16 Nisan 2021 Cuma

TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM VE ÖZGÜR İRADE

 “Siz kendinizde olanı değiştirmedikçe, Allah sizin (toplum olarak) durumunuzu değiştirmez…” Yaratan bu uyarıyla aslında toplumsal yaşamın değişim ve dönüşüm formülünü de bizlere vermektedir. Ancak İnsan hep sonucu arzulamaktadır. Sonucun gerçekleşmesi nedenlerin yerine gelmesidir, bu nedenlere bağlı insani değişimin irade gücüyle yapılması gereken olmadan, toplumsal boyutu olan sünnetullah’ın vuku bulması mümkün değildir.

Ormanlar olmadan, buharlaşma gerçekleşmeden ne kadar avuçlarımızı açarsak açalım, nasıl ki yağmurun yağması mümkün değilse, insani değişim ve oluşum olmadan da toplumsal değişim ve dönüşüm mümkün değildir. İnsan bu uygulamayı yerine getirdiği zaman, beklentilerini bekleme hakkına sahip olur. Bunun dışında kalan beklentilerin tümü, Yaratanın doğrudan müdahalesi olan mucize dışında, gerçekleşmeyecektir.

Kendi toplumumuzdan örneklemler alarak, genel bir değerlendirme yaparsak birçok farklı sorunların oluşumunda bu sürecin dikkate alınmamasından kaynaklanan sorunlarla boğuştuğumuzu göreceğiz. Örneğin, yaşam için gerekli olan ekonomik ihtiyaçların karşılanamamasından kaynaklanan sorunların giderilmesi için, insanı sömüren ekonomik sistemlerin dışında, adil ve insan doğasıyla barışık olan bir ekonomik sistem gerçekleştirmek zorundayız. Uyutmaya ve avutmaya dönük sistemlerin hayatımız üzerindeki hegemonyasına bir son verip, hayatımızı yeniden inanmakta güçlük çektiğimiz sistemin oluşumu için hazırladığımızda toplumsal değişimin gerçekleştiğine şahit olacağız. Hayatı anlamaya ve sorgulamaya başladığım günden beri, reel yaşam bu, buna göre yaşamak zorundayız şeklinde öğrenilmiş ve dayatılmış çaresizliğin kıskacında kıvranmaktan ben şahsen çok yoruldum. Neden bunlarla iç içe olmak zorundayız dediğimiz zaman, hep bir ağızdan koro halinde bankaların varlığını nasıl yok edeceksiniz günlük yaşamın bir parçası, onlar olmazsa para akışını ve değişimi gerçekleştirmek kolay mı şeklinde korku atmosferinin havasını solumamızın zorunlu olduğunu anlatanların dışında farklı bir mesajla karşılaşmıyorsunuz. Sanki yaratan insanların doğal fıtratlarına göre yaşamalarını çok zor kıldı da dayatmacı kapitalist sistem bunu çok kolaylaştırmış gibi herkesin dilinde ortak bir sözcük, günümüzün gerçeği, bundan çıkmak mümkün değildir. Bu masalların büyüsüne kapılanların toplumsal değişim ve dönüşüm bekleme hakları yoktur. Faiz illeti, bu saydığımız hastalığın bugün en önemlisidir diyebilirim. Çünkü faizin varlığı ve devamı, insanlığın aşınmasını ve yok oluşunu hızlandırmaktadır. Faizin kötü ve çirkin bir hastalık olmasının en önemli nedeni, zulüm, sömürü, insanı düşünme ve idrakten uzaklaştıran sarhoş ve ne yaptığını bilmeyen bir toplumsal yaşam oluşturmasıdır. “Faiz yiyenlerin durumu mezarlarından şeytan çarpmış gibi kalkıp sarhoş dolaşmalarıdır. Sarhoş yaşayanların bir hayatın nasıl değişeceğini ve dönüşümünün hangi koşullarda gerçekleşeceğini idrak etmeleri düşünülemez. Peki bu illetin kapsam alanından çıkıp, yeni bir hayata kucak açmayanlar hangi toplumsal değişimi bekleme hakkına sahip olabilirler.

Faiz, kapitalizmin emniyet kemeridir. Rekabetin olduğu yerde, rakiplerinizle savaşabilmenizin yolu, sürekli değişimde kullanılan sermayenizin olması ve anlık değişimler karşısında kendinizi koruyabilmenizdir. Bu sermayeniz yoksa, bu sermayeyi size temin eden aracı tefeci kurumların kapısını aşındırmak zorunda kalırsınız. Tefeciler size sermayeyi babalarının hayrına vermezler, karşılığında sizden para isterler yani ödeme durumunuzun uzun ve kısalığına göre artırımı katlarlar. Yani size zamanı satarak karşılığında talepte bulunurlar. Zaman Allah’ın olmasına rağmen Allah’ın zamanını satarak paralarına para katarlar. Siz bu sistemin ahtapot gibi dünyayı sarmış pençelerinden kurtulmadan yaşamınızın bir düzene girmesini beklemekle sadece ömrünüzü tüketirsiniz. Yani tepeden tırnağa pislik içinde olan bir adamın kafasına bir takke geçirip onu bir ibadethaneye götürerek onu düzeltmiş olamazsınız. Kapitalizmin felsefesinin yaşamları kuşattığı ve faizin tüm damarlara irin pompaladığı bir dünyada, siz onun adına bir ek yaparak onu düzeltmiş olmuyorsunuz. Sadece onun meşruiyet zeminlerini daha fazla genişletmiş olursunuz. Bunu neden mi anlattım, faiz ve kapitalizmin tüm yaşam alanlarımızı kuşattığı bir ortamda bunlarla ilgili köklü ve kalıcı bir değişimi düşünmeden ve onların kapsam alanlarına sarsıcı bir etki bırakmadan, güzellikleri, mutlu huzurlu ve dengeli bir hayatı düşlememizin sadece boş bekleyiş olduğunu anlatmak için konuştum…

Faizin her insanın, bilinçli ya da istem dışı, hayatına tecavüz ettiği bir ortamda, hastalıklardan arınmış aydınlık bir yaşamı beklemek ahmaklık olur. Önce bu karanlığın kaynağıyla ilgili köklü ve kalıcı mücadeleyi ortaya koymak ve o mücadelenin uygulama sahalarını yaygınlaştırmak zorundayız. Faizsiz bankacılık diyerek, kapitalist sistemin dışında kalanları da katılım kuruluşları diye kurulan oluşumlar eliyle sisteme yamamaya çalışmanın bir tesadüf olmadığına inanıyorum. Çünkü kapitalizm kendi kapsam alanı dışında kalanların kendisine muhalif yeni ve farklı sistemler inşa edeceğini bildiği için, dışarıda kalanların inanış ve beklentilerini törpüleyecek düzeyde oluşumlarla onları da kendi alanına çekmeyi başarmıştır. Kapitalizmin arenasından dışarıya çıkarak bağımsız kendi özümüze uygun ekonomik yapılanmalar oluşturmadığımız sürece hep ezilen toplumlar olarak kalacağız.

Büyük kentlerin varoşlarında yaşayanların yaşamlarıyla ilgili bir araştırma yapıldığında herkes şuna şahit olacak ki, buralardaki ebeveynler genellikle muhafazakâr, inançlarına bağlı Anadolu’dan gelmiş ahlaki değerlere önem veren insanlardan oluşmaktadır. Ancak onların çocukları ise aynı hassasiyete sahip değiller, İstiklal caddesinde gezenler ve oradaki kafeleri dolduranların büyük çoğunluğunun buralarda yaşayan ailelerin çocuklarından oluşmaktadır. Çünkü onların aileleri onlara yüksek düzeyde bir yaşam sunamadıklarından, onlar kendilerini bulundukları ortamlardan uzaklaştırarak rahatlamak isterler. Daha ileri zamanlarda da belli suç örgütlerinin içine karışarak kendilerine sunulan hayatı yaşayacaklarını sanarak gittikçe kötülüklere doğru kayan bir yaşam oluştururlar. Ancak elit bölgelerdeki insanların çocuklarında böylesi davranışlara pek rastlayamazsınız ancak onların ebeveynlerinde de değerlere bağlılıkta hassasiyetin neredeyse yok denecek kadar tükendiğini görürsünüz. Yani diyeceğim o ki, ekonomik şartların olumsuzluğu ile yaşamdan kopma arasında doğru orantı vardır. Yaşamdan kopan yanlarımızı onarmak istiyorsak öncelikle düşüncelerimizi ve hayatımızı kuşatan kapitalist yaşamın oksijen çadırından çıkacağız ve Allah’ın doğal yaşam çadırından doğrudan aracısız oksijen kullanmaya aday olacağız. Bunu yapmaya karar verip eyleme geçince toplum olarak değişim ve dönüşümün bünyelerimizi nasıl kuşattığını göreceğiz. Yani Marks’ın deyimiyle alt yapıyı yeniden farklı bir sisteme göre kuracağız, sonrasında üst yapımız da bu doğrultuda şekillenecektir. Ekonomik yaşamları bağımsız olmayan toplumların diğer bağımsızlıklarından söz edemezsiniz. Ekonomik ilişkilerimizi düzenleyen kapitalist kurallar olmayacak, insani yaşamın kuralları olacak ve adalet toplumsal yaşamın her alanında varlığını hissettirecek ki, diğer ilişkilerimiz de bir düzene binsin…Ebu Zer(ra) der ki” Yoksulluk fakirlik kapıdan girince, İman pencereden çıkar…” Paraya pula, maddeye hiç değer vermeyen ve yaşamıyla da bunu ortaya koyan birinin söylediği bu söz benim açımdan çok büyük değer ifade eder. Yani bir toplumun freninin patlaması her yolun mübahlaşmasının temelinde geçim sıkıntısı ve bu imkanlara ulaşmayı zorlaştıran sistemlerin olduğu muhakkaktır. Dolayısıyla bunlarla mücadele edip onlardan insanları kurtarmadığımız sürece, insanlara söylenilecek her türlü ideal değerler ve inançlar karşılık bulmayacak ve inandırıcı olma vasfını kazanamayacaktır.

Bugün herkesin hayatındaki gerçek yaşam zorluğu, imkansızlıkların alıp başını gidiyor olmasıdır. İmkânsızlıklar içinde kıvranan kitlelerin bu yaşamlarına duyarsız yaşayanlarla, bu kitlelerin aynı mekânın havasını soluyor olmaları çok tehlikeli bir sürecin habercisidir aynı zamanda. Çünkü insanlar bir noktaya kadar kendilerini frenlerler ama yoksunluk ve yoksulluk hanelerini kuşatmışsa, iman o insanı terk edecek bir delik arar, sonrasında olacaklar böylesi bir sürecin tabii sonucu olur. İnsanların güveni tükenmişse, onların sevgilerinin hala devam ettiğini bekleyenler büyük bir yanılgı yaşarlar. Sevgiden önce güven gelir güven bitmişse sevgi yerini saldırıya bırakır. Yani bu sosyal ilişkilerdeki süreci belirleyenin doğrudan fizyolojik yaşama etki eden unsurlar olduğunu bilmek ve görmek gerekir. Bunu göremediğimiz sürece, toplum için düşündüğümüz ve olumlu sonuçlar elde edeceğimizi sandığımız her türlü plan program ve proje elimizde patlar ve bir sonuç alamayız. Sonuç alınacak bir girişimde bulunursak toplumsal yaşam da değişecektir. Toplumsal yaşam dediğimiz zaman bunun içine her türlü ürün ve ilişkileri koymak gerekir. Aile, kültür, gençlik, eğitim, Hukuk, siyaset, sanat, ahlak vs.

Samimi, ilkeli ve canı pahasına hakikatin yeryüzünde herkese insanca bir yaşam sunması için, hakikatin egemen olması için ayağa kalkanlar olursa, hakikatin gerçekleşmesinin zamanı çok yakın olur. Âmâ herkes bir başkasının değişimini bekleyerek kendisini öncelemezse, zulüm göz yaşı, kan, faiz ve sömürü tüm insanlığı imha ederek hayatımıza son noktayı koyacaktır. Düşünen ve bir sorumluluk duyan tüm aydın entelektüelleri, bilim adamlarını ve akademisyenleri bu değişimi başlatmada ve sürekliliğini sağlayarak devamlılık oluşturmada bir sorumluluk almaya davet ediyorum…Yarınlarını düşünenler bu ince çizgide başlayacaklar yürümeye, en kısa zamanda Allah Hz. Musa’ya açtığı bir homoyolu bizlere ikram edecektir. O güne kavuşmak için bugünlerini bir aydınlatma fişeği olarak geçirenlere selam olsun…

Erol KEKEÇ/15.04.2021/23.39



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder