“Hiçbir Helal Haram değildir.” “Hiçbir Haram Helal değildir. Bu iki önerme arasında ayrıklık ilişkisi vardır mantık dilinde. Yani bu iki önermenin hiçbir elemanı zerresi diğerinin içinde olamaz. Olduğu taktirde çelişki anlamsızlık ve kargaşa ve kaos olur.
Allah’ın haram kıldığı ve helal kıldığı şeyler bellidir. Kim
Allah’ın helal ve haram sınırlarını çiğnerse işte onlar haddi aşanlardır.
Devletlerin yasakları ile Allah’ın haramlarının birbirine karıştırıldığı
ortamlarda hayata hükmeden din tam bir lakayt duruma gelir. Devletin
yaptırımları doğrudan ve karşılığı yaşama dokunan türdendir. Ancak Allah’ın
Haramları ise onu uygulayan bir organizasyon yoksa yaptırımı ahirete kalır
doğrudan değildir. Dolayısıyla bu durum Devletin yasaklarının Allah’ın
Haramlarının yerini almasına neden olmaktadır. Mesela, bir insanı öldürmek
isteyen birisi Allah haram kıldığı için kaçınmaz ama devlet ona bir ceza verir
ve zindanda kalma düşüncesiyle vazgeçebilir. Bu durum, yasaklamaların Haramların
yerine geçmesiyle, insanın uhrevi olan manevi yönünün yavaş yavaş anlam
kaymasına uğrayarak, yaşama Allah’ın emirlerinin dokunmadığını ortaya çıkarır.
Allah’ın emirlerinin yaşama dokunmadığı ama pozitif hukukun yaşamda önemli bir
yere sahip olduğu yaşamlar, Allah ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmeleri
kaçınılmazdır.
Müslüman bir toplumda, yaşamdaki olumsuzluklar haramlar
babında, yapılması gerekenlerde helaller sınıfında ele alınmıyorsa, bu insanların
yaşamında dinin herhangi bir karşılığı yoktur demektir. Dinin yaşamlarda canlanmadığı
ortamlar, İslam olduklarını iddia ediyor olsalar da onların yaşamı İslam olmaz.
İslam’ın emir ve yasaklarının hayatta karşılık bulmadığı ama yönetim
organizasyonunun doğru yanlış demeden tüm bildirgeleri uyulması gerekli bir
hüküm ise orada din, Devletin dinidir. Sınır bölgelerinde yaşayan biri olarak,
sınırın öbür tarafından bir kilo şeker aldığınız zaman siz çok büyük bir haram
işliyormuşsunuz gibi algılanırdı bizim köylerde. Ancak Allah’ın Haram kıldığı
ve apaçık Allah ve Resulü ile savaş halinde olan faiz almak asla ve asla bunun
verdiği etkiyi vermiyordu. Çünkü faizi bankalar veriyordu, ayrıca her köşe
başında bir tefeci vardı pamuk üstüne diyerek doğallaştırıp insanlara kat kat
karşılığını alacağı faizi normal bir borç veriyormuş gibi veriyordu ama kimse
onun haramlığını sorgulamıyordu. Ancak akrabaları sınırın öbür yanında olanlar
koyunlarını öbür tarafta satmak için sınırdan geçirmek istediklerinde
kurşunlanabiliyordu hatta onların katli vacipti. Yıllar önce Silopi’de 35 genç
delikanlının roketlerle katledilmesi de böyle bir anlayışın sonucuydu. Şimdi, bir
İslam toplumunda bunlar meydana geliyorsa o İslam toplumun nelere iman ettiğini
ve onların hayatında hangi değerlerin daha baskın rol üstlendiğini
sorgulamayalım mı?
İslam değerler dinidir. Kendi değerleriyle gelir ve o
değerler yaşandığı zaman hayatta karşılık bulur. Değerlerin bir bağlayıcılığı
yoksa İsminden bahsedilmesi onu ruhen rahatsız eder. Bizim toplumda olduğu gibi
başka ortamlarda da İslam Ruhen çok sıkılan bir değer olmuştur. Bir İnsanın
İsmi kullanılarak onun adını referans göstererek her türlü üçkağıtçılık yapmak
isteyenlere asla fırsat vermezsiniz. Hatta bu ismi kullanılanlar Siyasetçiler
olursa daha bir sıkı ortama girersiniz. Sizin hakkınızda suç duyurusunda bulunurlar,
Benim Dayım Filan bakan vs. diyerek sizin işlerinizi çözeceğim iddiasıyla
insanlardan para alarak onları dolandıranlar, toplum gerçekten duruşu olan bir
toplum ise, yüzkarası olurlar. Ancak bu hazin durum Dini yaşama geldiğimizde
hiç de bir etkiye sahip olmamaktadır. Adam ben Müslümanım diyor, Allah ve
Resulüne savaş açarak faiz dağıtıyor ve adına da kâr payı diyebiliyor bu nasıl kâr
payı ki, toplanan paralar başkalarına kredi olarak veriliyor, bu krediler
karşılığı üzerine koyacağınız yüzdelik kâr payı adındaki Ribayı da kredi
verdiğiniz şahsın ödeme durumundaki zamanın kısalığına ve uzunluğuna göre belirliyorsunuz.
Yani hiçbir şey satmadığınız insana Allah’ın verdiği zamanı satıyorsunuz ve o
zamandan kazanç sağlıyorsunuz. Bu kazanım doğrudan insanlara zulüm olan bir
uygulama ve Allah’ın Haramını helalleştirme olmasına rağmen kimse Burada İslam’ın
itibarının zedelendiğini sorgulamıyor, İslam’ı referans alarak, insanları
kandıran bu anlayışların sahtekarlık yaptığını, değerli olanın adıyla başkalarını
dolandırdığını haramları helalleştirdiğini sorgulayamıyor. Nedeni ise devlet
nazarında bunların legal ve resmi bir boyut kazanmış olması, peki devletin evet
dediği helal, hayır dediği haram mı ki, böyle karmakarışık bir yaşamın
sorgulamaktan uzak akıl imhası ve bilinç çöküntüsü yaşan kobayları haline
geldik.
Ne gariptir ki,” Hiçbir helal haram olmadığı halde, Din adına
haramlar koyabiliyoruz, Hiçbir haram da helal olmadığı halde birçok haramı
helalleştirerek tıka basa üstümüze başımıza dökerek saçıp savurabiliyoruz ama
hala en iyi dindar biziz. Bir Azeri atasözü der ki,” düzgün girdirem hâkime gitmirem,
az yiyirem hekime gitmirem…” Bu örnekte olduğu gibi biz İslam olduğunu söyleyen
topluluklar, ferdi hayatımızda Allah’ın helal ve haramlarına dikkat ederek o
belirlenen sınırları korursak, hayatlarını gaybın yönlendirdiği bir toplum
ortaya çıkar. Görünen yaşamı gaybın yönettiği bir hayat denge düzen ve huzur içinde
olur. Endişe kaygı korku şizofrenik tavırlardan ve paranoyak nöbetlerden uzak olur.
Yani ne Hakimlere ihtiyaç kalır ne de sağlığınız bozulur. Çünkü Allah’ın
sınırlarının içinde yaşamak rahmet kanatlarıyla kuşatılmaktır. Allah’ın dinini
referans alarak her türlü olumsuzluklara olumlu ve ihtişamlı bir kılıf
geçirerek hayatımızı cehenneme çevirmekten çıktığımız gün, İslam bize Güneş
gibi yaklaşıp bizi sarmalayacak.
Allah’a kul olduğunu söyleyen bir insan yeryüzünde onun
hayatına yaptırımı olacak pozitif bir kural olmasa da o her zaman eylemlerini
haram helal dairesi içinde yapar. Ancak Müslümanım dediği halde böyle bir sınırı
yoksa, oradaki yaşamın belirleyeni menfaat ve çıkarlardır. Çıkarlarını korumak
için dini kalkan edinenlerin hepsi o kalkanın ona yar olmadığını önüne gelen
faturayı öderken görecektir. Fatura ödemek için kasada beklerken bir şeyleri
anlamak işimize yaramayacaktır. “Şimdi mi, daha önce bunları anlayacak kadar
size zaman verilmedi mi? Dendiği zaman hiçbir bahanemizin bizi kurtarmayacağını
bugün bilelim, yoksa o gün bunları düzeltmek için hangi mali müşaviri
çağırırsak çağıralım faturada ne yazıyorsa onu öderiz kimse düzeltemez faturayı…
Müslüman bir toplumun yaşamına devletin yasakları ve emirleri
Allah’ın haram ve helalleriyle örtüşmemesine rağmen daha baskın geliyorsa,
orada çok ciddi bir değer karmaşası var demektir. Değer karmaşasının olduğu
yerde hayatı yöneten ilahların kim olduğu da karışır.
Bazen duyarsınız, herhangi bir kamu kurumunda yolsuzluklardan
bahsedilir, ancak yolsuzluk yaptığı iddia edilen hemen kendisini savunmaya
geçer ve biz Allah’tan korkarız, yaptığımız her şey kanuni ve mevzuata uygundur
der ve kendini aklamaya çalışır. İnsanlar da hemen onunla ilgili görüşlerini
beyan eder ve bakın adam hiç de yolsuzluk yapmamış her şey mevzuata uygunmuş der.
Oysa Mevzuata ve kanunlara uygun denen hadisenin ne olduğunu araştırsanız Allah’ın
haram kıldığı bir kamu malının talanı söz konusudur. Ancak Allah’ın haramı onun
üzerinde hiçbir etkiye sahip değildir. Hatta bir tedirginlik bile oluşturmamıştır.
Yani diyeceğim odur ki, dindar olduğunu söyleyen bir toplumda böylesi bir
kaygan zemin varsa orada her şey girifttir. Onun içindir ki, İslam’ı referans alanlar,
hayatlarındaki sınırları helal ve haram hudutlarına göre çizdikleri zaman,
yaşamda da bunu bir kırmızı ışıkta beklemek kadar doğal ve içsel kıldıklarında
o toplum huzur adasına döner. Dışardan gelen yasaklarla korkak ve ürkek
yaşamayı bırakarak içimize Hükmeden yaratıcının haram ve helallerini içselleştirerek
rahat bir yaşam alanı oluşturmaya ne dersiniz…Böyle bir yaşamda kimse kimsenin ne
kolluk gücü ne de yargıcı olur herkes kendisini sorgular ve yargılar; bunun
yolu herkesin kendi vicdan kodlarıyla çizilmiş evrensel mahkemenin kurallarının
geçerli olduğu yere hicret etmesidir. Bunun adresi herkesin kendi vicdanıdır.
Erol KEKEÇ/14.04.2021/0034
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder