15 Mart 2022 Salı

TOPLUM SÖZLEŞMESİ NEDEN OLMASIN?

Ülkenin içinde bulunduğu bu karmaşa sürecinden, sanıyorum aydınlık ortamlar doğacak gibi geliyor…6 Muhalefet partisinin parti programları ve ideolojik yaklaşımları farklı olmasına rağmen, bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra, toplumdaki farklı kanatları temsilen bir araya gelmeleri, batıdaki toplum sözleşmesini aklıma getirdi.

Her ne kadar farklı sesler yükseliyor olsa da, ben biraz olumlu taraflardan bakmak istiyorum. Son yirmi yılın siyaseti çatışma üzerine kurulmuş bir politik anlayışla varlığını sürdürdü. Özellikle MHP ve Ak Parti ortaklığından sonra tamamıyla çatışma eksenli bir süreç oluştu. İnsanların bir araya gelerek bir paylaşımda bulunmaları sanki iktidarın altını oymak gibi anlaşıldı ve her ortamda en üst perdeden sürekli çatışmacı bir dil kullanıldı. Gezi olayları sırasında Devletin tepesi ortalıkta var olan olumsuz bir durumu, yatıştırması gereken dil yerine, ben %50’yi evde zor tutuyorum diyerek, toplumsal çatışma sinyallerini hep gündeme getirdi. Bu sözleri ifade eden Sayın RTE’nin karakteri, kişiliği ve duruşu dışarıdan bakıldığı zaman öyle anlaşılabilir, ancak öyle demek istememişti de diyebiliriz; ancak sizin tavrınızın ne olduğundan çok nasıl anlaşıldığınız önemli olduğu için, anlaşılan dil, çatışmacı bir dil olduğu herkes tarafından rahatlıkla fark ediliyordu. Bu çatışma ekseninde kurgulanan politikanın, neo liberal bir ortamda devam etmesi ve uzun soluklu toplumsal bir anlayış olarak kabul görmesi öyle kolay değildi. Bir taraftan özgürlüklerden bahsedeceksiniz, diğer yandan baskı ve dayatmalarla insanların özel ve özgürlük alanlarını her koldan kontrol altına alacaksınız, sosyal paylaşım ağlarındaki düşüncelerin ifadesinden dolayı gerekli cezai durumlar oluşturacaksınız. Tüm bunlar ve bunlara karşı bilenen farklı uçlar arasında çatışmaların gittikçe hacim olarak genişlediği bir dönemde, muhalefet partilerinin bir araya gelerek ortak bir metin üzerinde görüş birliğine varmak istemelerini şahsen ben önemsiyorum…

Ancak bizim ülkemizin, sürekliliği olan ve her dönemde de devam edecek bir kaderi var. Bu kader, yönetime kim gelirse gelsin, yönetime gelenlerin gücü ele alınca kendisi dışında kalanları terörle bağlantlandırarak açıklaması, çok kötü bir bahtsızlıktır. Yani kim iktidarsa bu ülkede iktidar dışında kalanların sesi yükseldiği zaman terörist damgası yemesi o kadar kolay olmaktadır.90 yıllarda muhafazakâr dindarlar bu kavramla anlatılırdı her ortamda. 80’li yıllar öncesinde sol kesim ve kısmen de Milliyetçi ülkücü kanat, bu kavramla anlatılmadı belki, ama anarşist diye anıldığını herkes bilir. O dönemdeki anarşist terör anlamına geliyordu. Bu kavramın muhatapları Ak parti iktidarı döneminde değişti, hatta çok daha kapsamlı hal aldı. O gün belli bir ideolojik grup terörist olarak anlatılırken, bu gün iktidarla uyum içinde olmayan ve sesini yükselten herkesim için rahatlıkla kullanılır oldu. Vatan hainliği çok ucuz oldu ve her ortamda hemen karşınıza çıkabiliyor, yani güce sahip olan iktidar yanında değilseniz veyahut ta eleştirel bakış ortaya koyuyorsanız toptan imhacı bir tavırla karşılaşabiliyorsunuz; arkasından hemen vatan hainliği mührü sırtınıza basılabiliyor.

Bu algıların oluşmasının temelinde çatışmacı bir politik algının olduğunu görmek gerekir. Toplumu yönetenlerin doğrudan söylemediği bu ayrıştırıcı ifadeler aşağılara ininceye kadar terörist vatan hainliği şeklinde karşılık bulabiliyor. Hatta gerekirse kızgın kitleler tarafından linçle karşı karşıya kalma ihtimalinizde olabilir. Bunları yatıştırmak ve politikadaki dili çözümleyerek yeni bir dil kullanarak, toplumu manevi değerler ve mana bütünleşmesi etrafında yeniden toplamak gerekir. Çatışmacı dil, taraftar toplama açısından bakıldığı zaman, belki olumlu bir dilmiş gibi gelebilir, ancak pragmatik yönü bir tarafa bıraktığımız zaman, toplumsal bütünlük ve ülke dışından gelebilecek tehlikelere karşı zayıflatıcı ve parçalamaya dönük bir dildir. Onun içindir ki bu çatışmacı politik dilin yerine farklı bir dilin geliştirilebileceği umudunu taşıdığım için önemsiyorum…

J.J Rousseau, Woltaire, J. Locke gibi önemli düşünürlerin “Toplum Sözleşmesi “olarak anlattıkları siyasal düzen gibi, bir toplumsal düzen oluşturmak için bir fırsat olabilir mi, neden olmasın? 6 Muhalefet partisinin bir araya gelmesini bu açıdan değerlendirdiğim zaman biraz umut taşıyorum. Ancak İktidardaki Tayyip Erdoğan’ı devirelim de sonrasında ülkenin yönetimini aramızda pay ederiz şeklinde bir yakınlaşma ise o zaman söylenecek söz yoktur. Ama toplum Sözleşmesi olarak değerlendirirsek o zaman üzerinde biraz durmamız gerekecek…

Hiçbir toplum, tek tür düşünceden oluşan insanların bir arada yaşamasıyla oluşmaz. Toplumu, toplanma merkezi olarak ele aldığımız zaman, bu toplanma alanında her düşüncenin temsili mümkündür, âmâ kimisi az, kimisi normal, kimisi de tam içinde kendisini bulacağı bir anlayışı destekler. Çünkü sizi ve düşüncelerinizi aynısıyla yansıtacak bir ortamı bulmakta zorlanabilirsiniz; ama size yakın olan bir oluşum içinde kendinizi ifade etmeyi isteyebilirsiniz. İşte böyle farklılıkların çoğunlukta olduğu ve gittikçe de daha fazla ayrışmaya gidilen dönemde bunları, 6 farklı partiyle temsilen bir araya gelip, toplumsal gerilimi hafifletmeye çalışmak bana göre kayda değer bir çıkıştır. Çünkü bu çıkış olmadığı zaman insanlar kendilerini dışlanmış, ötekileştirilmiş ve sürekli toplumsal yaşamdan pay almaları gereken bir çatışma ortamı içinde, yaşadıklarını düşünecekler. Bunları önlemek ve insanları toplumsal yaşamın içine çekerek sistemi sahiplendirerek sistemle entegre etmek için atılan olumlu adımlar olduğuna inanıyorum. Muhalif partilerin bir araya gelerek bir deklarasyon açıklaması, Toplumun tüm kesimlerine sistemi sahiplendirme olarak görüyorum.

Muhalefetteki bazı parti liderlerinin açıklamalarını dinlediğim zaman, kendi aralarında birinin düşünceleri altında birleşmediklerini, herkesin kendi bütünlüğü ile, o oluşum içinde bir araya geldiklerini anlattıklarını gördüm. Bu durum çok iyi bir gelişmedir. Yani toplumsal yaşamın farklı unsurları, ortak hazırlanacak bir metin üzerinde anlaşarak yaşayabilecekleri ortamı oluşturabilecekler demek ki; Bu bizim toplum için olağanüstü bir gelişme olur gerçekleşirse. Farklı unsurların bir arada olması her zaman toplumsal yaşam için olması gerekendir. Benzerlikler veya aynılıklar genel olarak kabul gören bir oluşum olmuş ise, orada yanlışların hainliklerin, olumsuzlukların ardı arkası kesilmez. Ama farklı unsurlar daima birbirinin kontrol mekanizmasıdır. Bunu daha net anlatacak, geçmişte Anadolu’da yaşanmış bir olayı anlatmak isterim. Almanya’da işçi olarak çalışan bir köylü, yazın köyüne geldiği zaman, kendisiyle araştırmacı olan bir Alman arkadaşını da köyüne getirir. İki hafta Alman arkadaşı köyde kalır, köylülerle tanışır onların içine girer onlardan biriymiş gibi bilgi edinmeye çalışır yani katılımlı bir gözlem yapar. Herkesin olduğu ortamda köylülere kaç tane traktörünüz var der. Köylüler hepimizin traktörü var derler. Oysa üç beş tane ancak traktörleri olmasına rağmen hepimizin traktörü var derler. Misafiri uğurladıktan sonra kendi köylüleri olupta Almanya’da çalışan arkadaşları onlara, sizin o kadar traktörünüz yok ki niye öyle söylediniz dediğinde, elin gâvuruna karşı rezil mi olalım diye cevaplarlar. Buradaki inceliğe dikkat edersek kendi aranızda normal olan bir durum başka birisi olduğunda ona karşı daha farklı tavırlar içine girebiliyorsunuz. Bunu okullarda görmekte mümkündür. Sade kız ya da sade Erkek liselerinde kontrol daha güç sağlanırken, karma okulların kontrolü, biraz da öğrencilerin kendi içinde olmaktadır. Onun için farklı düşüncelerin toplumsal kurumlarda yer almasından çekinmemek lazım, bu durum sistemin devamlılığına katkı sunmakla kalmayıp, sistemin kaçak ve kayıplarını da aza indirger.

Muhalif politikacıların bir araya gelmesi farklı kaçakları tıkamaya dönük bir çaba içinde olduğunu görmek lazım. Kol kırılır yen içinde kalır anlayışını imha etmek için bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Onun için de Türk siyaseti açısından olumlu sonuçlarının olacağına inanıyorum.

Politika, bir ideoloji, din ve etnik köken üzerinden yapılıyorsa, o bakış çok küçük ve toplumsal yaşamı kuşatmaktan aciz ve cılızdır. Siyasetin, Siyasi bir söylem olan Ortak yaşam alanı oluştururken, bu alanda herkesin kendi varlığını özgürce yaşaması, başkasının hak ve hukukuna tecavüz etmemesi için Toplum sözleşmesi oluşturması kaçınılmazdır. Toplum sözleşmesi, farklı programları olan ve farklı kitleleri temsil eden siyasi partilerin, kendi programlarını asgari düzeye çekerek ortak alan için azami müştereklerde anlaşarak hukuken herkesin uymak zorunda olduğu toplumsal nizam için gerekli ilkeleri hayata geçirme antlaşmasıdır. Bunun uygulamaya geçmesi demek, toplumsal yaşam içinde kendisini öteki gören kimse olmadığı gibi, kendisini ayrıcalıklı bir yerde görecek kimse de olmayacaktır. Yani devletin kurumları ve hukukun kuralları herkese aynı düzeyde yakın ve uzak olacaktır. Hukuk sadece, insanların toplumsal düzene yönelik olumsuz eylemlerini ve başaklarının yaşam ve imkânlarını ortadan kaldırmaya dönük faaliyetlerini önlemek amaçlı devreye girecektir. Dolayısıyla hukuk ideolojik olmaktan çıkacak, sistemi koruyan hukuk değil, insanı sistem içinde koruduğu için kutsal boyut kazanan bir hukuk sistemi ortaya çıkacaktır. Bu sistem, o hukukun oluşmasını sağladığı için, sistemi herkes sahiplenir ve sisteme karşı yapılacak olumsuz çabalar, toplumdaki her fert tarafından önlenir. Çünkü yüksek bir toplumsal denetim sistemi gelişir.

Genellikle büyük bir çoğunluğun bu oluşumun resmine bile tahammüllerinin olmadığı ortamda, ben toplumsal sistemin tıkanıklığının açılmasına katkı sunacak bir çaba olarak görüyorum. Ondan dolayı da bu tür oluşumların artması için aydınların fikir beyan etmelerinin gerekliliğini düşünüyorum. Fikir beyan etmek, Güce sahip olan yönetim erki ile ortak dil kullanarak ötekileştirici bir üslup kullanmak olmamalı diye inanıyorum. Çünkü gazete köşe yazarlarından TV yorumcularına kadar ortalıkta gezenlerin çoğu, davulun sesi nereden geliyorsa davulun sesini arkasına alarak horon tepinmenin dışında bir icraat ortaya koymuyor. Dolayısıyla ajitasyona dayalı bir toplumsal gerilim psikolojisi yaşatılıyor. Kitleleri bu tarz oyunlarla ya imha edersiniz, ya da kendinize döndürürsünüz. Düne kadar sizi yere göğe sığdıramayanlar bir anda sizin için ağza alınmayacak sözleri sarf etmekte bir beis görmez. Nedeni ise aldatılmış olduğuna inandırılmış olmalarıdır. Burada her kesimin görmesi gereken ince detayların olduğunu düşünüyorum. Ne muhalefet ne de iktidar bizim toplum için söylüyorum sütten çıkmış ak kaşık değildir. Bizler onların tıkandığı noktaları görüp düşünce ve fikir üretmemiz gerekirken, ne yazık ki kim tutar seni der gibi, övgü ve naatlar dizmenin ötesine geçemiyoruz. Levis Coser’in dediği gibi, kim bilir belki de çatışmanın olumlu fonksiyonlarının ortaya çıkacağı zamana geldik… İnşallah aydınlık sonuçlara ulaşmak dileğiyle diyorum…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/15.03.2022/01.25


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder