11 Nisan 2021 Pazar

AYKIRI MANİFESTO (Yaşama dair)

Bir düşünce ve yaşam, var olan yaşamlara göre kendisini tanımlar ya da onların alternatifi olduğunu iddia ederek varlığını kanıtlamaya çalışırsa, her dönemde kendi özünden kaynaklanan bir varlık oluşumundan mahrum kalır. Batı karşısında, batının değer ve kavramlarını yaşayarak farklı bir paradigma oluşturma hevesi içinde olan İslami düşünce, kendisi olmadan kendisini başkalarıyla zemmederek çözülmenin onayını yapmış olur.

Batının hiçbir ürünü yoktur ki onun ontolojik sürecini ortaya çıkaran bir felsefi alt yapısı olmasın. Kendi felsefi yaşam denklemine göre sorunlarını çözmeye çalışan batı, bu değer sistemini tüm dünyaya evrensel bir değer gibi ihraç ederek, diğer toplumlara da bunu sindirtmeyi başarmıştır. Bu başarı, İslam ülkesi olarak adlandırılan tüm toplumlarda rahatlıkla görebileceğiniz bir kültür olarak yaşam alanlarında görülmektedir. Ör. demokrasi havarisi olanlara bakarsanız bunların daha çok İslam toplumları olduğunu görürsünüz. Bu topraklardaki yönetimler genellikle Totaliter baskıcı diktatörlerden oluştuğu için, bunların zulmünden bıkan toplumlar, adı ve düşüncesi ne olursa olsun bunun karşısına hemen demokrasi ile çıkıyor ve onların tek rakibinin bu olduğunu iddia edebiliyor…Acaba gerçekten öylemi değil mi diye kendilerine ait bir yönetim anlayışı geliştiremediklerinden tek kurtuluş olarak demokrasiye sarılıyorlar. Demokrasinin kökeni ve anavatanı olan batı kendi içinde bunun bir tanımını yapsa da o tanım kendi değer sistemi içinde ona biçilen bir elbisedir. Oysa batının yaşamına yön veren teokratik dini değerler ile İslam’ın aynı olmadığı ve bu sistemle benzeşen bir kapalı devre sisteminin olduğu asla düşünülemez.

İslam, doğrudan insanın özgürlüğü üzerine yaşam alanlarına bir farklılık getirmeye çalışan dindir. Yani İnsanların toplumsal kabullerinden yola çıkarak onlara kendisini dayatan bir anlayış değildir. İslam İnsanların bireysel tercih ve kabullerinden sonra, bu bireysel kabulleri ortak bir değer etrafında ilkeli olarak birleştiren evrensel değerleri olan anlayış ve yaşamdır. Onun içindir ki,” Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, zira göz, kulak ve kalp ondan sorumludur…” İlkesi insanın tercihleriyle kendi yaşamına yön verecek yönetim anlayışını da kolektif iradenin kolektif davranışa dönüşmesiyle ortaya çıkacağını anlattığını görmekteyiz. Durum böyle olunca, Demokrasinin özgürlük ve seçim hakkı gibi, insanların duygularını kabartan yönleri, İslam’ın insanlığa getirdiği yaşamın genişliğinin yanında esamisi bile okunmaz. Burada anlatmak istediğim, kendi değer sistemlerinden habersiz yaşayanların başkalarının dayattığı ya da farkında olmadan bizlerin onu içselleştirerek arkasına sığındığımız bu değerler, hakikaten bizim kendimize has kıldığımız değerlerimizi ne kadar ifade ediyor olabilirler.

Öncelikle, İslam’ın özgürlük kavramına yaklaşımı ile batının özgürlük kavramına yaklaşımlarına baktığımızda bunların birbiriyle örtüşmediğine şahit olmaktayız. İslam’ın özgürlük tanımı, Fıtratın sahip olduğu özellikleri o fıtratın yaşayacağı alanlarda, herhangi bir sınır koymadan fıtrat yatağını her türlü etkileyicilerden arındırmaktır. “Allah yarattı ve hedefini gösterdi…” Buyruğuna uygun yaşam alanını oluşturmak Allah’ın bir emridir. Yani fıtratın kendisini değiştirmesine ve farklı kılıklara bürünerek kendisi dışında başkalarına öykünerek zoraki bir yaşamın kurbanı olacağı alanları seçmesine ortam hazırlamak aslında onu fıtratından uzaklaştırmak olur ki, bunun adı özgürlük olmaz. Ör. Kutuplarda yaşayanların istek eğilim yönelim ve tercihleri ile Ekvatorda yaşayanların durumunun aynı olmasını bekleyemezsiniz. Ekvatorda yaşayanların hayatlarında belki de hiç kürk alma isteği olmayacakken, kutuplarda yaşayanların da tişört gibi giyeceklere yönelimlerinin olmasını bekleyemezsiniz. Yani İnsanların fıtratlarının yaşadığı bünyeyi ve o bünyenin gelişimini tamamladığı coğrafyayı hayatlarından ayrı düşünemezsiniz. Dolayısıyla her ortamın aynı özelliklere ve uyaranlara göre biçimleneceğini sanmak ve onu da her ortama evrensel bir değer olarak dayatmak insanlığı imhaya götürmek olur.

İslam’ın fıtrata dönük eğitici ve geliştirici değerleri ile diğerlerinin felsefi alt yapıları birbiriyle uyuşmaz. Uyuşmadığı gibi çatışmaları ve kırılmaları da doğurur. Ancak İslam toplumu olarak varlık sahnesinde kendilerini tanımlayan toplumlar, kendi değerleri hakkında gerekli bilgi birikim ve entelektüel donanımlara sahip olmadıklarından, yaşadıkları toplumdaki diktatörlerden kurtulmak için, batının anlayışını tek kurtarıcı sistem olarak görüp ona sarılmakla aslında kendilerinin bir hiç olduklarını ortaya koyduklarından da habersizdirler. Batının Yönetim anlayışının temelinde dinden koparılmak istenen insanın dünya cennetine daldırılarak, doyumsuz bir yaşamın haz frekanslarının çetelesinin tapusunun sahiplendirilmesi yatmaktadır. Bu tapuya sahip olmak isteyen her insan, bu yönetim anlayışını mutlak kurtuluş reçetesi olarak görüp ona sarılmaktadır. Yani Batı, Yaratıcıya rağmen, ondan bağımsız yeryüzünde farklı bir cennet oluşturma derdindedir. Bu cenneti de tamamıyla seküler bir anlayışın kodlarına göre biçimlendirmektedir. Dolayısıyla ilahi olan ile Seküler olanın savaşı ortaya çıkmaktadır. Bu savaşın taraflarından hangisinin yanında olduğunuzu, sizin ortaya koyduğunuz yaşamınız ve nasıl bir yönetimle yönetilme arzunuz belirlemektedir.

İslam dünyası olarak bilinen Ulusal ya da feodal topluluklar henüz kendi yaşamlarıyla alakalı değer sisteminin kodlarının nasıl bir yönetim ortaya çıkardığını bilmeden kalkıp biz demokrasiyi İslamileştiriyoruz gibi basit ve sıradan sığ bakışlarla ortaya bir düşünce attığını sanıyor olmaları da bir o kadar komiktir. Geçmişte bu konuda, Tunus Nahda Hareketi Lideri merhum Gannuşi’nin demokrasiyi içselleştirme anlayışı da buna örnek olabilir. Türkiye’de zaten Müslüman kesimin sığındığı tek liman haline geldi. Hatta Merhum M. Mursi’nin Mısır’da Cumhurbaşkanı olduğu dönemde bizim Cumhurbaşkanı Mısıra gittiğinde Demokrasinin faydalarını ve nimetlerini (!)anlatarak Demokrasiye sahip çıkmalarını ve bir an evvel demokrasiye geçiş sürecinin tamamlanması gereğini anlatıyordu. Tüm bunlar neden oluyordu dersiniz, kendi düşünce sistemlerinden ve yaşamlarıyla iç içe olması gereken inanışlarından habersiz yaşayanlar ve onunla ilgili birikimlerden yoksun olurlarsa, doku uyuşmazlığı olan bu yönetim biçimlerine bel bağlayarak, batının başka yollarla sömüremediği toplumlar için icat ettiği yönetim anlayışının onayını size yaptırarak kendi elinizle sizi sömürebilecek meşru gerekçeler oluşturmasına fırsat oluşturursunuz.%51’in %49’un isteklerini dikkate almadan kendi hegemonyasının adı özgürlükçü bir yönetim oluyor da, Söz sahibi olanların, söz sahibi olamayanların haklarını en iyi şekilde koruması gerekli olan sistem, yani fıtrat kodlarına göre oluşan İnsani sistem neden  özgürlükçü olarak değerlendirilmez. Oysa en özgürlükçü sistem, Adaleti esas alan ve herkesi insan olarak görüp onların hak ve hukuklarını garanti altına alıp, can mal ve nesil güvenliğini sağlayan İnsan fıtratını esas alan sistemdir. Allah, bizden İnsanı, kaplamı en çok olan bir kavram olarak ele alıp, tüm düşünceleri bu kavram içinde özelliklerini kaybettirmeden adalet ölçeğinde herkesin rahatlıkla tartılacağı bir yönetimi bizlere öğütlemektedir. Eğer biz kendi kitabi ve peygamberi bir duruşa sahip o yaşamı hiçe sayar, kendimizi batının batmakta olan değerleriyle tanımlamaya kalkarsak şunu unutmayalım ki, yaşam alanındaki ismimiz tanımsız olacaktır.

İslam aleminin bu tanımsız yaşamdan çıkarak kobay olarak kullanılmaktan uzaklaşması gerekir. Diktatör yöneticilerin denendiği yer buralar, demokrasi dedikleri yeni sömürge yönetimlerinin denendiği yer burası, bilmem ki daha kaç çeşit yönetimler oluşturup bizim topraklarımızdaki insanları sömürmek için deney yapacaklar. Eğer bizler Yüksek basınç alanı oluşturamazsak şunu bilelim ki, dünyanın neresinde olursa olsun her türlü anlayış ve yaşamların konaklama yerleri bizler olacağız. Düşünsel ve entelektüel donanımlar açısından alçak basınç alanı olmaktan çıkıp yüksek basınç alanı oluşturmalıyız. O zaman göreceksiniz nereye hangi düşüncelerin bir sağanak olarak yağıp o topraklarda nasıl bir verimlilik oluşturduklarını…Yaşama giydirilen inanç şekil olmaktan çıkarılıp yaşamı yöneten bir sistem ve içselleştirilen yaşam manifestosu olmalıdır. Güven, eminlik, liyakat ahlak, erdem, saygı vs. değerlere dini bir kılıf geçirerek herkese vaazlar verilmemeli, yaşamda bunların ne olduğu sessiz adımlarla karşılık ve canlılık bulmalıdır. Kimseden yönetim ithal etmek zorunda kalmayız o zaman.

Tüm bunları gerçekleştirebilecek dinamizm bizde var ancak yeterli donanım ve entelektüel birikim olmadığı gibi temellendirilmekten uzak sadece günlük konuşmaların birer cüzü olan bilgiler var dağarcıklarımızda…Bir U dönüşü yaparak kendimize gelip nereye gidiyoruz diye bir soruyla irkildiğimizde sorumluluk duyan bilim adamlarımız, entelektüel birikimli aydınlarımız bu yükü omuzlayarak, merhum Raci El Faruki’nin “İslam Kültür Atlası” örneği gibi kuşatıcı  evrensel bir yaşamın fıtrat donatılarına göre hazırlanmış herkesi kucaklayan “İnsanca yaşama çağrı”vs. adı altında albenisi yüksek bir denklemi yönetim alanına çıkardıklarında batının dağları ve şehirleri yağış gönderen değil yağış alan yerler haline gelir. Yeter ki dik duralım ve kendimizi kendi değerlerimizle tanımlayacak izzeti yakalayarak batının sömürgeci anlayışlarına hayranlık beslemeyelim…

Erol KEKEÇ/11.04.2021/02.15

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder