18 Mart 2022 Cuma

GEÇMİŞİN İSTEĞİ VE POLİTİKANIN KISKACINDAN ÇIKMALI EĞİTİM

Gelişmemiş devletlerin eğitimden anladıkları, standart örgün öğretim kurumlarında geçirilen zamana bağlı olarak, oralardan alınmış olan diplomalardır. Diploma sahibi olmak eğitimli olmanın en belirgin özelliğidir. Mesleki yeterlilikten anlaşılan da, meslek eğitiminin verildiği kurumlara hiç uğramadan ve o meslek hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadan sertifika sahibi olmaktır. Son yıllarda ülkemizde de bu alanda mesleki yeterlilik sertifika programları olduğundan fazla rağbette, neden niçin, onu alanlar ne işe yarıyor bilen anlayan ve gören yok… Ancak bir mesleğe iş başvurusunda bulunduğunuzda o sertifikalara sahip olmanız şart, ancak o meslek hakkındaki tecrübe deneyim, ilgi ve alakan o kadar önemli değil… Esas önemli olan senin sertifikan da değil, işin aslına bakarsak peki nedir önemli olan diye sorabilirsiniz; sertifikaların kimler tarafından verildiği ve hangi kurumlara böyle bir hakkın tanındığı ve onların bu işten ne kadar kazandığıdır asıl önemli olan…

Bu örnek bizim ülkemizde esasla bu işlerin ne kadar ilgisinin olmadığını gözler önüne koymak için yeterli olsa gerek. Prosedüre uygun olduktan sonra sizin yapacağınız işin, alacağınız sertifikanın içeriğinin ne olduğu hiç önemli değil, önemli olan kanuni mi değil mi, eğer kanuni ise her şey tamam demektir. Belge sahibi olmanın, işin ehli olup olmadığınızın göstergesi sayıldığı bir yerde, deneyimlerinizin tecrübenizin işinizi severek yapmanızın, işiniz üzerine çığır açacak bir zenginliği barındırmanızın hiçbir önemi ve ehemmiyeti yoktur. O belgeyi alabiliyorsanız mesele tamamdır. En iyi ekonomist olabiliyorsunuz, hukuk hakkında tek söz sahibi oluyorsunuz, bunun en güzel örneklerinden biri şu anda canlı olarak varlığını sürdürmektedir. Bundan 35 yıl önce Sivas Cumhuriyet üniversitesinde bir araştırmacı bilim adamının, ismi önemli değil, zakkum ağacından kanserin bazı türlerinin iyileştirilmesini yapabileceğini ve bu çalışmaların da devam etmesi gerektiğini söylemesiyle, o günün bilim kilisesinin ülkemiz içindeki piskoposları tarafından aforoz edildi. Ve o insan soluğu ABD’de aldı tam bir beyin göçü gerçekleşti. Peki, bu kadar set olanlar nerede dersiniz o günün Türkiye Ontoloji enstitüsü başkanı Top sakallı Topuzun, şiddetle karşı çıktığı, bunun bilimsel olması için ABD’deki şu dergide yayınlanırsa ve oradaki kurul bunu onaylarsa, biz ancak kabul ederiz, yoksa bitkilerden tedavi ürettiğinizi söylediğinizde dünya size güler ve maskara olursunuz. Bilim piyasasında saygınlık kaybederiz bu konuşmalar yapılmamalı, devlet bunun için gerekli önlemi almalı diye TV kanallarında bir oradan bir başka yere geziyordu. O gün Bitkisel çalışmaları dışlayan bu Top sakallı, bugün tam sakallı olarak bitkisel Tedavileri ve alternatif Tıbbın faydalarını anlatarak programlar yapıyor, yönetime yakın olan TV kanallarında… Yani anlayacağımız Bilim ve Bilim adamlarının doğrulukları da güce ve imkânlara sahip olanlara göre yörüngesini yeniden çizebiliyor. İşte eğitim için yapılan faaliyetler ve o alanda alınan sertifika ve diplomalar da bundan farklı değildir.

Eğitim ve kültürel birikim nasıl elde edilir, bunu anladığımız zaman resmi ortamlardan alınan diplomaların Devletin kurumlarında bir işe girmek veya diplomaların nerden alındığına bakan, kariyer düzeyiniz nedir diyerek gerilek gururla insanları işe alacak olan, Bazı İK diye bilinen ama insan kaynağını anlamaktan aciz batı ağzıyla işe alım yapan simsarlar tarafından değer ifade eder. Ama Gaziantepli Mennan Usta kimseden diploma almadı, ama tüm uluslararası fuarlara girişi yasaklanmıştı, çünkü gördüğünü aynı anda yapıyordu o Antep’in sanayisinde el yordamıyla yetişerek eğitim almış; ilkokul okumuş bir dehaydı. Tüm bunları ve daha nice örnekleri biliyor olmamıza rağmen, gelişmemiş ülkelerin eğitim anlayışının ne anlam ifade ettiğini anlayan var mı? Ben yıllarca Eğitim ile uğraşan ama eğitim değil doğrudan bilgi aktaran bir trafoyla okulların kuşatıldığı ortamda, eğim öğretim yapan biri olarak şu ana kadar bir eşey anlamadım.

Dini eğitim müesseslerimiz de bundan farklı değil, binlerce hafız yetiştirdik diye övünür dururuz, hafız yetiştirmedik, boş bir diskete dışarıdan ses yükledik onların açma düğmesine basınca dinliyoruz. Resmi Okul müfredatını, tamam başkaları yaptı diye, eleştirilere bir nebze olsun hak versem de, hafızlık konusundaki ezberleme ve belleği doldurmanın adına eğitim diyerek, okuduğunu anlamayan anlamsız söz dizimi haline getirilen bir kitabın lafızlarını okuyanların seslerindeki ahenkle transa geçip rahatlatılan bir ortamda, hangi eğitim ve anlaşılan bir kitabın hayata ne kadar dokunduğunu anlatabilirsiniz.

Eğitim hayata dokunmadır. Hayatın işlevsiz kalan uçlarını açarak, oralardan yaşama bazı elektriklenmelerin gelmesine katkı sağlamaktır. Oysa bizim gibi gelişmemiş toplumların istisnasız hepsinde Eğitim, hiçbir anlamı olmayan ama insanların çok değerli bulduğu kâğıt parçasından ibaret olan o diplomalardan başka bir şey değildir. Üniversite de okurken Hukuk sosyolojisine gelen hocamız sınıfın geneline bir soru sormuştu, arkadaşlar içinizde ders notları dışında hiç kitap okumayan var mı diye, Sınıfın tamamından bir arkadaş hayatı boyunca o güne kadar hiçbir kitap okumadığını söylemişti ve o arkadaş ertesi yıl okullarda felsefe dersleri anlatmak için öğretmen olarak atanmıştı, arkadaşımız tam otuz yıldır, devlet okullarında öğretmenlik yapıyor, sonradan kendisini geliştirmediyse, öyle bir anlayışın nesle vereceği ne olabilir. Onun atamasını sağlayan, sadece o diplomaya sahip olmaktır. Yani diyeceğim o ki, eğitim herkesi bir okuldan mezun edip ona bir kâğıt parçası vermek değildir. Eğitim, Mennan ustalar, Oktay Sinanoğlular yetiştirebilmektir. Cemil Meriç gibi bir entelektüel beyniniz yoksa nasıl bir eğitim ki, çağ ileri giderken biz geçmişleri örnek vererek, örnek göstereceğimiz yenileri bulamaz olduk. Demek ki, gelişmemiş ülkelerdeki eğitim kurumları farklı işlevler için hizmet etmektedir. Eğitim kurumlarının bu işlevsel yönünü anlayarak ortaya çıkarıp, onu bertaraf etmediğimiz zaman, gelecek dönemler çok daha olumsuz vakaların yaşanacağı bir yer haline gelecektir.

Her vilayete bir üniversite, neden niçin ne adına diye elbet sorma hakkımız olmalı… Biz üniversiteye girdiğimiz dönemde 23 Üniversite vardı Ülkenin tamamında ve meslek kolları daha yaygın, insanlar okula gidemeyeceklerini anladıkları zaman bir meslek sahibi oluyor hayata başlıyor yaşama katkı sunuyordu. Ortaokuldan bir mesleğe yönelememiş olsa bile, lise sonrası en azından hayata atılacak zaman buluyordu. Geldiğimiz noktada Üniversiteye giriş sınavı TYT’de barajın kaldırılmasının anlamı boşta öğrenci kalmasın, herkes üniversiteli olsun ve en azından bir beş yıl daha, işsizlik oranına bu nüfus yansımayacak ve işsizlik TÜİK raporlarında düşük çıkacak. Ama bunlar 18 Yaşını geçtiği için öğrenci sayılmazsa doğrudan işsizler ordusu içine gireceği için, işsizleri bir beş yıl daha öğrenci olarak bekletip beş yılsonunda işsiz bıraktığınızda acaba mutluluğu mu artıyor ki, hayata beş yıl kayıpla bu çocukları hazırlıyoruz diye soranlar olmuyor. Yani insanları yaşamla mücadeleye hazırlamayan, beynin işlevlerini harekete geçirmeyen, değişik bakış açıları yaratmayan, toplumsal yaşam içinde insana insan olmanın bilincini kazandırmayan bir Eğitim, eğitim olamaz.

Gelişmemiş ülkelerin en büyük bahtsızlıkları, ülke yöneticilerinin kendilerini toplumun sahibi olarak görmeleridir. Bir yönetici, topluma kendisine ait bir mal ve eşya gibi baktığı ortamda, eğitimden bahsetmek zaten başlı başına bir açmazdır. Eğitim sahipli bir eşya için değil, nerede ne zaman nasıl davranacağı belli olmayan, algılayan seçebilen ve tepki gösteren gerektiğinde kendi aklını her şeyin üzerinde tutan bir insan için gereklidir. Hayvanlarla ilgili eğitim için burada bir şey anlatmayacağım. Bizim için önemli olan, bu gelişmemiş ülkelerdeki nesillerin bir bellek gibi görüldüğü ve bu eşyasal belleğin istenilen bilgilerle doldurularak ona bir diploma vermekle onu eğitmiş olmadığımızdır. Eğitim, ehliyeti, liyakati, yeteneği, motivasyonu içselleştirmeyi, sorumluluğu ve farklılıkları ortaya çıkarıp az zamanda çok büyük işlerin yapılmasını sağlar. Heder olan nesillerin önünü keser, onları verimli ortamlara kanalize eder. Medeniyet yarışında mücadele eden ve toplumsal kimliklerini bireysel ferdi kimliklerinin çok üstünde tutarak, toplumsal değerler içinde kendisine anlam yükleyen nesillerin oluşumuna katkı sunar. Eğitim, zamanı geçirecek ortamları kaldırır, zamanı doğru ve yerinde değerlendirecek zamanla yarış içinde genç dimağlar oluşturur. Çevremize tarafsız bir gözle sorumluluk sahibi insanlar olarak baktığımız zaman, hakikaten bizim ülkemizin de bu gelişmemiş ülke kriterlerine uygun bir eğitim modeline sahip olduğunu söyleyebilir miyiz?

Yeni kuşakların kitaplarla ilişkilerinin olmadığını hep anlatıyoruz, oysa yeni nesillerin okuma konusundaki seçimleri bizimle farklılaştı. Bizim okuduklarımızı ve bizim okumada kullandığımız aparatları şu an kullanmıyorlar. Onlar daha çok dijital ortamlardan faydalanıyorlar. Ellerinde bir kitap taşımayı değil, âmâ içinde kitabın da yer aldığı bir küçük telefondan bu işlerini çözebiliyorlar. Peki, bizim okuduğumuz kitaplarla benzerlikleri nasıl diye bakarsak, işte orada çok büyük farklılıklar göze çarpıyor. İlgi alanlarımız ve hayata bakış kriterlerimiz farklılaştı. Yeni nesiller kendi yaşamları devam ettiği sürece imkânların onlara hizmet etmesi gerektiğini düşünürken, eskiler sahip olduklarını koruyarak ve daha fazla da katarak sonrakilerin de buna sahip çıkarak, onu korumaları gerekir mantığıyla hayata baktığı için, önemli ve önemsizler de böylece değişmiş oluyor. Bu bakış algısı eğitim standardımızın belirlenmesinde de etkili olmaktadır. Eskiler eğitime, kendileri gibi birinin yetiştirilmesi gerektiğine bakıyorlardı. Yani ölçü sadece kendileriydi, kendi dışlarında ortaya çıkacak bir doğrunun kabullenilmesi öyle kolay olmuyordu. Babası yat deyince yatan kalk deyince kalkan bir dediğini iki etmeyen oğlum çalışma ama bu okulda beş yıl bekle, filanın çocuğuna yakışmadı demesin kimse… Yeter ki seni benim çocuğum gibi herkes görsün; diye eğitime bakardı. Devlette Bu algıdan farklı düşünmüyor. Çocukları okuttuk,okuma yazma çok iyi, ülkemiz kalifiye elaman noktasında Avrupa’da şuraya geldi buraya gitti vs. Övünebilmek adına nesilleri heba etmeyi tercih edebiliyor. Çoğu zaman da yanlış politik anlayışların kurbanı olarak nesillerin hayatı kararabiliyor.95 ile 2000’li yıllar arasında Liselerdeki Kredili sistem uygulamasının ortaya çıkardığı nesiller, eğitimde ciddi bir kopuşun yaşanmasına neden oldu.2003 ten sonra ki politik anlayış, Liselere giriş sınavları için önce LGS, SBS ve sonrasında da TEOG diye sınav sisteminde sürekli yaptığı değişimlerle Ortaokuldan Liseye geçişte çocuklara ciddi anlamda sarsıntı yaşattı. Yükseköğretime geçiş sınavlarında yaşanan çeşitlilikler de sınav müfredatının içinde yapılacak iyileştirmelerden çok, yapılacak sınavın adının değişmesiyle sınavın yüksek kalitede bir sınavmış gibi yansımasına neden oldu. Dershanelerin kapatılması diye başlayan süreç uzun bir süre insanları iyice sarstıktan sonra şimdi dershaneciliğin alası yeniden yapılmasına rağmen, kimse dershanelerle ilgili bir çift söz etmiyor. Yani günlük yatıp kalkıp aklınıza gelen her şeyi bir neslin geleceği üzerinde denemek isterseniz sağlıklı sonuçlar asla alamazsınız. Dershanecilik eğitimin önündeki en büyük engel olarak ifade ediliyordu, ne oldu da bu engel, engel olmaktan çıktı. Geçmişte MEB’de çalışan resmi bir öğretmenin aldığı maaşın en az 5 ile 10 kat arasında değişen oranda fazladan maaş alan bir dershane öğretmeni, şimdi geçim derdine düşmüş ve MEB’de çalışan bir öğretmenin aldığı paranın yarısını alamaz duruma gelmiş. Şimdi soruyorum eğitimin kalitesi bir taraftan aşağı çekilirken, öğretim kurumu olan dershanelerdeki öğretmenlerin yaşam standartlarının aşağıya çekilmesinde siyasi politik anlayışın bir etkisi olmamış mı dersiniz, yoksa bu siyasi algının yanlış eylemleri mi, bu sonuçları ortaya çıkardı. Yani bu anlayış kurum sahibi patronların kazançlarını arttırırken emekçilerin emeklerinin karşılığını alamaz duruma getirdi. Sebebi ise bu karmaşık süreçte, önümüzü görmüyoruz diyerek çalışanlarını korkutan patronlar, emekçilerinin haklarını kısmayı kendisi için bir hak olarak gördü. Diyeceğim o ki, siz günlük üzerinde düşünülmemiş ve hırsla istediğiniz bir düşünceyi toplum yaşamında uygulamaya koymak isterseniz, hem maliyetin hem de manevi ve nesiller üzerindeki olumsuz faturasının altından kalkamazsınız. Kalite ve kalifiye insan yetiştirmezsiniz, sadece ve sadece sistemin işleyişini engellemeyecek düzeyde nesillerin enerjisini biraz daha farklı alanlarda harcayarak sizin üzerinizde yoğunlaşmalarının önüne geçersiniz ama asla mutlak kaderi önleyemezsiniz. Mutlak kaderin içinde yer alacağımıza inanıyorsak o kaderin iyi ve kötü olması insan elinde olmasına rağmen insan böyle olumsuz bir sonun içinde olmayı neden arzular.

Bizim ülkemiz gelişmemiş ülkelere daha yakın olduğu için, onların eğitim mantalitelerinde olması gereken değişimlerin tümü bizim ülkemizde de olmalıdır.

 

Ülke yönetimine gelen farklı politik anlayışların kendi siyasi rantlarını arttırabilmek için, okulları ve eğitimi bir deneme laboratuvarı olmaktan çıkarmak gerekir. Bunun önüne geçilmediği sürece bizim okullarımız bir eğitim kurumu olma hüviyetini kazanamayacaktır. Üniversitelerimizde devletten maaş alabilmek için, siyasi iktidarların kendi adamlarını, akademik çalışma yaptırıyormuş gibi, oralara doldurarak kara trenin vagonları gibi işlevsiz bir yığın akademisyen ortaya çıkarır. Her ile bir üniversite anlayışı böyle bir süreci zorunlu kıldı birazda… Kâğıt üzerinde mesleki itibarı tescillenmiş akademisyen ve bilim dışı bilim adamları türedi. Bu işe kendisini vermiş hakikaten tüm özverisi ile yanlış eğitim anlayışı içinde, doğru çalışmalar yapan Bilim adamı akademisyenlerimizi saygıyla karşılıyorum. Benim söylemlerim, politik algıların, kendisini savunur bilim adamları yaratmak mantığının içinde kalanlar içindir.

Ülkemiz için şunun altını özellikle çiziyorum. Resmi ideolojinin eğitim konusunda üzerini çizdiği satırları bulalım ve onların üstünü değil altını çizelim. Eğitimi, siyasi partilerin tıkandığı yerde hemen başvuracakları yazboz tahtası olmaktan uzaklaştıralım. Devletin, politik iktidarlara göre değişmeyecek, bilimsel raporlara dayanan ve uzun soluklu uygulama gerektiren sürekliliği olan planlamaları içine alınmalıdır. Bunları yapmak devletin asli görevidir. Bunu acilen ve ivedilikle çözüme kavuşturacak ve uygulaması olan bir program haline getirmesi zorunludur. Devlet bunu yapmayacaksa, yarınlar bizim uzaktan bakacağımız ve önümüzden hızlıca geçecek terene benzeyecektir.

Ne bizler bakıyor olalım sadece, ne de gelecek nesillerimiz heba olmasın diyorsak, tüm sorumluluk sahibi düşünen idrak sahibi aydın entelektüel bilim insanlarını bu sorumluluğun altında bir tuğla olmaya davet ediyorum… Yarınlarımız olmayacak bu günümüz olmazsa, nesillerimizin yarını bizim bu günümüzdür bunu unutmayalım…

Uçlarda gezerek sizlere rahatsızlık verdiysem kusuruma bakmayınız, selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/18.03.2022/02.26

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder