Ademle başladı bu tren, yolculuk hala devam ederken nice yolcular bu trene bindi ve indi ama tren hala yollarda, kimi almaz ki herkes dolsa hepsine yer var, nihayetinde herkeste zaten binmek zorunda…
Bu dünya da trenin sırtında ama kimse
bilmez bu dünyanın nerede olduğunu, kimi öküzün sırtında olduğunu sanır, kimi
birinin sırtına koymak için aradığını bulamaz ama dönüp bir kere olsun trenin
yolcuları arasında adı dünya olan biri var mı onu hiç sormaz…
Zamanla sınırlı dünyanın dışına
çıkalım deriz ya bazen hakikaten o gün geldiğinde ne sen ne ben olacağız; işte
orada doyasıya muhabbete dalarız. Oradaki muhabbetin konusu bellidir, serbest
çağrışıma asla yer yoktur, havadan sudan konuşuruz diye bekleyenler havaya suya
hasret kalır. Zamanla sınırlı dünyanın ötesinde neler olduğunu bir bilseydik bu
kadar hengameye değer verir miydik bilmem. Âmâ şunu kesinlikle biliyorum, konu
başlıkları belli olan ama zamanla sınırlı dünyada yapmadıklarımız ya da ihmal
edip arka vagona atarken kırmızı
şapkalı hareket memuru düdüğe bir üfürdüğünde, sıra sizde son istasyona geldik
derse, işte o an indiğimizde karşımıza çıkanların hepsi bizim muhabbet konumuz
olacak bunu bilsek sanırım yeter…
Zaman treni öyle bir tren ki aynı
anda tüm departmanlara hizmette de kusur etmemekte, kimi yolculara ekspres
görevi görmekte, kimilerine posta katarı, kimilerine hızlı tren kimilerine yük
treni ama asla yük almıyor sadece yolcu taşırken görülür. Öyle bir zamanda
kalkar ki ne kalktığı görülür ne vardığı istasyon, sadece inenlerin kim olduğu
bilinir.
Bu trende tüm sorunlar da beraber gider.
Kimi savaşırken atlar biner, kimi dünyayı ele geçirecekken bir anda nefes
nefese bir ayağı yerde biri trende öylece gider. Çocuklar ağlarken biner
sustuklarında iner, analar ana iken biner, çocukları yerde iken gitmek
istemezler ancak bilir ki son tren kalkmak üzereyken ne yapıp edip o da bir
yolunu bulur kaptırır kendini kompartımanlara!
Yanık bir ses gelir bakarsın acı acı
üfleyen meyzenler bir vagonda doluşurken, arkadan sayıldığında nerde olduğu
bilinmeyen önden sayıldığında hep aynı yerde kaldığı sanılan bir kompartımana
doluşmuş mevlithanlar indirirler melekleri gökten saf saf, dizilirken Kabe’nin önünde,
ansızın inerler gelinen istasyonda; yani anlayacağınız herkesin severek bindiği
bu tren sevilmeden inilen bir yer olur.
Gözleri yollarda olanlar, gözleri
ufukta beklerken güneşin doğumuna şahit olmadan ansızın düdük sesiyle irkilerek
aşağı atlarlar düşünmeden. Esen rüzgarlara aldırmadan yararak yol alır, gecenin
karanlığı nedir bilmez bazen gece bazen şafak vaktinde yolcular iner.
Yolcuların yüzleri soluk, sanki atmosfer tüm oksijeni alıp vermemiş nefesler
tükenmiş, kararan sıfatlarda Azrail’in nişanesi görülür.
Son istasyona daha çok var mı diye
yolcular konuşurken, her inenin son istasyona geldiği bilinmez, onun için hep
son istasyon neresi diye bir umutla beklenir. İstasyonların son olmadığı
bilinse belki yolculuk nerede son bulur diye bir başka merak başlar. Yolculuğun
nerde başlayıp nerede bittiği veya bitebileceği üzerinde düşünülmediği için yolcunun
yaptıkları ya da yapacakları konu olmaz; sanki istasyon kurtuluşmuş gibi, o aranır.
İstasyonların girişine tabelalar konulmuş olsa, kişi nasıl ve ne zaman
yolculuğa çıktığını bilmedikten sonra, nerede ineceğinin ne önemi olabilir ki…Nerden
başladığını ve neden o yola çıktıklarını bilmeyenler, nerede ne zaman ineceklerini
de bilmezler. Zaman treni bize aslında bu yolculuğun tüm esrarını anlatarak yol
alır. Öyle yerlerden geçer ki, bir bakarsınız hava kış yağmur kar ve dolu,
biraz ilerlersiniz yavaş yavaş ortalık yeşillenmeye başlamış, ilerledikçe
değişimi de fark edersiniz,tomurcuklar,ağaçlar çiçekler, kelebekler derken biraz
daha yol aldığınız da meyveler olgunlaşmaya yakın, bir de bakarsınız insanlar ürünlerini
devşiriyor ve vakit hasat zamanı…Bu görülenlerin tümü aslında hangi istasyondan
geçildiğini de söyler, ancak biz öyle bir dalmışız ki kendimizden geçmiş,
vurmuşuz muhabbetin dibine bir uyku basmış ardından ayılmak için çok zorlasak da
esnemeyle beraber gözlerimiz yumularak derin bir uyku içinde sınırsız
rüyalarımızda dolaşırken bunları görmekten mahrum kalmış olabiliriz, işte ondan
olsa gerek istasyonları görme şansımızı da kaybederiz. Âmâ hala içimizdeki o
istek ve merakı gideremediğimiz için kendimizden haberimiz olmasa da son
istasyonu merak ederiz.
Sahiden o kadar önemli acaba bu son istasyon,
orayı bilsek rotayı değiştirmek isteyebilir miyiz bilmem ki(!)
Neyse son istasyonun nerede olduğunu kimse bilmeyecek ama son istasyona
varmadan bu tendeki yolcular inmiş olacak, peki o zaman bu kadar ardına
düşmenin anlamı nedir?
Zamanla sınırlı dünyanın ötesine yolculuk
yaparken, zaman treniyle yolculuk yaptığımızı bilmiş olsaydık, sanıyorum
zamanın ne olduğunu da belki anlardık…Tanımı bilinmeyen bir trende kim
oldukları belli olan yolcular amansız bir şekilde koşarak vagonları dolduruyorsa,
”Ey insan bu yolculuk nereye ”demek her halde makinistin görevi olsa gerek!
Hakikaten ben de çok meraklandım bu “yolculuk
nereye!”
Erol KEKEÇ/16.05.2021/23.44
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder