25 Ocak 2010 Pazartesi

ÇIĞLIK KÖTÜ YÜREKLERE AİTTİR!

Yılanlar ve kaplanlar, şahin ve akbabaların düşmanı değildir. Şahin ve akbabalar onları izler ve çığlık atar. Neden? Çünkü kötü yüreklidirler. Çığlığı basanlar doğruluklarını anlatamazlar, onlar yüreklerindeki kötülüğü gizlemek isterler. Dünyada olduğu gibi görünen çok az varlık vardır, onlar da kendilerini değiştirecek özelliğe sahip olmayan cansızlardır.
Neden böyle oldu diyerek kendinizi fazla yormanın anlamı yoktur. Her şey olacağına varır. İnsanın gerçek bir dostu yoktur, yanından hiç ayrılmayan bir gölgesi var,o da sürekli birlikte olmak için Güneşli günleri bekler.O halde aldanmadan yaşamak gerekir.Sanal düşmanlar üretenler,hayatları boyu kötü ruhlar taşımaktadır.Bu benim kötülüğümü istemektedir,benim yerime hep göz koymaktadır,nereden çıktı bu,bir an önce bundan kurtulmanın yollarını aramalı,yoksa batacak her şey diye düşünenlerin,akıllı uyanık, zeki işini iyi bilen kişiler olduğunu sanmamak gerekir.Bu tip varlıkların içlerine kötülük yuva yaptığından,kalpleri kötülükten başka bir şey pompalamaz.Bundan dolayı da,asıl olacakların bir gün mutlaka anlaşılacağını bildiklerinden,yarattıkları sanal düşmanlarını,reel hayatta birileriyle özdeşleştirerek,yok etmeyi denerler.Yoksa bunlar korkularının esiri olmaktan kurtulamazlar.Cenap Şahabettin’in dediği gibi:”Sinsi sinsi oturup bekleyenlerin çıkardığı ses,yürüyenlerin çıkardığı ayak seslerinden daha fazla duyulur.”Hem fiili yapıp,hem de avazı çıktığı kadar bağıranların bağırdığı bir dünyada elbette hiçbir şey dengede olmayacaktır.
Çağıranlar ve bağıranlar şehrini ellerim cebimde anlaşılmayan dilde bir ıslık(!) çalarak geçerken, okuma merakı sardı beni. Anlamasınlar belki ürkerler diye de ıslığımın sesini olanca tonuyla düşürdüm. Yabancı dilde ıslık çalmanın yasak olduğu Patagonya da zaman zaman bu işi yapanlar engizisyon mahkemelerinde yargılansalar da,ben özgürlükler ülkesi bir dünyada yaşadığımdan,umarım benim ıslığımdan rahatsızlık duyanlar çıkmayacaktır.Yöresel değişimi dikkate alarak çıkar ağzımdan ıslık,farkında olmadan çatar bazen,kaygan iklimler gibi,güvensiz toplumlara!…
Coğrafyanın ve iklimin biçimine göre şekillenen kültürler dikkate alınırsa, insanların ve diğer canlıların hayat mücadelesi, bu coğrafik faktörlerinin izini taşır. Bu faktörlerin birçok boyutu var, ancak bunların bizim açımızdan en önemli yanı, karakterleri etkilemedeki rolüdür. Coğrafya ve iklim karakterleri bazen olumlu bazen olumsuz etkileyebilmektedir. Ve bazen de iklimin değişkenliği ve korku dolu şiddeti, bu yapıya uygun karakterler ortaya çıkarır. İşte bu korku dolu dönek karaktere sahip varlıklar, yumuşak, hoşgörülü ve evrensel değerlere ve kuşatıcı özelliklere sahip insanları kendileri için bir tehlike olarak görürler. Her yerde bu insanların birçok olumsuzluklara sahip olduğunu anlatır dururlar. Bunlar ortadan kalkmadığı ya da pasifize edilmediği sürece, işleyen sosyal nizamın her yıkılacağını, bir gün de dönüp diğer insanları ortadan kaldıracağını anlatıp dururlar. Zavallı yönlendirilmiş, muhakemeden uzak deneklerde bunların doğruluğuna kayıtsız şartsız teslim olabilirler. Böyle bir teslimiyet gerçekleşirse, oradaki tüm toplumsal potansiyel boşa heder olur.
Neden böyle yaşanır hep,oysa bu evren yaratılmış olan her şeyi bağrına basacak kadar geniş olmasına rağmen,çığlıklar atarak birilerinin kendi haklılığını zoraki kanıtlamasına gerek var mı?Şayet doğru ve kötülüklerden uzak ise,…Ne yazık ki,yaşayanlar evreni,kötü yüreklere sahip bir çok varlığın şamatasıyla yankılanırken,hoşgörülü ve evrensel doğrulara sahip kişilerin, doğruluğunu anlamak çok zordur.Doğrular,kendilerini kanıtlamaya ve bağıranların kötü yürekli olduğunu anlatmak için tartışmaya ihtiyaç duymazlar.Onlar bilir ki onlara cevap verilirse,bütün bir insanlık aralarındaki farkı ayırt edemez.Sesleri ise kısılmıştır zaten,çünkü kargalar ve bülbüller aynı kafeste,bülbülün sesinin neden kısıldığını aramaya gerek yok,zaten ortam kargaların sesi ile inliyor…
Yıl:01.04.2004
Saat:11.50-12.30
Yer: Kadıköy(FBM)İST
Erol Kekeç

24 Ocak 2010 Pazar

ZİRVELERE SERZENİŞ!

Yüksekte olanlar aşağıda olanlardan daha emin değillerdir. Peki, yüksekte olanlara söyleyecek bir kaç sözümüz olmasın mı? Zirvelere çıkmak zor değil ama oralarda durabilmek zordur. Oraya nasıl çıktığınızı hiç düşündünüz mü, bir an da oldu demeyin, rüzgâr savurmaz sizi kimseler inanmaz bunlara...
Biz öyle bir halkız ki,göbek bağı ile bağlandıklarımız,duygularımızı sömürerek,hak ve adalet dağıttıklarını söylerler.Hak ve adaletin ne olduğunu bilmeseydik,hak ve adalet adına mezbahalara taşınabilirdik.Bir yerden başlamak lazımdı,bende elime değneği aldım,sağa sola ve ortaya sallaya sallaya gidiyorum,nasibiniz varsa değnekten çıkamazsınız bu yörüngeden...Değnekte nasibi olanlar o halde bulundukları yerden nasıl güvende olabilirler.Güvende olduğunu sananlar en güvensiz insanlardır.Güvensiz bu insanlara fazla dayanmanın anlamı nedir?Birlikte mi gitmek istenir,bilemem ama bildiğim bir şey var o da bu zavallıların yolun sonuna geldiğidir.
Yol dedik de sahiden yol diye bir şey var mı dersin, yollar bozulmuş hendekler birbirine karışmış, çorak bir toprak ve kayalarla dolu zirveler, haydi haykıralım, adalet hak, hukuk, demokrasi ve özgürlük diye. Niçin sahiden niçin bağıralım, karmakarışık bir yerde, neyi niçin istediğimizi, kimden ne talep ettiğimizi biliyor muyuz? Bilinmeyen bir dünya, koşullanmış bireyler, biri diğerini ötekileştiren, ötekiler birilerini kovuşturan, paradoksal yığınlar... Haydi, bağıralım Türkiye laiktir laik kalacak, ben de bağırıyorum layık olmazsanız laik olamazsınız. Biz ve sizi kaldırmadığımız sürece, layık olamazsınız."Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi, kardeşçe yaşamayı beceremeyenler, bir gün bir baltaya yem olurlar...
Birileri Ananı da al git der ötekine, diğeri korku çığlılarıyla avazı çıktığı kadar bağırır bu tekine, o teki bu teki, peki halkın yediği tekmeler kimin çiftesi. Bilirsiniz katırla atın yarışmasını, bunlar kendilerini kanıtlarken arada eşekler ezilirmiş... Yeter demenin vakti çoktan geçti, bizi eşek yerine koyanlar şunu iyi bilsin ki, eşek bir battığı bataklıktan bir daha geçmez. Eğer o eşek bataklıktan bir daha geçerse, eşek olduğunu ve ecdadının da eşek olduğunu kanıtlar.
Evet beyler belki biraz sınırları zorluyorum,ama şunu biliniz ki,bıçak kemiğe dayandı.Ölmüş koyuna dersini yüzmek acı vermez ki,...Bizim derilerimizi yüzüp yeni mütref sınıflar yaratanlar,şunu bilsin ki,bizim deriler kirpi derisi hiçbir koltuğa yüz olmaz.Rahatça oturacağını sananlara saplanır çaktırmadan,o halde nerde sizin güvenliğiniz...
Biz en güvenli insanlarız,çünkü feleğin korku çemberlerinin tümünü geçtik,yaradan dan başka hiçbir şeyden korkmuyoruz.kaybedecek bir şeyi olanlar düşünsün,bizim canımızdan başka kaybedecek bir şeyimiz kalmadı.O halde söyleyin bana kim daha fazla güvede tabi ki, biz...Çünkü bu ayrımı yapanlar çamurdan olsun yandaşım olsun felsefesiyle başladılar.Sonra da ayrım tohumlarını bir bir ektiler,şimdi de demokrasi,hak hukuk vitrinleriyle kendilerini kollamaya çalışıyorlar.Yemezler beyler yemezler;Ben Anadolu,varsa başka dolu orda var ahmak oğlu...Haydi size uğurlar ola,belki bu gün belki yarın,çok geçmeden"Onlar emanetleri ehline verirler,onlar hakkın şahitliğini gereği gibi yaparlar."Varsa buyurun bir daha yoksa hakkım haram ola!...
Yıl:03.06.2007
Saat:13.10-13.45
Yer: Çengelköy/İST
Erol Kekeç

23 Ocak 2010 Cumartesi

ANADOLU!

Ben Ana doluyum, dikenli çalılıkların, kurmuş suların, sıcak toprağın, dalında buruşan portakalın ve elleri nasırlı anaların oğluyum... Ben Ana doluyum, iki keçi peşinde umutla koşan, kıl çadırlarda ekmek sulayan, bir soğana yumruk çakan, bulgur aşına karınca gibi saldıran, hayalleri çalınmış, geleceği yıkılmış, yangınlar yerim yurdum...
Ben Ana doluyum, kuzeyi güneyi doğusu batısı her yerde kolum. Fırat’ta çağlar Gediz de akarım. Harran da harım, Hatay da bağım, Rize çay, İzmir de alkanım. Ben Ana doluyum, Diyabekir’de surlarım, Harput’ta gönül yatağım. Ben Ana doluyum, Viran olmuş bağın koruk dalıyım. Palandöken’de karım, Hakkâri’de savrulan yaprağım, Van’da kaçakçıya çıkar adım. Antalya’da denizden gelir tadım. Ben Ana doluyum, Hoşgörünün kaynağı, Mevlana’nın konağı, Köroğlu’nun Dağları, Karacaoğlan’ın Bozlağı, Karayılanın Haykırışları benim, ben Ana doluyum, bağrı acılar doluyum...
Ben Anadoluyum, öküzler sırtında top taşıdım, parçalanmış ellerimle gülle savurdum. Ben Ana doluyum, Ankara benim yüreğim, İstanbul beyin merkezim, ne beynimi ne yüreğimi kimseye yar ederim. Ben Ana doluyum, Samsun, Amasya, Erzurum ve Sivas ağlayan yanım, bir yıldız kaysa onu yüreğimde duyarım. Ben Ana doluyum, Uludağda bir çınar, Bolu’da kazılan dağlar, Keban’da yüzen balıklar, Konya’da bükülen başaklar, Çukurova’da beyaz gelinliğiyle Duvağını açan pamuklarım, Ben Ana doluyum, karasabanla kazılan bağrından, umut fışkıran toprağım...
Ben Ana doluyum, gıcırdayan tahta kapıya takılan, kapı koluyum. Ben Anadoluyum, çaresizlerin çaresi, kimsesizlerin kimsesi, sofraların ekmeği, ırgatların emeği, esnafın velinimeti, ozanların saz teli, şairlerin kuşdili, anaların merhameti, babaların cesareti geçlerin umutlu geleceği, ataların gece muhabbeti, cennetin kapı direği ve meşe ağacının palamut yemişiyim...
Ben Ana doluyum, nice şahlar, sultanlar, padişahlar devşirdim. Kırallar gelip geçti, ben Anadolu dimdik yerimdeyim...
Yıl:03.06.2007
Saat:15.10-15.30
Yer: Çengelköy/İST
Erol Kekeç

ŞAHİT OLANLAR ŞEHİT OLUR!

Ben,sahte inkılapçılardan kaçmışımdır hep...İnkılap silahıyla silahlanan madde perest tüccarlardan nefret derim.Şehit kanlarıyla ticaret yapanlara kin duyuyorum...Allah'ım sana şükrediyorum ki,şahadet sırrını bana gösterdin.Ta ki,tehlike döneminde ölümden korkmayayım,aşkın tehlike denizine dalayım!...Şahadeti kabullenmem beni hürleştirdi,hiçbir şeye hayatım pahasına satmayacağım.
Andolsun Allah'a andolsun ki, kanımızın son damlasına kadar, içimizdeki ve dışımızdaki düşmanlara karşı savaşacağız... Âlemin tümünde Hak ve adaletin istikrarına, tağutların ve şeytanların yok edilişine kadar mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Söylediklerimize (sadık kalacağıma)Allah şahittir...
Allah'ım bize yardım et ki, korkusuzca şahadet alanına koşalım... Bırak bencilliği ve çıkarcılığı, İbrahim (AS) gibi, fedakârlık kabesinde kurban edelim! Bırak kibri ve gururu, ihlâs - sıdk ve tevazu suyu ile yıkayalım... Allah’ım bırak şahadetin keskin kılıcıyla Tarih determinizmini kökünden keselim...
Vallahi boyunlarımıza ipleri takıp süründürseler, verdiğimiz sözü bozmayacağız! Şahit ol Yarab! Sen bizim mevlamızsın, ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz...
Şahadet bir ödüldür ve layık olana verilir! Şahit olarak yaşamayanlar, şehit olarak gidemezler... Şahadet, kutsallığını mukaddes hedefi uğruna varlıklarını açıkça feda etmekten çekinmeyen kimselerden alır... Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, Allah’tan bir bağışlanma ve rahmet onların bütün toplamakta olduklarından daha hayırlıdır.(Ali İmran Suresi:157)
Ancak dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, canlarını ve mallarını Allah'a satanlar Allah yolunda öldürülürler, böyleleri ancak ölümden korkmazlar...
Şehadet, dünyaya elinin tersiyle bir dokunuş, reddediş, dünyanın pislik ve bulaşıklıklarından bir silkiniştir... Yaratıcının önünde yapılmış sözleşmenin ifadesidir...
Şehit, Hakkın hâkim olması için,"yok olma"içinde varlığını ispatlayan yüce davanın aşığı kimseye denir. Onun şahadeti kelime-i şahadetin bir kanıtıdır... Akan o sımsıcak kırmızı kan, sahiplerine ne diyor biliyor musunuz? Bırakın beni, azad edin, salın dışarı... Ama canlıyken siz yapın bunu...
KelimetUllAH'tan başka, uğruna şehit olunup cennete girmeyi hak ettirecek başka bir Cihat yoktur. Çünkü tek hedef ve tek yaşam fisebilillah’tır... Biz, tarih boyunca zulme uğrayan mahrumlar ve yoksullarız. Bizim Allah'tan başka kimimiz kimsemiz yoktur. Binlerce parçaya ayırsalar da bedenimizi, gene zulümle mücadeleden el çekmeyeceğiz... Şehitler, gönüllerde bayraklaşır, dillerde destanlaşır, böylece yaşayan insanların yapamadığı birçok şeyi, örnek şahsiyetleriyle, soylu hayat hikâyeleriyle, yıllar yılı yapmaya devam ederler...
İnsani bir gerçeklik olan şehitlik yolu,risalet ve imanın değerinin kapsamlı idraki üzerine kurulu bir sabır yoludur...Kurbanlık ve acılar ister.Sonuçta dünya ve ahirete bereket verir..."Siz ey kardeşlerim ölümle yan yana dolaşmaktan korkmayın"!...
Nasıl oluyor da Allah'ı inkâr ediyorsunuz?(Onun istediği gibi değil de heva heveslerinize göre yaşamak istiyorsunuz)Hâlbuki sizler ölüler idiniz de, O diriltti, Sonra sizi öldürür, sonra tekrar diriltir, en sonunda yalnız ona döndürüleceksiniz...(Bakara Suresi:28)
Şehit, şahadetiyle boyun eğen, sorumluluk duygusunu unutmuş, insan olma inancını yitirmiş bir toplum ile yaşam, hareket ve yaratıcılıktan yoksun bir tarihi diriltir... Ey kardeşlerim! Müslüman’ca yaşamanın mümkün olmadığı bir yerde ölmenin elbet bir bir yolu vardır... Kişinin Allah yolunda şehit olması bir ziyan değildir. Bu tamamen ilahi seçim ve beğenidir, Üstün ve özellikli kılma işidir. Onlar yüce Allah'ın özellik sahibi kıldığı kimselerdir...
Evet, Şehit olarak gitmek, yani hayatımızda şahitlik yaparak göç mü etmek, yoksa yoksa bir o yana bir bu yana köpek gibi havlayarak günleri geçirmek mi daha değerlidir. Şunu hiçbir zaman kalplerden çıkarmamak gerekir ki, köpekvari bir yaşama sahip olmak, insanlıktan dönüş yapmaktır. Ancak insani değerlerini yıkanlar, köpekler gibi orada burada salyalarını akıtmayı isteyenler, önlerine atılan her şeyi yakalamaya koşarlar. Köpeklerde şöyle bir özellik vardır: önlerine ne atılırsa atılsın, hemen onu kapmak, taşta olabilir, zehirli hamurda, hatta kendisinin ölümüne sebep olacak bombalarda olabilir. Bu gerçekler köpek tarafından anlaşılmadığından, olabilir ki, kemik olur umuduyla hep koşar, bir o yana bir bu yana onun için yaşam diye bir şey, şehvetini ve karnını doyurmanın ötesinde bir şey değildir. Köpekler, aşağılık bir mahlûk olarak yeryüzünde hayat serüvenini sona erdirmektedir. Bu hayvanların akılları ve idrakleri olmadığından böyle bir yaşama mahkûm edilmişlerdir. Ama gel gelelim, yaratılışı insanı melekelerle donatılarak yaratılan varlığın hayatına, şayet bu varlık iradesiyle bir seçimi yaparak şahit olarak yaşamıyorsa, iddia edebilir mi ki, ben köpekten üstünüm, hatta böyle bir varlık köpekten kat kat aşağılara yuvarlanmaktadır. Ne kadar içler acısı değil mi, akli melekelere sahip olmasına rağmen, Allah’ın, köpek olarak yarattığı varlıklar gibi yaşamayı isteyenlerin hali... Sanki insanlıktan zarar görmüşler gibi köpek gibi yaşamaya mahkûm olmuşlar... Allah’u Zülcelâl bu varlıkları şöyle tasvir eder:"Biz isteseydik onu ayetlerimizle yüceltirdik, ama o şehvetine heva hevesine saplanıp yere çakılıp kaldı. Onun durumu, üstüne varsan da ondan uzaklaşsan da, o dilini sarkıtıp soluyan(salyasını akıtarak)köpeğin misali gibidir. Bu misalleri insanlara anlat ki belki düşünürler."Araf suresi:176-177"
Bizler insanlık tarihine yeni bir sayfa kaydetmek isteyen insanlar olarak, daima şehitliği arzulayan ve ona kavuşmak için de gerekli şahitliği yaparak, birer köpek olmaktan kurtulmak isteyen insanlarız, Allah Yar ve yardımcımız olsun...
Yıl:13.06.1992
Yer: Elazığ

22 Ocak 2010 Cuma

DÖNÜŞ RABBİNİZEDİR!

DÖNÜŞ RABBİNİZEDİR!
"Ey insan muhakkak ki, sen Rabbine varan bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın, nihayet ona varacaksın."
Aman Allah'ım, ne müthiş bir uyarıdır bu insanoğluna. Beyinlaeri sarsan, kalpleri kavuran, bedeni titreten dehşet manzaraları ile dolu bir uyarıdır bu. Haydi, bakalım, koşun, nereye gidersiniz, eliniz de mi hayatınızı yönlendiren belgeler, yani yaşama ve ölme gerçeği sizin eliniz de mi yoksa?
Hiçbir imkâna sahip olmayan bu varlıkların durumuna şaşmamak elde değil; nasıl şaşmayacaksın, kalpleri var bunların, kulakları ve gözleri; ama bir türlü anlamak istemiyorlar. Zavallı yaratıklar, bazen kendilerine bile kızıp, öylesine yaşamayı, hayvanlar gibi otlanmayı isteyebiliyorlar. Bunu nasıl yapar demeyi düşünmek bile istemiyorum, işte bu zavallı varlık bunu yapabiliyor.
İnsan unutkan bir varlıktır, aynı zamanda acelecidir. Bir an da Allah'a varacağı anı unutabiliyor, unutmayla birlikte, önü alınmayacak istekleri aceleyle kendisine taşımak istiyor. Böyle bir anı insanoğlunun yaşamaması için, Allah’u Zülcelâl, hemen uyarılarla sonuçta insanın karşılaşacağı durumu ona hatırlatıyor. Hangi yöne giderseniz gidiniz sonuçta bana geleceksiniz diyor. Benim hesabımın kolay olacağını ummuş olmamalısınız ki, benim istemediklerimi yaşamada daha gayretli davranıyorsunuz.
İnsan öyle bir varlıktır ki, Allah’a kul olduğu zaman hesabı görecek olan Allah'tır da, Allah’ın yolunda onun istekleri doğrultusunda yaşamadığı zaman hesabı Allah'tan başka birine başka birine verecekmiş gibi davranıyor. Rabbim ne biçim bir vahşettir bu, şu alçak yaratığa bak, haline bakmadan, nasıl olduğunu, nereden geldiğini ve tekrar nereye döneceğini düşünmeden kalkıyor, küçücük beyni hurafeler üretiyor. Şuna da hiçbir zaman galiba inanmak istemiyor, hayır üzere yaşayanların da, şer üzere yaşayanların da sonuçta Allah'a varacağı uyarısına...
Kaçış yok, tüm mahlûkatın hesabı Allah'ın huzurunda görülecek, Allah’ım seni karşılarına hasım olarak alan bu zavallı kâfirlerin durumu nice olur? Onlar hiç akıbetlerini düşünmüyorlar mı? Yoksa senin azabına göğüs gereceklerini mi sanıyorlar? O günün şiddetiyle derilerin hepsinin döküldüğü, etlerin daima yandığı ve insanın da durmadan bağırarak ölümü istediği bir andaki manzarayı düşünmüyorlar mı bunlar... Onlar ölümü bir defa değil, on defa da temenni etseler, ölmeyecekler. Körüklenmiş bir ateşte daima yanacaklar. İçecekleri irin ve kaynar sular, yiyecekleri de zakkumdan başka bir şey olmadığı halde, bunların kafalarındaki hesap görücü güç, cehenneme sahip olan Allah değilde, kendilerine iltimas geçecek biri olmalıdır ki, böyle davranmalılar, aksi halde böyle yaşamak akıl karı olmasa gerek."Ey insan muhakkak ki sen, Rabbine varan bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın ve nihayet ona varacaksın..."
Hangi yolda olursan ol, ister yolu yarıla, istersen başında ol, her an seni ensenden yakalarız ve bir anda da karşında hesap görücü olarak beni bulursun. O halde istikamet üzere ol ki, iki günlük dünyadaki sıkıntılara boğularak, ebediyen yanacağın bir hayatı isteme. Çünkü bunu istemek kurtuluş değil sonuçta bize geleceksiniz.
Size bir şey daha hatırlatayım, benim arzımı terk edip başka bir yere gidebilir misiniz?Yani benim yarattığım kainatın dışında başka bir kainat var mı,ben bu kainatta yaşamak istemiyorum,başka bir ilahın yarattığı yere gidiyim diyebilir misiniz;elbette ki bu sorulara verilecek cevaplar hayır olacaktır.Tüm bu şartlara rağmen benim arzımın dışına çıkamayacaksınız,varsa bir babayiğitliğiniz haydi gidin de bakalım.Buradan nasıl ki gidemiyorsanız,benim emirlerime kızarak,kendi isteklerinize uymakta bunun gibidir.
Ben bunu anlayacaksınız diye size uyarılar yapıyorum,"Muhakkak ki, dönüş banadır."
Kalpleri basiretle dolu Allah'ın kulları bu gerçeği görme de gecikmezler. O mü'min kulların Allah'a karşı samimiyetlerini, Yüce Allah şöyle açıklamaktadır: Onlar ne kadar da haddi aşsalar, Allah’tan başka bir dönecek yerin olmadığını çok iyi biliyorlar ve hemen şöyle demekte gecikmiyorlar:"İşittik ve itaat ettik, affını dileriz ey rabbimiz dönüş yine sanadır derler."
Evet, ne kadar selim kalpler değil mi, şeytanın aldatmacasına fırsat tanımıyorlar. Tüm bedenleriyle dopdolu günaha da girseler, yine bağışlayacak olan odur, başkası değil, o halde neden aldansınlar ki, şeytanın artık sizlerin kurtuluş ümidi kalmadı, bittiniz yok oldunuz, en iyisi böyle yaşa, yarın daha gelmedi, ahiretteki ateşe karşı da elbette bir şeyler düşünürsün vesvesesi, ancak insanı kandırmadan başka bir şey değildir. İnsan bu vesveseye kulak vererek, Allah’a tövbe ve iltica yönüne gitmezse, şeytanın akıbetine uğrar. Şeytan ister ki, kendisiyle birlikte yananların sayısı artsın. İşte zavallı insanlar şunu hiç mi hiç düşünmek istemiyorlar: Bir örnek vereyim, meselenin anlaşılması için; Ağanın bir hizmetçisini düşünelim, bu hizmetçi, ağanın emrinde onun isteklerini yerine getiriyor.Ağa zamanla bir hizmetçi daha yanına almak istiyor,yanına aldığı bu hizmetçiye de diyor ki,bütün odalara girebilirsin ancak şu odaya açıp bakmayacaksın,bu durumu bilen birinci hizmetçi,ikinci hizmetçiyi tahammül edemediğinden,ağanın ikinci hizmetçiyi kovmasını istemektedir.Bunun içinde çeşitli yalanlarla diğer hizmetçiye yaklaşır,kapalı oda da çok değerli eşyaların,altınların ve mücevherlerin olduğunu,onlara sahip olduğu takdirde,çok çok zengin olacağını ve hizmetçilikten kurtulacağını ona anlatır.Bu kandırmacadan sonra o odanın kapısı açılır.Odanın kapısı açılınca, ağanın istekleri tepelendiğinden,ağa hizmetçilerin ikisini de idam etmek ister.İkinci hizmetçi hatasını anlar ve bağışlanmasını ister.Ağa da bunu bağışlar fakat orada kalmasını istemez,başka bir çiftliğine gönderir.O hizmetçi orada yine o,ağaya hizmet eder ve onun çiftliğinde çalışır.Fakat birinci hizmetçi ise gururuna yediremez,müebbet sürgün cezasına çarptırılır.İkinci hizmetçinin gelmesiyle müebbet sürgün cezasına çarptırılan birinci hizmetçi,bu defa ikinci hizmetçiyi gözüne düşman edinir.Onun akrabalarını,çocuklarını ve tüm neslini sürgün cezasına çarptırmak için her türlü yolu dener.Çünkü, ona kin duymaktadır.Kin duyduğu herkeste onun düşmanıdır.Düşmanlarına dost gibi görünecek ki,onları kandırabilsin yoksa ona aldanmazlar...
İşte, insan ile şeytan arasındaki mücadele de böyledir. Şeytan istiyor ki, düşmanından pek çok kişi, lanet tokunu kendisi gibi kafasına taksın. Bunun için de denemediği hiçbir yol bırakmıyor. İnsanı Allah'a dönmekten alıkoyan her şey, insanın kötülüğü için hazırlanmış entrikalardan başka bir şey değildir.
Allah'u Zülcelâl İster ki, onun kulu en zayıf anında tüm zaaflarına yenildiği anda sadece kendisine dönsün ve başka bir çıkış yolunun olmadığını kalbine kaydetsin. Çünkü son dönüş Onadır.Nerden giderseniz gidiniz O'na döneceksiniz başka bir kurtuluş ümidi yoktur.İşte bu anda şeytanın tuzakları insanın önüne peş peşe dizilir.İnsan birini atlasa bir diğeri,diğerini atlasa bir başkası.Böyle olmaz,böyle Müslümanlık olmaz,ya böyle yapacaksın,yahutta yapmayacaksın,sen o kadar kendini zorluyorsun bir türlü olmuyor,en iyisi hiçbir şey yapmamandır şeklinde, insana vesvese verir.İnsan da zanneder ki bu kendisinin hayrınadır.Halbuki bu durum insan için yok oluştur.Bu anda insana düşen sorumluluk şudur,düşmandan kurtulmak istiyorsa:Böyle sorular aklına gelerek kafasını karıştırmaya başladığı zaman,ben yapıyorum yapıyorum bir türlü olmuyor,o halde yapmayayım şeklinde bir sonuç değil de,bundan böyle İnşa Allah daha iyisini yaparım ruh haliyle ayağa kalkmaktır.Bu şekilde ayağa kalktığı zaman şeytanın tuzaklarının altını üstüne çevirir ve azimle yolda yürümekten asla tereddüt etmez.Çünkü o bilir ki,hangi yoldan giderse gitsin,Allah'a gitmektedir.Onun için rabbine dua etmekten,kalbini bir an olsun geri bırakmaz...
"Ey Rabbimiz, unuttuk veya yanıldıysak bizi mesul tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceğini taşıtma. Af et bizi, bağışla bizi. Acı bize. Sen mevlamızsun bizim, kâfirler güruhuna karşı yardım et bize."(Bakara Suresi:286)
24.05.1992
Elazığ
Erol Kekeç

20 Ocak 2010 Çarşamba

SELAM SANA EY ÇOCUK(12)!

Bak kardeşim, o kervana katıldığını söyleyen sen, onların yani İbrahimlerin şu özelliklerini hiç unutmayacaksın. Onlar,"Allah'a verdikleri ahitlerini yerine getirirler, işittik ve itaat ettik! Rabbimiz bizi bağışlamanı dileriz, dönüşümüz sanadır derler. Onlar evet onalar”Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizi eğriltme, bize katından bir rahmet ver, şüphesiz sen çok bağış yapansın derler."Yine onlar, Rabbimiz sen, insanları mutlaka şüphe olmayan bir günde toplayacaksın”derler. Kardeşim o kervandaki insanların duyarlılıklarını görüyor muyuz? Onlar bir kötülük yaptıkları ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Ve onlar yaptıkları hata da (işledikleri günah üzerinde) ısrar etmezler."
O kervandaki insanlar Münibdirler"Rabbimiz biz, Rabbinize iman edin diye çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, iyilerle beraber canımızı al”derler. Bak kardeşim, o erlerin hayatlarına:"Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve başları diktirler, hiçbir kınayıcının da kınamsından korkmazlar..."
Kardeşim sana sesleniyorum, o kervan hakka rehberlik etmek için vardır."Onlar Hakka rehberlik ederler".Kardeşim onlar onurlu bir kavganın mücadelesini verirken, şeytanın bir vesvesesiyle karşılaşırlarsa; Allah’ın emir ve yasağını hatırlayarak hemen gerçeği görürler."O kervandaki insanlar birbirlerinden nefret etmezler,"Onlar birbirlerinin velisidirler, birbirlerine iyiliği emrederek kötülükten men ederler. Allah’ın yasak sınırlarını korurlar, Rabblerine gönülden boyun eğerler, Mü’minlerle ilgiyi kesmezler; Rabblerinin rızasını isteyerek nefsin gücüne giden şeylere sabrederler. Ve onların "Gönülleri anmakla yatışır."
Bak kardeşim o kervanın erlerine, selim bir kalp ile yürüyen bir kervandır bu"içi temiz, Muvahhid, ibadetleri şirkten, riyadan azad edilmiş insanlardır onlar. Gaflete dalıp günaha girmelerinin ardından hemen tövbe ederler. Görmeden Rablerinden korkarlar ve kıyamet saatinden de titrerler ve başlarına gelene de sabrederler. Ve onlar: boş şeylerden yüz çevirirler. Hayır, işleme de yarışırlar ve hayır için önde giderler. Onları ne bir ticaret, ne bir alış veriş Allah'ı anmaktan namaz kılmaktan zekât vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin döneceği günden korkarak yürürler...
Kardeşim, O kervanın teslimiyetini sen biliyor musun? Onlar aralarında hükmetmesi için Allah'a ve resulüne çağırıldıkları zaman,"Mü'minlerin sözü, ancak işittik ve itaat ettik demeleridir. Onlar hep Allah'a kulluk ederler, Allah’ın huzurunda gönülden boyun eğip divan dururlar. Ve onların gönülleri ancak, Allah’ı anmakla tatmin olur. Onlar ilim tahsili için Allah'ın ayetlerini görmek için seyahat ederler..."Ve onların kalpleri daima Hakka dönüktür. Irzlarını korurlar, öfkelrini yutarlar, insanları affederler. Kötülüğü iyilikle savarlar, Onların dostları ancak Allah, resulü ve mü’minlerdir. Onların işleri aralarında istişare(danışma ve konuşma)iledir."
Kardeşim o kervanın erleri, mücadelelerinin kutsiyetini anlayarak yürümekte ve sonuçtan da emindirler. Birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye ederler. Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler. Ve onlar sözün en güzeline uyarlar, şunu iyi bilirler ki sözlerin en güzeli Allah'ın sözüdür.
Sana sesleniyorum kardeşim, bahaneleri, yapmaları gerekenden fazla olan kardeşim, evet sen o kervanın şu özelliklerini de biliyor musun? Onlar Allah yolunda mücadele etmeleri gerektiği zaman, bahaneler uydurmazlar, onlar ittika sahibidirler. Yalnız Allah'tan korkarlar. Onlar doğruya hakka uyarlar, salih amel işlerler ve ben Müslümanlardanım derler. Onlar, insanları Allah'a çağırırlar, Rabbimiz Allah'tır derler ve doğru olurlar. Allah’a ve Resulüne düşmanlık edenlerle dostluk etmezler, onlar Allah'ın hizbindendirler. Allah yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf bağlayarak savaşırlar. Hakkı gizlemezler, Onlar Hakka şahitlik yaparlar, nefislerini temizlerler, günahlardan korunurlar ve en güzel sözü doğrularlar. Hakkı tavsiye ederek sürekli ivme alırlar...
Kardeşim İbrahim'i kervana katılan ve katılacak olanlar bu özellikleri ve anlatılmayan birçok hasletlerin insanı olmak zorundadırlar. Bu özellikler, o yolun ilkeleridir. O ilkeler korunmadığı zaman, istenilen o hayatı ancak arzular olarak buluruz, pratik olarak kaybederiz. O hayatı kuşanmak için yola çıkanlara selam olsun...
Ve selam İbrahim’i kervana katılanlara... Selam yarınlara, yürüyenlere, yürüyeceklere, koşanlara koşacaklara olsun...
Selam, Hakkın rehberliğini yapacak nesilleri yetiştirmek için kurulacak ailelerin üzerine olsun...
Cahiliyyenin dişlilerine yem olmadan, şeytanın desiselerine kanmadan ve nefsin vesveselerine yenilmeden, İbrahim’i kervana koşan kardeşim, sana selam gönderiyorum, Allah’ın semaı üzerine olsun... Her türlü fitne unsurunu tepeleyerek, Allah’ın Rahmetine sığınan kardeşim, aydınlık günler seni bekliyor, sen fitne labirentlerine tekmelerle vurarak onları alaşağı ettin... Mutlu günler, umutlu yarınlar seni bekliyor, o günleri için sana selam gönderiyorum...
"Rabbimiz bizi hidayete erdirdikten sonra,kalplerimizi kaydırma ve yanından bize bir rahmet bağışla,şüphesiz bağışı en çok olan sensin sen.Rabbimiz kendisinde şüphe olmayan bir günde,insanları muhakkak sen toplayacaksın.Doğrusu Allah vadinden cayıp dönmez"Rabbimiz o gün bizleri koru.....
Yıl:27.12.1991
Yer: Elazığ
Erol Kekeç

18 Ocak 2010 Pazartesi

SELAM SANA EY ÇOCUK(11)!

Sana soruyorum kardeşim, hep de soracağım, yükün altındaki adamın durumu ne oldu? Yükün bağımlılığından kurtulamayan o adamın durumu hiçbir işe yaramadığı gibi, ancak kurtlara yem oldu akşama kaldığından... Keşke gündüzden yol alsaydım çırpınışları da bir daha onu gündüze kavuşturmadı. Bak kardeşim senin durumun aynı buna benzemektedir. İbrahim’i hayatı arzulayan sen şu an ortalıkta yoksun, galiba uzaya gitmişsin. Ama yezidi model edinen sen ise meydanlara hâkimsin... İşte Allah'a varmayı arzulayan sen, sırtındaki yüklerle birlikte arzulamaktasın Allah'a varmayı, ama bir türlü de ayağa kalkamamaktasın. Kimisi boynuna binmiş, kimisi beline dolanmış, kimisi bakışlarını köreltmiş, kimisi önüne bir dağ gibi oturmuş, iki elini yüzüne dayatarak karamsar düşüncelerini çoğaltmış, kimisi ayaklarına bir çivi gibi çakılmış, işte sen bunlar arasında arzulamaktasın Allah'a varmayı, neden? Evet neden? Bak kardeşim, sen Tevhit kervanında olduğunu iddia ediyorsun, oysa O kervanın sürücüsü Muvahhit insan İbrahim’dir, galiba bir yanlışlık olmuş, sen Yezidin kervanına katılmışsın... İşte kardeşim, ben sana bu yanlışlığı hatırlatıyorum sadece... Evet, kardeşim, bu durumda ne kadar sen Allah'a varmayı arzulasan da Allah'a varmak sadece bir arzu işi değildir. Yürümeyi ve engellerden kurtulmayı gerektirir. Bak kardeşim, yoksa o,gece yarısı kurtlara yem olan adam gibi, arzularımız daha bitmeden ve üstümüzdekileri de bırakmadan ölüm bizi yakalayabilir. O zaman da"keşke şu andaki hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım"demeden önce İbrahim gibi kendimizi kanıtlamak zorundayız...
Sen kardeşim, ibrahim’i unutma,"Hani O Rabbine selim bir kalp ile gelmişti hatırladın mı?"İbrahim olmayanlar o kervana katılamazlar, İbrahimler lazım bize, İbrahim olmayanlar İbrahim olmak zorundadır. Sen kardeşim, bu kervana katıldığını söylüyorsan, gemileri yakarak, fakirlik korkusu ve zenginlik tutkularını yıkarak, yola çıkmak zorundasın, yoksa geriye dönmek senin için zor olmaz...
Bak kardeşim, bu kervana katıldığını söylüyorsan, İbrahim gibi arzulamak ve onun gibi olmak zorundasın... Çünkü İbrahim tam bir gönül huzuruyla"Ben Rabbime gidiyorum" diyor. Rabbi de onu yalnız bırakmıyor, insanı yakıp kavuran ateşi onun için güllük gülistanlık bir bahçeye çeviriyor, bu Allah'a dönüşün bir gerçeği değil midir? Evet, kardeşim sen o kervana katıldığını söylüyorsan, sana bir uyarı var:"Kim Allah'a kavuşmayı umarsa bilsin ki, Allah’ın tayin ettiği vakit gelmektedir, Allah çok işiten çok bilendir."Evet kardeşim, biz insanları uyarması için, Rabbimizin şu ayetini hatırlatmadan geçemeyeceğim, insanların”keşke şu andaki hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım"demeleri bir haberdir, evet bu bir haberdir,"ama her haberin mutlaka bir gerçekleşme zamanı vardır."Gecenin geleceğini haber verenlere hep gündüz kalacak demeyin, mutlaka bir gün geceyle karşılaşırsınız...
Sana sesleniyorum kardeşim, İbrahim bu gerçekleri bilerek ve yaşayarak gidiyordu. Onların durumlarından yani özelliklerinden bazı kesitleri hatırlatarak, sende kendini kontrol etmen için düşünmeni istiyorum, tabiki gerekli tavrı koymak için... Ondan sonra da Âlemlerin Rabbine hamd ederek son vereceğim...
Yıl:27.12.1991
Yer: Elazığ
Erol Kekeç

15 Ocak 2010 Cuma

SELAM SANA EY ÇOCUK(10)!

Sana sesleniyorum kardeşim,ister misin şimdi de,net tavırlar,kararlı adımlar ve azimli bir yürüyüşle yoluna devam eden bir insanın yaşadığı hayatın o berrak havasını biraz teneffüs edelim.
"Hani O, Rabbine arınmış(selim)bir kalp ile gelmişti."Arınmış bir kalp, Allah’ın dışındaki her türlü bağlayıcı bağların bağımlılığından kurtulmuş, ayaklarına vurulan nesebi bağları alaşağı etmiş, putçu babasına karşı ciddi girişimlerde bulunmuş, ey babacığım! Tamam, gel seninle anlaşalım, senin sözlerine uyuyorum, çünkü sen bir atasın, nasıl olur da bir atanın söyledikleri yapılmaz, ben babamın söylediklerine uymazsam bana kırılır, bundan sonra bana iyi bakmaz, onu razı ederek bir şeyler yapabilirim diyerek, müşrik atalarından ve onların isteklerinden bir türlü kurtulamayan günümüz insanlarının teneffüs etmeleri gereken, Hz İbrahim’in yaşadığı hava...
Sen kardeşim İbrahim’i ve İbrahim’i hayatları kendine taşımak zorundasın, kurtlara yem olmamak için... Bak kardeşim, İbrahim ne güzel bir insan: O ataların dininden sıyrılan bir cevherdir. İbrahim, diriliş muştusunun münadisidir, İbrahim umutların filizlendiği bir çiçektir. İbrahim, anlamsızlıklardan kurtulup, anlamlı bir hayatı yakalamak için, yüce ufuklara uzanan Tevhit baltasıyla, şeriklerin başını keserek, insanlar için bir sorgulama alarmını başlatan yiğit insandır...
Sen kardeşim,İbrahim’in tavırlarını hayatına taşımak zorundasın,Tevhit kervanında olmak istediğini söylediğin halde,İbrahim’i inandığımız bu davanın bir modeli olarak hayatımıza taşımazsak,yezitler ne güne duruyorlar.Evet kardeşim,onlar model olmak için hazır olda bekliyorlar,kendimizi kontrol edelim...Sen kardeşim her yönüyle İbrahim’den faydalanmak zorundasın,yoksa yezidi bir hayat hemen bizi yakalayıverir.Onlar hemencecik seni kuşatıverirler,ondan sonra da sadece Allah'a giden sen değil,mevkisiyle,makamıyla,,eviyle arabasıyla,işyeriyle,okuluyla,parasıyla,nesebi ve kan bağıyla,açlık korkusu,zengin olma tutkusu,kadınlara olan sevgisinin kendisini kemirdiği bir insan rabbine gider.Ama gözümüzü açalım,bu gidiş Allah'a olmaz.Bak kardeşim,bunların elden çıkmaması dürtüsü içimizde bulunduğu müddetçe,ben sadece Rabbime gidiyorum diyen,İbrahim gibi olabilir miyiz?
Hayır, kardeşim hayır, tüm bunların yıkılması, yok olması gerekir. Bizi kendisine bağlayarak, ayağa kalkmak istediğimiz zaman da omuzlarımıza oturarak yere çökmemizi sağlayan bu değerlerin baskısından kurtulmamız gerekir. Sen kardeşim sırtına 150kğlık yük vurulan adamın durumuna benzemektesin... Bu ağırlıkla beraber yükü sırtına saran adam kalkmak istemekte, fakat yükün ağırlığı fazla olduğundan yerden kalkamamaktadır. Çünkü sırtına vurulan yükün ağırlığı, O insanın arzularını yerine getirmesine engel olmaktadır. Bir taraftan da akşam oluyor, yol almam gerekir diye düşünmekte... Çünkü bulunduğu yer kurtların yoğun olduğu bir yer olduğundan da korkmaktadır. Bir an önce buradan gideyim diye düşünüyor, Ya Allah diye çırpınıyor ama ne yazık ki zavallı yükün altında ezilmekte, bir yandan da yürümek istemekte ancak yükle birlikte bu arzusunu gerçekleştirme peşinde; yükü bırakmadığından ne yazık ki, ayağa kalkamamaktadır. Bir de gözlerini açtığı zaman ne görsün, akşam olmuş, gecenin o karanlık dalgaları etrafı tamamıyla kaplamış, aniden kendine gelerek irkiliyor, eyvah ben burada kaldım, şimdi yolu da göremem, zaten kurtlar da ulumaya başladı, karşımdaki sesler bana çok yakın geliyor, aman Allah'ım beni parçalamaya geliyorlar. Ben şimdi ne yaparım, keşke gündüz yol alsaydım, önceden bir şeyler yapsaydım, diye düşünürken kurtlar saldırıyor ve orada işini bitiriyorlar...
Yıl:27.12.1991
Yer: Elazığ
Erol Kekeç

7 Ocak 2010 Perşembe

SELAM SANA EY ÇOCUK(9)!

Evet kardeşim,sen İbrahim'i mesajlara sahip olarak ancak yürüyebilirsin.İbrahim'i mesajları arzulamayan insan yıkılır ve yok olur.Bu yolda yürümek,ancak İbrahim'i mesajların kalpleri kuşatmasıyla mümkündür.Kardeşim bu mesajlar kalplerimizi kuşatmazsa,cahiliyenin dişlilerine bir gün yem oluruz.Yem olmamak için,İbrahim'in dinine yönelen erlerin,hayatlarının olumsuzluklarına yaptıkları eleştirilere ve tahlillere kulak vererek,bizde hayatımızda bir sorgulama başlatarak,gerekli tavrı koymak zorundayız.Kardeşim hayatımızı sorgularsak ,o mektebe gireriz,işte o mektepte bulunup ta hayatlarını sorgulayanlardan biri....
Rabbim sana sesleniyorum! Sıkıştırılmışım üç beş metre karelik bir yere, buraya sıkıştırılmam zorla olmadı. Kendi ayaklarımla yürüyerek geldim, elimi kolumu sallayarak, kapıdan içeriye girdim. Burada kime suçu yükleyebilirim ki, tek suçlu ve günahkâr benim. Bu binalar üzerime yıkılacak gibi, gölgem dahi kayboldu, yüreğimde bir ateş yanıyor; bu ateş beni yakıp bitirmiyor, yandıkça çoğalıyorum. İçime sığmaz olup dışarıya fırlamak istiyorum, etrafıma bakıyorum hiç kimseyi bulamıyorum. Ancak yokluğun sembolü ve hiçlik kulesinin taşları ile karşılaşıyorum. Sonra durup kendime soruyorum, ben neden şu an burada bulunuyorum? İçimdeki ateşi söndürmek için mi burada varım? Derken elim ayağım tutmaz oluyor ve birden irkiliveriyorum. Kafamı kaldırıp kendime sesleniyorum:
Ey be insan! Senin görevin bu muydu, olduğun yerde oturarak zamanı ve hayatı boşa harcamak mıydı? Sen söz vermiştin, aslan gibi kükreyecek, nehirler olup coşacak, sel olup taşacaktın; ama şimdi kurumaya doğru gidiyorsun, bak! Kendine bak, saçların bile kalmadı, içinden acılar geliyor, ayakların sızlıyor, akşam eve kavuşamayabilirsin, bu hal üzere ölürsen, ne sebep ileri süreceksin, o gün emrin tamamıyla kendisine ait olduğu Rabbine karşı?
Kulağıma hep sesler geliyor, insan seslerinden başka bir şey değil, ancak içerikleriyle insanı andıracak şeyler değil, fildişi kulesinin çanlarının çaldığı anı andırıyor. Oysa benim kulaklarım bu gibi seslere alışkın değil, kalbim zaten hiç kabul etmiyor, o halde ben burada neden varım?
Rabbim sana sesleniyorum! Yardımına ve ışığına muhtacım, önümü aydınlat, bu labirentleri yıkarak yürümek için gerekli tavrı, bu hayat şekillerine karşı ortaya koymayı bana nasip et... Diyen İbrahimlerin hayatlarını sorgulayışlarına kulak vermek zorundasın kardeşim...
Yıl:27.12.1991
Yer: Elazığ
Erol Kekeç

4 Ocak 2010 Pazartesi

SELAM SANA EY ÇOCUK(8)!

Bak kardeşim, antlaşmaya uymuş olsaydık, Allah’u Zülcelâl “O iman edenlerin kalplerinin Allah korkusuyla yumuşayacağı vakit daha gelmedi mi der miydi?"Ne kadar korkunç bir tehdittir bu iman ettiğini söyleyenlere, iman ettiğini söyleyen sen, Allah korkusu ve sevgisi karşısında yumuşamıyor, tatmin olmuyor ve başka taraflarda tatmin olmak için çırpınıyor, kınayıcıların kınamasını yıkmak için, bazı şeylere sahip olman gerektiğine inanıyorsan, nerede kaldı yıktığını söylediğin şeyler ve tevhit kervanının içinde olduğunu iddia ettiğin hakikatler...
Evet, kardeşim, Allah kuluna kâfi değil mi, yoksa seni ondan başkasıyla mı korkutuyorlar? Yoksa kınayıcılar ve korkutucular seni onun değerlerinden başka şeylerle mi korkutuyorlar? Rızık, mevki ve makama sahip olunmadığı zaman, insanlar rezil olurlar mantığıyla mı seni korkutmaya çalışıyorlar. Bak kardeşim, sen Allah'a dayandığını, ondan başkasından korkmadığını söyleyerek Tevhit gerçeğinin "La İlaha"haykırışıyla bunların hiçbirinin anlam ifade etmediğini söylemiştin. Peki, bu söylediklerinin canlı tercümanı olmak zorunda değil miydin? Canlı tercüman olmadığın zaman onlar hep seni korkutacaklardı. Ama sen canlı bir tercüman olarak, onlardan gelecek korkuların hepsini alaşağı ederek, yolunda yürüyerek, kararlı adımlarla yakin sana gelinceye kadar, azimle ve dirençle bunu ispatlayabilirdin... İspatlama anında da karşına uçurumlar çıkacak, yollarına dikenler dökülecek, ayaklarına kızgın kumlar ve soğuk buz parçaları değecek, kafana tokmaklar inecek, boynuna zincirler vurulacak, ellerine kelepçeler takılacak, açlıkla karşılaşacaksın, şahsınla alay edilecek, gerektiğinde yalanlanacaksın, sıkı talimatlarla karşılaşacaksın ve kınamalardan kurtulmayacaksın... İlk sorulardan biri daha bir işe girmedin mi? Kınaması olacak. Tüm bunlara rağmen sen, aldırmadan dertli bir insan olarak, mücadelenin verilmesi gerektiğine, ciddiyetle inanarak, sonuçtan da emin olarak yürüdüğünde... İşte o zaman antlaşmanın gereklerini yerine getirdiğini ispatlarsın. Bak kardeşim aksi takdirde, ancak insanların seni korkuttuklarına bir yem olursun. Sen kardeşim yem olmak istemiyorsan, cahili değerlerin, sistemlerin dişlilerinin arasında eritilen bir madde olmaktan kurtularak yürümek istiyorsan? Öncelikle İbrahim olmak zorundasın ve İbrahimlerin de şu tavırlarını hiç unutmayacaksın:
İşte kardeşim, İbrahimler öncelikle hür olduklarının farkına varmışlar ve bu davranışlarını da şöyle dile getiriyorlardı, bu mesajı İbrahim’in diline atfen dinlemek istemez misin?
"Ey hürriyet! Senin uğruna nice zindanlara girdim. Nice zindanlara gireceğim; nice zorluklarla karşılaştım, nice zorluklarla karşılaşacağım; nice çileler gördüm, nice çileler göreceğim; nice yokluklara katlandım, nice yokluklara katlanacağım; bunların hepsiyle birlikte senin uğruna ölüme kadar gitmeye hazırım.
Ey Hürriyet bahşeden Rabbim! Ancak sana kulluk ederim ve ancak senden yardım dilerim. Senden geldim ve sana döneceğim. Ayaklarım kanlara bulansa, enseme coplar inse de ancak bu canı senin uğruna feda edeceğim...
Ey Muhammed'in (as) Rabbi Allah’ım! Senin yolunda yürümekten, senin adını yüceltmek için ayağa kalkmaktan, beni alıkoyacak değerleri, İslami motiflerle süsleyerek, onları ele geçirmek istediğim anı bana gösterme... Ben Hürriyet, özgürlük ve kurtuluş adına ayağa kalktım, bu hürriyetimin sınırı alnımın sana secde edeceği ana kadardır...
Ey müstezafların Rabbi Allah’ım! Sana sesleniyorum, ben muhtaç kuluna yardım eyle. İstikamet üzere can vermekten beni tereddütlere düşürme. Rabbim, dünyayı ve içindekileri ayaklarıma dolayarak, onların arasında kafası meşguliyetlerle dolu, bir robot olmaktan beni koru... Rabbim kanlar içinde boğulma adına varım, kanları hatırladığında, korkuların sarstığı bir bünye olmaktan beni uzak kıl. Rabbim akidemi, imanımı sorunlarımın eline teslim etme ki, özgürlüğüm hürriyetim sınırlanmasın... Rabbim bana nasıl yaşanılacağını öğret ki, nasıl ölüneceğini ben öğreneyim...
Sen Hüseynin Rabbi Allah’ım! Sana tevekkül ettim, sen bana yetersin, başkalarının koruyuculuğuna sığınarak, kendimi yok etmek istemiyorum... Rabbim ben hür olarak varım ve özgür olarak senin yolunda can vermek istiyorum. Rabbim benim hürriyetim bütün öğelerin tahakkümünden kurtularak sana sığınmaktır...
Ey mü’minlere felah vadeden Allah’ım, felaha kurtuluşa koşuyorum, koşmadayım, yoruluyorum, yorulacağım, gücüm kalmıyor, kalmayacak, bu durumda senin yardımını bekliyorum. Gerilere dönüp kaçmaktan hayâ ederim. Bu alçaklığı riyakârlığı bana nasip etme, bana yürümek için güç ve kuvvet bağışla ki, felaha eren, İbrahim'e,(as) Muhammed'e (as)ve Hüseyin'e(ra)kavuşayım...
Ey mü'minlerin velisi Allah’ım! Bana hürriyet için katlanacağım, zorluklara, çilelere, işkencelere, desiselere ve kınamalara aldırmadan yürüme cesaretini ver ki, gerilerde kalarak dökülen bir kul olmayayım...
Ey benim samimi dostum Allah’ım! Ancak sana dayandım, beni senden başkasıyla kokutamazlar. Çünkü ben, hürriyet için varım ve hürriyet için öleceğim..."
27.12.1991
Elazığ
Erol KEKEÇ