3 Ağustos 2022 Çarşamba

KAYBETMEK İÇİN KAZANILMAZ KAZANIM ORTAK DEĞERDİR!

Alışılmış yaşamın bağımlıları kadar ürkek korkak ve tedirgin yaşayan başka varlık bulamazsınız. Alışılmış yaşamları kaybederim endişesi insanı morallen çökerttiği gibi takatten düşürerek manevra ve hareket gücünü de imha eder. İnsan kendi içindeki cevheri anlamadığı sürece, önüne konulmuş olanları tüketen, sahibine ihtiyaçları karşılandığı oranda bağlılık gösteren, akıl yoksunu canlılardan farkı kalmaz. Ne yazık ki, insan kendisi için böyle bir hayatı tercih ederek yaşadığı halde hala kendisinin akleden bir varlık olduğunu da ifade etmekten geri kalmaz.

İnsanlık sömürüsü alıştırmakla başlar, alışkanlıkları gelenek haline getirmekle sömürüsünü devam ettirir. Her dönemde sömürü anlayışları, sömüreceği insanları sömürüye uygun hale getirmeden onlar üzerinde uzun soluklu plan yapmazlar. Allah'ın gönderdiği elçiler dönemindeki zalimlerin sömürüleri de böyle işliyordu, onun içindir ki elçilerin tümü dönemlerindeki mevcut yönetimlerle hep karşı karşıya gelmişlerdir. Sömürülen insanların sömürüldüğünü onlara anlatabilmek için çok çabaladılar. Çoğu zaman çabaları karşılıksız kalabildi, ancak idrak edenlerle sömürgeciler, sömürgeciliğe son vermek isteyen anlayışlar karşılıklı çatışmanın eşiğine girdiler. Dolayısıyla hiçbir elçi, insanlara dini değer sistemlerini anlatırken kabullenmeyenlere karşı bir savaş yapmamıştır. Savaşın mantığı ve neden kaynaklı olduğu bilinmediği zaman, kendilerini bir dini değere atfedenlerin zihinlerinde  çatışma ve savaş sloganları varlığını sürdürmüştür.

Alışılmış yaşamları olanlar  ve devamında kazanımları olacağını düşünenlerin tamamı sömürülen varlıklardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında şapka ve kılık kıyafet devrimi yapılırken, önceki giyim kuşamları dini bir değer olarak alışkanlık haline getirenler kabullenemediği için, yeni anlayış tarafı olan organizeli güç  tepki verenleri imha ederek, kendi yaşam tarzını zorla benimsetmeye çalıştı. Hatta öyle zaman geldi ki, şapka yüzünden canından olanların çocukları ve torunları babalarının ve dedelerinin uğruna başını verdiği kılık kıyafetleri özümseyerek onunla bütünleşti. Demek ki, alışkanlık haline gelen hayatlar en tehlikeli hayatlar olup çıkıyor karşımıza. Alışkanlıklarının kölesi olmuşlar yenilikleri kolay kabullenmedikleri gibi, onların kaybolmasıyla kendilerinin de yok olacağını düşündükleri için, canları pahasına alışkanlıkların savunucusu olup çıkabiliyorlar.

Son yirmi yılın röntgenine yansıyan yaşamlara dikkat ettiğimiz zaman, bunların da aynı kurbanlardan olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.20 yıl öncesinde özgürlük,hak,adalet,eşitlik ve inançlarını kolayca yaşayabilme adına mücadele edenler, bu süreçte bu arayışlarının çoğunun imha olduğunu göremeden belli bir yaşamın alışmış kobayları haline geldikleri için, bugün kalkıp kazanımlarımızı kaybedersek yok oluruz düşüncelerini sesli dillendirebiliyorlar. İnsanın ister istemez bazen sorası geliyor, siz önceki arayışlarınızdan hangisine ulaştınız ve bunları yaşar oldunuz ki, onları kaybederiz tedirginliğini yaşıyorsunuz. Kaybedecekleriniz hiçbir zaman sizlerin ideallerinizde olan değerler değil, sadece yaşam alanlarında isteklerinizin karşılığı olan ve olmazsa da rahatlıkla yaşamınızı sürdüreceğiniz sömürge unsurlarıdır. Bunları kaybetmekle kazanım kaybetmiyorsunuz, sadece sömürge kabuklarından biri daha çatırdamış oluyor. Bunu anladığımız gün insan yeniden hayata başlangıç adımlarını atabilecek duruma gelecektir.

Kazanım ortak insanlık değerinin adıdır. Ortak insanlık değeri olarak anlatılamayacak elde edilmiş olan tüm imkanlar,sadece  toplumsal ayrışmalar oluşturmak amaçlı, sömürgecilerin hedef olmasının önüne geçen barikatlardır. Dolayısıyla bu barikatların yıkılması ve insanlar arasında iletişim kuracak reaksiyonların gerçekleşmesi için, kaybedilecek olanlar bu imkanlarsa varsın hepsi kaybolsun ki, herkes yerini iyi anlayabilsin. Bunlar ortadan kalmadığı ve alışılmış yaşamdan ayrılmama ve onları her koşulda savunacak duruma gelmek insan için en tehlikeli bir bakış açısıdır. Yaşadığımız dönemde bunların çeşitli platformlarda farklı ağızlardan dillendirildiğine çoğu zaman şahit olmaktayız. Eğer şu iktidar gider yerine başkası gelirse tüm kazanımlarımızı kaybederiz. Yahu kardeşim bir kazanım varsa bu herkesin ortak değeridir. Herkesin ortak değeri değilse bu bir kazanım olmanın ötesinde, başkalarının hak gaspı olur ki, bunu kazanım olarak ifade etmek bir suçluluk psikolojisinin kendisini kamufle ederek farklı isimle adlandırılması olur.

Sömürülen toplumların sömürge süresinin devamını sağlamak için, yeni sömürge anlayışları arasında kazanımların kaybolması söz konusu onun için atacağınız adımlarınızı doğru atmanız gerekir gibi yedirilmek istenen ifadelerin hepsi, sömürgecinin hayatiyetini sürekli kılmaya dönük çabalar olur. İnsan alışkanlıklara göre yaşayan bir varlık olmaktan çıkarak, iradesiyle özgürce karar verebilen bir duruma gelmediği sürece, sömürülmenin onayını kendisi yapar. Benim buradaki amacım herhangi bir yaklaşımı külliyen karalama ve afişe etmeye çalışmak değil, realitedeki gördüklerimizin çoğunun insan yaşamı için ne kadar tehlikeli ve hastalıklı yaklaşımlar olduğunu ortaya koymaktır.

Bizim toplum, sürü olarak yaşamayı tercih yapan bir toplum olarak tescilini yapma yarışına tutuştuğunu görmekteyiz. Seküler olanlar ile olmayanlar arasında ne fark var diye sorarsanız, sadece alışkanlıklara sebep olan uyaranlar farklı ancak alışkanlıkların kölesi olarak yaşamak hepsinin ortak tercihi...Çatışma temeli üzerine oturmuş karşılıklı çatışma içinde olan bu anlayışların doğruyu yakalama ve onu tercih ederek yaşama aktarma istekleri o kadar canlı olmadığını görmekteyiz. Sahip olduklarını kaybetmeme çabası ve bulundukları halden daha geriye gitme korkusu, insanları farklı düşünmekten alıkoymaktadır. Dolayısıyla korkuların esiri olanların özgürlük yarışı içine girmeleri o kadar zor olmaktadır. Özgür birey bilinçli insan, iradesiyle karar veren  alışkanlıkların kölesi olmayan insanlar yetiştirdiğimiz zaman dünyaya meydan okuyan bir toplum oluruz. Ancak şehirli ve medeni olduğunu sanıp feodal yaşamın damarlarından gıda alıp hala o zihniyetle yaşayanlar medeniyetin kapısından içeriye giremezler. Dolayısıyla alışkanlıkların kurbanı olmaktan kurtulmak zorundayız, özgürlüğe adım atabilmek için...

Tekrar ediyorum, kazanım kavramına doğru bir anlam yüklememiz ve insani tanım yapmamız gerekir. Toplumsal menfaatlerin gözetildiği ve herkesin devlet şemsiyesi altında gölgelenme hakkının olduğuna inandığımız ortamda kazanım tüm toplumun çıkarına olan olur. Belli bir grubun, çıkar şebekesinin elde ettiklerini kaybetme korkusu asla ve asla kazanım değil, adaletsiz bir uygulamanın özel imtiyaz ve ayrıcalık tanımasıdır. Onun için kazanım kavramına doğru yaklaşmak gerekir. Alışkanlıkların kölesi olmaktan çıkıp herkese insanca yaşayacağı ortamı sunmak için, ideolojik yaklaşımlardan ve farklı inanışlar arasında ayrım gözetmeksizin herkese insanca yaşayacağı ortamı sunacak alışkanlıkların kurbanı olmaktan insanları kurtarmak zorundayız. Bu anlayışla yapılan her davranış sonrası, elde ettiklerimiz bir kazanımdır. Diğerlerinin tamamı toplumsal tabakalaşmaya giden yolları oluşturmak ve tabakalar arası geçişlerin haşin kurallarla önlendiği bir ortam olur. Biz alışkanlıkların esiri olan insanları, onların kapsam alanından çıkarak manevra kabiliyetlerini geliştirecek beyin ve yürek bağımsızlığına kavuşmalarını istiyoruz.

Kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar özgürlüğün doruğunda yaşarlar ,bu insanlar çok tehlikeli ve çok güçlüdürler. Onun için Sömürge anlayışlarını daim kılmak isteyen anlayışlar, böylesi insanların oluşmaması için çok ciddi hareket ederler. İnsanların bu yönlerini törpülemek için, sanal değerler yaratarak, insanları bu değerler etrafında kenetlenmeye taşırlar ki, herkesin içselleştirdiği bir yaşamdan uzaklaşıp bağımsız yaşayan birey olmalarının önünü tıkamak isterler...Ben her ortamda bu ve benzeri konuları dillendirerek insanların bağımsız özgün düşünebilmelerinin yollarını aralamaya çalışıyorum...İnsanın gelecek yaşamı var olandan daha kötü olabilir anlayışı ile yaşaması ile yaşamaması arasında bir fark yoktur. Yarın var olandan daha kötü olacak tedirginliğinin yaşatılmasının arkasındaki yegane güç, insanların sömürüldüğünü anlamalarının önüne geçmektir. Sömürülmek bir kader değil ama bir tercihtir. İnsanlar tercihlerinin sonucuna katlanmak zorunda kalırlar. O halde tercihler öyle kaliteli ve özgürce olsun ki, hiç olmazsa kendim irademle tercih ettim diyebilecek rahatlıkta olabilsin...

Kendi tercihlerine göre yaşayan insanların çektiği acı, hiçbir zaman başkalarının dayattığı istekleri tercih olarak bilip ona göre yaşamanın vereceği acıdan daha fazla olamaz. Başkaları için yaşamak kadar insanı insanlığından çıkaran bir yaşam olamaz...

Herkese çağrım özgür irademizle yaptığımız tercihlerimizi ortaya koyalım kimsenin bize dayattığı yaşamı, kazanımlarımızı kaybederiz korkusuyla, alışkanlık haline getirip savunmaya geçmeyelim...

Hayat çok kısa o da bu gündür. Yani hayat bir gün o da bugündür...Selam ve muhabbet dileklerimle hayırda yarışanlardan olmak ümidiyle, sağlık ve mutluluk diliyorum...

Erol KEKEÇ/03.08.2022/14.27




GECEDEN GÜNDÜZE BİR ÇİZGİ VAR UFUKTA

 Gecenin içindeki yaşam ile gündüzün içindeki yaşam birbiriyle örtüşmeyecek kadar farklılık gösterir. Ancak insan alışkanlıklarına bağlı bir hayatı yaşıyor olmasından dolayı, bunu öyle kolay çözemez. Gece ve gündüz birbirinin devamı gibi görülse de aslında yer değiştirirken birindeki hayatın mesaisinin bittiği, diğerinin mesaisinin başlayacağı anın geldiğinin haberi verilir. Gece, ufkun atılım yaptığı an olduğu kabul edilmeli, ancak gündüz ise bu ufku harekete geçiren eylemlerin kolektif boyut kazandığı andır. Dolayısıyla her ikisinin de kendine göre kendisine özgü özellikleri vardır.

Gecenin her karanlığının içinde nelerin gizli olduğunu insan idrak etse, sanıyorum gündüz mesaisini akşama vardığında noktalamaz. Çünkü gece, gündüz elde edilmeyecek imkânların hepsini içinde taşır. Bu imkânlar gecenin kadrini bilenlerin üzerine ancak rahmet olarak yağmur gibi yağar. Geceden sağa sola dökülenler varsa gecenin içinde nasibi olanların karşısına çıkar. Diğerleri rutin yaşamın kolları arasında ömür takvimini tamamlar.
Gece, akıl idrak ve dikkatin bir noktaya aynı anda yöneldiği zamandır. Bu anda döllenme gerçekleşir ve insan, yaşamının tüm gizemlerini bu vakitte anlayabilir ve yeni gelecek her gününü daha anlamlı ve renkli yaşama gayreti içinde olur. Onun içindir ki insan gecenin sükûnetinden kendisine mutlaka ama mutlaka bir pay almalıdır. Gecenin sükûneti ile ruhun dinginleşmesi arasındaki benzerlik aslında insanı gündüzün meşguliyetinden kısmen de olsa uzaklaştırabiliyor. Ancak insan, dinginliği her zaman kendisi için bir yok oluş ve işe yaramamak olarak gördüğünden daha karmaşık ve ağırlıkların altında olmayı tercih edebiliyor. Yani insan, aslında kendisinden kaçtığı halde sanıyor ki, kendisini yaşıyor. Kendinden uzaklaşan bir varlığın kendinde olmayan özünü nerede arayıp bulması mümkün olabilir ki!
Geceler aslına dönüşün bir işaretidir insan için… Ancak insan geceyi sadece gündüzün yorgunluklarını atacak bir vakit olarak gördüğü için, gecenin rahmetini pas geçebiliyor. Oysa gece çok büyük bir nimettir. Bu nimeti metabolizmanın sağlıklı yaşamını sürdürmesi için gerekli bir nimet olarak görmemek lazım sadece… Bunlar gecenin her anında bulunan gıdalardır. Ancak asıl gıda tadılmamış olan ama hayali bile insanı bulutların üzerinde uçurmaya yeten bir gizemdir.
Gece, tanışmadığımız bir âlemin mesaisinin başladığı, insanların ise zorunlu dinlenme vaktinin başlamasıdır. Zorunlu dinlenme diyorum çünkü insan alışkanlıklarının kölesidir. Dolayısıyla yaratıcı insanların bu alışkanlıklarını yeniden tanımlamak istemediği için, ”Geceyi sizin için dinlenme vakti kıldık” diyor. Büyük buluşların gerçekleşme anı genellikle dinlenme anıdır. Çünkü öncesinde büyük bir çaba ve yorgunluk olur, bu yorgunluktan biraz arınayım derken akıl idrak ve dikkat aynı noktada bir anda buluşunca elektriklenme olur ve üçlü reaksiyon gerçekleşir böylece bir tepkime ortaya çıkar. Sonuca ulaşılma imkânı az olan, gündüzün yönünü belirleyecek, yaşam formülleri bulunur. Yani gecenin bize bağışladığı birçok değer olmasına rağmen, biz bunları idrakten yoksun yaşarız. Gece, sadece karanlıklarla izah edilemez, çünkü o karanlıkların altında bize gayp olan ama bizim için yaratılmış nice nimetler bulunmaktadır. Bu nimetlerin bize açılması ve onlardan istifade eder duruma gelebilmemiz, gecenin kadrini anlamaktan ve onunla dost olmaktan geçer.
Gündüz o kadar meşguliyetlerin kıskacına girmiş ki, içinde yaşayanların ağırlığını taşımaktan kendi içindeki güzellikleri ortaya çıkaramaz olmuş sanki! Ondan olsa gerek gündüze aşina olanlar gündüzün farklı bir yanının olacağını düşünmekten yoksun kalmış gibi… Dolayısıyla gündüzün içindeki hazineler ile gecenin içindeki nimetlerin tamamının insanın kendi çabası ve isteğiyle gerçekleştiği sanılmaktadır. Durum böyle olunca gece ve gündüz, içindeki gizemi insanlara açmaz olmuş. Gecenin uykuyla geçirildiği, gündüzün yoğun meşguliyetler altında boşa harcandığı bir hayattan, insana ancak yüzeysel imkânlar görünür olmuştur. Bunlar da insanın kendisiyle tanışması ve barışık yaşaması için yeterli olmamıştır. Yani insan kendi karanlığını ve kendi yoğunluğunu aslında tercih etmiş ve ona sahip olmak için sanki hayatını feda etmiştir. Hayatın feda ve heba edildiği bir zamanın içinden anlamlı hayat çizgilerini yakalamak öyle sanıldığı gibi kolay olmuyor. Onun için insan gecenin gizemini anlamalı ve gündüzün bereketini idrak ederek yaşamına yeniden bir anlam vermelidir. Yeni bir anlam yüklemesi insanı insan yapabilir. Yoksa var olan yaşamıyla insan, sadece alışkanlıkların hamalı gecenin idrak yoksunu olarak, gündüzü sırtlanmış bir yük hayvanı olarak yaşamanın ötesine geçemez.
Yaratıcı, içinde her türlü hazinelerin ve nimetlerin gizlendiği geceyi insanlığa armağan ediyor, gündüzün meşakkatinin ardından… Bu rahmetin farkında olmayan insan, geceyi kabirdekilerden farksız geçirerek sonraki güne ayyaş ve sarhoş bir kafayla başlayıp, anlamlı bir gün tahayyül ederek kendinden uzakta kendisi için yaşadığını sanır. Ey insan! Kendin için yaşayacaksan gecenin içindeki gizemi, gündüzün içindeki bereketi idrak etmelisin; bunun yolu akıl idrak ve dikkat üçlüsünü hayatının tam odağına koyarak güne başlayacaksın… İşte o zaman, geceler bir anlam bulur, gündüz sana rahmet olur.
Gecenin sessizliği ve gizemini çözmek için gündüzden gelen heyecanımı gecenin bu vaktine sakladım ki, ne arıyordum ne buldum ya da nelere ulaşabildim bunları ruh dünyamda yerli yerine oturtmak için geceyi gündüzün başlangıcına ulayarak gecenin nimetlerine ruhumu saldım… Ruhum, bu beden sensiz olmuyor, sen ise bu beden olmadan nasıl benimle gecenin gizemini anlamaya çalışacaksın, onun içindir ki bana seni gerek seni, sensiz neyleyim dünya verilse elime… Alışkanlıklarımı bırakarak gündüzün içinde, geceye koşarak geldim ki, bedenimle ruhum birlikte ayağa kalsın diye…
Bir gece gizeminden gündüzün rahmetine kavuşmak için, gecenin bu vaktinde ruhumu uyandırayım diye düğümleri tek tek çözerek geldim buralara… Buralar tüm dostlukların karıldığı ruhun ve bedenin birlikte şaha kalktığı yer... Temiz suların akışı gibi ruhumun bedenimle nasıl uyum içinde aktığını görmek içindir tüm çabalarım, umarım amacıma yaklaşmışım…
Sevgiyle muhabbetle ve huzurla kalın…
Erol KEKEÇ/03.08.2022/00.35




x

İSLAMCILIK HEDEFSİZ BİR YAŞAM ARMAĞAN ETTİ

Hedefiniz gözle görülen somut bir gerçekliğe kavuşmak ise, yok olma ihtimaliniz çok yüksek demektir. Dünya eksenli ideolojik yapılanmaların neredeyse tamamı kendilerini  böyle bir hedefe kodladıkları için, bu hedefe varmaları halinde ya da hedefe ulaşmanın imkansızlığına inandıkları zaman, bulundukları yolu kısa sürede değiştirdiklerine şahit olmaktayız. Özellikle bulunduğumuz coğrafya da dini ve ideolojik hareketlerin böylece çözülüp yok olduklarını görüyoruz. Özellikle İslamcı ve Sol ideolojiye mensup olan yapılanmalar çok kısa sürede kendi varlıklarına savaş açar duruma geldiler.

Atmış sekiz kuşağı olarak bilinen, büyük idealler ve hedefler için mücadele eden sol ideolojik hareketlerden günümüzde bir örnek gösterebilir misiniz? Çünkü varmak istedikleri hedef, gücü ele geçirerek güçle sahip olunan imkanlara kavuşmak ve yaşam standartlarını daha yukarılara çekebilmekti. Bunlara kimisi kavuştu, kimisinin mücadele ortamında dar ağacında yaşamı son buldu. Ancak her iki örneği de dikkate aldığımızda bu gün gözle görülebilen idealist bir mücadele hedeflerinin kalmadığını görüyoruz. Hatta o kadar inandırıcılıklarını kaybettiler ki, bir ideolojik hareket gündeme geldiği zaman karşıdaki insanlar tarafından bir kandırılma taktiği olarak görülür oldu. Eski Sol düşünceye sahip olanların çoğu ülkenin dev kapitalist bankerleri olarak yerlerini aldılar. Hatta öyle duruma geldiler ki, geçmiş savundukları düşüncelerini bir çocuk oyuncağı olarak değerlendirip salon sosyalistliği ifadesiyle adlandırıldılar.

Ülkenin yaşam atmosferinin yönünü belirleyecek kadar geniş imkanlara kavuştular, ancak kendi yönlerini bulmakta zorlandıkları ve yön diye bir şeye inançları kalmadığı için, insanların ideoloji ve değer sistemlerine karşı lakayt tavırlar takınmasına öncülük ettiler. Bu insanların her ne kadar ideolojik yaklaşımları olsa da gelinen noktadan baktığımız zaman içlerinde sakladıkları gizli isteklere kavuşmaları onların ideal bir hedeften uzaklaşmalarını sağladı. Dolayısıyla bu topraklarda sol ideolojinin bir toplumsal hareket olarak varlık sahnesine yeniden inmesi artık imkansız hale geldi. Aynı süreçten ibret alınmamış olmalı ki, İslamcılık adıyla hayaller satan ve büyük bir ütopya olarak gündemleri işgal eden, uğruna hayatların yok olduğu hedefler de miadını varlık sahnesine çıkmadan tamamladı ve şu an can çekişir duruma geldi. Hatta o kadar çok itici bir özellik kazandı ki, toplumu kokusuyla rahatsız eden bir leş gibi bir an evvel ortalıktan kaldırılması bile çok geniş kitleler tarafından dillendirilir oldu.

Hedefiniz dünya ölçeğinde elde edilen ve gözle görülen maddi bir kazanım olarak yüreklerde yer edinmiş ise, bu hedeflerin terki ve farklı yaşamların kısa sürede misyoneri haline gelebilirsiniz. Ancak hedefiniz değerler sisteminin yeryüzünde sürekli iyileşmesi ve yaşamın her alanında yaşanabilir olmasının yollarını aralamak ve bu uğurda mücadelenin gerekliliğine inanılırsa, elde etmiş olduklarınızla tatmin olmaz sürekli mücadele ruhunuz alevlenir. Mücadele ruhları canlı olan ve sürekli alevlenenler sloganların kurbanı olmadıkları gibi vitrin değişimiyle istenilen hayatı yakalamanın da mümkün olmadığını çok iyi bilirler. Onların yaşamları esen rüzgarların yönüne göre biçim almaz, aksine rüzgarının yönünü hedeflerine hizmet edecek duruma getirerek, insanlık için faydalı ortamların oluşumuna katkı sunarlar.

İslamcılık düşüncesi bu topraklarda çok kötü bir bahtsızlık yaşadı, henüz filizleri çiçeğe dönmeden her cemaat, tarikat, grup, siyaset gibi oluşumların liderlerinin rahatlıkla kullanıp posası çıktığı zaman yaşam alanının dışına itilecek  pörsümüş ve cazibesini kaybetmiş görüntü haline getirildi. Hiçbir değer sistemi, bir liderin sonsuz kullanımına sunulmuş, kredide sınır tanınmayan harca harca bitmez denecek düzeyde ayağa indirilemez. Böylesi bir ortamın sonuç olarak size sunacağı yaşam, omurgasız hale getirilmiş, yerlerde sürünen kimsenin itibar etmediği, yaşama bir katkısı olmayan pasif edilgen ve itici bir yaşam olur...İslamcılar maalesef ki, bir değer sistemini kendilerinden daha basit duruma getirmeyi bu topraklarda becerdiler. Hatta kendileri olmadığı zaman o değerlerin hiç...…ve....ç olacağını anlatarak kendi itibarlarının değerlere anlam kazandırdığını anlatacak kadar da küstahlaştılar. İslamcılık kavramını biraz hassasiyeti olanların, eleştirilerek kullanımına iyi bakmayacaklarını biliyorum. Ancak bir realite birilerinin iyi bakmamasıyla değişime uğramıyor. Siz bir kavramın anlamını hangi yaşamla tanımlarsanız öyle bir misyon üstlenir. Ondan sonra ne kadar zorlarsanız zorlayınız bir daha o kavramı zihinlerinizdeki kutsal makama oturtamazsınız. Haydan gelir huya gider kavramının ciddi bir anlamsızlığa bürünmesi gibi...Eskiden bu kavramın, mutlak Yaşatan ve yaşayandan gelip oraya gideceği, o olmasa hiçbir şeyin anlam ifade etmeyeceği anlatılırken, günümüzde bedavadan gelip bedavaya gitti, yani öylesine gelip öylesine gitti anlamına büründüğüne şahidiz. Onun içindir ki, kelime me kavramların aslıyetine uygun bir yaşamınız olmazsa, ortaya koyduğunuz yaşamlar o kavramların gizemini önemini ve kutsallığını ayaklar altına alır, sonrasında anlamsız bir kavramı savunur duruma geçeriz.

Bu toprakların İslamcıları, madde ve nisa ile olan imtihanlarını hepten kaybettiler. Bu iki unsur toplumun ibresini belirleyen iki temel olmasına rağmen, ibre kayınca diğerlerinin yerine doğru oturması da imkansız hale geldi. İnsanların duygularına hitap ederken parmağınızdaki bir nişan yüzüğünün olduğunu ve bunun dışında eğer geniş imkanlara sahip olursanız biliniz ki ben çalmışım diyecek kadar kendisiyle iç hesaplaşma yapan anlayışların, bu gün o günlerini yalanlayarak sahip olduklarını korumak için onlara meşru zeminler ve gerekçeler oluşturur duruma geçmek nasıl bir paradoksun yaşam alanındaki karşılığı olabilir.

Bu örnek her ne kadar kişisel olsa da İslamcı anlayışa sahip olanların neredeyse hepsinde bu anlayış kök saldı. Düne kadar haram ve helaller belli iken gücü ele geçirdiğiniz zaman o sınırlar kalkıyor ve yaptığınız her olumsuzluğun mutlaka olumlu bir yanının olduğunu anlatmak için kılıflar uyduruyorsanız, sizin değerlerden oluşan bir hedefiniz yok demektir. Bu gün toplumun içinde bulunduğu acınası  durumu, resmi dini kurumun başındaki şahsın, bunları Allah'ın ayarladığını söyleyecek kadar hakikatleri bağlamı dışında kullanarak olumsuzlukları kapamak için bir sera tabakası oluşturmak istemesi ne kadar insani ve İslami olabilir. Demek ki, İslamcılık herkesin yanındaki helvadan put gibi, acıktıkları her ortamda yenebilen bir nesneden farkı yokmuş. Ondan dolayıdır ki, İslamcılık ifadesi bu topraklarda Kutsal olan ve bir değer sistemi olarak herkesin karşısında saygıyla eğildiği bir değer olmaktan çıkmıştır. Tamamıyla istek arzu ve beklentilerini gerçekleştirmek için bir paravan olarak kullanılan, gerektiği zaman da hayatın dışına bırakılacak bir paçavraya dönmüştür.

Bu örnekleri vermekteki amacım bir günah keçisi oluşturmak değil, ancak bu günahın herkes kendi çapında ortağı olduğunu ortaya koymaktır. Hedeflerimiz içimizde gizliydi kimse bilmiyordu imkanlara sahip olmadığımız dönemde, ancak imkan ve güce ulaşıldığı zaman bu imkanlar gücün başında bulunanlar tarafından vakıf dernek cemaat, tarikat ve gruplara bolca aktarılıp onların yaşam alanları genişlediği zaman çok kutsal bir iş yaptığına inananlar  böylesi bir sona toplumu getirdiler. Hedef net olmalı, Yüce yaratıcı ne diyor, "Ben insanları ve cinleri sadece bana kulluk etsinler diye yarattım..."Kulluk nedir bunu açıklayacak değilim. Münzevi bir hayatı yaşayıp suya sabuna dokunmamaktan bahsetmiyorum, yaratıcıya giden yolları tıkayan din ve güç bezirganları ile mücadele ederek adil bir ortamın oluşmasına katkı sunmak Müslümanın ilk hedefidir. Bu hedef her ortamda devam eder ve insanı canlı tutar. Çünkü Müslüman bilir ki, dünya ve içindekiler hedefe giden yolda bir araçtır. Herkesin o hedefe yolculuk yapması gerekiyorsa, insanlara katkı sunmak imkanları belli ellerde toplamamak ve zulme dönüşmesine kapı aralamamak Müslümanın şiarıdır. Bu da her zaman devam eder. Dolayısıyla hedef bir sonuç değil, eylemdir. Eylem devam ettiği sürece insan yaşamın tadını alır, eylem durağanlaştığı zaman insan hayatı anlamsızlaşır; dolayısıyla hedef ütopya olmanın ötesinde yaşamda karşılığı olan bir canlılık olmalıdır. Bu canlılık öldüğü için bu gün hedefsiz bir yaşamın kolları arasında kapitalizmin abonmanı tüketici bir varlık oluşturuldu. Tükettikçe itibarınız artıyor, tüketemiyorsanız değer kaybediyorsunuz. Yani böyle bir anlayış nasıl olur da, manevi iklimin havasına insanları taşımak için bir kurtarıcı kimliği sahibi olabilir.

Yani diyeceğim odur ki, bu topraklarda İslamcılık ifadesi, Kutsal değer olan, Allah'ın boyası ile boyanın, Allah'tan daha güzel boyası olan kimdir,....Ey iman edenler Allah'tan nasıl ittika etmeniz gerekiyorsa öylece sakının ve sakın ha İslam İsminin yanında başka bir isimle can vermeyin..."Değeriyle anlatılamaz. Çünkü İslam'ı anlayış temiz ideallere göre bir yaşam atmosferi oluşturmayı özetliyor, oysa İslamcılık gizemli, hedefini, imkanları ele geçirince ortaya döküyor, dolayısıyla iki yüzlü bir kavram olduğu için Müslümanın değeri olmaktan çıkıp bir ideolojik boyut kazanmış ve manevi hedefleri imha etmede hiç bir sakınca görmemiştir.

Makalemin sonunda şu uyarıyla satırlarımı noktalamak istiyorum. "Ey elçi Müminleri harekete sevk et...Onlar hep eylem içinde olsunlar yani boş durmak ve bir noktaya takılıp kalmak onları hakikatten uzaklaştırır onun için hep eylem halinde olmamız, bu eylem hem zihinsel hem bedensel olmalı ve adaletin şahidi olarak yeryüzüne huzur ve mutluluğun gelmesi için çabalarımızı devam ettirmek zorundayız. Ancak o zaman hedef hep var olur. Aksi durumda ele geçirdiklerimizi kutsayarak Yaratandan, yaratılanlara kulluk evrimi yaparız adına da İslamcılık diyerek kendimizi kandırırız...henüz imtihanımız bitmedi devam ediyor,o zaman fazla vakit yok kendimize gelelim, yoksa "Rabbimiz düşmanlarımız için bizi fitne kaynağı kılma diyen..."ayetin muhatabı olmaktan kendimizi kurtaramayız....

Selam muhabbet ve hayır dualarımla Rabbim bizleri halas eylesin ve sadece kendisine kulluğa kabul etsin...

Bahadır Hataylı/02.08.2022/14.41