Yönetenlerinin itibarlarını, israflarıyla tanımlayan toplumlar, helak olmaya mahkumdur.
"Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz."İsra:16
İslam toplumu olarak bilinen toplumların, istisnasız hepsinin, yöneticilerinin mal varlıkları araştırılsa sanıyorum dünyadaki tüm açları rahatlıkla o açlıktan kurtaracak düzeydedir. Bir günde Afrika’da 20 bin insan açlıktan ölürken, bu yöneticiler, nasıl bir İslam toplumları ise onların yöneticileridir.
Aşırı doyumsuzlukların temelinde bilinçaltındaki doyurulmamış aşırı isteklerin olduğunda kuşku yoktur. Zenginlikler içinde yaşayan toplumlara baktığınız zaman onların yöneticilerinin hayatları ülke insanın normal yaşam akışından farklı bir özellik göstermez. Nedeni ise aşırı doyumsuz olmamalarıyla alakalıdır. İslam dünyası olarak bildiğimiz ülkelerin tüm yöneticileri hem kendi ülkelerinin hem de dünyadaki zenginlikte ilk sıralarda yer alanların arasında bulunuyorsa ne taraftan ele almaya çalışsanız da mutlaka tutarsızlıklar ve ele avuca alınmaz yaşamlarla karşılaşıyorsunuz.
İnsan merak ediyor bu ülkelerin yöneticileri kendilerini dindar ve aynı zamanda Müslüman olduklarını söyleyerek böyle bir hayatın debdebesiyle varlıklarını kanıtlamaya çalışıyorlarsa, söyler misiniz itibarı ve izzeti insanlardan gasp ettikleriyle ne kadar elde edebilirler?
Allah şehirlerin anası olarak tanımladığı şehre, Medeniyetlerin beşiği olan bir şehir olarak isim vermiyor, kutsal bir şehir olarak adlandırılsa da medeniyetin beşiği olmada asla bir özellik taşımıyor. Medeniyetin ilk ve temel dinamiği adalettir. Onu tamamlayan unsurlar ise, hak, hukuk, saygı, sevgi,kardeşlik,dayanışma ve insanlar arasındaki iletişimin güçlü olmasıdır. Binalarınızın yere çakılarak gökyüzüne tırmanması, tüm doğanın beton çöplüğüne çevrilmesi, tüm sahilleri en debdebeli yalılar haline getirmeniz, kullandığınız arabalarınızın en lüks araçlar olması, uçakların en alasına sahip olmanız, yeryüzünde doymayıp gökyüzünü işgale başlamanız hiçbir zaman medeniyetin ölçüsü olamaz. Öyle olmuş olsaydı, Mekke Arap Yarımadasında en gözde ve tüm ticaret kervanlarının merkezinde bulunmasına ve hatta Rabbimizin şehirlerin anası olarak adlandırmasına rağmen medeni bir yer olmadığını görüyoruz. Çünkü kuralsızlık gasp başkalarının mallarını rahatlıkla alan Ebucehiller gibi bedeviler vardı ve adalet yaşamın kıyısında bile yoktu. Oysa Allah’ın Resulü Mekke’den Yesrib’e göçünce buranın ismi sonradan değişti ve Medine olarak adlandırıldı. Yani Medeniyetin temeli atıldı. Medine-tül Münevvere olarak yeni bir isim aldı…
Yesrib’te yeni bir hayat başladı bu hayatın temel dinamiği kimseye haksızlık yapılmayacak, kimden olursa olsun kabile ve dinine bakılmaksızın oluşturulan kurallara herkesin uyması gerekir. Herkesin kendi hukukuna göre, herhangi bir cürümden dolayı yargılanacağı ama oradaki hüküm neyse ona uyulacak ve asla kimseye iltimas tanınmayacak, açlar doyurulacak, ülke savunmasında tüm vatandaşlar ülkesini savunacak, yani herkes birbirinin hakkını gözeterek hukuk karşısında oluşturulacak ortak yaşam birliğine uymak zorundadırlar. İşte bu devletin, medeniyete giden ilk yol işaretleri belirtilmiş oldu. Allah’ın Resulü daha sonra O şehrin adını medeniyetin beşiği olarak Medine diye adlandırdı. Değerli okurlarım kıl çadırlarda da yaşasanız orada adalet varsa o yer dünyanın en medeni yaşam alanıdır. Ondan dolayı İslam dünyası diye bildiğimiz bu Hadari bedevi toplumların, kendilerini anlatmak için gökyüzüne uzanan gökdelenler sahibi olmakla Medeni olacaklarını sanıyorsanız yanılıyorsunuz çünkü medeniyet Adaletle gelir. Adaletin olmadığı yerde Dünyanın tüm kazanımlarına sahip olsanız da, bedevi Hadari bir toplum olmanın ötesine gidemezsiniz.
Bu örnekleri vermemdeki gayem Medeniyetin kökeninden yola çıkarak İslam Dünyası olarak bilinen Bu Bedevi toplumların hayatını biraz tahlil etmektir. Kendi köklerinden habersiz ve hayatlarını uydurmaya çalıştıkları yaşamın üzerine oturduğu yaşam, bu değerlerin nasıl ortaya çıktığından habersiz ne olduğu bilinmeyen dünya mezbelesi üzerine oturuyorsa kalkıp kendimizi İslam’la İfade etmekten utanç duymak zorundayız. İslam Dünyası olarak bildiğimiz ve bizim de içinde olduğumuz bu dünyanın tüm yönetenleri istisnasız bedevi bir yaşamın sorgulamayan ve kendilerini tanımlamaktan aciz zavallıların akıllarını peşinen satın aldıkları bir mirasın üzerine oturduklarından, böylesi bedevi bir yaşamın yönetenleri olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. İslam’ın girdiği gönüller sömürülmek istemezler sömürmek isteyenlerin hipnotize seanslarına da asla inanmazlar. İşte, o zaman Allah’ın yeryüzündeki imaratına katkı sağlayacak, insanlığın huzuru ve mutluluğu için çalışan insanlık ailesi yeniden şekillenmeye başlayacaktır. Eğer bu oluşum gerçekleşmiyorsa, İslam toplumlarının kullanım sürelerini henüz tamamlamamış olmaları gerçekliğinin olduğunu görmekteyiz.
Allah’ın yolu bellidir da Huuktur.Hukuk ölçüdür o da kaderdir. Bu ölçüye dikkat edilmezse Allah bu yaşamları asla dikkate almayacak ve onların duası gökyüzünde bulut olmadığı halde yağmur bekleyenlerin durumuna dönecek. “Siz en sevdiğiniz (bağlandığınız kendinizi onunla anlattığınız itibarınızın şerefinizin o olduğunu düşündüğünüz ve o olmazsa bir hiç olduğuna inandığınız çok değer verdikleriniz var ya adı ne olursa olsun ister bir nesne ister bir süje olsun fark etmez, yani sizi siz olmaktan alıkoyup kendisiyle sizi tanımlayan her şey Allah’ın dışında)şeyleri Allah için(yani Allah’ın yeryüzünde istediği adil ve huzurlu bir yaşamın oluşması ve insanların hiçbir baskı olmaksızın doğrudan hak ile iradeleri arasına herhangi bir aracının girecek cesaretinin kalmayacağı şekilde mücadele edip insanlığın huzuru ve mutluluğu için)harcamadıkça kesinlikle birre iyiliğe hakikate kavuşamazsınız ”Bu uyarı, sanıyorum hayatımızın rotasının ne ve nasıl olması gerektiğini anlatmaktadır.
Ey İslam dünyası olarak bildiğimiz dünyanın karanlık yönünün hiç aydınlıkla yer değiştirmediği yerin, yaşayanları! Kural belli, Allah bizi yok etmek isterse, kimleri iş başına getirip bizi kimlerle imha edip azaba bizi duçar ettiğini daha ne zaman anlayıp bu karanlık dünyamızı ne zaman aydınlatmayı düşünüyoruz, yoksa bu karanlıkları Cebrail’in bize müjdeli haberi getirdiğini düşünerek mi sonlandıracağız?
Ama lakin fakat gibi bağlaçlarla kuracağınız her cümle hayatın tam ortasına atılan bir kurşun gibidir.” Kalk ve doğrul” herkes bu ayetin kendisine indiğini düşünerek yaşamı ve hafızasına doldurduğu tüm eskimiş yükleri atıp sıfır km olarak hayata başlamadığı sürece, hep Kaybedecek. Kaybedecek çok şeyi olanlar asla hakikat yolunun yolcusu olamazlar.
İnsanları münzevi bir hayata ve bir lokma bir hırka hayatına davet etmiyorum, Hayatın odağında adaleti tesis ettiğimiz bir hayatın yeryüzün her yanına yayılması için mücadele edelim o adaleti tesis etmeyen ve adil olmayan kim olursa olsun isterse Kum kentinden gelen yarım metre sakallı Ayetullah bir molla olsun asla dikkate alınmamalıdır. Yoksa sömürülmek kendi irademizle tercih ettiğimiz kaderimiz olur. İnsan bu kaderi değiştirecek güçte olduğuna inandığı gün dünyanın çehresi değişecek ve yeryüzünde yeni bir dünya kurulacak….
Gelin bu dünyayı değiştirelim…!
Erol KEKEÇ/20.02.2021/20.40-21.38
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder