Gençlik ve değişim günümüzde çokça üzerinde durulması gereken
elzem konulardan biridir. Gençlik bir nehirin coşkulu hali ya da gereğinden
fazla su taşıyan bir sel suyu gibidir. Bu suların varlığından değil, nasıl ve
hangi alana kanalize edilip edilmediğinden endişe duymalıyız.
Yetişkin kuşaklarımız ile gençler arasına kurulan sanal
duvarların yıkılması zorunluluktur. Bu duvarlar, yanlış gelenek görenek,
kültürel din algısı, mahalle baskısı, zihinsel karakollar, yeniliklere kapalılık,
gelişen çağa ayak uyduramamak, dayatmacı aile kuralları ve negatif bir bilgi transferi,
hayatın kanunu sanılan yanlış ve doğru olduğuna bakılmaksızın atalar dini vs.
Bu duvarlar yıkılmadığı zaman gençlerimizle aramızda köprü kurulamayacak onlar
ile bizim aramıza, elimizi uzattığımızda yetişme imkanımızın olmadığı derin
sular girecek.
Nereden nasıl başlamak gerekir diye düşünmeye başlayıp hareket
etmeyi beceremeyen bir kırkayak durumuna düşmeden en yakın yerden başlamak zorundayız.
Bir toplumu değiştirmek istiyorsanız öncelikle onların kendi aralarında
anlaştıkları kelime ve kavramları değiştirin toplum kendiliğinden değişir,”
diyen Konfüçyüs’ün bu uyarısını dikkate alarak hareket etmek zorundayız.
Gençliğin dili ile bizim delimiz çok farklı o zaman nasıl anlaşacağız diye hiç
düşünme gereği duymadan, eski kelime ve kavramlarımızı dayattığımızda, iki farklı
uyarıcı kaynak arasında iletişimin gerçekleşmediğini gözlemekteyiz. İletişimin
kurulmasını engelleyen nedenler arasında da iletişim kanallarının ya
tıkandığını ya da manyetik dalgaları iletemeyecek, iletken olmayan deforme
olmuş kanalların olduğunu görmekteyiz, zaman durup düşünmek ve bir karar vermek
gerekiyor ya kendimizi yenileyeceğiz ya da gençliğimizin ıslak elden kayan
balık gibi avucumuzdan kayıp sulara karıştığını, hiç de müdahale edemediğimizi
görerek ahlar ve vahlar çekerek dizlerimizi döveceğiz.
Dünya daima hareket halinde bizler de bu hareket halinde olan
gezegende canlı varlıklar olarak hareketimizi devam ettirmekteyiz. Dün geçti
gitti, yarın gelmedi oysa bugün elimizde o halde kalkıp bugün bir şeyler yapmak
zorundayız. Dün yaşayan bizler bugün de varsak bugün bize katılanlara dün
yaşadığımız hikayelerimizi anlatarak onları bunaltmadan kalan yolumuzda nasıl
bizlere katkı sunabilirler, bizler de nasıl onlara birer ışık olabiliriz onun
üzerinde kafa yormamız gerekmektedir. Gençlikle yetişkin kuşak arasındaki ilişki,
bilimsel bilginin başlangıç aşaması ile şu an geldiği nokta arasındaki ilişki gibidir.
Bilimsel bilginin geldiği noktanın ve devamlılığın ulaştığı aşamayı ilk başlangıç
noktasından daha kötü ve sorunları çözmede eskisinden daha geride olduğunu
iddia etmek ile, gençlik ile yetişkinler arasındaki ilişkide de daima eskilerin
dediğinin ve sahip olduklarının daha ilerde olduğunu söylemek arasında hiçbir
fark yoktur. Hayatın ve bilginin daima sona en yakın olanının daha iyi olduğunu
anlayarak hareket etmek zorundayız.
Bir üretimin başladığı an ile bitime yakın olduğu an arasında
bir kıyaslama yaptığımızda nasıl bitme aşamasında üretimin daha kompleks bir
yapıya büründüğünü ve daha fazla bilgi barındırdığını, içleminin fazla olduğunu
görüyorsak insanda da durum böyledir. Mantıkta terimlere baktığımızda en kompleks
ve karmaşık terimin içlemi en fazla olan terim olduğunu görmekteyiz. Yani bir
terimin özellikleri artıkça sahip olduğu özellikte ona paralel artış göstermektedir.
İşte bu örneklerle anlatmak istediğim de, gençlerimize yaklaşırken onların
bizlerden daha çok özellik barındırdığını ve bize göre daha fazla birikime
sahip olduklarını bilerek hareket etmemiz gerektiğidir. Nasıl ki bir bitkinin
kökü olmadan farklı türlerinin olması söz konusu değilse, insanın atası ecdadı
olmadan da bu günlerinin olamayacağını ancak bugünün ise daima geçmişin
gölgesinde bir yaşama mahkûm olmaması gerektiğini anlayarak yaşamak gerekiyor.
Yetişkin kuşağın üzerine düşen en büyük görev, nehir olarak
coşkuyla akan gençlik enerjisinin heba olmaması için, nehrin yatağında suyun
akışını önleyen ve kontrolsüz bir sel baskınına dönüşecek enerjinin yatakta amacına
uygun akmasını engelleyecek, çör çöp yabancı ve zararlı olan ne varsa onları
temizlemek ve gençlik enerjinin hedefinde akmasını sağlamaktır. Böyle değilde
sürekli bentler kurarak ve duvarlar örerek suyu göl haline getirerek farklı
alanlara çevirmek ve istediğimiz yerde kullanmak varsa hem kendimizi yok ederiz
hem de gençlik enerjimiz boşuna heba edilmiş olur.
Ortaya koyduğumuz programlar değişimin yönüne uygun ise, o
zaman değişimle programlar arasında bir uyum olacağından olumlu sonuçlar
beklemek hakkımızdır. Ancak değişimin yönü ile programlar arasında yakından
uzaktan bir ilişki yoksa ve de hep dayatmacı bir geçmiş gençliğin sırtına
vurulmak isteniyorsa, orada yıkım kaçınılmaz olur. Gençliği bağımlı hale
getirecek fiziki sosyal ve psikolojik uyuşturucuların etki alanından çıkarıp,
hayatın bir parçası ve bağlısı haline getirmeliyiz. Bir hayatın bağlısı olmak
için onun aktif oyuncusu olmanız gerekir, hiçbir figüran ve seyirci hayatın
bağlısı olamaz, onlar ancak bağımlısı olur. Bağımlı bir gençlik geleceği teslim
edemeyecek kadar hayatın ve dünyanın dışında yaşamaktadır. Siyasetten, eğitime,
aileye, güvenlik birimlerimize kadar böyle bir gençlik tasavvurumuz var, bu
anlayışlarımızın temeline dinamit koyalım gençliğimizle aramızdaki tüm
engelleri kaldıralım ve onları hayat oyununda aktif katılımcı ve danışma kurulu
üyelerinin merkezinde ve her yerinde beyinlerini kullanacak neferler olarak
görelim.
“Su akıp gittikten sonra testi doldurulmaz” bunu bilelim,
yıllara dayanan acı ve ıstıraplarımı sizlerle paylaşmak istedim. Yanlış yol ve
yöntemlerle doğru sonuçlara gidemeyiz, gençlerimizi sahiplenmeyelim onları
cidden sevelim. Biz sevgi ve yakınlığı, sahiplenmekle birbirine karıştırdık ve
o şekilde onlara yaklaştık. Sahibi olduklarımızı istediğimiz gibi tasarruf etme
yetkisine de sahip olduğumuzu düşünürüz. Gençlik bizim tasarrufumuzda olan ve istediğimiz
gibi kullanılacak bir obje değildir. Öncelikle onların aktif bir süje olduğunu
anlamamız gerekiyor. Süje kendi varlığını başka etkenlerden bağımsız ortaya
koyduğu zaman anlam ifade eder ve kendini, kendisi ifade edecek donanıma sahiptir.
Bu donanımlar yaratıcının yaratırken yüklediği donanımlardır. Bu donanımların
yazılımlarını da o donanıma uygun yerleştirmek için yardımcı olmak bizim görevimiz,
ancak bizler hep o donanıma uygun yazılımı değiştirerek kendimiz bir yazılım yüklemeye
çalışıyoruz. Ey ebeveynler, eğitimciler, siyasetçiler, velhasıl-ı kelam bu
alanda kendilerini yetkin ve etkin gören herkes aklımızı kullanmayı ve
kendimizden başlayan değişimi geciktirirsek, şunu bilelim ki aramıza seller
girdiği zaman, Nuh (as) gibi, ey evladım! gel sen de bu gemiye bin bizimle birlikte
ol dediğimizde ben bu ağaçlara sığınırım onlar beni korur diyecek gençlerimizle
baş başa kalacağız.
2015 Yılında “Gelenek ve Modernizm arasında Gençlik” araştırmamızın öngörü ve genel
değerlendirme kısmında da bu konula ağırlık vermiştik. Gençlerimiz bir yere gitmiyor,
acaba bizler neredeyiz bunun irdelenmesi gerekir demiştik. Bugün de ona benzer
bir çağrı yaparak daha fazla ayrıntılara inmeden bu makaleyi burada noktalamak istiyorum.
Bizim kendimizden uzaklaştırdığımız gençliğimiz, bir yere ait olmak ve sosyal
bir aidiyet oluşturmak için farklı ortamlara gidiyor ve yaşamın orada daha iyi
olduğunu anlatıyorsa, demode olan yaşam tortularımızı hayattan uzaklaştırmanın
ve gençlerimize pragmatik yaklaşımdan uzak kuşatıcı merhamet ve ufuk açıcı
kanatlarımızı açmak zorundayız. Vakit geçiyor sular akıyor bu testilerle bu
nehirden su alınmaz testileri değiştirmenin tam zamanı şimdi….
Erol KEKEÇ/08.10.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder