15 Şubat 2022 Salı

SÜKÛNET BAĞINDAN HÜZÜN DEVŞİRMEK Mİ TALİHİM!

Yine bir hüzün yılında, ağaçların yaprakları rüzgârla uçuşurken, onlara basmamaya yemin etmiş bir deli gibi, kendimle konuşarak uzaklaşıyorum şehrin kalabalıklarından…

Nice hüzünler tadan yüreğim, bu hüzünlere sanki bir başka methiye söyler gibi kendi içinde sükûnetini yaşarken dalıp gidiyorum,  kendimden kaçtığım yalnızlık viranesine;

Uzun kış geceleri yüreği hoplayarak sabahı bekleyen bir çocuk gibi, bir başka yazılmış sanki talihim;

Nice solukları bıraktım dar sokaklarda, daralmayacak yolların hüznünü karşılamak için bir seher vakti…

Öyle gelmiş böyle gider diye karşıma dikilen levhaya, yüzümü asarak kendi yalnızlığımın mırıldanan mısraları mı dudaklarımdan sessizce dökülen…

Hüzün duvarlarına sükûnetimin resmini çizdiğim günlerim koşmasın ardımdan, ben onları boğarak uzaklaştım oradan;

Ardımdan ağlayanlarım olmasın diye, tüm duygulu geceleri oyun şenlik havasıyla aydınlatması için, davulcuları aylar öncesinden çağırmıştım;

Yine bir gece, yine aydınlanan şafak, yine hüzün ama ağaçların yaprakları şaha kalkmış sanki hepsi uçuşuyor turnalar gibi göğün boşluğunda…

Acılar filminden uzaklaşmak için sinemada koltukları boş bırakarak çıkmıştım kalabalıklar arasından, olmadı sanki hüzünlü yıllar bırakmamaya yemin etmiş koşuyor ardımdan, zaman zaman önce gidiyor talihimden…

Ne çabuk savruldu ömrümün filiz vermeyen yaprakları, çiçekler açacaktı gönlümün berrak ve sakin kolları arasında,

Bir gecenin yalnızlığı mı peşimden avazı çıktığı kadar bağırıp koşan, ben onu kimsesizleri kucaklasın, üzerlerine yorgan olsun diye gerilerde bırakmıştım…

Hüzün yılları hep alıp götürür beni, benden uzaklara, acımadan bırakır sükûnetin bahtsızları arasına,

Dilime dolanmış sözcükler, düğümlenmiş tüm harfler, cümle kuramaz hayallerim, bensiz koşu bandında kendinden geçmiş yorgun argın nefes nefese kim koydu onu bu hallere;

Bir neslin tozunu dumanını kir pis demeden tebeşir tozlarıyla şifa niyetiyle yutan soluklarım nesli, unutulmuş bir virane gibi yıkılmakta olan duvarın altında ezilmek üzere görürken, Hızır’a seslenecek gibi koşuyor bilmediği bir sesin ardından, olur ki duvarlar yıkılmadan yapacak biri çıkar umuduyla…

Yalnızlığın başak fideleri arasında bir sevdaydı bana, kalabalıklarda vicdanın çığlığıyla hayata merhaba demek,

Merhamet dolardı içime aldığım her nefeste, tüm yalnızlara bir kanat taşırdım sanki omuzlarımda, uçardım rüzgârdan hızlı sesten daha çabuk varırdım bir yalnızın kısık sesine;

O günlerden kalan bir armağan mı bu hüzünlü halim, gitmiyor benden sarılmış boynuma tepeden tırnağa sırıl sıklam onunla ıslanmışım…

Son hüzün yılı mı acaba bu yaşadığım hüzün, kalbim içime sığmıyor her yanından mırıldanıyor, saz ekibi ve vokalistlerden mi geliyor acaba bu detonik inleyişler;

Bir hüzün yılında toprağa saçılan tohum gibi gövermek için, gece gündüz demeden geçen günleri sayar oldu yüreğim;

Beni benden alan ideallerim hayallerimi yıkıp geçti, gerçekliğin gölgesi vurdu çimenlere, gölgem gelmiyor artık peşimden;

Günü gün, geceyi demlenerek geçiren gece sızmışlar çıkardı karşıma kalabalıklar uykuya daldığı zaman, şimdi onlar da görünmüyor ortalıkta, nazar mı değdi bize, kimse gelmez oldu bizimle…

Ey zamanın kurnaz simsarları, hüzün ırmağına gözyaşı olan mazlumların çığlığı, biz bu zamanın hoyratça harcanmış yalnızları, hüzünlü yılları atlayarak geldik arkamızda kalmadı onların bir zerresi,

Ey çocukluğumun uyumak bilmeyen içimdeki umut türküsü, türkülerimiz yalnız, türkülerimiz garip, türkülerimiz mahzun, yoksa kabalıklar mı bizim türkümüzü yasaklayan!

Güvercinlerin ürkek ve korkak uçuşları, uzaktan Turacın sesiyle nağmeler oluşturup bülbülü sahneye çıkardığı zaman, mahzun halimi gömerek toprağa, sahnedeki yerimi alıp herkese umut türküleri söyleyeceğim…

Gelecek umut dolu günlerin çabucak gelmesi için, papatya çiçeğinden olacak, olmayacak diye kura çekiyorum… Hüzünlü yılın savrulan yaprakları arasına acıları sarıp, gecenin karanlığında Fırat nehrine atıyorum… Acaba giden acılar mı, yoksa merhamet dolu yüreğim mi benden uzaklaşıp sularda kaybolan…

Ey ömrümü tüketen zaman! Derdimi bana verip umut sevgi ve şevk dolu gönlümü çalıp gitmek sana ne kazandırdı keşke söylesen;

Yalnızlık iskelesine demir atan vapur sanıyorum sizin limandan çıkmadı, kalabalıklar duyarsa iskeleyi başımıza yıkar… Ben bir umut çiçeğiydim kumsallarda açan, kum tanecikleriyle savaşarak kendisini kalabalıklara yem eden, umarım ben değilim; yoksa ömrümden ömür gider, söyle bana sevdiğim ben bu hüzün ve kederleri neyleyim…

Erol KEKEÇ/15.02.2022/00.45

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder