28 Ekim 2024 Pazartesi

Paradoksal Uyum-Taklitçiliğin Gölgesinde Çürüyen Toplum


Bu denli karmaşık ve tehlikeli bir toplumsal dinamik, görünüşte uyumlu ama içeride karmaşık ve huzursuz bireylerin yetişmesine sebep olur. Taklit, insanın kendine ve topluma yabancılaşmasına zemin hazırlar, özgür düşünceyi gölgeler. Tarde'nin belirttiği gibi bazı faydalı yönleri olabilir; fakat günümüz gerçekleri dikkate alındığında, taklitçilik insanların bireysel farkındalığını zayıflatıp onları başkalarının yollarını sorgulamadan takip eden varlıklara dönüştürüyor. İnsanlar, özgün düşünceler geliştirme yetilerini kaybettiklerinde kendilerine yabancılaşır ve bu yabancılaşma, toplumu bir çözülme noktasına sürükler.

Özellikle gençlerin kolayca taklit ettikleri bir çağda, bu alışkanlığın kitlesel bir şekilde yayılması toplumun ruh sağlığı üzerinde derin etkiler yaratıyor. Gençlerin, kendi kararlarını alma ve bireysel farkındalıklarını geliştirme becerilerinden uzaklaştığı bu durumda, toplumun geleceği ciddi anlamda tehlikeye giriyor. Taklit etme alışkanlığı adeta bir salgın gibi yayılırken, bu toplumsal uyuşukluk hali sadece bireyleri değil, toplumun bütün yapısını da çürütüyor.

Bu taklit hastalığı kimyasal veya biyolojik bağımlılıklarla karşılaştırıldığında daha da yıkıcı olabilir; çünkü kimyasal bağımlılıklara müdahale edecek sağlık kurumlarımız olsa da sosyal uyuşturuculara karşı bir savunma geliştirmekte zorlanıyoruz. Toplumun yapısı ve kurumları, bireyin özgür düşünce yapısını desteklemek yerine, onun rahat bir akıntı içinde sürüklenmesine zemin hazırlıyor. Gençlerin bağımlılığının yalnızca kimyasal maddelerden değil, kendilerini sorgulamadan çevrelerini taklit etmekten de kaynaklandığını fark etmemiz gerekiyor.

Modern toplumların, bireylerini yalnızca biyolojik bir varlık olarak görme yanılgısı, insanları ruhsal ve sosyal yönden ihmal etmelerine neden oluyor. Bu yüzden kurumlar, bireylerin yalnızca fiziksel ihtiyaçlarını değil, psiko-sosyal gereksinimlerini de göz önünde bulundurmalı. İnsanın yalnızca biyolojik bir varlık olmadığını; aksine, düşünme, algılama ve kendi geleceğini belirleme gücüne sahip bir varlık olduğunu kabul etmeliyiz. İnsan, Aristoteles’in tanımıyla "politik bir hayvan"dır, sosyal ve psikolojik dinamiklerin merkezinde yer alır. Onun sorunları yalnızca biyolojik değil, derinlemesine sosyo-psikolojik köklere dayanır. Bu nedenle, toplumsal sistemler bireyleri destekleyici ve özgür düşünceyi teşvik edici bir şekilde yapılandırılmalı.

Sosyal yapıların değişmeyen bir taklit çarkı içerisine hapsedilmesi, bireylerin yalnızlaşmasına ve kendilerine yabancılaşmalarına yol açıyor. Birçok insan, bir gruba ait olduğunu düşünse de aslında kalabalıklar içinde yalnız kalıyor. Bu toplumsal yalnızlaşma, bireylerin sosyal rolleriyle iç dünyaları arasında bir paradoksal uyum oluşturuyor. Zirveye çıkma arzusu içinde olanlar, bu uyumsuzluğu ve bireylerin içsel çelişkilerini göz ardı ederek kendilerini güvende hissedebilir. Ancak iç dünyası karışık bireyler, bir gün içlerinde biriken bu çelişkilerin yarattığı basınçla bu yapay uyumdan kopacaktır. İşte o gün, toplumsal kıyametin tohumlarının atıldığı gündür.

Bu süreçte, bireylerin ve özellikle gençlerin sosyal yapının bozulması karşısında farkındalıklarını artırmaları gerekiyor. Gerçekten de toplum bireylerin psiko-sosyal yönlerini ihmal etmeye devam ederse, insanları anlamak ve sorunlarına çözüm üretmek daha da zorlaşacak. Her bireyin bir makine dişlisi gibi görev yaptığı, mekanikleşmiş bir toplum yapısı, insani değerleri hızla yitirecek.

Erol Kekeç/Ekim-2004 Kadıköy/İST

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder