9 Şubat 2021 Salı

FITRAT YAZILIMINA GÖRE KENDİMİZİ FORMATLAMA DÖNEMİNDEYİZ

 İnsanlık alemi diğer alemlerden bağımsız ve ayrılarak değerlendirilemez. Çünkü diğer alemler ile insanlık alemi arasında kopmaz bir ilişki ve bağ vardır. Bunları birbirine bağlayan temel bağ dengeyi sağlayan Adalet bağıdır. Adalet tüm kainatın omurgasıdır. Adaletin olmadığı her ortam da dengesizlik düzensizlik kargaşa ve kaos egemendir. Kâinatın adaleti, her gün kendisine takdim edilen ölçüler içinde yaşamını ve düzenini devam ettirmesidir. Bu düzenliliğin temelindeki adalet yani denge insan hayatına girmediği zaman bu dünya gezegeninin huzura kavuşması mümkün değildir.

İnsanın bu adalet kavramının esrarını anlayabilmesi için, tefekkür melekelerinin açık olması gerekir. Tefekkürün yaşamın tüm alanlarında üzerine beton döküldüğü ve beton çöplüğüne gömüldüğü bir çağda hangi tefekkürün filizlenip büyümesini ve etrafa koku salmasını bekleyebilirsiniz ki! Tefekkür adalete açılan kapıdır. Çünkü tefekkür insanın maddi boyutlu olarak algılanan  yaşamına manevi boyutun eklenerek insanın denge kazanmasıdır. İnsan hayatına dengenin girmesinin temel koşulu düşünme ve hayatın ne olduğu nereye gittiği ve nerede sonuçlanacağı ve sonuçlanan yaşamın avucunda nelerin kalacağı üzerinde derinlikli bir tefekkürün başlamasıyla ilişkilidir. Bu süreç yakalandığı zaman İnsan kendi ontolojik yönüne yönelerek, yaşamının üzerine oturduğu epistemolojik birikimleri de idrak ederek yaşamına anlam verecek bir harmanlama yapmaya başlar.

Tefekkürden yoksun ve sadece madden görünen isteklerini doyuran ve doldur boşalt bir boşaltım sistemi ötesine geçemeyen bu varlığın hayatının her geçen gün sürekli karanlıklara gömülmesi kadar doğal bir süreç olamaz. İnsan, kendi ürünü olan bir teknolojik aleti, kendi içine yüklenilen donanıma uygun olmayan bir yazılımla o aracı çalıştırmak istediğinde,o aracın sorunlar oluşturduğunu görmesine rağmen aracı yapacak bir mekanizmanın  kendi donanımına uygun yaşamadığında nasıl sorunlarla karşılaşacağını anlamayacak kadar da idrakten yoksun yaşamaktadır.

Burada aslında görülmesi gereken temel öz, tefekkürden uzaklaşan ve bir nesneye dönüşen insanın, yaşaması için gerekli olan tüm değer sistemlerini de nasıl parçaladığıdır. Değer sistemleri hayattan uzaklaştığı zaman, yaşamın üzerine oturacağı tüm mekanizmalar engin sularda yüzmek için açılan ama içinde hiç bir koruyucu unsuru kalmamış bir gemi müsveddesine döner. Neden böyle düşündüğümün alt yapısı, kendi ontolojik varlığını anlayamamış ve epistemolojik süreçlerden istifade edememiş bir varlığın bağlayıcı değer sistemlerinden kopuşu, onu anlamsız ve kaotik bir ortamın sadece yuvarlanan doyumsuz hız ve haz döngüsü içinde çırpınan bir hazmatik yapmasıdır. Hiçbir hazmatik kainatın üzerine oturduğu hakikatin bir adalet organizmasına sahip olduğunu idrak edemez. Çünkü onun öyle bir derdi ve o alanda düşünebilecek metafizik beyin dalgaları işlev görmemektedir. İşlevini kaybeden bir beyin ancak kendi artıları için yaşar bu artılar idrak mekanizmasını işlevsel kılan yaşamın, yaşam kalitesini artırmaya dönük değildir. O sadece ve sadece hedonist duygularına bir artının gelmesine göre hayatını sürdüren konumdadır.

Bunun ne zararı olabilir diyebilirsiniz, ancak şunu unutmamak gerekir ki, idrak mekanizmasının çalışıp çalışmadığı yeryüzünde o mekanizmanın varlık hedefine uygun ne kadar iş yapabildiğiyle ölçülür. Eylem mekanizması da idrak mekanizmasına nerede ne kadar yeni düşünme alanları oluşturduğuyla değer kazanır. Bu da gösteriyor ki hayatın iki veçhesi vardır. Birinden biri kendi donanımına uygun hareket etmezse denge bozulur, dengenin olmadığı bir yerde adalette olmaz; dolayısıyla insanlık omurgası yara alır bu yara bu insanlığı yok eder.

Yaratıcı, iki cins yaratmış aynı türden erkek ve dişi, birinden biri kendi donanımını değiştirmek istediği zaman, omurgaya atılan bir kurşun olur bu kurşun kimseyi ilgilendirmez diyemezsiniz, çünkü bu organizma insanlık organizmasıdır. O yaralar devam ederse yerde sürünmeye mahkum oluruz dolayısıyla birinin yapacağı, yaratılış amacı dışındaki bir eylem, tüm insanlık ailesini bağlayıcı niteliktedir. İnsanların yaratılışlarına ait özellikler sonradan tercih edilecek bir kimlik asla olamaz; onlar verilmiş ve doğuştan gelen statülerdir. Değiştirilmesi teklif edilemez edilirse ifsat başlar. "İnsanların kendi elleri ile yaptıkları yüzünden karada ve denizlerde fesat çıktı..."Tüm fesatların kaynağında dengenin bozulması vardır. Denge ADALETTİR!

Yeryüzünde açlık varsa, hırsızlık yalan, dolan, fuhuş, cinayet kin, nefret tüm olumsuz eylemlerin tohumları etrafa ekilir. Bir bakarsınız bu tohumlar filizlendi arkasından gelişti ve bir de bakarsınız çarşıda pazarda satışa çıkmış tüm tezgahlarda bunlar satılmaktadır. Peki neden ve niçin böyle oldu, bunun üzerine kimse kafa ve yürek yormak istemezse, bir gün olur ki, kimse önünü göremez ve bir sis perdesi bizi kaplar ve derken atmosferdeki sera tabakasıyla kuşatılırız ve nefes alamaz duruma gelir ve terki diyar eyleriz. Allah yaratılanların rızkına kefildir. Bu söz sıradan ve öylesine söylenilen bir söz değildir. Ancak insan dengeyi bozdu ve başkalarının rızkına da sahip olmaya başladı bunun için savaşlar yaptı kan akıttı diğer canlıların yaşam alanlarını daraltı denizleri kirletti, kıtalar aşırı gelerek başkalarının yaşamlarına son verdi niçin, kendi konforunu ve lüksünü artırmak için...Sonrasında da başkalarının rızıkları gitti ve insanlar açlıktan ölmeye başladı...Bu durumu da onların kaderi diye yedirmek dinsel bir fetva haline geldi...Tüm bunlar gösteriyor ki, ADALET ÇİĞNENDİĞİ ZAMAN AYAKTA KALMA İMKANINIZ DA KALMIYOR VE BİR SÜRÜNGEN DURUMUNA GEÇİYORSUNUZ,HER NE KADAR DERİ DEĞİŞTİRSENİZ DE BU SİZİN BİR SÜRÜNGEN OLMANIN ÖTESİNE GEÇEBİLME İMKANINA SİZLERİ KAVUŞTURMUYOR...

Tüm kainatla kardeş olarak yaşamak ve bir düzen kurmak istiyorsak, hayatımızı yeniden yaratılış fıtrat genlerine uygun formatlayalım, tefekkürle yola çıkalım ADALETİ DÜNYANIN ORTASINA İKAME EDELİM...İşte o zaman yapacaklarımız bir anlam kazanır... Anlamlı bir yaşam sürmek ve  insan olmak bizim de hakkımız değil mi ?

Erol KEKEÇ/08.02.2021

SONA BİR HARF KALA "Z" NESLİ


Z kuşağı olarak adlandırılan,1999 doğumlular veya 95 ve sonrası gençler üzerinde hesap yapanların tüm hesapları ellerinde patlayacağından kimsenin kuşkusu olmasın...

Tüm ideolojik yaklaşımlar bu genlerin yaşamına Bir şeyler sunmaktan mahrum kaldı. Dinler de bu gençliği anlayacak düzeyde dini yaşadığını söyleyenlerce dışlandı ve gençlikle aralarına duvarlar ördü. Duvarın öbür tarafından anlaşılmayan dilde mitolojik masallarla gençlerin yüreklerine hitap etmeyi düşündü ama düşündüğü kendi avucunda kaldı. Çünkü gençler, çok hızlı yaşadıklarından onların yaşamıyla yol alacak düzeyde bir din mottosu ortada yoktu. Dini sunanlar, bu gençlere daha çok şekiller ve ibadetler boyutuyla yaklaştı ama bu şekillerin onların yaşamlarına katacağı bir artı olmadığından dine karşı da bir lakaytlık kendiliğinden gelişmeye başladı. Dinin sadece bireye standart ve ibadetlerden oluşan bir fıkıh algısının din diye dayatılması onların dincilere ve dolayısıyla Dine karşı da güvenlerini zedeledi. Çünkü Dini yaklaşımda bulunanların yaşamlarındaki dengesizlik ve ve yaşama dokunmayan, zulmün gölgesinde kalan din algısı yerini yavaş yavaş kendisinden nefret edilecek tohumları geride bırakarak bu gençlerin yaşamlarından uzaklaştı. Sonrasında ne oldu dersiniz, bu gençlik fıtratlarını yok sayamadıklarından sadece tanrı inancıyla dinin yaşanabileceğini diğer anlatılanların tamamının onların yaşamlarındaki gelecek süreci kısıtlamaya yönelik bir tavır olduğu kanısını onlarda oluşturdu. Bu kanaate giden yol dışardan onlara dayatılan dinin içeriğinin yaşama dokunmaması ve onların hayatına bir değişim ve farkındalık kazandırmamasıydı. Oysa onların görmek istedikleri din hayatın kendisiyle paralellik oluşturması ve hayatı daha kolay yaşanabilir ortama taşımasıydı. Bu aradıklarına kavuşamayınca ne dini anlatanlara ne anlattığına bakmaksızın bunların anlattıklarını dinleyerek geçirilecek zamanı fuzuli olarak gördüler ve buna bağlı ciddi, refleksi bir tavır geliştirdiler ve din anlatılan ortamları terk etmeye başladılar. İşte bu uzaklaşma Z kuşağı ile aralarına duvar örenlerde bu kuşağın dinden uzaklaştığını hatta tamamıyla Deizme bir kayış olduğunu sesli dillendirmelerine neden oldu. Peki soruyorum bu sürecin bu şekilde dillendirilmesi ve her yandan dini anlatan vaizlerin verilmesi sorunu çözer mi dersiniz? Yoksa daha bir dine karşı antipatik eylemlerin çoğalmasına mı neden olur...?

İnsanların yaşamına dokunmayan onların sorunlarını sorun olarak görmeyen ve ne olursa olsun dünya yansa da ben buyum bunu zoraki kabul etmen gerekir diyen anlayışların adı ne olursa olsun isterse içerisine doğal din aroması katılsın yok olmaya mahkumdur.

Hayatın odağına dokunmak için insanı insan olarak görüp onun fert olarak bir değer ifade ettiğini kabullenip ona o şekilde yaklaşmanın kaçınılmaz bir sorumluluk olduğu bilinmelidir. Ancak bu sorumluluğu yok sayarak insanları toplum içinde aidiyet kimlikleriyle tanımlamaya kalkarsanız, onların sizi tanımlanamayacak duruma getireceklerinden kuşkunuz olmasın...Z nesli kendisi olarak var olmak ve kendisi olarak kabul görmek istiyor, onu bu şekilde kabul ederseniz ondan sonra ona sunacağınız aidiyet kimlikleri onda karşılık buluyor. Bundan dolayıdır ki, bu kısa yorumlamalarımla aslında biraz da şu mesajı aktarmaya çalışıyorum, gelecek bu nesli, fert olarak kabul edip onların sürecine katkı sunduğunuz zaman sizin mesajınız onlarda bir karşılık bulacak, yoksa onların ortaya koyacağı tavır hem bir toplumun yaşam tarzını hem de nice siyasal ve sosyal sistemlerin muhatap bulamayarak yok olmasına neden olacaktır...Alfabenin son harfine dikkat edelim ya cümle tamamlanır ya da hiçbir cümle kuramazsınız mesajınızı siz çalar siz söylersiniz bağrınıza hançer saplanır...
Erol KEKEÇ/07.02.2021
Bir bir veya daha fazla kişi görseli olabilir

MAHO AĞA MI ÇAĞDAŞ AĞALAR MI? (!)

 

Ağalık sistemi ve feodal anlayışların en belirgin yanları duyguları sömürmesi ve insanların aklını kullanabilecek imkanların tüm yollarını tıkamasıdır. Büyük oranda duygusal kabullerden ve kutsallıkların etkisinin oluşturacağı tepkinin şiddetinden beslenirler. Onun için de daima bu tarz ortamların oluşturulması ve sürekli kıvılcımların devam etmesi için uygun zeminler yaratma çabası içinde olurlar.

Ağalık sistemi bir sömürge oluşumudur. Ağalar hep sizin menfaatleriniz için çabaladıklarını söylerler ancak kendi ağalıklarının kurallarının kökleşmesinin ötesinde hiçbir kaileleri yoktur. Ancak marabalığı kabullenen zavallı akıl ve bilinç yoksunu duyguların galeyana gelmesiyle kendisinin bir değer ifade ettiğini bilmeyenler ise bu sömürü çarkının devam etmesini sağlayan en önemli figüranlardır. Figüran diyorum çünkü onların daha ötesidir aslında ama bu kavram bile onların basitliğini anlatmak için cılız kalmaktadır. Kendi bireysel varlıkları bir anlam ifade etmeyen, ağalık terminolojisinde tanımlanan kavramlara göre size bir anlamın verildiği yaşamın, ancak sömürülen ve sağılan, beyinden yoksun kendini bir değer sanan ağalık merasında otlanan ağa olmasa yırtıcı hayvanlara yem olacağını düşünen bir popülasyon yığınlarından oluşan karartılar etrafı doldurur.

Feodal yaşamların tarihsel geçmişine baktığımızda hakikaten ağalık çok ciddi ele alınması ve tüm yönleriyle sosyolojik açıdan değerlendirilmesi gereken yaşam kalıntılarının içindeki en önemli yerini korumaktadır. Ağalık, vadilerin karnında barınmayan ve o tepeden bu tepeye at sırtında daima taarruzda olan ve ekmeğini taştan çıkaran ruhunun yaşadığı yerde özgürce tefekkürün zirvesinde yaşayan iradi varlıkları bir nesneye dönüştüren, kendini korumaktan aciz, yalan dolan ve bir erkek hindi gibi kabararak etrafa korku salmaya çalışan bedevi (hadari)yaşamın sahne önündeki çağdaş (!) yüzüdür.

Ağalığı neden mi bu kadar anlatma gereği duydum, çünkü bu yaşam tarzı en çağdaş dediğiniz ortamlarda da karşınıza kanın başa sıçraması olarak ifade edilen, kanım beynime sıçradı deriz ya, işte o isme layık bir kavramla, yeniden tarihsel evrimini tamlayarak, (Baş-kan)yani baştaki kan olarak başköşedeki yerini alır. Sahiden geçmiş filmlerde gördüğümüz Maho ağa tiplemesi Ortadoğu toplumlarını ne kadar güzel anlatmaktaydı. Sizin tarlalarınızı ben verirem, karnınızı ben doyururem, ulan altınızdaki karilerinizi ben alırem demiyor muydu…Sahne önündeki çağdaş ağalık sisteminin gelecekte gelebileceği tekâmül sürecinin aslında ipuçlarını da veriyordu. Ağalık sisteminin en önemli özelliği olarak göze çarpan ırgatların eylemlerini takip eden muhbir yaverlerin olmasıydı. Kendi kafanıza göre hela bile yapma hakkınız yoktu, hatta ağanın şeysinin üzerine şey mi olur herkes haddini bilecekti…

Ağalık isteminin karnında ortaya çıkmamış öyle sözler ve mesajlar var ki, daha güneş görmemiş onlar…Tekâmül sürecinde onların hepsi zirve yapar.
Erol Kekeç/07.02.2021
Ercan Yüceman ve Emsal Malkoç