9 Ocak 2019 Çarşamba

EY İNSANLAR! HAKKI AYAKTA TUTANLAR OLALIM- (3)



“Yetimin malına yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde (yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz). Ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zaman da yakınınız da olsa âdil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Öğüt alıp düşünesiniz diye Allah bunları size emretmiştir.” En’am:152
“Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var” diye dilimizden hiç düşürmediğimiz ve dilimize pelesenk olan bu sözün hayatımızdaki karşılığına baktığımız zaman, tamamıyla kendisiyle çatışan ve çelişkileri yaşayan bir toplum olup çıktık. Bu topraklar için toprağa düşmüş asker, ey bu vatan uğruna canını feda eden yiğitler sizlerin mirasını horca kullanmak ve istediğimiz gibi hoyratça israf etmek bizim hayat felsefemiz oldu.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı, düşün altında binlerce kefensiz yatanı, sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı, verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı…Merhum ve kahraman şairimizin bu sözleri sanki bizim yaşadığımız ve yaşayacağımız bu günleri görerek yazılmış mısralar gibi geldi bana…Bu ülkenin makûs bir talihi var, yönetime gelen her anlayış, ülke nimetlerini kendisine babasından kalan bir miras gibi, istediği şekilde kullandı. Bu anlayış hiçbir yetimi mazlumu gözetmeden hakkın yolunu kapama durumuna getirdi insanları. Yetimin malına yaklaşmayın onları en güzel şekilde kullanın, Hakkın razı olacağı alanlar dışında bu yetimlerin hakkını kullanma cüretinde olanlar, doğru yolda kullandıklarını anlatsalar asla inanmayın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın, kendiniz için aldığınızda hiçbir sınır tanımazken başkalarına verdiğinizde her yerden bir bahane getirerek kırk takla atıyorsanız bu kapsamda olmadığınızı nasıl anlatırsınız. Kendiniz için ayırdığınızda en üst perdeden gider pusulası yazıp en alt perdeden harcama sahnelerinde rollerinizi oynarsınız. Oysa sizin dışınızdakilere en alt sınırdan gelir pusulası verip, en pahalı noktalarda bir harcama gider atmosferi sunarsınız; sonrasında da ölçüyü tartıyı tam yaptığınızı anlatırsınız. İnsanları anlatmayı becerseniz de kendinizi nasıl aldatmayı beceriyorsunuz doğrusu bu durumda olanları çok merak ediyorum.
Allah, kınayan nefse yemin ederken, kötülüğü emreden ve meşrulaştıran nefse asla yemin etmiyor. Çünkü onun vicdan dinamikleri tamamıyla iflas etmiştir. Vicdan muhakemesini kaybeden bir varlık, diğer tüm mahkemelerden başarıyla çıksa da Mutlak mahkemede mutlak kaybedenlerden olacaktır. Neden insan denen bu varlık; hep bana Rabbena demeyi tercih eder. Oysa Allah, ölçüyü ve tartıyı tam olarak yapmamızı istemesine ve bizim sorumluluğumuz dışında bize bir yük yüklemediğini söylediği halde bu çırpınışlara ve bu kadar ağır sorumlulukların altında inim inim inlemeye ne gerek var. Yeryüzünde herkes rahat ve insanca yaşayacağı ve kâinatın sahibinin yarattığı nimetlerden istifade etmesi mümkünken, bu nimetlerin belli ellerde toplanmasını sağlayan ve insanlığa hayatı dar edenler, acaba nasıl bir teraziyle bunları tartmaktalar.
Ben Allah’a iman ettim ve rabbim ancak senin için yaşayacağım bu hayatımı senin razı olacağın bir hayat kıl diye dualar ettikten sonra, içinde bulunduğu gaflet delalet ve müsrifliğini çeşitli gerekçelerle savunma durumuna geçerek onları meşrulaştırmaya çalışıyorsa, hiç olmazsa, Ben Müslümanım diyerek bu dinin hakikatlerini yamultmaya kalkmamalıdır. Böylesi bir açmazın içinde dinin ne kadar hayatlara egemen olduğunu anlamak için kain olmaya gerek yoktur sanırım.
İnsanları aşağılayan kendisinin özel olduğuna inanan ve diğer insanların kendisinin sahip olduğu imkanlara sahip olmaması gerektiğini düşünen her anlayış, şeytanın borazanlığını yapmaktadır. Çünkü şeytan kendisinin seçilmiş olduğunu ve kendisiyle aynı statüde başkasının olmasının imkansızlığına inanarak öyle davrandığı için Allah onu lanetledi. Allah’ın lanetine uğrayan bir varlığın yaşamını aynısıyla yaşayıp Müslüman olmak hiçbir dönemde mümkün olmamıştır. Bu durum Allah’ın gönderdiği Tevhit dini ile savaş halinde olmaktır. “Ey âdemoğlu! Şeytan sizin atanız Ademi saptırdığı gibi sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin…” Kaldığı yerde ebedi kalabilme isteğiyle, şeytan atamız ademi ve eşini yaşadığı ortamdan kovdurdu. Bu davranış onların yeryüzüne gelmesinin nedeni olarak gösterildi. Peki soruyorum, şimdi tüm imkanların en alasına sahip olarak, kendisinin seçilmiş bir yaşam sahibi olduğuna inanarak her vurup harman savuranlar, acaba şeytanın saptırdığı sihirli sözlerin ve cümlelerin etkileme gücünün kapsamı dışında mıdırlar?
Tartıda adaleti esas almayan ve hayatın her noktasında herkes için insanca yaşanabilecek ortamlar sunmayıp toplumsal tabakalaşma ve farklılaşma yaratanlar, Allah’ın sakınmamızı istediği hayatın yaygınlaştıranları ve kökleştirenleri olduğunu bilmeleri gerekir. Allah adaleti ve tartıyı doğru yapmamızı istemektedir. Bir toplumda Müslümanım diyen bir algı, yönetim biçiminin adı ne olursa olsun, eğer insani yaşam ücretleri arasında önemli farklılaşmaların ve aşırı uçurumların olmasını doğal olarak görüyor ve bunların devamlılığı noktasında da sürekli ısrar ediyorsa, burada çok ciddi bir sorun var demektir. Çünkü Allah asla zulmetmez ve insanların yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilecek nimetleri de fazlasıyla verir. Allah insanların rızkına kefildir. Yaşatıyorsa bunu mutlaka bir yolla ona verir. Ancak insanların lüks yaşamlarına kefil değildir. Birileri lüks yaşamak uğruna diğerlerinin yaşamsal olarak ona takdim edilmiş, Allah’ın nimetlerini, kendi tekeline alarak insanlık dışı bir yaşam oluşturduğu ortamda, kaderiniz bu gibi, saçma sapan ve Allah’a iftira atılarak oluşturulan dinler ancak sahiplerine iade edilir. Kimsenin Allah’ın dinine bir şeyler katma gibi hakkı yoktur.
“Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın.” Tartı denildiği zaman hemen herkesin aklına bakkalın terazisi gelir. Nerede çok küçük olan olumsuzluklar varsa, onu büyüterek ifşa etmek sanki insanlık görevimiz, ama hayatın her alanında terazinin şavktı kaymış kimse bunun ne olduğunu anlamak ve sorgulamak istemez. Terazi tartmaktır ve denge oluşturmaktır. Dengenin gözetilmediği her ortam, terazinin yamultulduğu alandır. Bu alanlarda denge kurulmadığı sürece, terazi keser fonksiyonunu üstlenir. Kesere dönen bir yaşamda, yamuk yumuk ve ne olduğu belli olmayan, yörüngeden sapan kaosun oluşması doğal hale gelir. Onun için rabbimiz, ölçünün ve terazinin adil olmasını istemektedir. Ölçünün, “Ölçtü biçti kahrolası nasıl da ölçtü biçti,” Bu ayette anlatılan ölçmenin durumundan farklı olması gerektiğini anlatmaktadır rabbimiz.
Öyle ölçen biçenlere şahit oluyoruz ki, bu ayette anlatılanın dışında bir gerçeklikle karşılaşmıyoruz. Toplantılar, yönetim çalışmaları, grup kararları, genelgeler, kanun hükmünde kararnameler, yasalara bağlamalar hepsi böylesi bir ölçmenin bir görüntüsüdür. “Söylediğiniz zaman yakınınızda olsa adil olun ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun…” Tevhit gerçeği ile Allah’a iman ettiğini söyleyen herkes, o sözün yüklediği sorumluluğu yerine getirmek zorundadır. Bu söz maslahat adı altında yamultulmaya müsait değildir. Şartlar böyle demek kendimizi aldatmaktır. Şartları yaratan Allah, bize Allah’a verdiğiniz sözü tutun derken, içinde bulunduğumuz durumu bilmiyor mu ki, bahaneler üretmeye başlıyoruz. “Allah sizden rızık istemiyor, o halde sadece Ona kulluk edin…” Derken de, ne yapmamız gerektiğini açıkça deklare etmesine rağmen, bizler maslahat siyaset, politika günün şartları vs. diyerek hakkı yamultma hakkını kendimizde nasıl buluyoruz. Her ortamda, kendi yakınımız bile olsa, adil olmak ve Allah’a verdiğimiz sözü unutmadan adaleti gözetmek zorundayız. Ancak o zaman ölçüyü ve terazi hakkıyla korur, Allah’a verdiğimiz sözü yerine getirmiş oluruz. Öğüt alıp düşünelim diye Allah bunları bize emretmektedir.
Rahmanı hesaba katmayan hesabı şaşırır ve ne yapacağını bilemez, ivedilikle giydiği her ayakkabıyı da ters giymeye mahkûm olur. Eğer siz Allah’ın buyruğuna hakkı ile uyar, adaleti gözetir, teraziyi dengeler ve Allah’ın sözüne uyarsanız, Allah size doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak ortamı gösterir.
Adalet sistemi olmayan bir yaşamın, başka yaşamsal ögelerininin analizini yapmaya gerek kalmaz. Çünkü adalet omurgadır, omurganın çürüdüğü ve yaralandığı ortamda tüm değer sistemleri yerlerde sürünmeye mahkumdur. Onun için bir toplumun tüm değer sistemlerindeki çürümenin önlenmesi için adaleti yaygın hale getirmeliyiz. Bunun yolu Allah’a verdiğimiz söze sadık kalmaktır. Çünkü anlamamız ve öğüt almamız için bize bunları emretmektedir. Yeniden dirilmenin ve ayağa kalkmanın tek ve şartsız koşulu, adaleti yani omurgayı sağlığına kavuşturmaktır. Bunu da yaratıcının istediği şekilde yapmaktır. Vakit dirilme vakti diyorsanız bugünü çok geç, yarını imkânsız olarak düşünüp öylece ayağa kalkalım….
Erol KEKEÇ/09.01.2019


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder