20 Şubat 2022 Pazar

ÇİÇEKLERE HELAL EMEKLERİM

 Yine bir Pazar ve benim ömrüm hep tükeniyor azar azar… Kuşları arıyor gözlerim oysa onlar çoktan terk etmiş beton yapıtları mesken edinmeyi… Bulutlar berrak güneşin süzülerek üstüme doğmasına engel olsa da Güneş doğmaya kararlı ben de bu azim ve istek olduğu müddetçe. Hızlı adımlarla çıktım, nefes nefese kalarak geride bırakırken gittiğim yolu, önümde gidecek yol olmayanınca biraz nefeslenmek için ayaküstü bir kenarda yine Güneşi aramaya yöneldi gözlerim…

Yine bir Pazar, sabahın aydınlığı yayılmadan düşerdim yollara gençlerimizi daha iyi bir geleceğe hazırlamak için; sabahtan başlardım heyecanla anlatmaya akşam olduğunda talebelerim hocam kaçıncı saatiniz dediklerinde, şu an sekizinci saate giriyorum ama 1. Saate giriyor gibi dinamik heyecanlı ve sizden aldığım enerji ile topladıklarımı yağmur gibi üzerinize serpmek için masa başındayım; oysa bu dersi sizlere anlatırken tam 8.km yolu da geride bırakarak yeniden başlıyoruz derdim…

O heyecanlarımı hala taşısam da, heyecanlar karşılıklı etki ile birbirini daha bir galeyana getirir ve toplu enerjiye dönüştürür, işte o enerjiyi oluşturamamanın hüzün ve üzüntüsü ile bu pazarı evimde bilgisayarın başında yazarak geçiriyorum…

Bu saatlerde günün nerdeyse üçte birini yarılamış olurduk oysa şimdi üçte birini kaybetmenin hüznü içindeyim… Bu hüzün ve üzüntülülerimi günün sırtına vurarak, kendimden kendimi kimse almadan yine haykırmak istiyorum içimde saklanan gün görmemiş duygularımı…

Çocukluğumdan kalan yalnızlıkları hep kalabalıklar içinde yaşayan ben, yalnız olduğumu kimselere duyurmadan bir toplum olarak yaşadım günün her saatinde…

Doğru bildiğim yolun zorluklarına meşakkatine ve engellerine asla aldırış etmedim, o yolda son nefesimi vereceğimi bilsem de onda hep kararlı oldum…

Şafak vaktinde sokaklarda sahipsiz köpeklerin saldırısına uğradığımda sahip aramadım, onları rehabilite ederek yolun dışına bırakıp yoluma devam ettim…

Ummadığım anda içimden volkan gibi kaynayan umut ve heyecan kıvılcımlarını koca bir nehre dönüştürerek, akan su gibi o nehirde bende aktım ama asla su nasıl akıyor diye kenara çekilip suyun akışı üstüne duygusal şiirler yazmadım…

Ellerimle kardığım, mayasına duyularımı eklediğim, hamurunu neşeyle yoğurduğum, hayatımdan arta kalan ekmekleri yiyecek zamanım var mı bilmiyorum ama bu yolda lezzetli ekmekler dağıtarak herkesin kursağına ve beynine o sıcak ekmeklerden gelen gıdanın şifa olması tüm dualarım…

Yine bir Pazar ufaktan zeki Müren dinlerken ben de bitmeyen dertlerimin çaresini arıyorum, yağmurlar vurmasın camıma ve ben çıkmayayım dama her an uyanık yaşamak için atıyorum adımlarımı…

Umut türküleri dinlemeye hasret kulaklarım, hep ıstırap acı duygu ya da zamazingo boş havalar çalıyor her yerde, bense alışkın değilim çingene çadırında böyle Romen oynamaya…

Yırtık ceketimin kol astarları avucumun içine değmesin diye çakmakla onları yakarak kimseye çaktırmazdım ceketimin astarının yırtık olduğunu, ama şimdi gelip geçtiğim yerden herkesin içindeki yırtığı okuyarak gidiyorum bu yırtılmaları okumak için mercekler gerektirmesine rağmen, ben doğrudan hiç zorlanmadan onları okurken bileniyorum. Her insanın yırtığından bir volkan patlıyor, her volkanın alevi farklı, ben hangi aleve koşayım derken alevler beni de kuşattı… Kuşatılmış bir benle geçiriyorum geride kalan pazarları, eski duygularım köpek havlamaları sekiz saat ayakta bir heyecanla geçirdiğim günleri arasam da şimdi yeni heyecanlar oluşturmak için çabalıyorum…

Akşama ulaştığımda kimsesiz sokaklarda, sokak lambalarıyla aydınlanan kelimeleri seçmekte zorlandığım kitaptan bir şey kapmak için o kadar dalardım ki sanırsın dünyayı terk edip uzaya çıkmışım…

Bir çocuk yanıma yaklaştığında ona hayatın güzelliklerini ve umut dolu bir geleceği anlatıp ve o günün tertemiz havasını solurken güne birlikte tanık olmak bahşedilen en güzel nimet olurdu benim için…

Sahiden merak ediyor musunuz benim kim olduğumu bence merak etmeyin, herkes kendindeki cevheri çözse daha iyi olur benim açımdan… Sen olmadan benimle anlaşamazsın. Ben, ben olmadan seninle bir araya gelmem imkânsızdır. Gelebiliriz imkânı vardır ancak ben olduğum için değil, sen istediğin için bir oluruz o da benim hiç ilgi alanıma girmez, ondandır işte biz bir araya gelemeyiz…

Yine baharın kokusunun penceremden burnuma geldiği ve beni benden alsın diye doyasıya içime çekmek istediğim eski baharların kokusunu almasamda hislerimle onları doyasıya yaşamak istiyorum…

Baharın tomurcuklarını kara bulutların kapladığı günlerde, baharı karşılamak nasıl bir ruh hali ise o ruh halimle şimdi yaşayan bir ruh gibi ortalıkta geziyorum… Zamanın eyyamcılığına bir meze olmak istemediğimden olsa gerek, canlı olduğumu anlayan her can beni canımdan etmesin diye ruh gibi bedensiz gezmek istiyorum; ruhumla aldıklarımı bedenime dayatılan acılarla yok etmek istemiyorum…

Gözbebeği gibi bildiğim gözümden çok sakındığım benden çok onları düşündüğüm eserim diye titizlikle en güzel yerlerde sakladığım gençlerimi kaybetmenin hüznü ile bu pazara mersiyeler dizerek ağıtlar yakma derdinde değilim… Ama şunu rahatlıkla içi acılarla yanan bedeninin her yanından alevler dökülen biri olarak ne kadar güzellikleri ve olumlu duyguları anlatmak istesem de yaşadığım acılar bana bunları anlattırmıyor, hemen karşıma çıkıyor dur bakalım o kadar hızlı gitme bir fren yap diye dayatıyor…

Nasıl bir rüzgâr estiyse tüm tomurcuklarımı çiçeğe dönmeden ya kopardı, ya patlattı ya da kuruttu çok azı kökünde kaldı kökünde kalanlarda kurumuş kökler üzerine patlamamaya yemin etmiş gibi kabuğuna çekildi…

Ben bu pazarları görmek için mi bu kadar pazarlarda ömrümü harcadım…

Her canlının uykuya kaldığı şafakta köpek yavruları ve benim gibi idealist canlarla birlikte bir ömrü, Pazar günü yüksek binalar içinde güneşe hasret kalarak geçirdik ki, mutlu bir geleceğin tomurcuklarını kimse erken doğumla yok etmesin diye… Eyvah ki, ne eyvah diyerek acıyan yanıma bir başka acı katmak istemiyorum…

Kişneyen atların otlandığı meralarda bir çocuk gibi yeniden hayata merhaba demek için bu Pazar kırlarda seninle birlikte olmak vardı hayallerim arasında; ama o hayallerim şu an sıkışmış kalmış şehrin beton yapıtları arasında bir dar sokağın ucundaki kahvecinin tahta taburesinde…

Yine de olsun diyorum bir Pazar gelir alır götürür beni azar azar, bir Pazar gelir benden aldıklarını geri getirir, gökyüzünden yağmur taneleri gibi iliklerime kadar ıslaklığını üzerime dökerek…

Nerden gelirsen gel hangi pazarda saklanırsan orada kal, ama umutlarımı bana bırak, beni genç çiçeklerimden alacak olanın alnının ortasından vuracağımı bilsin bu pazarlar… Çektiğim acıları ganimet bilerek öylece karşıma gelsin… Ömrümü ganimet olarak peşin verdiğim pazarlar, geleceğimizi teslim ettiğimiz gençlerimizi almaya kararlı olduğunun farkındayım, ama şunu bil ki, ömrünü veren bir deli onları sana vermemek için tüm pazarları imha etmeye kararlı. Nerden nasıl gelirsen gel son nefesime kadar uyandırmak ve uyanık kalmak için neleri ateşlere vermem ki, bu genç dimağları kimse alacağını sanmasın bunlar bizim patlamamış tomurcuklarımız hepsi birbirinden güzel ve özel kokusunun ne ve nasıl olduğunu ayırmadan bahçemizden gelen renk ve koku cümbüşü beni sarhoş eden… Hepinize selam eder muhabbetle gönül otağımda kocaman bir cadır kurarak sizleri orada bekliyorum… Her Pazar koşarak sizinle buluştuğumuz gönül kahvesinde bir kahvenin acısından tatlı gülüşler ve doymadığımız muhabbetler yapmak için, sevgiyle muhabbetle sizleri alnınızın ortasından öpüyorum cinsiyete bakmadan sizlere yüreğimi armağan ediyorum…

 

Erol KEKEÇ/20.02.2022/11.00

                                                                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder