geldiğine bakmaksızın geldiği noktanın çekiciliğiyle ilgilenir. Böylesi bir geleneksel yaşam oluştuğu zaman toplumsal değer sistemlerinin işlevini kaybettiği ve farklı bir pisliğin kabararak herkesi hayret ettirdiği çağın pislikleri altında can çekişen bir hayat ortaya çıkar. Eğer bu yaşamların kaynağı, yaptığı yoluculuğun meşru sınırlar içinde olup olmadığı bilinmeden bilinse de kanunlara ve mevzuata uygun, yeni diye ortaya çıkan ethik algının yerlerde sürünen ahlaksız tavrı, yaygınlaştığı dönemde temiz olana yaklaşmak insanı küçültmeye ve dışlamaya neden olur. Oysa ahlak yoksunu tavırlar parmakla gösterilecek, erdemli, işini bilen dürüst adamlar sınıfına isminizin kaydedilmesine sebep olur.

Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla, pisin çokluğu ve kabarıklığı herkesi hayrete düşürmekte ve herkesi bu pislik sahiplerinin yerinde olmayı arzular hale getirmiştir. Kimse pisliğin içinde olmayı ve ondan kendisine bir pay düşer mi diye düşünmesin, pislikten ancak pislik akar. “Zalimlere meyletmeyin yoksa ateş size de dokunur…”Ey akıl ve gönül sahipleri yanlış yaparak Rabbinizi gücendirmekten korkup sakının ki, kurtuluşa erenlerden olasınız…Tüm bu örneklendirmelerden alacağımız çok derslerin olduğuna inanmaktayım. Ahlaki çöküşün tüm sistemleri yerinden ettiğini görmekteyiz.

Pis dendiği zaman hemen aklımıza belli şekillerdeki düşünce davranışlar gelmektedir. Yanlış olan bir düşüncenin peşinden sürüklenen kalabalıkların çok kabarık olması hayret etmeyi gerektirmiyor. İnsan vücudundan para kazanan birinin, belli bir dönemin anneler gününün annesi seçilmesi,devleten ihale alarak para kazanma dışında bir marifeti olmayanların Milletin a….na koyalım diyerek çirkeflikte sınır tanımamasına rağmen yerinde olması arzulanan bir iş adamı olarak prestijini koruması, çulu olmayanlar Milletin emanetini korumak için bir göreve geçtiklerinde oradan ayrılırken sadece bir domuzu kalıyorsa sahip olmadığı, bir makamı işgal ettiği zaman o makamın yaptırımını kullanarak, muhatap olduğu karşı cinslerden uçan kaçan hariç kimsenin kapsam alanından çıkamadığı ve muhabbetlerini de ne kadar ve kaç kişiyle geçirdiğini söyleyecek kadar anlatıp çirkefliği alenen yayan, anlatılacak çok şey var ancak, haram helal deme nerden gelirse gelsin ver Allah’ım biz senin halis kullarınız diyerek dinin de sahibiymiş gibi davranıp yeryüzünde hakkı tahrip edenlerin şerrinden korunmak için, onlara hayretle bakılmayacak,coronadan daha tehlikeli olduğu bilinerek onların kokusunun geldiği ve gelebileceği her ortamda tüm duyu organlarına maske takarak yaşandığı zaman ancak felaha erenlerden olunur. Yoksa içinde yaşadığımız çirkeflik daha çok kabaracak ve herkese onlara hayretle bakmayı ve onların yerinde olma arzusunu oluşturacaktır. Bunları dikkate almadan yaşamak ve yürümek istiyorsak, gönül sahipleri olarak Allah’tan ittika ederek yaşayalım ki felaha erenlerden olalım.

“Göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların mülkü/yönetimi Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter.” Maide/120

Göklerde ve Yerde bulunanların mülkü yönetimi kendisinde olan Allah’a güvendiğimiz de elimizde bulunan ne kadar küçük ve cılız gibi görünse de mayamız temiz olduktan sonra o kabarık olanlara bizim mayamız konduğunda bizim sahip olduğumuz temiz mayanın özelliğine dönecektir. Temiz olanlar hep mayadır. Pis olanlar ise mayasız kabarık olanlardır. O kabaranlar kimseyi aldatmamalı, mülkün yönetimi elinde olan Allah, temiz olanların çoğalmasını ve pis olanların bertaraf edilmesini istemektedir. Ondan dolayıdır ki, akıl ve gönül sahipleri ancak bu hakikati anlayarak Allah’tan gereği gibi ittika edebilir. İşte onlar felaha erenlerdir. Felaha erenlerden olmak isteyenler yaşadıkları ortamlardaki her türlü pisliklerden uzak durarak, mülkün tek sahibi Allah’a akıl ve gönülleriyle yönelerek onun buyruğuna göre yaşamaları gerekir. Ancak kurtuluş o zaman Olur. Pislikten pay almak için ses çıkarmayanlar sıranın kendisine geleceği durumu dikkate alarak pislik sahnesinde oynadığı figüranlık rollerine tahammül ederek gerçek oyuncu olmayı bekliyorsa şunu bilmeli ki, pislik sahnesinin figüranı da gerçek oyuncusu da aynı yolun yolcusudur. Pasif oyuncu aktif olacağı dönemi beklerken,gerçek oyuncu kendisine verilecek başrol oyuncusu ya da yardımcı başrol oyuncusu olma sırasını beklemektedir. Ondan olsa gerek herkes burnunu tıkayarak logarı patlamış sahnenin koridorunda dışarıya fırlamış b…lara basarak geçtiği halde çok temiz olduğunu iddia eder. Her iddia ispat ister.

De ki: "Pisin çokluğu seni hayrete düşürse de pisle temiz bir olmaz. O halde, ey akıl ve gönül sahipleri! Allah’tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz. “Maide/100

“Göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların mülkü/yönetimi Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter.” Maide/120

Rabbim bizi her şeyin yönetimi kendisinde olan yönetiminin içine bizlerin yaşamına yön veren isteklerimizi de alsın ki paçavra olmaktan çıkalım…Benim bugün bu ayetler üzerine olan tefekkür ve idrakim böyleydi, rabbim anlamadıklarımızı ve bilmediklerimizi de bu tefekkürlerimizi yaşar hale getirip onları da bize öğretsin inşallah…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/23.05.2021/09.47


TEKNOLOJİK ÇAĞIN MUCİZESİ İNSANLIĞI İMHA MI EDECEK

Teknolojik gelişim ve küresel iletişim kanallarının çok hızlı ilerlemesi, insanlığın hem kültürel hem de ahlaki sonunu da hızlı bir şekilde yaklaştırmaktadır. Teknoloji ve iletişim kanalları kendi marifetiyle bu tahribatı yapamaz ancak kendi ürettiği ürünlerin kullanılma felsefesini oluşturamamış insan, kendi eliyle kendisine en büyük kötülüğü yapar. İnsanın kendisine yaptığı bu kötülük dizginlenemeyen bir arzu, freni patlamış istekler listesi, duyarlılığı imha olmuş bir robot ve kutsalların dip yaptığı bir hayat programını onun eline vermiştir. Bu hal üzere yaşayan bütün bir insanlık kendi kaderini kendisi tayin eder duruma gelmiştir. “İnsana ancak emeğinin karşılığı var ”ayetini dikkate almadan ve anlamadan yaşamını devam ettiren bu küre, hala kendilerini kurtaracak olağanüstü bir müdahaleyi beklemektedir.

Teknolojik iletişim her geçen gün tahribatlarına yenisini ekleyerek varlık ivmesine hız kazandırırken, insanlığı imha ederek kendisi de yok olacak bir süreci kovalamaktadır. Duygularının ne olduğunu anlamayanların, duygularının belirlenmesi için duygu ölçer bir teknolojik aracın üretildiğini ve yaşadığını biliyorsunuz. Bu araçlar her geçen gün insanın yerini alarak insanın kendi özelliklerini bunlardan öğrenme isteğini ortaya çıkararak, insanı yaşamın dışına atmaktadır. Yaşamın dışına atılan insan aslında kendi eliyle kendisini imha etmektedir. “Başınıza gelen tüm musibetler kendi ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir.”

İnsan, bu süreci tersine çevirecek bir enerji harcamayı düşünmez ve teknolojiyi yaşamının patronu olarak gördüğü sürece bu hayat onun için zindana döneceğinden kuşkunuz olmasın. Karanlıklar durup dururken gelmiyor, insan istiyor, onun için uygun bir zemin oluşturuyor alçak basınç altında yaşamaya başlayınca, teknolojik yüksek basınçta kaldığı için karanlıklar bir yağmur gibi her tarafı kuşatır oluyor. Bugünlerimiz bütün bir evrenimizi kuşatacak karanlıkların haberinin geldiği çağdır, şu an biz de orada yaşamaktayız. Onun için diyorum ki, bir an evvel uyanalım ve insanlık ailesinin bir ferdi olarak kendi sorumluluk alanlarımızdaki rollerimizi doğru ve iyi kullanalım ki, bu olumsuzlukların oluşmasının önünde bir engel olalım yoksa sonunu düşünmek bile istemiyorum…Çünkü, yaklaşıyor yaklaşmakta olan…!

Geçmiş dönemdeki yaşamlarla kıyaslanamayacak düzeyde bütün bir insanlık maddi ve manevi bunalımlar yaşamaktadır. Geçmişte bunlar yok muydu diyenler olacaktır. Elbette bu düzeyde olmadığını mutlak doğru Allah’ın kitabından öğrenebiliriz. Onlar güç ve kuvvet açısından sizden çok çok ilerde olmasına rağmen onlar yerin dibine girdi. Geçmişte suçlar ve günahlar yerel ferdi ve bölgesel olmakla sınırlı iken bugün günahlar ve suçlar bütün bir evreni kuşatmış durumdadır. Evrenimizin neresinde ne olmuş, anında bunlardan haberdar olabiliyoruz. Teknolojik iletişim araçlarıyla içinde bulunduğumuz dijital çağ, bizi günah batağına doğru sürüklemesine rağmen kimse dijital çağa bu açıdan bakmayı düşünmüyor. Çünkü onun için şu andaki hayatına ne kolaylıklar sağladığı önemlidir. Teknolojiyle imkansızlıkları aşan insan, yere saklanmış olan hazineleri bulmak ve onu yaratılmışların ihtiyaçlarına sunarak onlar için huzurlu bir yaşam alanı oluşturma derdinde olmadığından evrene kötülük pompalamanın ötesinde bir iş yapmıyor. Dolayısıyla çok hızlı yaşayarak isteklerine ulaşmaya çalışırken, isteklerin imha etmeye çalıştığı akıl ve idrakle ilgili de hep gerilere doğru yol almaktadır. Bu paradoksu aynı anda yaşayan insan hem ruhsal hem de fizyolojik açıdan çatırdama yaşamaktadır. İnsanın bu kaosun pençesinde can vermesine razı olmadığını göstermek amaçlı alaylı davranışla, insanlık için hem sağlık hem de yaşamsal imkanları genişletmek isteyenlerin olduğu anlatılır. Oysa sistemli olarak böyle bir amaç güdenlerin palavraları dışında kalan lokal çalışmalar ancak insanlık için çalışır, onlar da hep gölgede kalmış ya da küresel baronlar tarafından süratle engellenmiştir. İşte böyle bir ortamda teknolojinin insanlık için faydalı olacağını umut ederek teknolojiye sarılanların, hakikaten ne kadar da mutlu olduklarını görmek istiyorsanız, teknoloji öncesi ve sonrası sosyal yaşamlar hakkında çok ciddi araştırmalar yaparak bu durumu anlamak mümkündür.

Önceki toplumsal yaşamlara baktığımızda bu kadar kolay iletişim ve ulaşım sağlamak mümkün değildi. Ancak Dijital çağda iletişim ve ulaşım imkanlarının her türlüsünden bütün bir insanlık istifade eder duruma geldi. Bu durum beraberinde çok farklı sorumluluk alanları da oluşturdu. Ben Türkiye’de yaşıyorum gücüm buna yetiyor diğerleri beni ilgilendirmiyor deme lüksünüz kalmadı. Haberdar olduğunuz her şeyden sorumluluk var insana. Bugün dünyanın gözü önünde Türkistan’da insanlık imha edilirken ne yapalım stratejik ortaklığımız var bunları dikkate almak zorundayız deme lüksünüz olamaz. Filistin kan ağlarken sadece bağırarak korkutacağımızı düşünüyorsak bizim durumumuzun, gökyüzünü kara dumanlar kapladığında bu dumanlardan korkanların havaya silah sıkarak dumanları dağıtarak korkularını yendiğini sananlar kadar komik olduğumuzu bilelim. Televizyon ekranlarından acı yaşayanları izleyerek, kalkalım onlara dua edelim ve onları dualarımızla koruyalım diyerek oturduğu yerden Filistin’e veya Türkistan’da bulunan mazlumlara yardım ettiğini sananlar şunu bilmeli ki, kendi basiretlerini kurşunlayarak imha etmektedirler. Çünkü Teknolojinin bizlere onların durumunu taşıması bizleri onların üzerindeki kara bulutları dağıtmak için harekete geçirmiyor bir eylem yaparak her taraftan bu acıyı dindirmek için zalimlere misli ile mukabele edemiyorsak,  kara bulutları dağıtmak için havaya silah sıkanlardan farkımız olmayacaktır.

Ne kadar çok şey bilirsek o kadar sorumluluğumuz artmaktadır. Ulaşım imkânlarımız var, onların yanında olabilecek güçte iken biz sadece bağırmayı ve küfretmeyi düşündüğümüz için günahımız da katlanarak artmaktadır. Yaşamda imkân ve kaynaklarımız arttığı sürece, eğer bizler sorumluluklarımızı elde ettiğimiz bilgi ve imkanlarla ters orantılı yaşıyorsak, bu bizim için bir yıkım haberi olacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Yani burada vurgulamak istediğim mesele bizlerin ihtiyaçlarını karşılayacak imkanlar çoğalıyor diye bizlerin yaşamları da aynı oranda daha kolay olacak şeklindeki bir algı insanı yanıltabilir. İnsanlığın buluşlarını, Mucize getiren elçilerden sonra insanlık mucizesi olarak görmek ve değerlendirmek gerekir. Nasıl ki bizim inanmamız ve kabullenmemiz için şartlar müsait değil bunların dışında daha ne var diyen eski toplumlar kendilerine gelen elçilerden olağanüstü isteklerde bulunarak mucize getirmelerini istiyorlarsa, bugün de ondan farklı değil, bizim imkanlarımız yok, ne yapalım diyenlere karşı Allah; bu sahip olduklarınız,uçaklarınız,tanklarınız,gemileriniz,uydu sistemleriniz nedir, bundan sonrasını ve daha başkasını da sizlere armağan ettik hatta bir anda kimsenin sahip olamadığı insan olmadan kullanabileceğiniz silahları da, sizlerin kullanımına sunduk ama siz hala ne yapalım diyerek yerinize oturup kalıp dünyadaki acıları cehennemin ateşine tercih ettiniz değil mi demekte olduğunu bilmek zorundayız. Yani bunlar bizim için bir mucize olarak algılanmalı ve görülmeli mucizeler sonrasında eski hallerine devam edenlerin yıkımı ve yok olması kaçınılmaz olur. Allah böyle yaşayanlara azabı duçar eder.

İnsanlık, kendi yerine teknolojinin her şeyi yapacağını düşünerek kendisini sorumluluk alanlarının dışında bir yere konumlandırmak istiyorsa şunu iyice bilsin ki, konumlandırıldığı yerde çivilenip kalacaktır. “Bir anda donup kaldılar da onlar için gökten bir azap indirmedik sadece esen bir rüzgâr geldi onları olduğu yerde kuruttu”. Teknolojinin geldiği süreç insanlık mucizesidir. Bu mucize sonrası gerekenler yapılmaz, Allah’a hamt edilmez ve yeryüzünde Allah’ın tüm mazlum kullarının imdadına koşulmazsa, Allah’ın gazabının bütün bir insanlığı imha edeceği bilinmelidir.

Bir de teknolojinin şu boyutuna da dikkat etmek gerekir, teknoloji insanı bilgi belge ve görüntü bombardımanına tutarak onun dünyasını hep işgal etmektedir. Bu durum insanın sağlığını ve psikolojisini çoğu zaman olumsuz etkilemektedir. Çünkü insan duyguları olan ve etkilenebilecek özelliklere sahiptir. Sizin dışınızdaki acıları ve olumsuzlukları sürekli izleyerek onlara bir çözüm olup sorunların üstesinden gelemediğiniz zaman, bunlar sizin ruh dünyanızı sarsar sizleri hasta eder. Dolayısıyla Teknolojik gelişimin vardığı noktaya her zaman faydalı gözüyle bakarak kendimizi aldatmayalım. Her hâlükârda bu çağ bizleri daha çok etkilemektedir. Bu da bizleri yıpratır oldu. Ya sorumluluklarımızı yerine getirir düzeyde insanca yaşayacağız, ya da insanlığımız unutarak teknolojinin kölesi olarak kendi insanlığımızı imha ederek pasifize olan insanlığın, küresel şeytanların cehenneminde yanmasını seyrederek, kendi sonumuzun nasıl yok olduğuna şahit olacağız.

Zihin kalıplarını kızağa çekmiş, aklı zihin kalıplarının kaptanlığından alan ve düşünmek istemeyenler, bu hayattan belki memnun olabilirler. Ancak şunu bilmek gerekir ki, düşünme melekeleri canlı doğan her günün, sorumluluklarımızı biraz daha arttırdığını idrak edenler böyle bir hayattan memnun olmazlar. Bu memnuniyetsizliklerini de hayıflanarak dert yanarak aktarmazlar. Onların şiarı ayağa kalkmak ve yapması gerekenleri yaparak bütün bir insanlığa örnek oluşturmaktır. Üstat Sezai Karakoç der ki ”Her hareket bir insanın ayağa kalkışıyla başlar…”Benim derdim ise bunları yazarak rahatlamak değil, yazdıklarımla herkesin benim gibi olmasını istemiyorum, ama sorumluluk duyarak bütün bir evrenimizi ve insanlığı düşünerek yaşayacak insanların ayağa kalkışına birlikte şahit olmak istiyorum…

Bizleri böylesi bir sorumluluğun altında yok olmadan adam gibi yaşayan adam gibi ölen ve Mutlak hükümdarın karşısında mahcup olmadan duranlardan eylesin rabbim…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/22.05.2021/15.51