31 Mart 2022 Perşembe

DEVLET HUKUK ADALET VE MERHAMETTİR

Devletin varlık sebebini bilmeyenlerin, devlet yönetimi içinde bulunmaları devleti rayından çıkarır. Devlet güç kullanma hakkına sahip olan tek toplumsal kontrol sistemidir. Gücü kullanım yeri de yine hukukla belirlenmiş o çerçevede güç kullanımı yapar. Devlet, toplumla birlikte ortaya çıkmıştır. Bireysel yaşamın olduğu bir yerde kimsenin güçle kontrol altına alınma gibi bir zorunluluğu doğmaz. Âmâ bir arada yaşıyorsanız ve insanların çıkarları ve beklentilerinin de birbiriyle çatışma riski varsa, bu çatışmaları ortadan kaldıracak ve rakipleri uysallaştırıp onlara gerekirse müeyyide uygulayacak güçlü bir denetim organizasyonuna ihtiyaç hâsıl olmuştur. İşte devlet, bu ihtiyaçları karşılamak için ortaya çıkan sistemin adıdır.

Devletin varlık gerekçesi bu ise, devletin amacı bu gerekçeye uygun kontrol yapabilmek ve toplumsal düzenin karmaşaya yol açmadan yaşaması için gayret etmesi gerekir. Tüm gayretlerine rağmen toplumsal işleyişi ve yaşamı sarsmaya dönük faaliyetler varsa onların bu eylemlerini ortadan kaldırma meşruiyeti doğar. Ancak devlet bu meşru haklarından doğan görevlerini aksatıyor ya da uygulamıyorsa, devlet çok büyük bir sorumluluk altına girer ki, kendi güvenirliliğini kaybeder. Güvenirliliğini kaybeden bir devlet denetim gücünü de yitirir. Devletin yerine getiremediği ya da aksattığı bu görevlerden doğan boşluklar, toplum içindeki hastalıklı insanların ekmeğine yağ sürmek olur. Kendilerine göre kanunlar yapar ona göre yaşar ve toplumda her türlü kaosun oluşması için çabalarlar, çıkarları her şeyin üstünde olur. Bu çıkarlarını devam ettirmek için bütün bir toplumu imha etmeyi göze alabilirler. Hatta bu boşluklardan doğan illegal organize örgütler doğar. Onlar da Devlet adına görevlerini yerine getiremeyen veya aksatan kurumların işini yeraltı dünyası diye bilinen bu gruplar yapar. Yani Düzen bozulur. Her an yaşamınız zorlaşır. Günün başı ile sonu arasında ne ile karşılaşacağınızı kestiremezsiniz, her an endişe ve kaygıyla yaşamınız geçer.

Devlet, insanların zenginleşme aracı değildir. Devlet bir ticari müessese değildir ki, insanlar zenginleşmek için devlet içinde bir yerde olmak istesinler. Üçüncü dünya ülkelerindeki devlet tanımı, konunun başında anlatmaya çalıştığım tanımla uyum içinde olmadığı için, devletin ve devlette görev yapanların ne yapacaklarını kestiremiyorsunuz. Devlet, insanlara hizmet organizasyonudur. Bir şirketin içinde, denetim kurulu, istişare kurulu, yönetim kurulu, genel kurul vs. gibi oluşumların ne yaptığını, bu işlerle ilgilenen herkesin bildiği muhakkaktır. İnsanlar yaptıkları işin karşılığı olarak ücretlerini alırlar ve görevlerini layıkıyla yaparlar. Devlet bir şirket yönetiminden farklı değildir. Ancak devlet yönetimi üçüncü dünya ülkeleri için, ülke nimetlerini toplumun diğer kesimlerinden daha imtiyazlı kullanmak ve sahip olmak için, devlet gücünün arkasına sığınarak ya da sırtı devlete dayayarak, devlet içindeki insanların kendilerine ayrıcalıklı bir yaşam alanı oluşturma aparatına dönmüştür. Devleti böyle bir anlayışla yöneten tüm ülkelerin halkları, gözyaşı acı kan revan ve fakirlikten başka bir yaşamla karşılaşmıyorlar.

Devlet, aynı toprakta yaşayan insanların kendi özgür iradeleriyle yapacakları eylemlerini, kendileri adına kimseye haksızlık yapmadan daha adil ve sistemli yapılması için toplumun büyük çoğunluğunun onayıyla oluşan organizasyona, bu görevleri vermesiyle ortaya çıkar. Devlet bir görevlendirmedir. Devlet, ancak kendisi için yapılan bu görevlendirme işini yapar. Eğer devlet görev alanında gerekeni yapmıyorsa, bu görevi kendisine veren insanlar tarafından bu görevden azledilmeyle karşı karşıya kalır. Devlet belli ayrıcalıklı bir grubun, halkın çocuklarından oluşan gücü kendisini kutsallaştırarak kendisini korumakla yükümlü kılıp, kendisine bu görevleri verenleri imha etme gibi bir görevi yoktur. Tekrar ediyorum, devlet karmaşıklığı önlemek ve sistemli bir hayatı sürekli kılmak için oluşturulan organizasyonun adıdır. Ancak bu organizasyona diğerlerinden farklı olarak bazı ayrıcalıklar da verilmiştir. Bunların başında güç oluşturma ve bu gücü hukuk içerisinde adil olarak uygulama görevi vardır.

Devlet kendisi için belirlenen bu görevleri yerine getirmek için belli birimler oluşturarak bu birimlerin görevini yerine getirmesi içinde hiyerarşik bir yapılanma yapar. Bu yapılanma içinde her fert yaptığı işin ve o işte geçirdiği zamanın karşılığı olarak bedelini alır ve kendi yaşamını sürdürür. Tüm bu oluşumların olmasını isteyen halktır. Halk kendi yaptığı işinden belli bir bedel ödeyerek, kendileri için yaşamı kolaylaştıran organizasyonun çalışanlarının emeklerinin karşılığını devletin kendi belirlediği bir yerde toplayarak çalışanlarına dağıtılmasını sağlar. Yani devlet halkın dışında bir oluşum değildir. Halk istediği için vardır. Ancak üçüncü dünya ülkelerindeki devlet algısı, geçmişten bu güne devredilen bir miras gibi bilinir ve o mirasa kim konarsa o mirası istediği gibi har vurup harman gibi savurarak kullanma hakkı olduklarına inanırlar. Ondan dolayıdır ki, devleti yönetmeye talip olanlar, devlet yönetimine gelirken kıt imkânlarla gelir, fil yükü para ve altınlarla oradan ayrılırlar. Oysa devlet onlara böyle bir imkân vermediği halde bunlar o imkânlara nasıl kavuşurlar. Devlet yönetimine gelmeden önce bir ticari müesseseleri, atalardan kalan bir miras, şans oyunlarıyla elde ettikleri bir kazanç değilse kazanımları, kendilerine teslim edilen emanetleri çaldıklarının kanıtı olur. Çünkü devletteki makam, taksim edilen maaş dışında başka bir kazanımın olamayacağı yerdir. Devleti böyle görmezseniz, her gelen devletten kazanım sağlamak ve imtiyazlı sınıf arasına girmek için devlet yönetiminde olmak isteyecektir. Devlet yönetimine gelenlerin 1.2. hatta3. Derecede akrabalarına kadar hepsinin malvarlıkları araştırılmak zorundadır. Eğer devletin ayrıcalıklı bir ortam olduğu anlayışı değiştirilmek istenirse, mutlaka ama mutlaka bunlara riayet etmek hem zorunlu hem de sürdürülebilir olması şarttır.

Bizim ülkemizin, üçüncü dünya ülkelerinin devlet algısından farklı olmadığı kanısındayım bu açıdan bakıldığı zaman… Devletin, topluma hizmet yapmak için kendi iç işleyişini sağlamak için oluşturduğu hiyerarşik yapı, hiçbir zaman ayrıcalıklı bir oluşum olamaz. Onlar, bu halka hizmet etmek ve onların talepleri doğrultusunda kurulan devletin sürekliliğini sağlamak için oraya gelirler. Oraya gelenler kendilerini Azrail’in görev verdiği yeryüzündeki temsilcisi olarak göremez. Bulunduğu yer ona saygınlık kazandırmaz. Kişi saygınlığını kişisel çaba ve rollerini doğru ve iyi oynamaya göre elde eder. Bireysel saygınlıklar arttıkça, statüsel saygınlığa dönüşür. Bu saygınlıklar kurumsal işleyişte olumlu sonuçlar ortaya çıkardığı zaman kurumsal ve makamsal saygınlıkları beraberinde getirir. Yoksa çokça duyduğumuz olmuştur. Sen bu makama saygı göstermek zorundasın diye… Ben bir makama niçin saygı göstermeliyim, o makam insanların işlerini düzenli yapıyor, alçak gönüllü, kolaylaştıran ama asla zorlaştırmayan bir makam olmuş ise, zaten saygınlığı kendiliğinden alır. Fertler ona saygıyı bir borç bilir. Öyle olmadığı halde, ben bu makamı temsil ediyorum sen bu makama saygı duyacaksın, dolayısıyla bana saygı duyacaksın gibi bir dayatma, devletin bir imtiyaz aracı olarak kullanıldığını gösterir. Oysa devlet kimseye ayrıcalık ve imtiyazlı bir yaşamı sunmak için oluşmadı, devlet kimseye ayrıcalık ve imtiyaz oluşturmadan, herkese insanca yaşayacağı ortamı oluşturmak ve verilen imkânları, görevi kendisine veren halka dağıtmak ve adil olmak için oluştu. Böyle bir organizasyon, oluşum ve amaca aykırı bir kimliğe bürünerek, günümüzde insanları sindiren bir güce dönüşmüş durumdadır. Devlet anlayışları yeni dönüşüm şekilleriyle asla insanlara hizmet etmez, belli bir çıkar grubuna çalışır Devletin belli kademelerinde bulunanları zenginleştiren bir manivela olmanın ötesine geçemez.

Eğer yeni bir siyasal organizasyon oluşturmak ve insanlara mutlu ve huzurlu bir ortamı sunmak istiyorsak, insan odaklı bir organizasyon oluşturulmalıdır. Eskilerin çok güzel bir sözü vardı.” Atalar çocuklarına bağ bağışlamış ama çocukları atalarına bir salkım üzümü vermemişler ” İşleri yapabilmesi için Devleti oluşturan insanlar ona bu görevleri veren, devlet, insanlara bir salkım üzümü vermek istemiyorsa, orada üzümleri götüren devlet içinde oluşumlar var demektir. Öyle olmasa devlet kendi varlığını devamlı kılmak için kendisine bağ veren halkına bir salkım üzümü çok görmez. Ama devlet yönetimine gelenler devleti kendilerine menfaat sağlayan bir aparat olarak gördüklerinde devletin imkânlarını kendilerine bırakılmış bir miras gibi kullanarak, toplumsal kargaşa ve kaosa giden ortamların aralanmasını sağlarlar. Devleti ilk oluşum dönemindeki raylara yeniden oturtmak elzemdir. Devlet görevi aldıktan sonra zenginleşen ve imtiyazlı duruma geçenlerin hepsinden hiçbir istisna olmadan yaşayan tüm devlet görevlilerinden, maaşları dışındaki tüm kazanımlar alınarak hazineye bırakılmalıdır. Ancak o zaman devlet ile halk bir barış yapar. Çünkü halk, devletin kendisinden ayrı işleyen ve ayrıcalıklı insanlara hizmet eden ve o ayrıcalıklı sınıfın, gücü kullanmak için, insanların duygularını kullanarak o makamlara geçtiklerine inandıklarından, devlete karşı ciddi güvensizlik yaşar olmuşlardır. İnsanlara, bu devletin oluşumunu kendilerinin yaptığını, kendileri olmasa devlet diye bir organizasyonun olamayacağını, yaşamda karşılığı olacak eylem ve uygulamalarla kanıtlayamazsanız, devlet zamanla devlet olmaktan çıkar ve Çölde çadırda yaşayan bir Haydut kabilesine döner.

Üçüncü dünya ülkelerinde bu örneklerin hepsine rastlamak mümkündür. Batı neden revaçta, çünkü onlarda devlette yetkili olan bir insan geri kalmış ülkelerdeki gibi asla zengin olamaz, onların zenginliği devletten değil, devlet dışı yaşamlarından gelen zenginlikleri varsa var, yoksa geldiklerinde alacakları maaşları ne ise ancak onu alıyorlar, onun dışında bir kazanım varsa en ince ayrıntısına kadar araştırılıyor ve siyasi yaşamı bitiyor ve ceza alıyor. Böyle bir Uygulamayı Müslümanların yaşadığı ülkelerde görmeniz mümkün mü asla ve kat’a göremezsiniz ve bu yaşamlarla görmeniz de mümkün değildir. Yanı başımızda Adı “İslam Cumhuriyeti” diye bilinen bir devlet var, oranın yöneticilerinin geçmiş yaşamlarına ve bir de şu andaki hayat konforlarına bakın ne demek istediğim çok iyi anlaşılacaktır. İnkılap öncesi Kum ’da bir molla olan ve insanların getirdiği yardımlarla hayat sürenler, devrim sonrası iktidara geldikten sonra, ülkenin en zenginleri olup çıktılar tüm yakınları ticari kurumların içine girdi ve ülkenin imkânları aralarında pay edildi. Devrimin Mimarı olan insan İmam Humeyni’nin vefatıyla bıraktığı miras, dönemin Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştı. Bir küçük radyo, su testisi birkaç kap kaçak bir yer yatağı küçük bir ev vb. gibi… O gün yazılanlar aynen şöyleydi bizimkiler de bundan ders alır mı acaba… Evet, O rahmetli dışında İran şaha kalktı tam imtiyazlı bir sınıf oluştu. Yani devletin varlık gerekçesini, iktidarı ele geçirenlerin kendi çıkar ve menfaatlerini elde ettikleri bir kaynak olarak görüldüğü ortamlarda halk perişan olur. Kapalı toplumsal tabakalaşma ortaya çıkar. Bazı küçük imkânlara sahip olanlar varsa onlarda alanlarında çok iyi ve aranır durumda olduklarından o tabakalara ulaşabiliyor onun dışında o tabakalara ulaşma imkânınız yoktur. Son yirmi yıl ülkemiz açısından da, yaşam alanlarının ortaya çıkmasında siteleşmede çağ atladı diyebiliriz. Herkes kendi tabakasına göre bir yaşam alanı içinde yer aldı. Bunların oluşum şekilleri, ya Devlet içinde bir yerde olduğunuzdan, ya da orada olanların size tanımış olduğu avantajlardan dolayı imkânlarınızınız artmasından oldu, ya da ticaret yapmak isteyen belli kesimlere özel ayrıcalıklı yasalar çıkarılarak onların önü açıldı, ya da eskiden parası olanlar daha fazla kazanmak için parayı verdi ve yine düdüğü çalmaya devam etti… Tüm bunlar toplumsal yaşam alanlarının ayrıcalıklı ve imtiyazlı şekillenmesine neden oldu. Dolayısıyla kapalı toplumsal tabakalaşma kendiliğinden ortaya çıktı. Dünyada sadece devletten ihale alarak kazanım sağlayan firmalar dikkate alındığı zaman ilk on firmanın 6 tanesi bizim ülkeden olduğunu görürsünüz. Yani bu firmaların tüm kazançları devlet ihalelerini alarak oradan para kazanmak yani bir şey satarak bir şey üreterek kazanç elde etmemişler. Sadece bunlara ayrıcalık tanınmış ve bunlar devletin imkânlarını fazlasıyla horca kullanarak kendilerine bir sınıf oluşturmuşlar. İşte devletin görevi böylesi sınıflar oluşturmak değildir. Devlet, devlet olmaktan çıkarsa bunlara çok rastlarsınız. Ne yazık ki, ülkemiz gerçeği geçmişten günümüze bu acı tablolara hep ev sahipliği yapmıştır.

Tüm bu olumsuz koşullara rağmen hak hukuk gözeten insan gibi yaşayarak kazanımları sürekli artan büyük iş adamlarımız da var. Bunlar o korunaklı ortamlar içinde değiller, halkın içindeler ve halktan biri olduklarını asla unutmuyorlar. Bu insanların sicilini araştırın devletin hiçbir imkânından faydalanmadıklarına şahit olursunuz. İmtiyazlı olmak değil amaçları, onlar sadece bulundukları ortama bir değer katmak ve kazanımlarını da ihtiyaçları dışındakileri insanların hizmetine sunmaktan mutlu oluyorlar. Bunlar bizim baş tacımızdır. Devlette görevli olup bakanlık yapmış ama kirada oturarak ömrünü tamamlamış olan önemli bürokrat ve siyasilerde tanıyorum Onlara rahmet diliyorum. Ama asla ve asla, devleti babalarının kendilerine miras olarak bıraktıklarını sanan yedikçe iştahları açılan ve doymak bilmeyen her gördüğüne saldıran hepsine sahip olmak için her noktada elleri olan vatoz gibi somuranlara da şahit olduk ve hala oluyoruz bunlara da zerre kadar hakkımız varsa Hesap sorucu Olan Rabbimiz hesabını sorsun diyorum…

Bunları neden mi örneklendiriyorum, devlet, devlet olarak oluşum amacına uygun varlığını sürdürmezse o zaman acayip bir toplum ortaya çıkar. 2+1 ev kirası 50 bin lira olan bir sitede yaşayanlar ile günlük karnını doyurmak için ekmek almak için her gün fırına gelip askıda ekmek var mı diyenlere şahit olursunuz… Devlet imtiyazlı yaşamlar oluşturan bir organizasyon olmadığını, aksine imtiyazlı olacakların hepsini dağıtarak toplumsal kaynaşma ve dayanışmanın yollarını aralayan ve toplumsal adaleti tesis eden insanların sorunların çözen bir sistem olmak zorundadır. Devleti yönetenler halktan saygı bekleme yerine halk kendilerine güvenerek onları, kendilerini yönetmek için oraya getirdikleri için asıl onlar saygıya layıklar. Halka saygısı olmayan devlet, devlet olamaz.

Devlet, hakiki kimliğine kavuşmuş olursa, bu gün devam eden ve saatlik fiyatları değiştirerek halka yaşamı zindan eden bu ahlak yoksunu kuruluşların varlığını ortadan kaldırır. Devlete biz kendi sorumluluklarımızı vermemiz karmaşayı önlemek, kindarlığı hırsı ve illegal oluşumların önüne geçmesidir. Eğer devlet bunlara gerekli yaptırımı yapmazsa, insanların alım güçlerini dikkate almadan, sürekli insanları tedirgin eden dalgalandırıcı bilgilerle insanları kandırmalarına ortam oluşturmuş olur. Serbest piyasa diyerek insanların bir malın fiyatını istediği gibi arttırmasına göz yuman devlet bu anlayışını yeniden gözden geçirmelidir. Toplumu ve yaşamı etkileyecek bir oluşumun herkesin isteğine bırakılması asla doğru bir tavır olamaz. Peki, neden belediyeler imar planlarında h serbest, isteyen istediği kadar yapsın demiyor, o da bir ticaret yapıyor ve satıyor, böyle bir uygulama nasıl ki mantıksız ise, mal alım satımı da böyledir. Serbest piyasa demek denetimin sınırlarının olmadığı anlamına gelmez. Alt ve üst sınır bellidir. Ancak öyle olmuyor, neden diye o zaman insanın aklına çeşitli sorular geliyor. Çünkü bir malın fiyatı ne kadar yüksek olursa vergi oranı da ona göre oluyor. Örneğin,1000 liralık bir malın özel tüketiminden alacağınız vergi ile 2000 lira olduğunda alacağınız verginin miktarı aynı olmuyor, o zaman bu işten kimler karlı çıkıyor diye bakmak doğal olarak insanın aklına gelmiyor değil… Bunun yanında şunu dikkate alırsak, Sabit gelirli olanların maaşlarına yapılan zamlar %23-%30 arasında değişti ama gelen zamlara baktığımız zaman %300’lere kadar zamlar var hatta bazı kalemler%700 lerde olan da var. Bunlardan alınan vergi miktarları dikkate alındığında maaşlı olan sabit gelirlilere yansıtılmadı o zaman bu gelir nerede nasıl kullanılacak bu sorular deli gibi insanın aklına geliyor. Bunları doğru yerde kullanılıp kullanılmadığını insanların sorgulamaması için, devlette görev alanların hayat konforlarının patlama yapmaması gerekir. Ancak öyle bir patlama var ki, nereden bakarsanız tutarsızlık o zaman biz de soruyoruz hakikaten devlet nedir ve ne işe yarar diye…

Devletin işleyiş düzeni yeniden ele alınmalı ve baştan sona bağlayıcı içeriklerle yeniden düzenlenmelidir. Ayrıca Devlette görev yapmış ticaret miras ve herhangi bir MP ve maaş dışında bir kazanım varsa, devlette görev yapan tüm yaşayanlardan bu paraların ve servetin alınması farzdır. Alınmayıp onlara bırakılması haramdır. Bu geleneğin devam etmesine yol açanlar da kötü bir çığıra öncülük ettiklerinden dolayı bu yoldan gidenlerin hepsinin payından bir hisse alacaktır. Dini açıdan da baktığımızda durum bu olur…

Devleti, devlet yapan adalet, hakkaniyet, merhamet, ahlak, hukuk ve bunların yaşanmasında sağladığı sürekliliktir. Eğer devlet olmak isteniyorsa, bu değerleri yaşayan bir devlete dönüşelim, yoksa delinmiş çuvalların her an nerede ne zaman ortalığa saçılacağı belli olmayan ve sürekli güven kaybeden karanlıkları miras bırakacak bir devlet olarak tarihin sayfalarına büyük harflerle not düşülecek…

Aydınlık yarınlara umutla uyanmak dileğiyle her gelen günün geçmişin karanlıklarını götürmesi ümidiyle…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla Rabbim yar ve yardımcımız olsun kalın sağlıcakla…

Bahadır HATAYLI/31.03.2022/01.59

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder