(DEĞERLE YAŞAYANLARIN ANATOMİSİ)
2000’li yılların bulduğu, ancak değeri hiç olmayan bir anlayışı, insanlık avucunun içine almış ona üfürüp üfürüp kıvılcım çıkararak ısınmak istiyor. Bunun adı, “Değerler Eğitimi” Neresinden nasıl bakarsanız bakınız, her noktasında değer kaybı yaşayan bu iki kavramın öğretileriyle insanlık değerli kılınmak isteniyor. Sel önünde, her parçası bir yana savrulan bir yaşamın hangi değerini nasıl ve kimlerin önleyici elleri ile koruyacaksınız…Geldiğimiz nokta, tüm değerlerin yerle yeksan olduğu, değersizleşen ve anlamını kaybeden (varlık) insanın yaşamını, belli inançlardan kaynaklanan rahatsızlıklardan dolayı değerli kılma çabaları anlamsızlıklar arasından, insanı seçime zorlamaktan başka bir şey değildir.
İnsanın yaratılış genlerine yerleştirilmiş olan değer
sistemine virüs karıştıran insan, kendince insanın yaşamına farklı değerler
yüklemek için yeni bir formatlama süreci başlattı, bunun adına değerler eğitimi
dedi. Böylesi bir değersizleştirme süreci, kaybettiğini bulamayan insanı, yeni
formüllerle farklı yerlerde farklı arayışlara götürdü. Eşeğini kaybettiğinde
bulan köylünün sevinci kadar bir sevinç yaşatmayan bu değerlerin, değer
olduğuna insanlık nasıl ikna olacak acaba…Ama gördüğüm kadarıyla kobay
toplumlar kendilerini denek olarak kullandırmaktan zevk aldıkları için, bizim
toplumda da çok ciddi bir karşılık buldu.
Son 20 yıl içindeki yaşamlara objektif ve sorumluluk
bilinciyle yaklaştığınızda nasıl bir değersizleşme yaşadığımıza şahit
olabiliyoruz. Her yeni nesil öncekilerden öğrendiklerini yaşamlarına
aktardıkları için, toplumsal değer bilincinin kırılma notası, kırık kütle gibi
aşılmış oluyor ve bu değersizleşme ivmesi hızlanarak devam ediyor. Yaşanmaz
hale gelen bu karmaşık ve karanlık atmosferin insanlığa kazandıracağı bir şey
kalmadığı anlaşıldığından, kaybedilenleri acaba yeniden kazanabilir miyiz diye
ortaya atılan, ballı tutkallı ama insanların damak tadına uymadığı halde özü
olmayan bir yapıştırıcı olarak ortaya çıktı. Peki böylesi anlamsız
yapıştırıcılar insanlığın imha edilen ve parçalanan yaratılış genlerindeki
değerleri tekrar birleştirebilir mi dersiniz? Asla ve kat’a onları bir araya
getiremezsiniz, yaratılış genlerine değerleri yükleyen yaratıcının müdahalesi
olmadan…
Bir camı yapan insan olmasına rağmen, onu param parça
ettiğinizde ufalanan parçaları aynısıyla bir araya getirip onları
birleştirmeniz ve eski özelliklerini korumasını beklemeniz nasıl ki mümkün
değilse, değerleri parçalanmış yaşamlara hangi eğitimle hangi değerleri
yerleştireceğinizin hesabını yaparsanız yapınız, orijinal bir ürün elde
edemezsiniz. Kabil kendisine ait olanla yetinmedi ve kardeşi Habil’in hakkına
göz dikince kendi yaratılış genlerindeki değerleri parçaladı, ancak Habil o
değerlere sadık kalarak yaşama veda etse de değerlerin temsilcisi olarak hep
kaldı. Ama Kabil kötülüklerin sembolü olarak anıldı. Köyde yaşadığımız çocukluk
ve ergenlik dönemlerimi hatırlıyorum da Rahmetli Babacım bizi tarlaya götürdüğü
zaman her taraftan yol olmadığı için başka tarlalardan geçmek zorunda kalırdık,
ancak babam, evladım pamuk tarlasına girmeyin kenardan gidelim, onların dalları
kırılırsa, bir kozalak açmazsa o kozalak başkasının hakkı olduğu için, onun
hakkına gireriz hesabı var. Onun için yolumuz biraz uzasa da biz kenardan
gidelim; kimsenin mahsulüne zarar vermeyelim diye bize öğüt verirdi. Hatta
bazen kavun tarlalarından geçerdik sapsarı kavunlara imrenirdik bir tane
koparıp bize vermezdi ve asla onlara dokunmamamız gerektiğini kendisi yaparak
bize gösterirdi. Onun bize kazandırdığı bu değeri ne MEB’in bir okulu ne din
anlatan hocalar ne şeyhler ne üstatlar ne proflar ne hacılar verdi ve de
veremez. Çünkü değer sizin içinizden gelen hakikatleri idrak ederek yaşama
başlama anıdır. Biz çocukluğumuzda bunların idraki ile büyüdüğümüzden bize
kazılmış olan değerleri içimizden çıkarmanız mümkün olmamaktadır. Bir zamanlar
ülkemizin tanınan siyasetçilerinden birisi, hırsızlık babadan oğula geçer, hiç
babaların evlatlarından hırsızlık öğrendiği görülmüş müdür demişti. Çok doğru
bir söz hakikaten, ön tekerlek nereden geçiyorsa arka tekerlek oradan geliyor.
Bugün ülkemizin durumuna bakalım babalar hırsız arsız emaneti korumuyor, haram
helal demeden ver Allah’ım, bu kulun ne bulursa yer Allah’ım deyince, çocuklar,
mala Allah karışmaz kimin olduğu önemli değil, önemli olan bana ait olması diye
düşünüp sınırsız isteklerini ihtiyaç edinip ahlaksızlıkta level atlayabiliyor.
İnsan olarak, insanlığın yaşam denklemine uygun adımlar atmazsanız,
yörüngesinden çıkan insanlığı hiçbir yapay denklemle yeniden eski rotasına
taşıyamazsınız. “İnsan insanın kurdudur”, diyen T. Hobbes, İnsanın yaratılış
kodlarında değersiz bir yaşamın olduğunu söylemesi, yaratılış hamuru ve ona
öğretilen bilgi dikkate alındığında hiçte itibar edilecek bir durum değil.
Ancak J. Locke’n insan doğarken harika bir yaşam kodlama sistemiyle gelir, ancak,
gelişmeye başladığında kendinden öncekilerin oluşturduğu yaşam iyi ise o da iyi
olur, ortam kötü ise o da kötü olur. İşte, Organizeli güç, insanın bu ifsadını
önlemek ve onun doğal yaşamıyla hayatını devam ettirmesini sağlamak için,
olumsuzluklara engel olmak ve onları ortadan kaldırmak zorundadır der. Bu iki
yaklaşımın ortaya koyduğu açıklamaya baktığımızda, insanın değersizleşen bir
harita üzerinde yaşamaya mahkûm olduğu dikkate alındığında ona sunulacak tüm
reçeteler onu şifaya götürmeyecektir.
Bizim ülkemizde eğitim camiasının dilinden hiç düşmeyen ve
yeni bir buluş gibi gündemi işgal eden önemli argümanlarından biri” Değerler
Eğitimi” gerçeğidir. Her geçen gün değersizleşen bir toplumda hangi değerle
yeni bir yaşam inşa edebilirsiniz ki! İnsanların dindar mı kindar mı deist mi,
ateist mi, Teist mi, agnostik mi olup olmayacağı ile ilgilenen bir eğitim
sistemi, değerler için aynı hassasiyeti gösteremediğinden şimdi böyle bir
başlıkla bunları kazandırmaya çalışmaktadır. Değerleri yaşayan toplumların
değer anlatmaya ihtiyacı olmaz. Ancak Toplumsal yaşamlarında hiçbir belirleyici
değerin kalmadığı ortamlarda, değerleri sözlü olarak kazandıracağına inananlar,
öncelikle kendileri inanmadığı konuları nesillere nasıl aktarabilirler.
Bal tutan parmağını yalar deyiminin gelenekselleşmiş olduğu
bir yaşamda hırsızlığı ne kadar anlatırsanız anlatınız insanları ikna
edemezsiniz. Kol kırılır yen içinde kalır diyerek, olumsuzlukları örterek asla
hakikate şahit olamazsınız. Tilki kurnazlığı ile kendi dışındakileri ahmak
görüp kendisini uyanık sananların, işi bilip işe gitmeyeceksin diye yaşadığı
bir ortamda sorumluluk ve görev bilincini oluşturamazsınız. Komşuda pişer bize
de düşer diyerek olumsuz olsa da bir beklenti içinde yaşayanların
olumsuzlukları bertaraf etmesini düşünemezsiniz. Üzümü ye bağını sorma diye bir
geleneğiniz varsa, helal haram fark etmez ne olursa ver Allah’ım bu kulun yer
Allah’ım diyenler; hangi değeri anlatmayı düşünürler. Kişi ne kadar önemli ise
bir başkası da o kadar önemli, kendi zamanı nasıl kıymetli ise bir başkasının
da zamanı o kadar kıymetli algısını bilmeyenlerin, toplumsal ortamda hak ve
hukuk gözeterek sistemli ve düzenli bir sıra bekleyişine şahit olamazsınız. Bir
Pazarcının gel vatandaş gel en iyisi burada diye reklam yaparak, insanları
çürük sebze ve meyveleriyle aldattığı bir yerde, çocuklara bırakacağınız
gelenek ancak başkasını aldatmak olur. Bir rektörün kendi kızını almak için
sadece çocuğuna uygun sınava girme şartları hazırlattığı bir toplumun değerinin
şavktı zaten kaymıştır.
Eğer bir yerde işiniz varsa, o işinizi kurumların işleyiş
disiplini içinde çözemiyor, mutlaka bir tanıdık ve üst makamdaki birilerini
araya koyarak işinizi yaptırmayı düşünüyorsanız, isterseniz gökten melekler
getirip değer dersi anlatınız, batmak ve karanlıklara gömülmek zorunda kalırsınız.
Yalanın adının günü kurtarmak olduğu bir yerde, kurtaracak bir şeyiniz kalmaz.
Köprüden geçerken tüm ampulleri yakıp, köprüyü geçince tüm yolları zifiri
karanlığa çeviriyorsanız, sizin değer diye ortaya koyacağınız ancak bir aldatma
aparatı olur. Patron amir geldiği zaman yerinde duramayan, onlar gidince arasan
bulunmayan yaşamlar mantar gibi çoğalıp, sorumluluk ve görev bilincinin
olmadığı bir yerde neyi değer diye anlatırsanız anlatınız, motivasyonu güçlü
içten istekli bir yaşam ortaya çıkaramazsınız.
Doğru ve yanlış olduğunu bilmeden sadece duyumlarıyla
saldırganlık eğilimlerini galeyana getirerek, kendisi dışındaki düşünce ve
anlayışları boğmaya çalışan insanların çoğunlukta olduğu bir yerde zaten tüm
değerler boğulmuş demektir. Haz almak için bütün bir toplumu yok ettiğini
anlamayan ve bunu anlamakta istemeyenlerin çoğaldığı bir coğrafyaya, yazılı ve
anlatımlı değerler getireceğini sananlar sadece kendilerini avuturlar toplumu
da uyuturlar. Değer bir yaşamdır. Uğruna can mal ve kan akıtmaktır. Doğruluğunuzu
bir karşılık alarak yamultabiliyorsanız o bir değer değil, alınıp satılan bir
metadır. Oysa değerler insanla özdeş ve onun bir parçasıdır. Onu ondan
kopardığınızda onun için yaşamın anlamı biter. Oysa anlatılarak benimsetilmek
istenen değerler adı altındaki fiyasko, yere zamana kişiye göre nasıl
yaşanılacağını ve kendi çıkarlarını en kapsamlı nasıl savunacağını ancak
öğretir. Beni öldürebilirsiniz ama asla düşüncelerimi yok edemezsiniz diyerek
ölüme giden 24 yaşındaki bir gencin ölümü bir değer uğruna yaşamaktır. Kendi
nesillerini değersiz yetiştiren anne baba, eğitim kurumları ve devletler
yarınları olmayan kurumlardır. Yarınlardan söz edebilmek için insana gerekli
olan en önemli vasıf, nerede duracağını, neyi koruyacağını, neden asla vaz geçmeyeceğini
ve bunları neden yapması gerektiğinin bilinci verilerek büyütülmesidir. İnanç
bir tercih ve seçimdir. Bunları kabullenmemiş bir bünyeye hangi inancı ve
ideolojiyi yerleştirmeye çalışırsanız çalışınız ancak kindar fanatik bir
taraftar yetiştirirsiniz. Kindar fanatik taraftarlar ancak yıkıcı dökücü
parçalayıcı ve ortalığı karıştırıcı kaoslardan hoşlanır ve o ortamlar olduğu
sürece kendisinin bir değeri olduğuna inanır. Onun için düşünen bir insan
olarak tavsiyem, değersizleşen topluma değerler eğitimi dersleri ile değerler
anlatmak değil, hayatın her alanında ciddi anlamda değerlerin yaşanma
ortamlarını oluşturmak ve örnek olmak olsun hedefiniz. En iyi öğüt örnek
olmaktır. Bildikleriniz ve anlattıklarınız değil kalıcı olan, yaptığınız ve iz
bıraktığınız örnekliğinizdir bir toplumu diriltecek olan…Biz adam gibi
yaşayarak adam gibi gitmek için varız ve tüm mücadelemiz doğruluğun, hakkın
yeryüzünde egemen olması ve herkesin insan gibi yaşayacağı ortama kavuşmasıdır
diye hareket edersek, toplum kendiliğinden yaşanılacak ve imrenilecek yer
haline gelir. Bunlar yaşamdan okullara, evlerden yaşama, okullardan devlete
kadar bir etkileşim yapar ve her tarafta aydınlık yarınlar bizleri
bekler…Konuşanlar değil, yaşayanlar ve yaşatmaya çalışanlar olursak karanlıklar
aydınlıklara gark olur gece mesaisini tamamlar çulunu sırtına sarar ve gider.
Aydınlık ve parlayan yıldızlar coğrafyamıza kement atar, otağını kurar her gelen
zamanını ve yaşamını düzenlemek için o otağın örnekliğini yüreğine kazar ve
hayat bambaşka bir kalkışla dünya okyanusuna kürek çeker…Bunlara varsanız başka
söze gerek kalmaz. Kimse kimseyi aldatmasın ve zamanımızı heba etmesin her
geçen gün gelmeyecektir. Gelmeyecek günlerimizi ve gelecek nesillerimizi bu eksende
ele alırsak inanıyorum ki, “cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, bu
yol hak yoludur dönme bilmeyiz yürürüz” diye dirayet ortaya koyarız.
Son olarak diyorum ki değerler yaşanır, içerden gelir
dışarıya akar, dışardan içeriye gelmez…Bir danayı kesip etini sucuk
yapabilirsiniz, âmâ sucukları aynı yoldan geçirerek dana yapamazsınız…Hatları
karıştırmaktan kurtulalım kendimize gelip ayağa kalkalım…
Selam saygı ve muhabbetlerimle aydınlık ufuklarda buluşmak ve
iz bırakan bir yaşam ortaya koyanlardan olmak dileğimle, kalın sağlıcakla…
Erol KEKEÇ/26.07.2023/Namazgah/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder