Toplumsal kontrol ile toplumsal baskı ve mahalle
dikizciliğini birbirinden ayırmak zorundayız. Toplumsal kontrolde sağlıklı bir
yapı var, diğerlerinde ise ciddi anlamda bir hastalık vardır. Toplumsal kontrol,
haberdar olma, yardımlaşma, sevgi saygı ve dayanışma duygularını içinde
barındırır ve biz duygusundan kaynaklanır. Oysa Toplumsal baskı ve mahalle dikizciliğinin
kökeninde ise, ayrışmaya ve farklılaşmaya giden insanların baskı ve zor kullanılarak
tek tipleştirme ya da onları herkesin gözünde ifşa edecek olumsuzluklar
bulunur. Dolayısıyla toplumsal yaşam için, kontrol zorunlu ve kaçınılmaz iken,
toplumsal baskı ve mahalle dikizciliği hayatı yaşanmaz kılan birer vebadır.
Her toplum yaşamsal sürekliliğini kendi genlerinden gelen
kültür ve değerler aracılığıyla sağlar. Değerlerin içinin boşaldığı ve kültürün
sadece bir isim olarak varlığını sürdürdüğü ancak hayata dair söyleyecek bir
sözünün kalmadı ortamlarda kültürel yozlaşma başlar. Kültürel yozlaşma tamamıyla
kendi iç dünyasına hapsolan ipek böceğinin kendi kendini boğarak yaşamsal
imkanlarını imha etmesi gibidir. Yaşamsal ağların hangi damarlardan
beslendiğini bilmeyenler damarları yok ederek, sadece gövdesiyle bir ağacı yaşatmak
isteyebilirler. Bu durumun imkânsız olduğunu anlayarak toplumsal gerçekliğimizi
ele almak zorundayız.
Kültür ve değerler, bir toplumun ortak ideallere yönelmesini
sağlayan en önemli etkendir. Değerlerin genetiğinde bağlayıcılık ve ortak hedef
birliği oluşturma vardır. Bu ortak hedefler, toplumsal kimlik oluşumunu
besleyen gıdalardır. Bu gıdaların değerler metabolizmasından uzaklaştırılması,
değersizleşen ve hiçbir değeri olmayan bir değerin, varlık sahnesindeki
işlevinden rahatsızlık duyan nesiller türer. Bu gidişi yok etmek ve toplumsal
kimlikle varlıklarını geleceğe haykıran toplumlar olmak için, değerler
bünyesine karışan lağım tellerinin çok incelenip sık dokunarak, bir kilim gibi
estetik ve canlı olması gerekir. Estetik yönü olmayan ve insana bir yük gibi
algılanan değerler, varlık sahnesindeki miadını çoktan tamamlamıştır.
Eskiden mahallemize çıktığımızda, herkesi sorma ve onlardan
bir şeyler öğrenme yaşlılarla hasbihal etme gibi bir görev üstlenirdik
kendimize ve bunu yaparken de toplumsal bir vecibe olarak algılar tamamıyla
içselleştirmemizden kaynaklandığını bilirdik. Oysa geldiğimiz sürece
baktığımızda herkes değerlerden bahsetmesine rağmen, değerler doğrultusunda bir
denetimden çok, aşağılanmaktan, dışlanmaktan ve mahalle baskısı endişesinden
bunları yerine getirir olduk. Bu da gösteriyor ki, anlamsızlaşan değerlerin
zamanla toplumsal değişim önündeki en büyük handikaplardan biri olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu ve buna benzer daha nice olumsuzlukların önüne geçmek ve insanlarımızı
uzaklaşan ve kahrolan davranışlardan beri kılmak için, toplumsal genetik
dokumuzun varlığını devam ettiren değerler ile, günümüzde bir baskı aracı
olarak kullanılanları birbirinden ayırmak zorundayız. Bu ayrımı yapamaz ve
hayata aktaramazsak, toplumsal kontrolün çöktüğü ve toplumsal kimlik inşasının
yerlerde süründüğü bir hayata şahit oluruz.
Geleceğe nasıl bakıyoruz, nasıl bir toplumdan geliyoruz,
hangi değerler, uğruna mücadele etmeyi gerektirir gibi soruların karşılığı aslında
bir ferdin toplumsal kimliğini tanımada bizlere ipuçları verir. Yani toplumsal
kimlikte asıl olan ortak bir gelecek tasavvuru yapabilmek ve ortak bir geçmişe
sahip olmaktır. Ortak geçmişlerini yok edenler, ortak bir geleceği de düşleyemezler
o zaman da karşımıza çözümü zor olan denklemler çıkmaktadır. Yani aynı gelecek
tasavvuru olmayanların aynı değerlere hassasiyet göstermelerini bekleyemezsiniz.
Bu durum bazı insanlarda mahalle baskısı altında yaşıyormuş algısı oluşturur.
Bu algıdan kurtulmanın en önemli ve öncelikli yolu, toplumsal algı birliğini oluşturacak
ortak zeminlerin ve değerler tanımının yapılmasıdır. İşte o zaman toplumsal
kontrol mekanizması, resmi ve siyasal hukuki kontrol mekanizmalarına gerek
kalmadan toplumsal birlik ve dayanışmayı sağlar.
Bu açıklamalardan sonra benim söylemek istediğim odur ki, toplumsal
kontrol mekanizması ile, toplumsal baskı ve mahalle dikizciliğini birbirinden
ayırarak hareket etmek zorundayız. Bu ayrımı yapamazsak su içine atılan
tebeşirlerin dağılması gibi kendi birlik ve bütünlüğümüzün dağılmasını izlemek
zorunda kalabiliriz. Durduralım dünyayı, hep beraber haykıralım kontrollü bir
yaşam ve baskı unsuru olmayan bir değer diye…
Erol KEKEÇ/10.10.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder