9 Ekim 2018 Salı

Bütünle başlayalım işe!

Toplumsal yaşama bütüncü yaklaşmanın faydaları, her zaman toplumsal problemleri doğru anlamaya ve doğru çözümler sunmaya götürür bizleri. Sistemsel sorunların parçalardan oluştuğunu düşünmek ve ona yoğunlaşmak, gerçek sorunu tespit etmede en büyük engeldir.
Bir hastanın gözle görülen bir hastalığı var ancak bu hastalığın nereden ve nasıl kaynaklandığı bilinmiyorsa onu anlamak için, vücudun tamamı dikkate alınarak, araştırma yapılır. Sorunun kaynağı bulunduğunda da başka olumsuzlukların oluşmaması için, tedavi kontrollü olarak organizmada uygulanır, taki vücut ayağa kalkana kadar, ondan sonra o alanda lokal çalışmalar ön plana çıkar.
Eğer bir kurumsal dokuda ciddi çözülmeler ve kaoslar yaşanıyorsa, kurumun tek başına ele alınıp sonuca gidilmemesi gerekir. Çünkü kurumlar karşılıklı bir eş güdüme göre çalışır. Bir taraftaki olumsuzluk ya da problem, farklı bir alandan ortaya çıkabilir. Örneğin, ekonomik sıkıntılar, ailelerde boşanmalara ve dağılmalara neden olabilir. Ancak boşanmayı sonuç olarak ele alıp, sadece boşanmalar hızla ivme kazanıyor demek boşanmanın neden ve sonuçlarını iyi tespit ettiğimiz sonucunu çıkarmaz. Hatta hiç anlamadığımızı da ortaya koyabilir.
Geldiğimiz noktadan ülke sorunlarına baktığımızda bunun sadece ekonomik eksenli bir sorun olduğunu görmemek gerekiyor. Çünkü eğitim, inanç, hukuk, aile, siyaset, tarım ve hayvancılık, medya, toplumsal denetim yani sistemin bir bütün olarak ele alınması ve öylece ciddi çalışmalar yapılması kaçınılmazdır. Sonuçlara şahit olduğumuzdan buz dağlarının altından akan sulara yabancılık çekmekteyiz. Buz dağlarını gördüğümüzden her tarafın buz olduğunu hatta dağların altında da buzların kaplı olduğuna inanırız. Oysa görünenler sadece görünmeyenlerin üzerine daha ciddi gidilmesi için bir ipucu olması gerekir.
Eğitim sistemindeki sıradanlaşma ve sürekli olumsuzlukları bünyesine yuvalamış bir değişim boyutu, her alanda kıvılcımlara neden olmaktadır. İsteklerinin fireni patlamış bir nesil, doyumsuzluk, haz almama, bağımlılık, inatlaşma, kurallara başkaldırı, dayatmalara isyan, ailenin fonksiyonelliğini öteleme ve yok etme vs. gibi dikkate almadığımız oluşumlar, toplumun her noktasında ciddi problemlerin kaynağı olarak  etken olabilir. Dolayısıyla eğitimin bir bağımsız değişken olarak dikkate alınması hem zorunlu hem de gereklidir. İsteklerinde tatminsizlik başlayan nesilleri avutmak için, ailenin düzeni bozulabiliyor, alenin mesajlarını dikkate almayan nesiller, yanlış ortamlara öncülük edebiliyor, hukuksal alandaki boşluklardan kaynaklanan yeni illegal faaliyet alanlarına yönelebiliyor, Bunları anlamadan diğer alanlardaki yamama usulü sorunları tespit ettiğimizi ve çözüm odaklı sonucu gördüğümüzü söylemek sadece kendimizi aldatmak olur.
Güçlü bir siyasi ve yönetim anlayışının olmaması, toplumsal ve hukuksal denetimsizliklere yol açar. Yani siyaset deyip geçmemek lazım çünkü siyaset bir toplumda en aktif olan ve sürekli içten yanmalı motorlar gibi kendisini yenilemesi gerekir. Lokomotif görevi üstlenir. Lokomotifin işlevsizleşmesi demek diğer vagonların yürüme ihtimalinin olmadığı anlamına gelir. Siyasal otoritenin güçlü olmasından kasıt, kendi hegemonyasını dayatarak kayıtsız şartsız kendisini benimseyen ve fanatik taraftarlar oluşturması değildir. Güçlü siyasetin olduğu ortamların en açık yansıması, diğer kurumların işlevini en güzel ve sistematik olarak yerine getirmesidir. Eğer bir toplumda Aile dağılıyor ve sürekli boşanma davalarına bakan mahkemelerdeki hakimlerin sayısı artıyor, ya da hakimlerin bakmak zorunda olduğu boşanma dosyaları çoğalıyorsa bunun sebeplerinin toplumun değişim süreci ve değişim talepleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir. Bu süreç ve getirdikleri dikkate alınmadan bu soruna da kalıcı ve köklü çözümler bulmak mümkün değildir.
Etik yaşamın gün geçtikçe albenisini kaybettiği ve gemisini kurtaran kaptan anlayışı ile insanların bireyselliğinin ve kendi çıkarlarının öne çıkarıldığı ve önemsendiği bir ortamda, sizler tarım ve hayvancılık konusunda insanlarımızın zamanlarını buraya vererek ciddi ve köklü üretimler gerçekleştirmesini bekleyemezsiniz, beklersiniz ama boşa beklemiş olurusunuz. Köylünün en az üç ay bekleyerek elde ettiği ve sattığında da bir şeyler kazanıp kazanmayacağını bilmediği belirsiz bir geleceğe ömrünü heba etmesini bekleyemezsiniz. Toplumsal etik o kadar hızlı bir dejenerasyona uğradı ki, bu süreç, bazılarını günlük, haftalık aylık ve yıllık zenginler olarak ortaya çıkardı. Bu zenginlerin hayatlarını her gün haber yapan nerede olurlarsa olsunlar, paparazzilerin bunların cazip hayatlarını anlatarak topluma pompaladığı bir süreçte toprağa bağlı insanların devamlılığını istemek sadece bir istek olarak kalır. Dolayısıyla etik yozlaşma ve çözülme ile kırsal yaşamın da hızla değişimi arasında bir bağlantıyı görmeden neden biz o alanlarda yetersiz kaldık diye sorgulamak sadece avunma seanslarını yaptırır bize…
Bu örnekleri vermemdeki asıl gayem yani demem o dur ki, bir toplumda sistemsel dönüşümler ve değişimler dikkate alınmadan parçalardan yola çıkarak ya da parçalarla ilgili reformlar yaparak toplumsal gelişmeye giden yolları araladığımızı sanmayalım…Toplumsal gelişme için, öncelikli olarak mana bütünleşmesi toplumsal gelirin GSMH’ye katılanlar arasında adil paylaşımı ve rahat yaşayan toplumun omurgasını oluşturan orta sınıfın genişlemesi ve büyümesi kaçınılmazdır.
Böyle bir ortamda, ancak sorunların kalıcı çözümlerle sonuca gittiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla toplumsal bütünlük dikkate alınmadan yapılacak her baypas çalışması bir organın yavaş yavaş ölüme mahkûm edilmesine neden olur. Bizim yaşadığımız ortamda da sadece bir parti meselesi ya da ekonomik mesele gibi bir doğrultuda sorunları ele almaktan vazgeçelim ve kalıcı köklü bütüncü yaklaşımlar ortaya koyalım. Toplumsal sorunlar tam tümevarımsal bir araştırma yöntemi ile ele alınmalı ve en küçük etki edecek bağımsız değişkenler dikkate alınarak çalışmalar yürütülmelidir. Yoksa geçen, zaman olacak, yine sorunlarımız başımızda dağ gibi birikerek bizleri ürkütecek…Haydi Başlayalım! tam zamanı; birlik beraberlik ve bütüncül bir yaklaşımla yola çıkmak için…! 

08.10.2018/Erol KEKEÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder