Bu güne ait bu yazımın herkes tarafından dikkatlice okunacağını ümit ediyorum...
Yönetim sistemleri merkeze insanı yerleştirmiyorsa, insanın hesaba katılmadığı bir yönetim yönetme gücünü işin başında kaybetmiş demektir. Merkeze İnsanı yerleştiren bir yönetim algısı, Uygulama ve felsefi teorisini de adalet düsturuna göre biçimlendirir. Adaleti esas almayan hangi yönetim olursa olsun sadece zulmünü devam ettirir. Devlet yönetimi hiçbir ideoloji, etnik köken, dinsel anlayış veyahut ta cinsiyete dayanan bir algıyla yönetilemez.
Belli bir ideolojik temel üzerine kurulan yönetim anlayışları, halka hizmet etmekten çok kendisinin kökleşmesiyle uğraşacağından insanları mutlu edemez. Kendisini benimsemeyenleri de daima potansiyel düşman ve tehlike olarak görür, onlara yaşamı çekilmez kılar. Dünyanın neresinde olursa olsun, ideolojik bir algıya dayalı toplum yönetmeye çalışan anlayışlardan hangisi varlığını sürdürmektedir. Nazilerden, mussoloni'ye, Stalin’den, Çavuşesku’ya, oradan Saddam’a, Kaddafi’ye kadar daha nice örnekler gösterebiliriz. Demek ki, ideolojik yönetimler dayatma ve baskı unsurunu kendi genlerinde taşımaktadır. Bu anlayışlarla ne kadar da kendi dışınızdakileri mutlu ettiğinizi sansanız da bunu gerçekleştirmeniz mümkün değildir.
Osmanlı Devletinin 600 yıl ayakta kalmasının en önemli nedeni, eleştirilecek haddinden fazla olumsuz yanları olsa da, bünyesinde kısmi bir adalet anlayışına sahip olmasıdır. Bu algı her ne kadar paylaşım ve maddi açıdan olmasa da en azından farklı anlayışların ve dinlerin rahatlıkla yaşadığı belli bir özgürlük alanını oluşturmasında görmek mümkündür. Bunun en açık örneklerini de Fatih’in İstanbul’u fetih etmesiyle batıdan birçok bilim adamlarının ve Yahudi haham ve Hıristiyan papazlarının yaşamak için İstanbul’u tercih etmelerinde görmekteyiz. Ancak Cumhuriyet ideolojisiyle birlikte savaştan çıkan bir devletin geride bıraktığı mirası üzerinde yeniden dönüşen devlet yapılanması, batıdan devşirme bir ideolojik algıyla, sonrasında Kemalizm’le bütünleşerek zorla kendisini kabul ettirmeye zorlaması 100 yıl içerisinde defalarca, kendisini özümsemeyenleri tehlikeli görerek onları sindirmeye çabalamış ya da imha etmiştir. Yani diyeceğim o dur ki, sadece adalet üzerinde yükselmiyorsa kuracağınız devlet, her zaman tehlikede demektir. Dine dayandırılan devletler de böyledir. Günümüz İran’ına baktığımızda İnsanları dinsel kimlikle tanımlayarak onları sınıfladı. Yönetimin din algısına sahip olanlara, tüm imkanları sunarken, bu anlayış dışında kalanları sadece yaşayan bir canlı olarak görüp onlara dışlanmışlık psikolojisini verdiği için kendi içinde bile her zaman tehlikededir. Buradan yola çıkarak şu gerçekliği vurgulamaktır amacım. Bir yönetimde Adalet, bir şemsiyenin açılmasını sağlayan onu kuşatan tüm çıtaların eşit oranda açılması için, şemsiyenin tüm çıtalarının ona dayandığı ortadaki direk gibi olmalıdır. Eğer böyle bir adalet direği değilse toplumsal açılımı ve yaşamı devam ettiren, oradaki anlayış ve inancın adı ne olursa olsun o toplumun huzurlu ve insan gibi yaşamasını düşünemezsiniz.
İslam Devleti ve şeriat algısını da bu açıdan bakarak sorgulamak ve kritiğini yapmak gerektiğini düşünüyorum. Müslümanız diyenlerin hepsinin kafasında reelde olmasa da idealde böyle bir anlayışın olduğunu düşünüyorum. Bu anlayış hiçbir zaman bizi hakikate götürmeyecektir. Her Müslümanım diyenin yürek hücrelerine ve beyin dağarcığına kendisi dışında olanların da insan olarak yaşama haklarının olduğunu kaydetmesi gerekir. O zaman Devletin şekli ve ideolojisi değil, nasıl bir devlet olması gerektiği sorgulanmaya başlayacaktır. Nasıl bir devlet dediğimiz zamanda karşımıza adaleti ihya eden devlet olmalıdır algısı gelecektir. Bu algının geliştiği ortamlarda, devlet hiçbir zaman endişe ve tehlike var mı yok mu diye bir paranoyak düşünceye kapılmayacaktır. Çünkü herkesin insan gibi yaşayacağı hakkaniyet ölçülerini dikkate alarak adil uygulamalar yapacak ve toplumda sadece evrensel etik değerler ve adalet, devletin özünü oluşturacaktır. Böyle bir devlette, yasalar tamamıyla objektif kriterlere göre oluşacak, insanlar dinlerini ve kendilerine has yaşamlarını en özgür şekilde başkalarına dayatmadan yaşayacaklar, kılık kıyafet belirleyici olmaktan çıkacak, herkesin inanca dayalı yaşamları devlet tarafından korunacak ve güvence altına alınacaktır. Devlet, hiçbir dini, toplumun resmi dini haline getirmeyecektir. Dileyen dilediği gibi kendi hüviyetine kendi dinini ekleyebilecek ve bunun ne bir ayrıcalık ne dışlanacak bir eylem olduğuna inanacak. Çünkü insanların dini inanışları onların kendi yaşam alanlarıyla ilgilidir. Dolayısıyla devlet mekanizması, devletin yönetim hiyerarşisinde memurlar sınıfını oluştururken, sadece etik ve liyakat esaslarını dikkate alacaktır. Böyle bir devlette, ideolojik ve inanca dayalı fevri eylemlerde bulunup toplumsal karmaşaya yol açacak olanları da, hukuk karşısında bununla ilgili hüküm ne ise onunla cezalandıracaktır. Yani anlayacağımız, Devlet kesinlikle nötr olacaktır. Sadece Hak ve adaletten yana taraf olacaktır. Bunun dışındaki tüm uygulamalar ancak insanları canından bıktırır, yaşamı zorlaştırır ve cinnet toplumu oluşturur. Cinnet toplumu olmak istemiyorsak diyemiyorum, ancak bu cinnet ve psiko sosyolojik travmalardan kurtulmak istiyorsak böyle bir yola girmek zorundayız. Ne olursak olalım düşüncemizi, ideolojimizi, dünyaya bakışımızı yaşam tarzımızı kimseye dayatmadan, devleti tüm bunlardan arındırarak evrensel insani hukuk normlarına göre adalet temelinde yeniden yapılandırmak gerekir ve hatta zorunludur. Yoksa, senin adamların onun adamları, diğerinin dini grupları vs. derken hayat yaşanmaz olur ve kendimize yaşadığımız hayatı zindan ederiz.
Hep birlikte İnsan gibi yaşamak istiyorsak, adaleti esas alalım, bu adalette, birilerinin belirlediği değil, ortak insanlık değeri ve ortak aklın yeryüzüne yansıması olsun…Bunun tek bir yolu var, evrensel mahkemede aklanarak böyle bir yola çıkmak, bu da ancak herkesin kendi vicdan muhakemesinden aldığı gerekçeli karar sonrasında gerçekleşecektir. Hazır mıyız böyle bir yaşama ben sabırsızlıkla bekliyorum ve diyorum ki;” Sabah yakın değil mi”
Erol KEKEÇ/08.11.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder