5 Ağustos 2023 Cumartesi

BAKMAKLA ÖĞRENİLSEYDİ KEDİLER KASAP OLURDU BU İNTİHARLARA BAKMA!


Toplumsal yaşamda insanlar geleceği karanlık gördüklerinde bir belirsizlik içindeki yaşamlarını noktalayarak sonlandırmayı düşünüyorlar. Ayrıca yaşamda alacağı zevklerin hepsini tatmış olanlar, o zevklerden sonra aynı tekrarlarla bu zevkleri yaşamaya bir anlam veremediklerinden yaşamlarına son noktayı koyuyorlar. Gelişmiş toplumlar ile gelişmemiş toplumlar arasındaki intihar ayrımlarını bu iki açıklama ortaya koyuyor.

Ülkemiz gerçekliği dikkate alındığı zaman 2002 yılından bu yana intiharların her geçen gün yükselerek devam ettiğine şahit oluyoruz. TÜİK’in raporlarında bunları görmek mümkün…2019’yılından sonra ülkemizde intiharlar giderek hızlanmaktadır. Bu ölümlerin sebepleri arasında en önemli olanları, geleceğin belirsizliği, yaşanılanlar arasında çelişkilerin fark edilmesi ve bunların insanı bıktırır duruma getirmesi, ekonomik zorluklar geçim sıkıntısı, hayallerin tükenmesi, umutsuzluk, geçimsiz ailelerin çocuklarının uyuşturucuyla dengelerinin bozulması, aile içi geçimsizlik, iyileşmeyen hastalıkların verdiği acıları dindirme girişimi, yalnızlık duygusu ve kalabalıklar arasına karışamama, içe kapanıklık vs.

Bu ölümlerin içinde en çok göze çarpanı ise, devam eden geçim sıkıntısı ve güvenin kaybolması. Her ne kadar yukarıda sayılan intihar girişimlerinin çeşitli sebepleri olsa da bazılarındaki ölüm oranları çok sınırlı ancak ekonomik yaşamın zorluğu, gelecek belirsizliği, toplumsal yaşamın artan stres dalgası, yaşanılan olumsuzlukların gelenek haline gelme endişesi ve bunların iyileşme imkanına inancın kaybolması, en önemli etkenlerden biri de ülkenin politik algısının liyakatlerine dikkat edilerek insanları istihdam etmemesi anlayışına olan inanç, ne yaparsa yapsın istediği bir yere gelmesinin imkansız olduğuna inancı intiharları ve iradesizliği yaygın hale getiriyor.

Ülkenin her yanına açılan üniversiteler iktidardaki politik algıyı rahatlatmış olabilir, ancak   insanların sorunlarına bir çözüm olduğuna dönük inanç oluşturamamıştır. Çünkü üniversiteden mezun olan altı öğrenciden biri ancak iş bulup çalışabiliyor. Dolayısıyla bu uygulamanın ne kadar doğru ve tutarlı olduğu yaşamdan alınan örneklerle sorgulanmaya başladı. Her ile bir üniversite açtığınızda, üretimi artırmış, işsizliği önlemiş olmuyorsunuz. O her üniversiteyi sürdürecek akademik kadro ve idari personel istihdam etmek zorundasınız, ayrıca üretime katkısı olmayan potansiyel enerjiyi buralarda 4 yıl ya da daha fazla eğlendirmiş oluyorsunuz; bunların her biri bir masraf demektir. Dolayısıyla bu üniversiteler topluma katkı sunan alanlar değil, toplumun sırtına binen kamburlardan bir başkası oldu. Diploma almanın bir ayrıcalık olarak algılandığı iş bilmezliğin adının ise herkesin her yerde çalışması mümkün değil, çünkü adam diplomasını aldı, diplomanın anlam ifade etmediği ancak uzmanlık ve mahir olmanın değerinin olduğu bir yerde, alınan bu anlamsız diplomalar ancak sizi kamusal kurumlara doldurdu ve oradaki yaşamı imha etti. Bunun aksini iddia edeceklere tüm kurumlardan örneklerle bunları kanıtlarız, sosyolojik yaşamın ortaya çıkardığı tablo ne yazık ki, böylesi bir hantal işe yaramayan kamu düzenini oluşturdu.

Diplomanın nereden nasıl alındığına bakılmaksızın, babası amcası dayısı, akrabası hocası olanlar, yazılı sınavlarda ne aldığına bakmadan bir ucube uygulama olan mülakatlarla bu kurumlara dolduruldular. Dolayısıyla onları oraya alanlara bir diyet borcu olarak işe başladılar. Diyet borcu olan her kişi, insanlara hizmeti topluma mutluluğu amaçlayarak iş yapmaz, onun yapacağı sadece onu oraya getirenlerin isteklerine cevap verip, onların beklentilerine göre hareket etmektir. Böylesi köhnemiş anlayışlarla, kamu kurumlarının birçok yerde baştan başa kuşatıldığı bir yerde insanların mutluluğunu, gelecek hayallerini ve hayata karşı bir beklentilerinin olmasını düşünemiyorsunuz. Yani yönetimdeki politik anlayış kendisinden öncekiler ne yapıyorsa benzerini yaparak devam ediyor, sadece yapanların adı ve oraya yerleştirilenlerin politik anlayışa yakınlığı değişiyor. Her gelen kendinden öncekini aratarak bu ülkeyi karanlıklara gömdü. Dolayısıyla böyle bir ülke de birkaç kuşağın bunlara şahit olduğu bilindiğine göre bu ölümlerin sebeplerini, insanların yalnızlığa gömülmesinin arkasındaki vahşeti anlamak istemeyen yönetimler kendi toplumlarını göz göre göre imha ederler. Bizim şu an yaşadığımız ortam böylesi bir aşamaya doğru hızla yol alıyor.

Ülkemizdeki intihar vakalarının en çok yaşandığı şehirler, İstanbul, İzmir ve Ankara’dır. En az yaşandığı yerler ise, Bayburt ve Ardahan’dır. Hayat şartları zorlaştıkça, insanlar arası yakınlık duyguları etkileşim duyarlılık, komşuluk, muhabbet azaldıkça intiharların hızlandığını görmekteyiz. Bu şehirleri günümüzde ülkenin en zor yaşanılan şehirleri sıralamasında da önde görmekteyiz. Bu şehirlerimizde özellikle İstanbul’da yaşayabilene helal olsun dercesine bir yaşam gelişti son üç yıl içinde. Bu koşullarda insanlar çaresiz kaldığında, yaşarken duyduğu acıları unutmak için, sonucun ne olacağını düşünmeden intiharı seçebiliyor. Her gün köprüden atlayanlar, renin altına kendini atanlar, silahla intihar edenler artarak devam etmektedir.

İntihar yaşlarının en yoğun olduğu yaş aralığı,24 ile 35 arası olduğu göze çarpıyor. Ancak 20’li yaşlardan başlayarak bu eylem gerçekleştiriliyor. Bu aralıkların dışında intihar vakaları olsa da sosyal yaşamı etkileyecek düzeyde bir sosyal vaka değil…Ancak 24 ile 35 yaş aralığı ciddi bir sorun olmaya başladı. Bu yaşlar hayatın yükünü taşımak için sorumluluğun doğrudan altına girildiği yaşlardır.25’li yaşlara kadar hala gençlere çocuk olarak bakılıyor ve aile destekleri devam ediyor, ancak evlilik yapıp bir sorumluluk altına girenlerin bu sorumluluğun ağırlıkları altında ezildiğini gördüğümüzde, en kısa yolu intiharı seçmek oluyor. Bunda da kendi yaşamlarını devam ettirecek imkanlardan yoksun olmaları veyahut ta karşılamakta zorlanmaları etkili oluyor. Yani insanlarımız tek tip bir algıyla yetişti, üniversiteden diploma al bir yere gir çalış para kazan o olmazsa ne olur; alternatif bir bakıştan yoksun sadece güdülen bir varlık olmaları onlara kabullendirildi. Böyle olunca çobanını kaybeden bir koyun gibi kendi kendini imha süreci başlıyor. Böyle bir neslin yetişmesinde anne baba yani aile sınırlarının dışında bir etkenin daha çok biçimlendirici olduğunu görmekteyiz. Eğitim algısı baştan sona acilen değişmeli, Her ile açılan üniversiteler üniversite olmaktan çıkarılmalı ve meslek öğreten ve uygulamasını yapan, “Üretim, planlama, uygulama ve teknolojik Yaşam alanları” olarak yeniden yapılandırılmalıdır.

Bu dönüşümler gençlerde en azından farklı düşünebilme ve sorumlulukların altına girmek için uygulama zeminlerini yakalama imkânı verir. Bunlar acilen yapılmalı ve Üniversitelerin kapısına kilit vurulmamalı bu anlayışın mantığın yerine diploma satan ve gençlerin zamanlarını çalan bir eğlence merkezi olmaktan çıkarılması gerekiyor.

Geldiğimiz noktadan geri dönüş imkânı elbet var ancak yapılan yanlışları yanlış olarak idrak ederek onların yerine acilen yeni ve özgün anlayışlar geliştirilir ve bu yeni çabalar gençlerin yaşamlarına dokunacak ve onların umutsuzluklarını yok edecek güveni verirse dönüşüm tersine dönebilir. Aksi durumda bu yaşam hızlanarak karanlığa doğru yol alacağından kuşkunuz olmasın…

Gençlere değer vermek demek onları parmak kaldıracak ve benim dediklerime kafa sallayacak kıvama getirmek için meclise taşımak olmamalı…Gençlik en değerli zamanını üreterek içindeki cevheri verimli bir alanda kullanarak yaşama katkı sunmak istiyor. Ancak bizim yönetim anlayışı tüm bunları imha etti. Diplomanı al oğlum kızım bizimkiler iş başındayken seni devletin bir yerine koyalım ondan sonra iş tamam büyük paralara çalışır emekli olursun rahat bir yaşamın olur. Böyle bir anlayışla gençliğini imha eden zihniyetlerin gençliğe vereceği hiçbir değer olamaz.

Bu yanlış ve anlamsız hantal yapı bir an evvel yok edilmeli yerine insani ve güven temelinde hukuka dayanan bir sistem inşa edilmelidir. Bunları yapmazsak ve bu haykırışlara kulak vermezsek, yakın gelecekte bu toplumun gençliği bir daha gövermemek üzere budanacaktır. Kurumuş gövdeler de yeşermeyeceğine göre kendi sonumuzu kendi ellerimizle hazırlamış olacağız. İntihara yönelme sürecindeki ivme çok daha fazla hızlanabilirdi ancak bunu önleyici bazı değerler toplumsal hayat içinde hala canlılığını koruduğu için hızı biraz düştü. Yardımseverlik, dayanışma muhabbet, her zaman yanlışlarını yerden yere vurduğum cemaatler içindeki kaynaşma ve geçici de olsa bir moral kazanma, yüz yüze etkileşim ve biz duygusunun hala varlığını devam ettirmesi ve bu gibi hallerde insanlarımızın imdadına yetişmesi, bu gidişi biraz frenletmiş olabilir. Ancak buna kalıcı, sistemsel ve hukuka dayanan çözümlerin oluşturulması kaçınılmaz ve zorunlu…Ülke yönetiminde etkin ve yetkin olanlar iş olsun diye proje yaptırmasınlar. Bu halkın parasını birilerine vakıflara derneklere para akıtmak için proje yaptırmasınlar sorunlara çözüm bulacak ve bu sorunların kaynağına inecek alanlara finans aktarıp sorunları kalıcı çözmeye çalışsınlar yoksa…Karanlıklar bir sera gibi bizi kuşatmaya devam ediyor.

Ülkemin duyarlı ve sorumlu resmi gayri resmi alanda imkânı olan herkesi bu çalışmalara katkı sunmaya ve geleceğimizi aydınlığa çıkarmaya davet ediyorum. Selam saygı ve muhabbetlerimi gönderiyorum sizi en içten kalbi duygularımla selamlıyorum kalın sağlıcakla….

Erol Kekeç/05.08.2023/Namazgah/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder