25 Mayıs 2008 Pazar

EMİN ELLERE KAPI EMANET

Allah'ım rahmetinin kuşatıcılığını hatırlatarak çıkıyorum buradan, devirmez bizleri sel suları aniden, önümüzde düşman arkaımızda deniz gemileri çoktan yaktık. Dönüşü yoktur bu yolun, ya oluruz ya ölürüz diye diye gözlerimizi diktik semanın sonsuz ufuklarına...
Bir akşamdı ay doğmadan vakit kış, ayazlı anlı bir kayanın başında yapayalnız kalan sadece ben, beklerdim oysa hiç aralıksız sevdaların saçacağı karanfil goncalarından bir günü!
Paylaşmak için hayatı attık adımlarımızı, çırpınmasın kimseler biz kararımızı verdikdönmeyiz geri, koşun canlar! Adımlamak başlamaktır, başlamak yürümektir. Yürümek koşmaktır, koşmak kavuşmaktır. Kavuşmak katmaktır, katmak katılmaktır. Katılmaka sarılmaktır. Sarılmak olmaktır. Olmak paylaşmaktır, paylaşmak açmaktır. Açmak anlamaktır, anlamak kavramaktır. Kavramak okumaktır, okumak varolmaktır. Varolmak donanmaktır, donanmak kuşanmaktır. Kuşanmak hazırlanmaktır, hazırlanmak umutlanmaktır. Umutlanmak beklemektir. Beklemek kalkışa hazırlanan aslan gibi diz çökerek uzanmaktır. Uzanmak ufku yakınlaştırmaktır. Ufku yakınlaştırmak, kadim olan bir geleneğin canlı tanıkları olunabileceğinin zamanının geldiğini haykıran adayların kalkışı demektir.
Katmayacaksanız, katılmayacaksanaız, sevmeyecekseniz, yüklenmeyecekseniz, statikleşecekseniz, yarınları arzulamayacaksanız, paylaşmayacaksanız, okumayacaksanız, anlamayacaksanız, kavramayacaksanız açmayacaksanız, açılmayacaksanız, katlanmayacaksanız kavuşmayacaksınız demektir...
Haydi, canlar tanış olalım!
Tanışmak, birlikte başlamak, birlikte duymak, birlikte hissetmek birlikte sevmek, birlikte gülmek, birlikte ağlamak, birlikte solumak, birlikte beklemek, birlikte katlanmak, acılara ızdıraplara, aç kalmalara, susuzluklara, yorulmuşlukara, fitnenin azgınlığına canavarların saldırılarına yardımın gecikmesine, isteklerin hızlılığına, zenginlik tutkusuve fakirlik korkusuna kınayanların çoğalmasına karamsarlıkların üstüne üstüne gitmeye, evet tüm bunlara birlikte dayanmak, yarınları birlikte özlemek, evrenle tabiatla iç içe olmak, şafağı akşamdan gözlemek, hayatın güzünde baharı düşlemek baharın tomurcuklarını yaza taşımak...
Katmıyor, katılmıyorsanız, özlemiyor özlenmiyorsanız, anlamıyor, anlaşılmıyorsanız, taşımıyor taşınmıyorsanız, güze direnerek, kışa savrulmayarak bahara taşımıyorsanız tomurcuklarınızı, tanışmıyorsanız tanışmıyorsunuz demektir.
Tanışmak başlamak demektir, başlamak için tanış olmak gerekir. Gülleri solmadan zemherinin soğuğuna katlananlar, tanışmayı başlatanlardır. Tanışanlar hayata hazırlananlardır. Hayata hazırlananlar donananlardır. Donananlar karşılıklı, hakların korunması için birbirlerini anlayanlardır. Birbirlerini anlayanları mesajlar yukardan aşağıya koşar adımlarla yakalar.
Kadim olan bir geleneğe tanık olmayı birbirinizden esirgemeden yakin(ölüm)size gelinceye kadar, kınayıcıların kınamasından korkmadan ve aldırmadan sürdürmeye kararlısınız değil mi? Böyle bir gerçeği anlayarak yola koyulan iki insanın hayat gerçeğinin dışa yansıyan kısmıdır evlilik. Evet, evlilik: İnsani değerlerin en güzel ortaya çıktığı, erdemli yaşamın filizlerinin tohumun saçıldığı, Güneş ışınlarının anlam kazandığı, yeryüzünün ifsat sellerinin önüne bentlerin kurulduğu, bir ekrandır. Yeryüzü ve gökyüzü terazisini dengelemek, insanları sükûnete erdirmek amacıyla atılanbir adımdır evlilik...
İstekelri islami değerlerle süslenmemiş insanların ortaya koyacakları anlaşılmaz geleceklerin adını bilemeyiz ne olur diye. Ama tek bildiğimiz bir gerçek var ki, o da yolllara mayınların döşenmiş olmasıdır. Mayınlı yollarda yürüyerek, atmosfer boşluğunda dağılıp yok olmak istemiyorsanız, donanımlara sahip bir yolda yürümek zorundasınız.
İnsanlık tarihini derecelendirme levhasına gönderdiğimizde, bu tarih birçok kozmopolit yaşamları sırtına sararak geldiğini bizlere anlatır. Toplumların bu mozaik hali, davranışların istekler doğrultusunda oluşmasıyla ilişkilidir. İslami bir yaşamı kuşanacak çiftler, Allah’ın istediği bir hayatı değilde, bu kozmopolit hayatları islami hayatmış gibi benimserlerse, şunu bilsinler ki yıkım üzerine bir hayat deruhte etmeye çalışıyorlar. Bu hayatların geleceğini varın siz düşünün.
İslam teslim olmaktır. Köleliğe hayır, anlamaya evet, özgürlüğe çağrı, felaha çığır, isteklere set çekmektir."Sizden herhengi biriniz isteklerini benim getirdiğime tabi kılmazsa müslüman olamaz."Hakikatıyla Allah Resulü, insanlğın hayat programını çizmektedir. Hayat, isteklerin iradenin kontrolüne verilmesiyle islam olur. İradenin atıl, kalbin hissetmediği, isteklerle iradenin aynı paralelde olması demek, kalbin kararmayla yüzyüze olduğu zamandır ki, burada insanın hayatı, Allah’ın değerlerinin ve hududunun dışındaki beşeri isteklerle iç içe olduğundan, insanın bir sömürü odağı olduğu anlaşılmış olur.
Sömürülenler ne zaman sömürüldüklerinianladılar ki,kanı emilenler uyanık olsalardı,vampirler yaşayabilirlermiydi.Smürgecilik sömürgecinin ip atlamasıyla başladı.Sömürgeci koloniyalizmi oluşturmadan önce,elinde inciliyle sömürgelerine girdi.İnsanların gözlerini bağladı,ellerine birer incil verdi.İnsanlar da gözleri kapalı kutsal kitap diyerek,incile sarıldılar.Gözlerini açtıklarında topraklarının sahibi artık sömürgecilerdi,ama onların da incilleri vardı ya(!)
İşte insanlığın sömürülmesi bu tür canbazlıklarla tarih sahnesine her zaman konulmakta. Sömürgeciler toprakları sömürerek böylece kendilerine direk düşmen edinme yönteminden vazgeçtiler. Neyi sömüreceklerini çok iyi biliyorlar. Çünkü o şeyi sömürdükleri zaman, topraklar zaten onların olcaktı. Bunu da başarmayı becerdiler. İnsanlığın zihninde değişim meydana getirdiler, mantıkları akılları, kalşpleri köleleştirdiler. Kalbleri sömürülen toplumların neleri kalır ki sömürülmeyen. Ne yazık ki, böyle bir sömürünün sağılan inekleri olarak yaşarken, hala özgürlükten dem vuruyoruz. Özgürlük, kalblerin iradenin kontrolüne verilmesinden başka bir şey midir ki?
Emperyalizmin hayat anlayışı, onun pratiğini oluştururken, zavallı insanlar sömürgecinin ortaya koyduğu hayat felsefesiyle 60–70 yıllık bir gerçeği düşlerken hala müslümanlıklarını da koruduklarını sanır dururlar. Nedense islam sihirli bir güç gibi insana bir duhul ederse bir daha hiç gitmez, nae yaparsan yap önemli değil(!)...
İslamın temel felsefesi, Kur’an’ı kerimin belirttiği şu ayette ifade edilmektedir."Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Emrolunduğun gibi olmak zorundasın, emrolunduğumuz hakikat:"Asra andolsun ki, insan hüsrandadır; ancak iman eden salih amel işleyen, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye eden bunun dışındadır."Ve yine başka bir ayette, Allah’u Azimüşşan şöyle buyurmaktadır:"İman eden salih amel işleyen ve ben müslümanlardanım dedikten sonra, Allah’a çağıran kimseden başka daha güzel sözlü kim vardır."Böyle bir hayatın sonunda varılacak hakikatleri allah'u teala çeşitli ayetlerde belirtiyor. Bu hakikatlerden de bahsettikten sonra, Kur’an’ı kerimin bizlere buyruğu şudur:"Çalışanlar bunun için çalişsın."
Bu ayetlerde insanlar bir gerçeğe çağrılmaktadır. Bu gerçek islami hayatın gayesi ve hedefidir. Ama insanlık öyle bir hale geldi k,bunları anlamaktan acizdir. Gaflet onları hep meşgul ediyor, hatta öyle bir uçurumun kenarına gelindi ki, hayatın temel gayesi kapitalizmin ve materyalizmin anlayışına büründü. İslami sınırların dışına taşıldı beşeri mantıklar ve anlayışlar üretildi.
Beşeri ideoljilerin hayat felsefesi ise şu anlayışı barındırır, yemek için yaşamak, ondan dolayı maksimim lezzete ve minimum eziyete değer veririler ve onun için çalışırlar. Çok çok üreteceksin çok çokm tüketeceksin, bu döngü hayat boyu devam edecek, iyi yaşamak için çok araç üretmek zorundasın, çok araçlar için mücadele edince, amaç diye bir şey olamayak ya da amaç kazanmaya ayarlanmış olacak. Yani allah'u tealanın çalışanlar bunu için çalışsın ayetine karşılık bu heriflerde diyorlarki, çalışanlar bunun için çalıssın, yani hayat budur, ölürüz ve yaşarız ancak bizi zaman yok eder, safsatalarıyla beyinleri kalbleri istila ettiler...
Günümüzde anlayışlar öyle yozlaştırıldı ve köleleştirildi ki,bunu anlamak basiret sahibi olmayı şart koşar.Basiret sahibi olmakta öyle kolay değil,maddenin görünen tarafından başka yanını göremeyen zavallılar basiretlilikten ne anlayacaklar.İnsana bakışın yeryüzü değerleriyle ölçüldüğü bir ortamda,anlayışların hala islami olduğunu savunmak,doğrusu böyle bir din herhalde yeni gelmiş(!)...Allah Resulü böyle bir din bizlere bırakmadı.Onun bizlere bıraktığı islamda Şöyle bir anlayış var:"Dünya evi olmayanın evidir."Başka bir hadiste:Dünyanın misali sizden herhangi birinin,denize parmağını daldırması ve parmağında çıkaracağı su kadar bir şeydir."Allah Resulü böyle buyururken,ruhbanımsı inzivai bir hayata insanları yönlendirmiyor.İslamın temelinde hareketlilik ilkesi vardır.Hareketlilik hareketsizliği yener.Hareketli olmayı islam şart kılar,hatta tarihi yazanlar hep savaşlarda galip gelenlerdir.Böyle bir anlayışa sahip olan islam,dünyanın Mü'minlerin gözlerindeki ve kalblerindeki yerini ortaya koyuyor.İslam dünyayı hedef olrak göstermez.İslamda dünya hayatı biz buna ekonomi diyelim,ekonomi bir hedef değil sadece yaşamın devamı için gerekli olan araçlardandır.Hedefi bir yana bırakıp araçlara sahip olma durumuna göre insanlığı değerlendirmeyi,islam kesinlikle öngörmez.Böyle bir ölçü insanların kuruntuları ve kurguları sonunda ancak oluşur.
İslamın hayat felsefesi, yaşamak için yemeyi ve kazanmayı öngörür. Ama bu gün bu mantıklar değiştirilmiş, onun yerine kazanmak için yaşamak kurallarıoyla hayatlar yönlendiriliyor. İşte böylesi bir dünyada çiftlerin(kadın ve erkek)ileri sürecekleri hayat ilkeleri bu şartlara bağlı kalarak oluşturuluyorsa, kurulacak kaleler içten kuşatılmış demektir. Şunu hiç akıldan çıkarmamak gerektiğine inanıyorum. Kaleler onu içten kuşatanlara aittir. İnsanlar, sömürgecilerin mantıkları ve anlayışlarıyla bir hayat biçimi ortaya koyup adına da islam diyorlarsa, bunun adı islam olmaz. Protestanlaştırılmış bir din olur ki, bunun adı yaşadığımız gibi inanmaktan başka bir şey değildir.
İslamın karargâhı olmaya aday bevlilikler, yukarda kısaca değindiğimiz, seküler anlayışın etkilerinden kurtularak varlıklarını ortaya koymak zoeundadırlar. Sekülarist bir anlayışın doğuracağı sonuçlarişin başında bellidir. Ama bunları görmeye çalışmayanlar, emperyalistlerin dilleri ile konuşmayı marifet, hayatlarına özentiyi de şeref olarak bilmeye mahkûm olacaklardır. Bu mahkûmiyet onları k.Kerimin şu gerçeğiyle yüzyüze getirir."De ki, Allah’ın lanetine uğrayanları size haber vereyim mi, onlar tüm amalleri boşa gittiği halde, hala kendilerini salih bir yolda sananlardır."Evet, emperyalistlerin ceplerine akıllarını ve kalplerini bırakan insanların hali değil mi, Allah’ın lanetine uğramak...
İslam, insanların ölçülmesi için tek kıstas koyuyor o da takvadır. Allah katında sizin en üstününüz, takva ile ona en yakın olanınızdır. Allah katında tek ölçü bu olduğu halde, kendilerini müslüman adlandıran bu insanların acaba ölçütü bu mudur?
İslami bir hayat kurmak isteyen insanlar, evlilik yaparken (eşeler karşılıklı) birbirlerinde nasıl özellikler aramaktadırlar. Hayatların Allah korkusu ve sevgisi üzerine oturması çok gerilerde kalıyor. Bireylerin statüleri, aileleri, malları ve güzellikleri öncülerdir. Kıyasın sonunda hayat islam olarak çıkarsa, piyangodan çıkmış gibi, bunu da artık ganimet bilmeli(!)Öyle olamasa da kendimizi zorladığımız zaman öyle bir şey çıkarabiliyoruz; çıkarabiliyorsak ne mutlu bizlere diyerek yaşayıp gitmiyormuz... İşte bu tür hayatların ne kadar islami olduğunu sorgulamaya gerek var mı?
Ey doslar fazla uzatmadan, apaydınlık bir yolda buluşmak ve sadece Allah’a kul olmak dileğiyle gelecek günlere merhaba diyorum…
Yıl:1992
(E.KEKEÇ)ELAZIĞ

21 Mayıs 2008 Çarşamba

MUSTAFA KEMAL VE BAŞÖRTÜSÜ

Ali BULAÇ
a.bulac{x}zaman.com.tr
Dikkat! E-mail için {x} yerine @ işaretini yazınız. Bu değişim spam maillerden korunmak için yapılmıştır.

Başörtüsüyle ilgili yapılan anayasal düzenlemenin "yok hükmünde sayılması" için CHP, Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. CHP'nin ülke ve toplum hayatıyla ilgili bilumum düzenlemelerde seçtiği tek ölçüt "laik(çi)lik"tir.
CHP'ye göre bu konu Anayasa'nın "değiştirilmesi teklif edilemez maddeleri"yle ilgilidir, bu maddelerin ruhunu Atatürk Devrimleri oluşturmaktadır. Kombinezon böyle olunca konu dönüp dolaşıp Mustafa Kemal'in konuyla ilgili görüş ve tutumlarına dayanıyor. Yargıtay Başsavcısı'nın AK Parti'yi kapatma istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurmasının da ana gerekçesi aynıdır. Madem iki davanın da merkezî teması "Mustafa Kemal ve başörtüsü"dür, bu durumda Mustafa Kemal'in başörtüsüyle ilgili görüş ve tutumlarına bakmakta yarar var.

Belirtmek gerekir ki, Mustafa Kemal, sahip olduğu dünya görüşü ve yöneldiği Türkiye tasavvuru açısından başaçıklığı, başörtüsüne tercih eden bir zattı. Bu onun görüşüdür. Ancak bu görüşünü devletin emredici politikalarıyla zorla kabul ettirme fikrine dayandırmadı, kadınlar için herhangi bir kıyafet devrimi öngörmedi; bunu doğru veya sonuç alıcı bir tutum olarak görmedi. Aşağıda vereceğimiz iki örnek bunun teyididir:

1) Mustafa Kemal, 21 Mart 1923 günü Konya Yeşilay Cemiyeti Kadınlar Şubesi'nde yaptığı konuşmada şunları söylemektedir: "Memleketinizin bazı yerlerinde, daha çok büyük şehirlerinde, giyim şeklimiz ve kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın giyim şekli ve örtünmesinde iki şekil kendisini gösteriyor: Ya çok açık ya çok kapalı görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı çok karanlık bir giyim tarzını gösteren kıyafet (peçe örneği) veyahut Avrupa'nın en serbest balolarında bile dış kıyafet olarak giyilmeyecek kadar açık bir giyim şekli. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını o aşırı açılmaktan da, bu aşırı kapanmaktan da men eder... Dinimizin tavsiye ettiği tesettür (örtünme) hem hayata hem fazilete uygundur." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. II, Ankara, 1981, s. s. 149-150)

2) O günlerde yaşanan bir olayı Mustafa Kemal'in genel sekreterliğini yapan ve sonra Milli Eğitim Bakanı olan Hikmet Bayur şöyle anlatır: Trabzon Valisi Rıfat Bey'den bir mektup alınmıştır. Mektupta, derslere başörtüsü ile giren bir öğretmenin durumunun önlenmesi istenir. Bayur, "Ne yapalım?" diye mektubun muhtevasını Atatürk'e anlatınca ondan şu cevabı alır: "Bu işe karışma, zamanla kültür ilerledikçe bunlar hep olacaktır; bu sırada bize düşen başörtüsünü giymeye zorlayanlar varsa onlarla mücadeledir. Başörtüsü işi fes gibi kör bir taassubun sonucu değildir; insanlarda pek canlı olarak var olan ayrı bir duygunun, kıskançlık duygusunun da etkisi altındadır. Onunla mücadele apayrı bir konudur." (Hikmet Bayur, Atatürk'ten Hatıralar, Belleten Dergisi, sayı 148, s. 446)

Bunun dışında konuyla ilgili olarak Mustafa Kemal şöyle der: "Şunu ilave edeyim ki, kadınlık meselesinde şekil ve kıyafet görünüşte ikinci derecededir. Asıl mücadele sahası, kadınlarımız için şekilde ve kıyafette muvaffakiyetten ziyade, muzaffer olunması lazım gelen saha nur ile, irfan ile, faziletin hakikatleri ile süslenmiş duruma hazırlanmaktır. Ben sayın hanımlarımızın Avrupa kadınlarından aşağı kalmayacak, bilakis pek çok yönlerden onların üstüne çıkacak nur ve irfanla hazırlanacaklarına katiyen şüphe etmeyen ve buna kesin olarak emin olanlardanım." (Söylev ve Demeçler, II, 152-153)

Bu iki alıntının iki anlamı var: İlki, CHP ve Yargıtay Başsavcısı'nın itirazları eğer "laiklik, devrimler ve Mustafa Kemal" arasında doğrudan ve zorunlu bir ilişkiye dayandırılıyorsa, başörtüsünün bu üçüyle de uzaktan yakından ilgisi yoktur. İkincisi, her fikir ve dünya görüşü sahibi insanı bağlayan ve onu tutarlı, inandırıcı kılan bir referans çerçevesi vardır. Eğer Kemalist ideolojiye bağlı olanlar, Mustafa Kemal'i referans alıyorlarsa, başörtüsüyle ilgili davalarını Mustafa Kemal'e dayandıramazlar.

zaman


Bu yazı 17 kere okundu.


Yorumlarınız


Yorumlarınızı Yazınız Yorum Bulunmamaktadır



Yazarın Son 10 Yazısı Mustafa Kemal ve Başörtüsü
Mustafa Kemal ve Başörtüsü
İki merkez
Türkiye Muhafazakârlaşıyor mu?
Ulusalcılar mutabakatı bozar mı?
Tezkere'nin Faturası
Hata Nerde?
Üç model
Neler oluyor?
Altın sentez!

Yazarın Tüm Yazılar Listesi

YAHUDİ İLE SAVAŞIMIZ

Yahudi ile Savaşımız Şehid Seyyid KUTUB (Son Bölüm)


Müslüman olarak şuna inanıyoruz ki, Yahudi devletinin sonu mutlaka gelecektir. Onun kurduğu devlet, zülüm ve diktatörlük üzere düzenlemeye çalıştığı egemenlik, pek yakında yıkılacaktır. Kur-an-ı Kerimin İsra suresinde, bu hususta inananlara müjdeler vardır..

Şehid Seyyid KUTUB

İslam’ın ilk doğuş günlerinde de Yahudiler, Arap yarım adasının müşriklerini, kabile kabile gezip İslam aleyhinde kışkırtılar. Müslümanların aleyhinde akıl almaz iftiralarda bulundular, onlarla alay ettiler ve müşriklerin onlara saldırıda bulunmasını sağladılar. Kur-an-ı Kerimde, buna işaret edilerek şöyle buyurulmaktadır:

“ Kendilerine kitap verilmiş olanların, puta ve şeytana inanıp, inkar edenlere: “ Bunlar inananlardan daha doğru yoldadırlar “ dediklerini görmedin mi? “ (21)

Hakkın ve İslam’ın üstün gelmesi ile Yahudiler, mücadele savaşma alanlarının yönünü değiştirdiler. Direk olarak İslam’la baş edemeyeceklerini anlayınca, bu sefer de teni Müslüman olanların kalbini çelmeye, onlara yanlış bilgi öğretmeye, Müslümanların saflarını içten bölüp parçalamaya başladılar. Müslümanları, birbirine düşürdüler. İslam toplumunun arasına fitne soktular. Daha sonraki tarihlerde Hiristiyan Misyonerleri’nin gösterdiği faaliyetleride kendi emelleri doğrultusunda kullandılar. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Haçlı Ordularını, İslam dünyasına saldırmalarını sağladılar. İslam dünyasında, kendilerine bir sürü hizmetçi yetiştirdiler. Bunlar vasıtası ile bir çok işler başardılar. Sahte ve hain kahramanlar türettiler. Böylece, Siyonistler ve Misyonerler el ele vererek İslam dünyasını yıkmaya, bölüp parçalamaya çalıştılar. İslam dininin temel esaslarını, bir daha dirilmemek ve anılmamak üzere kökünden söküp atmaya çabaladılar.

Daha öncede işaret ettiğimiz gibi, İslam tarihinin ilk gününden başlayarak günümüze gelinceye kadar Kur-an-ı Kerim şu ayeti: “ Ey Muhammed! İnsanlar arasında inananlara, en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve Allah’a eş koşanları bulursun…” (22) her zaman geçerliliğini korumuştur.

Eğer söyleyeceklerimizi özetleyecek olursak, Yahudinin İslam ve Müslümanlara karşı olan düşmanlığını şöylece sıralamamız gerecektir: Medine’de yeni doğmakta olan İslam devletine karşı, putperest Arap kabilelerini ve Mekkeli müşrikleri kışkırtan Yahudilerdir. Beni Kaynuka, Beni Kureyza ve Beni Nudayr kabilelerini (23) bir arya toplayıp İslam’a karşı bi güç meydana getirmeye çalışan Yahudidir.

Müslümanlar arasında fitne bozgunculuk hareketini çıkaran, dedi kodularla Müslümanları birbirine düşüren ve Hz. Osman (r.a.) ın şehit edilmesine sebep yahudidir.

Peygamber(s.a.v) in siyer ve hadislerinde yalan iftiralı rivayetler uyduran yahudidir.

Koca Osmanlı Devletini parçalayan, milliyetçi ve ırkçı hareketlerin ardında sinsi emellerini gerçekleştirmeye çalışan, Sultan Abdulhamid Han hazretlerini tahtan indiren ve İslam halifeliğini sona erdiren yahudidir..

Yer yüzünün her bölge ve ülkesinde, İslam’a karşı savaşan güçlerin arkasında Yahudi vardır. Müslümanlara karşı başlatılan savaşları her yerde destekleyen, para ve silah yardımında bulunan yahudidir.

Materyalizm felsefesini kuran, maddeyi ilahlaştıran Yahudidir. Cinsi arzuların serbest olmasını isteyen, sexsi teşvik eden ve cinsi arzunun hayatın temeli olduğunu savunan yahudidir. Aile hayatını yıkan ve sosyal ilişkileri bozan yahudidir…(24)

Müşriklerin, putperestlerin ve ateşperestlerin İslam ile olan savaşları pek uzun sürmedi. Bu savaşların hepsi, toplu olarak yirmi yılı geçmez. Bu savaşlar Müslümanlar için Yahudilerle yapılan savaşlar kadar pek fazla zararlıda olmamıştır. Hindistan’da İneğe tapanların Müslümanlara yaptıkları zülüm ve haksızlık, Dünya Siyonizmin Müslümanların başına ördüğü zülüm ve haksızlık ağının yanında hiç denilecek kadar azdır. İslam ülkelerinde Müslümanların başına Marksizmi musallat kılan da Yahudi değil midir?

Kur-an-ı Kerimde, İsrail Oğulları ile ilgili olarak verilen ayrıntılı bilgilerin bir çok hikmetleri vardır. Boş yere Kur-an-ı Kerim, bu kadar uzun ve geniş olarak İsrail Oğullarından söz etmemektedir. Kur-an-ı Kerimde, İsrail oğulları ile ilgili verilen ayrıntılı ve geniş bilginin hikmetlerini, şöylece sıralaya biliriz:

1- Medine’de ve Arap yarım adasında, İslamın çağrısına karşı çıkanların, fitne ve bozgunculuk hareketiyle İslamın yayılmasına engel olmaya çalışanların, münafıkları koruyan ve kullananların Yahudi olması.

Bu yüzden yüce Allah, Kur-an-ı Kerimde, İsrail Oğullarından, tarihlerinden, çektikleri çileden, başlarına gelen olaylardan ve bunlardan ders almadan daima hak peygamberlere karşı yaptıkları isyandan uzun uzun söz etmekte ve Müslümanlarla savaşanların kimlikleri hakkında geniş ayrıntılı bilgi vermektedir. Bunların, daha önce hak peygamberlere karşı takındıkları tavırları, haksızlıkları, hile ve desiseleri de bu gaye ile birer birer açıklamaktadır.

Yüce Allah’ın bildirdiği hak dini inkar eden ve gönderdiği bütün hak peygamberlere karşı savaşan bu milletin, Müslüman topluluğu tarafından da iyi tanınması ve ona göre tedbirli davranmaları için her şey Kur-an-ı Kerimde, açık açık bildirilmiştir.

2- İsrail Oğulları, son din olan İslamdan önce, kendilerine kitap verilen hak dinin mensubu olanlardan olması dolayısıyla Kur-an-ı Kerimde, onlardan söz edilmiş onların dinlerinin esaslarını kendi elleriyle nasıl değiştirdiklerini anlatmış ve Müslümanlarında böyle yanlış bir yola sapmamaları için uyarıda bulunmuştur. Hak ve doğru yoldan ayrılmakla, din ve ahlak esaslarından uzaklaşmakla Yahudilerin başına uzun yıllardaki felaketlerden ders alınması konusunda, İsrail oğullarının başına gelen olaylar, kur-an-ı Kerimin bir çok sürelerinde, birer birer açıklanmıştır.

3- İslam dini son dindir. Ondan sonra hiçbir din gelecek değildir. Hak din olarak kıyamete gününe kadar sadece, onun hükmü geçerli olacaktır. İnsanlık, bu zaman zarfında onu yaşamak ve ona yürekten inanmak zorundadır. Onu, her devirde yaşamak ve inkarcılara karşı savunmak için Hz.Musa’nın ve Hz. İsa’nın ve diğer hak peygamberlerin mucize ve mücadelelerinden Kur-an-ı Kerimde, uzun uzun söz edilmiştir. Bilindiği gibi İsrail oğullarının tarihi, hayli eskidir. Bunların tarihinde, geçen olaylardan kazanılan bir çok tecrübeler vardır. Bunların bilinmesinde hiç şüphesiz, sayılamayacak kadar pek çok fayda vardır…

Kur-an-ı Kerimin ve tarihin ışığında yaptığımız bu açıklamalardan sonra, siz değerli okuyucularımıza diyorizki: Yahudi ile olan savaşımız dün olduğu gibi bu günde bütün şiddetiyle davam etmektedir. Yarında yanı şiddetle devam edecektir. Çünkü Yahudiler, İslam dinini yer yüzünden silmedikçe, bu savaşlarına aralıksız olarak devam edeceklerdir. Onlar, her yerde Müslümanları yenilgiye uğrattıkları ve dinlerinden uzaklaştırmayı başardıkları halde, genede islam’a karşı olan savaşlarını bütün güçleriyle sürdürmektedirler. Bu hususta, milletler arası hile ve desiselere baş vurmakta ve Müslümanların aleyhinde kararlar çıkarmaktadır. (25)
İsrail, kendi devletini kurduklarını ilan ilan ettikten sonra, İslama ve İslam ülkelerine saldırı ve düşmanlıklarını daha da hızlandırmaktadır. Devletinin sınırlarını genişletmek için yeni planlar peşinden koşmaktadır. Onun bu emel ihtiraslarının sonu gelmez…

Ancak, Müslüman olarak şuna inanıyoruz ki, Yahudi devletinin sonu mutlaka gelecektir. Onun kurduğu devlet, zülüm ve diktatörlük üzere düzenlemeye çalıştığı egemenlik, pek yakında yıkılacaktır. Kur-an-ı Kerimin İsra suresinde, bu hususta inananlara müjdeler vardır…

Yahudiler, Filistin toprakları üzerinde, tarih boyunca bir çok devlet kurmuştur. Yer yüzünün egemenliğini ellerine geçirmeye çalışmış, hile, fitne ve bozgunculuk hareketleriyle de bütün dünyanın huzurunu kaçırmış ve bu yüzden de yüce Allah’ın gönderdiği güçlü kulları vasıtası ile de yenilgiye uğramıştır. Kurdukları devlet ve egemenliği yıkılmış, Filistin’in temiz toprakları üzerinden uzaklaştırılmışlardır. Bütün dünya insanları için yaktıkları kin, düşmanlık ve savaş ateşi böylece söndürülmüştür. Tarihin akışı içinde bu olay ve bu sonuç, daima bu şekilde devam edip günümüze kadar gelmiştir. Yahudiler için bu azap ve yıkılış, Yüce Allah’ın değişmeyen bir kanunu haline gelmiştir. Ezeli kanun hikmeti, daima bu şekilde tecelli etmiştir.

Bugün Yahudi, gene Filistin toprakları üzerinde yeni bir devlet kurduğunu ilan etmiştir. Dünyanın bir çok ülke bölgesinde bulunan Yahudiler, bu devlete güç katmak için Filistin topraklarına göç etmekte ve burada yerleşme merkezleri yapmaktadırlar. Bütün dünya insanlarının gözleri önünde, bu topraklar üzerinde çağlar boyu yaşayan ve bu toprakların asıl sahibi olan Filistin Müslüman halkını, haksız olarak bu topraklardan çıkarıp sürmektedir. Böylece bu gün, bilfiil olarak Yahudi ve Müslüman savaşı başlamış bulunmaktadır. Eğer Müslümanlar, bu savaşta bir an önce üstün çıkmak istiyorlarsa, Kur-an-ı Kerimde İsrail oğulları ile ilgili verilen bilgileri çok iyi anlamaları gerekir. Bu bilgilerin ışığında hareket ettikleri zaman, üstün gelmelerinin an ve saatinin pek yakın olduğunu bilsinler.

Peygamber Efendimiz(s.a.v) in Mescd-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya Mirac gecesinde hareket etmesi ve bu olayın Kur-an-ı Kerimde müstakil bir sürede (İsra Süresinde) anlatılması, hikmetsiz ve anlamsız değildir. Peygamber efendimiz(s.a.v) in bu yolculuğu, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in dinleri ile islamın temel inançları arasını, Ka’be ile Kudüs’ün arasını birleştirmek içindi.

Ne yazık ki bu mukaddes toprakların sahibi ve varisi olan müslümanlar, bu gün yahudinin zalim elleriyle Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı ellerine geçirmek ve burada yeniden egemenlik sürdürmek içinçaba sarf etmekte ve müslümanlara karşı savaş ilan etmektedir. Bu savaş, devam edecektir.Akıl almaz siyasi dolaplarını tekrar çevirecek, hile ve desiselere baş vuracak ve yer yüzünü yeniden bozgunluğa döndürecektir. En sonunda yahudinin bu yeni devleti, güçlü ve inançlı bir ordu vasıtası ile yıkılıp gidecektir…

Bakınız bu hususta Kur’an-ı Kerimde neler buyurulmaktadır…
*Kitapta İsrailoğullarına: diye bildirdik. Bu ikisinden birincisinin vakti gelince, üzerinize kullarımızdan p*ek güçlü olan kimseleri salacağız. Bu güçlü kullarımız, ülkenizde her köşeyi kontrolüne alacaklardır. Bu mutlaka yerine gelecek bir vaaddir. Bunun ardından tekrar sizi, onlara üstün kılacağız. Mal ve evlatlarla size yardım edecek ve sizin sayınızı çoğaltıp artıracağız. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük yaparsanız, o da gene kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzlerinizi karartarak kötülük yapmaları, önceden Mescid’e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri yıkmaları için onları tekrar üzerinize göndereceğiz. (isra süresi ayet 4-7)

Yahudiler, tarihlerinde çok kere denemiş olarak Filistin’e girip yerleşmiş, fitne ve bozgunculukları dolaysı ile de çıkarılmışlardır. Onlara iki vaad verilmiştir. Birincisini: tarihin sayfaları arasında bir çok kere deneyerek kapatmışlardır. Allah’ın vaadi haktır. Onda zerre kadar yalan ve şüphe yoktur. İkinci vaadi ise; -Allah’ın izni ile – Müslümanların elleriyle gerçekleşecektir. Yahudilerin kurdukları her devlet ve egemenlik, fitne ve bozgunculuklarından dolayı mutlaka yıkılacaktır. Kur-an-ı Kerimde bu hususta (isra süresi ayet 5) diye işaret edilmiştir.

İsrail oğulları yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya başladıkları zaman, hemen başlarına yüce Allah, vaad ettiği kullarını saldırmış ve onların bozgunculuklarına son vermiştir.Kur-an-ı Kerimde, buna da şu şekilde işaret edilmiştir: (isra süresi ayet:8)

Hz.Peygamber (S.A.V.) in devrinde bozgunculuk yaptılar,yüce Allah’tan ceza görüp Arap yarımadasından kovuldular.Son çağda tekrar bozgunculuk yapmaya başladılar, Hitler’in gazabına uğradılar ve gerekli cezalarını gördüler. Bugün, gene bozgunculuk hareketlerini yeniden hortlatmaya çalışıyorlar. Filistin toprakları üzerinde yerli Müslüman halka, akıl almaz işkenceler yapmakta ve topluca soykırıma yönelmektedirler. Hile ve desise planlarını yeniden uygulamakta ve yeryüzünü bozguna çevirmektedirler. Yüce Allah, yakın bir zamanda, onların bu zulüm ve baskılarına son verecek, devlet ve egemenliklerini yıkacak olan kullarını, onların üzerine gönderecektir. Yüce Allah’ın vaadi haktır. Kur’an-ı Kerimde buyurulan vaadin vakti, mutlaka bir gün gelecektir.Bekleyenler, vaad edilen vaktin, pek yakın olduğunu göreceklerdir.

Yahudinin devleti, egemenliği, dünyada oluşturduğu güç, maddi üstünlüğü ve bu üstünlüğüne güvenerek savurduğu tehditler Müslümanları sala korkutmamalıdır. Yüce Allah’ın vaadına ve Kur-an-ı Kerim’in ayetlerine samimi olarak inanırlar, yahudinin savurduğu tehditlerden ürküp sinmezler. Cihad emrini bırakıp köleliğe razı olmazlar. Bakınız yüce Allah, Kur-an-ı Kerimde Yahudilere karşı yapılan savaş hakkında, mü’minlere cesaret yönünden nasıl müjde vermektedir:

“ Ey Mü’minler! Onların(Yahudilerin) yüreklerine korku salan Allah’tan çok sizlersiniz. (29)

Çünkü onlar, anlayışsız kimselerdir. Onlar , sizinle toplu olarak, ancak surlarla çevrilmiş kasabalar içinde veya duvarlar arkasında savaşmayı kabul ederler. Kendi aralarındaki çekişmeleri ise şiddetlidir. Sen, onları birlik içinde olduklarını sanırsın. Oysa onların kalpleri, birbirilerinden ayrıdır.” (30)

Bazen dış görünüşler bizi aldatır. Yahudilerin ve münafıkların birbirilerine karşı gösterdikleri sadakat ve sevgiyi, onlar arasında bir büyük birlik ve beraberliğin meydanda oluştuğuna bakar ve yanılırız. Bu güce karşı koymanın ve bu birliği bozmanın zor olduğuna inanır ve böylece ümitsizliğe kapılırız.


DİPNOTLAR:

DİPNOTLAR:

(21) Nisa Süresi Ayet: 21

(22) Maide Süresi Ayet: 82

(23) Beni Kaynuka, Beni Kureyza ve Beni Nudayr adlı kabileler, Medinede bulunan Yahudi kabileleridir. Müslümanlar bu üç kabile ile ayrı ayrı savaşmışlardır.

(24) Bu üç ayrı felsefe ekolünü kuran, Yahudi asıllı kimselerdir. Bu üç yahudinin isimleri sırayla şöyledir:
1- Karl Marx
2- Fruit
3- Dricham
Daha sonraki çağda ise, din ve ahlak kurallarını bozmaya çalışan Yahudi asıllı Can Pul Clarther’dir.

(25) Yahudinin, tek korkusu islamdır. İslam’ın yeniden dirilmesidir. Yahudinin, gece ve gündüz olarak savaştığı tek düşman islamdır. Yahudi için kominizm ve başka batıl inançların yayılması hiçbir anlam taşımaz ve önemli bir tehlike teşkil etmez. Onun için tek tehlike, islam’ın uyanmasıdır. Bu yüzden Yahudi, İslam’ın uyanmaması için ne gerekli ise yapmaktadır…

(26) İsra Süresi Ayet: 4-7

(27) İsra Süresi Ayet: 5

(28) İsra Süresi Ayet: 8

(29) Yani; Yahudiler sizden korktuğu kadar Allah’tan korkmazlar.

(30) Haşr Süresi Ayet: 13-14

(31) “Müslüman Kardeşler” den bir topluluk, büyük şehit Hasan El-Benna’nın emriyle Filistin topraklarında 1948 yılında yahudiyle savaşmıştır. Bu konuda geniş bilgi için Prof. Kamil Es-Şerif’in yazdığı “ Filistin Savaşında Müslüman Kardeşler” adlı eserine bakınız.

19 Mayıs 2008 Pazartesi

ÜCRETLİ ÇALIŞMAK MI,KENDİ İŞİNİ YAPMAK MI

Ayşen ARIDURU
Fortune Kariyer Eğitim ve Danışmanlık

Ücretli Çalışmanın Avantajları

Belirlenmiş sınırlı sorumluluklar : Sorumluluk altında ezilme söz konusu olmayacaktır. Görev ve sorumluğu olmayan işlerden uzak durulur.
Düzenli gelir : Her ayın sonunda mutlaka alacağı bir maaşı vardır ve içi rahat ne kadar çok işi yapsa da yapmasa da ne kadar başarılı olsa da olmasa da bu ücreti hak etmiştir ve elde edecektir.
Düzenli ve belirli çalışma saatleri: Düzenli iş saatleri olacak özel hayatona zaman ayıracaktır. Nasıl olsa kendi işi değildir ve kimse madalya vermeyecektir.
Daha belirli bir gelecek: Daha belirgin bir geleceği ve güveni vardır.
Az risk: Risk vardır hiçbir çalışanın aynı şirketde kalacak olması garanti değildir ama yine de girişimciye göre az risk taşır iş hayatı.
Sınırlı kontrol görevi: Kontrol denetim ve yönetim fonksiyonu sınırlıdır. Sadece bağlı olan ekipten sorumludur.
Ücretli Çalışmanın Dezavantajları

Emirleri uygulama zorunluluğu: Çalışan bağlı olduğu kişiye karşı sorumludur ve ne olursa olsun verilen emir ve talimatlara uymak mecburiyetindedir. Her ne kadar doğru olmadığını biliyor olsa da ve anlatıyor olsa da yapacak bir şey yoktur.
Yeteneklerin kolayca anlaşılmaması: Birçok düzen vardır iş ortamında. Yeteneklerin başarıların kolay anlaşılamaması riski ile birlikte başkaları tarafından bu başarılar üstlenilebilir. Bu da çalışan açısından zor bir durumdur ve ifade etmekte zorlanır.
Sabit ücret: Her ayın sonunda bir sabit ücret vardır. Bu garanti olmasına rağmen ne kadar iyi giderse gitsin daha fazlasını kazanma şansı yoktur. Tabii ki bu satış pozisyonlarında daha esnek olabilmektedir.
Sınırlı sorumluluk/sınırlı yetki: Sorumluluklar ve yetkiler her zaman aynı olamamaktadır dengesi zor. Ancak bu da mutlaka bir sınırı vardır. İş yapma becerisinde bu sınırlar çalışanı çoğu zaman da engellemektedir.
Yeni fikirleri kolaylıkla uygulayamama: Yeni fikirleri, önerileri, düşünceleri kolaylıkla uygulama şansı olmayabilir. Şirket stratejileri politikalar önceliklerin belirlenmesi neticesinde kolay olmaz.
İşverene bağımlılık: İşverene bağımlı ve işverenin istekleri ön plandadır. Ayrıca şirketin içinde bulunduğu finansal durumdan da etkilenebilir. Uyum göstermek ve anlayışlı olmak çalışanı strese sürüklemektedir.

Kendi İşinin Sahibi Olmanın Avantajları




İzlemek yerine liderlik yapmak:İyi girişimciler liderdir. Lider ruha sahip ve sürükleyici ikna edici roldedir.
Fikirleri uygulama şansı:Fikirleri rahatça uygulama esnekliği vardır.
Yaratıcılığa açık: Yaratıcı tiplerdir. Çözüm odakli, iyi alternatif ve çözüm üreten ve sonuç odaklı çalışırlar.
Yüksek kazanç beklentisi: Kendine ve bulunduğu iş alanına bağlı olarak kazancının yüksek olması kendisine bağlıdır ve hep bu beklenti ile yaşar, hırslıdır.
Bağımsız çalışmak: Özgür kimseye bağlı olmadan kendi kararları ile isteklerine uygun flexible bir iş hayatına sahiptir.
İş ortamını kontrol altında tutmak
Emirler verebilmek: Emir verebilme rahatlığına ve iş yaptırabilme özelliğine sahiptir.

Kendi İşinin Sahibi Olmanın Dezavantajları


Risk almak: Her kararda, her aktivasyonda risk faktörü vardır. Önemli olan kontrollü ve tolere edilebilir, ölçülebilir riskler almaktır.
Gelirin düzensizliği: İnişli çıkışlı zor ekonomik ortamlarda kriz anlarında maalesef kazanç çok sabit olamamaktadır ve belirsizdir.
Daima finansmanla uğraşma zorunluluğu: Ödemeler, alacaklar, nakit akışı planlaması banka ilişkileri, devlet ödemeleri, satış, maliyetler gibi sürekli para ile uğraşmak zorunluluğu vardır.
Zaman kısıtı: Her zaman o kadar yoğun ve tempo vardır ki hiçbir şeye zaman yetmemektedir.
Sürekli öğrenme gereği: Sürekli kendini geliştirme, öğrenme ve tecrübe kazanma ihtiyacı vardır.
İşleri delege edememe: Delegasyon problemi her işletme sahibinde vardır. Devretme, yetki aktarma zordur. Bunun altında yatan kendisinin en iyisini yaptığına inanması ve güven sorunudur.
İdari ve bürokratik işler: Her gün maliyetleri de kontrol açısından idari işler ve bürokratik meselelerle ilgilenmek zorunda kalması ve bu yüzden zaman problemi oluşmaktadır.
Başarının çalışanlara da bağlı olması: Başarının kendisinden başka çalışanlara da bağlıdır. Daha doğrusu çalışan personeli iyi seçmek, uzun süreli çalışmak ve doğru insanlarla çalışmak, yönlendirmek ve iyi motivasyon kazandırmak önemlidir

18 Mayıs 2008 Pazar

Olmaz öyle şey

18 Mayıs 2008

Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr


BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Dolmabahçe’de buluşup iki buçuk saat görüşmüşlerdi ya...

Hani tarihe "Dolmabahçe’nin büyük sırrı" diye geçen vaka...

İşte ondan söz ediyorum...

Fikri Sağlar dostumuz, bu vaka hakkında ayıp ama çok ayıp bir "yumurtlama" yapmış...

Fikri Bey dostumuza göre...

O buluşmada Tayyip Erdoğan, "Bana bak Yaşar Paşa! Üzerimize fazla gelme... Senin hakkında elimde dosyalar var... Sonun İlhami Paşa gibi olur" diye kükremiş...

Ve elindeki dosyaların ucunu hafiften gösterivermiş...

Yaşar Paşa da bir ürkmüş, bir ürkmüş ki sormayın gitsin...

Ve bu ürkme hali nedeniyle Dolmabahçe buluşmasından sonra Erdoğan’a bir daha hiç ama hiç yüklenmemiş...

Dikkat! Dikkat!

Bunun bal gibi bir "üfürme", adi bir "yumurtlama" ve kuyruksuz bir "palavra" olduğunu söylemek için ne tarafların açıklama yapmalarını beklememize gerek vardır, ne de herhangi bir kanıt istememize...

* * *

Hadi gelin buradan, "yumurtlayan"a da, bu "yumurtlamaya inanma eğilimi gösteren"e de soralım:

Yahu arkadaşlar! Söyler misiniz? Ne yapsın Yaşar Paşa?

Bu hükümetten memnun olmadığını göstermek için elinden geleni hem de fazlasıyla yapmadı mı?

Yetkisini ve sorumluluğunu aşarak bu hükümetle irtica arasında bağ olduğuna dair gayet sarih sözler etmedi mi?

"Cumhuriyet mitingleri"ne sahip çıkmadı mı?

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını engellemek için her türlü riski göze alıp "27 Nisan" bildirisi yayınlamadı mı?

Hayrünnisa Gül’ün ya da Emine Erdoğan’ın türbanıyla muhatap olmamak için, medeniyet kurallarını bile ihlal etme pahasına, köşe bucak kaçmadı mı?

Kaçmıyor mu?

Söyler misiniz daha ne yapsın Yaşar Paşa?

Bir muhalefet partisi lideri gibi, her çarşamba "ordusunun grup toplantısı"nda "AKP’nin ülkeye yaptığı fenalıklar" başlıklı uzun nutuklar mı atsın?

Olmadı, tanklarını her pazartesi Başbakanlık önünden, her salı Çankaya Köşkü’nün önünden mi geçirsin?

Ulusal mücahit Tuncay Özkan’a, OYAK’tan kredi desteği verilmesini sağlayıp, "Ağlama Tuncay... Kimse yoksa ben varım" mı desin?

Üç günde bir yumruk vurup masa mı kırsın?

Tayyip Erdoğan’a, "Sen BOP’un eşbaşkanısın!" falan diye laf mı soksun?

Alo... Söyleyin! Söyleyin!

Bunları mı yapsın Yaşar Paşa?

Yahu burası Myanmar falan değil... Burası iyi kötü 60 yıldır demokratik bir ülke...

* * *

Siz halka en küçük bir umut veremeyin... Her seçimden muazzam yenilgilerle çıkın... İktidarın doğal ömrünü tamamlamasına bir türlü izin vermeyin... AKP tam yıpranma trendine girmişken yaptığınız centilmenlik dışı lüzumsuz ataklarla hayat öpücükleri bahşedin... Hukuku zorlayın... Sandık meydanında bileğini bükemediğiniz rakibinizi siyasi yasakla falan ekarte etmeye kalkın...

Ve pusu kültürüyle yoğrulmuş bütün bu adımlarınızın ardından...

"Sıfıra sıfır elde var sıfır" sonucuyla karşılaşınca...

Tekrar gözünüzü elinde silah olanlara çevirip, "Yahu Yaşar Paşa da son günlerde hiç ses etmiyor bunlara... Yoksa Kostakas dosyaları mı söz konusu" diye ahlaksız bir tezvirata girişin...

Bu insafa sığar mı?

* * *

Şunu çok iyi anladık: Askere bel bağlamanın antidemokratik taraflarından söz etmenin bu memlekette bir manası yoktur...

Şunu da çok iyi anladık: Elinde silah olmayanları, elinde silah olanlarla korkutmanın ne denli ahlaksız bir iş olduğunu söylemek faydasız bir iştir...

O zaman bari bir "gerçekçilik çağrısı" yapalım...

Ey ağalar! Ey beyler!

Aha buradan sesleniyorum: Yaşar Paşa gider, İlker Paşa gelir...

Hiçbir şey değişmez... Hiçbir şey...

Çünkü tank sesiyle uyanmanın artık imkan ve ihtimali yoktur... Ne iç, ne de dış konjonktür buna müsait değildir...

Palet nağmelerini işiteceğiniz, "Ordu millet el ele" diye çığıracağınız, "Düşükler"i Marmara’da bir adaya tıkacağınız, "Kuyruklar"a hayatı zindan edeceğiniz günler geride kalmıştır...

Bunu idrak edin artık lütfen... Bunu idrak edin de "gelen" ya da "giden" paşalara korkunç haksızlıklar yapmaktan vazgeçip, elinizi taşın altına sokarak muazzam sivil zaferlere nasıl imza atacağınızın planlarını yapın...

İki soruda Turhan Çömez

SORU: Bir zamanlar Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaydınız... Bir anı kitabı yazacak mısınız?

CEVAP: Hayır... Onlar benimle mezara kadar gider... Başbakan’la yakın olduğumuz günler, benim saygıyla andığım günlerdir...

SORU: Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’le neden buluştunuz

CEVAP: Paksüt’ü Bağdat Büyükelçisi iken tanıdım... Bağdat’ta bombaların altında birlikte kaldık... Ailecek görüşürüz... AKP hakkındaki kapatma davasıyla ilgili tek bir kelime bile etmedik, etmeyiz... Ayrıca ben AKP’nin kapatılmasına şiddetle itiraz eden biriyim... AKP’nin kapatılması çok yanlış olur

Arap’ın entarisi ve Türk’ün kraliçe ile imtihanı

ÖMER LÜTFÜ METE
Böyle bir başlık koyarken kendimi fena halde aşağılanmış hissediyorum ama neyleyim ki, bedeli ne olursa olsun, elim mecbur...
Yazar E-Posta: omerlutfimete@bugun.com.trHaber Tarihi: 18 Mayıs 2008Bu duygudan yana nasibi olabilecek bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haysiyet düğmesine basabilmek için daha kanırtıcı bir seçenek geliştiremedim. Ayrıca başlığım, Birinci Dünya Savaşı'ndan Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar geçen dönemdeki hatıralarına bu ismi veren Halide Edip Adıvar'ı anmaya vesile olacağı için de tercihe değerdir.

Adıvar'ın anlatımı, 30 Ekim 1918'de İngilizlerin İstanbul'u işgaliyle başladığı için Kraliçe Elizabeth'in Türkiye'yi ikinci ziyaretini bir tür 'nazire' vesilesi edinirken, yakın zamanlarda bu ismi kullanıp gönderme yapan günümüzün 'halaskâr gazileri' ile aynı safta görülmeyeceğimi umuyorum. Şimdinin vatan kurtaran aslanları laik, solcu, ulusalcı geçinirler amma çoğu gerçekte laik değil 'laiklikçi', solcu değil 'solculukçu', ulusalcı değil 'ulusalcılıkçı' sayılmayı hak eder! Zira yaptıkları, bu sıfatların içini doldurmak değil zarflarına bürünüp ticaret ve siyasetlerini yürütmektir.

Ateşle imtihanını zaferle noktalayan Türk'ün kraliçe ile imtihanını nasıl geçirdiği sorusundan önce muhakkak haysiyetçi bir ret haykırışı gerekiyor: 'Ne demek, niye kraliçe ile imtihan oluyormuşuz?' Keşke böyle bir ret haykırışı duyabilseydik... Devletimizle birlikte, sağından soluna neredeyse bütün medya kuruluşları âdeta düşük yoğunluklu bir tapınma heyecanı içinde imtihana girmiş gibi 'Kraliçe hazretlerinin huzurunda kusur işlememek için' tir tir titredi...

O yüzden ziyaret maalesef 'Türk'ün Kraliçe ile İmtihanı' gibi milli bir felaket halinde başladı, İstanbul'u işgal eden İngiliz donanmasının torun gemilerinden birinin salonlarında bir çeşit simgesel 'çağdaş mandalık biati' şerefine verilen yemek faciasıyla bitti! Aslında bu son fasıl, haysiyetli insana başka söz bırakmıyor. Neden elçilikte, konsoloslukta veya başka bir yerde değil de savaş gemisinde?

Tamam; bizde misafir azizdir, onu hoşnut kılmak için tevazu bile abartılabilir ama haysiyet denen 'var olmayı hak etme' duyuş ve duruşu bakımından yerlerde sürünmek şart mı? Yaladığımız zeminin tadını belirlemek için küçük bir mukayese yeter: Acaba, küçümsemeyi adet edindiğimiz şu Arap devletlerinden, hatta devletçiklerinden herhangi birinin kralı veya kabile reisi, kraliçenin daveti için entarisini çıkarma şartını kabul eder mi?

Başka soru yok! 'Türk'ün kraliçe ile imtihanı' sayısız insanımıza derin aşağılanmışlık hissi verirken sanırım bir tek hayra vesile olmuştur. O da, düne kadar Sayın Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmemesi için yırtınanların bu ziyaret vesilesiyle mütareke basınından genlerine miras olarak geçmiş manda zihniyetini açığa vurmalarıdır.

Gördük ki; yaklaşık iki yıldan beri, Köşk'e çıkmasın diye Gül düşmanlığında birbirleriyle yarışmış nice medya bülbülü, 'Kraliçe Hazretleri' söz konusu olduğunda dut yemiş kargaya dönmüş, 'Bir gün gerekebilir, çocuklarıma ve torunlarıma yararı dokunabilir' diyerek yazı veya sözleriyle nazarlık birer 'İngiliz nişanı' kapmaya çalışmışlardır.

16 Mayıs 2008 Cuma

KÜÇÜK BİR ÇOCUĞUM BEN

Ben küçük bir çocuğum,büyümek için, adımlarımı hızla atarım.Annemle konuşmalarımda hep azarlanırım,babamın gelmesini çok arzularım.Anne babam nerde dediğimde;gelecek yavrum, herkes uyusun karanlıklar etrafı kaplasın, onu arayanlar peşinde gezmekten vazgeçsin,bakarsın hemen çıkıp gelmiştir o...Oysa babam hiç gelmez,ben ise evin karanlığından usanmışım artık,ışıklarımız yok,koyu bir karanlık gün batımıyla hemen evimizi kuşatır,etrafla olan irtibatımız birden kopuverir.Benim zihnimdeki soruların cevabı bir türlü ortaya çıkmaz.Anneme sorarım gerekli açıklamalar yapamaz,açıklamalar yapmadığı gibi beni de azarlar.Yeter artık yavrum, küçücük evimizin içinde kocaman sorular soruyorsun diye.Beni hep avutmaya çalışır.
Böyle bir cilveyle karanlık gecelerde sorularımın aydınlatıcı cevaplarını bulamam,hep babamın gelmesini arzulayarak sayarım gelecek günleri...Ama ben de büyüyorum tabi bu arada.Derken evimiz haremiler tarafından kuşatılır.Annemi sıkıştırırlar,şey kadını!yani illada sende mi gitmek istiyorsun?Kocan gitti hiç akıllanmadın mı diyerek bağırmalar, çağırmalar ve sövmelerle dipçikleyerek onu da bir köşede yığarlar.Sonra da beni tehdit ederek evimizi terk ederek giderler.
Bu olaydan sonra beynimde şimşekler çaktı, anladım anne anladım diyerek koştum ona.Sarıldım ellerimle boynuna,gözlerimdeki yaşları silerken bakıverdim gözlerine.Bak anne!hani babam gelecekti,ama bunlar babamı öldürmüş olduklarını,seni de oraya göndereceklerini söylediler.Sen bunları niçin bana anlatmıyorsun?Ben yıllardan beri şafak bekleyen gözlerimi, babam gelir diye onun yoluna çevirmiştim.Ondandır işte kendimi çocukluk psikolojisinden bir türlü kurtaramıyordum.Ama şimdi anladım,anladım anne anladım.Senin kalbinde yannan ateşin dumanının ancak sen olduğunu,o ateşi tutşturan babam olmuştu ha...
Anne anne!sen bu ateşin her tarafta yanmasını istemez misin?Bak anne ,ben artık köz taşıyacak kadar büyüdüm.Bu karanlıklar sadece babamın yaktığı ateşlerle aydınlanacak gibi değil,gel bu ateşleri çoğaltalım anne,ben küçük yavruna öğretmediğiniz bir hayatla canlandıralım istiyorum etrafı.YOksa sadece babamın ateşi Zerdüştün ateşi olur unutma...
Uzat ellerini uzat anne,uzat ki uzansın umutların yollarına evladının.Gidiyorum annem gidiyorum,burası çok karanlık, Güneşin hiç batmadığı bir gezegene gidiyorum.Ağlama ha ağlama ki,göz yaşların söndürmesin ,uzanan ellerimin ulaştığı korları.Bak anne,yalnızım deme sakın.Ne sen yalnızsın ne de ben,dün akşam hiç uyumamıştım,gecedeki karanlıkların dağılışını izledim. Hiçbir cisim göremedim;ama tek gördüğüm karanlıkların dağılımıydı.O, karanlıkları dağıtan varya,öyle büyük bir güç ki,nasıl olduğunu bilemiyorum.Geceyi kaldırdı yerine güneşi getirdi.O bize çok yakın,çünkü evimizin içi karanlıktı,sessiz sedasız evimizden karanlıkları kaldırdı.Korkma anne korkma! O güç varya, bizim evin içinde de var.O, sana da bana da yardım eder.
Gidiyorum anacığım gidiyorum,sizin bana tanıtmadığınız bir gücü tanıyarak onunla dost olmaya gidiyorum.Tanımadığın o güce seni de emanet ederek gidiyorum.Yürüyen ayaklarım ve sonsuzluğa uzanan umutlarımla,zirvelere doğru çıkıyorum.Oradan haykıracağım artık haremilere.Uyuyan yavrulara ve ve ağlayan annelere iğneleyici mesajlar göndereceğim hayatın filizlenişini taşıyan rüzgarla...
Karanlıklar geceye gömülüyor bu gezegende, uyanın çocuklar uyanın!annelerinize de haberler yollayın,özlenen hayatı burada görüyorum;tutuşturdum kendimi yanıyorum gece boyunca,aydınlanan şafakla gecede boğulunca ,koşun çocuklar koşun sabah üstüme üstüme geliyor...

31.10.1992
(E.KEKEÇ)ELAZIĞ

14 Mayıs 2008 Çarşamba

YÜREK BARIŞ İKLİMİNDE YAŞAR

Sevgide buluşalım, aşkla tutuşalım,Güneşle yanıp gülüşle açalım,zirvesinde sarhoşluğun aşkı tadalım.Zamanla sınırlı bakışları yok sayalım,çıkalım sahil-
lere kumsalda koşalım!Bir kelebek gibi konalım taşlara,elveda edelim eskimiş sevdalara;yüreğimizi koyalım orta yere bakmadan uzaklaşalım gerilere...
Çiçekler dolacak yüreğimizi koyduğumuz yerde,en sevimli çiçek bizim yüreğimiz
olacak,yüreğimizdeki tomurcuklar, patlayıp çiçeğe dönecek.O zaman solmayacak sevdamız,sevgi bahçesinde açmış yüreğimiz,kalkıp oradan içimize dönecek...
Koşalım dağlara, yamaçlara,aşınsın ayaklarımız yollarda,yağmurlar yağsın başımıza ,gökyüzünden bir üveyik gelsin imdadımıza;birlikte yankılansın şarkıları
mız,bu sevgi üveyikten bize hediye.
Çağlayanlar çağlasın hep,dere kenarındaki berdiler salınsın yanlara,kuşlar
tünesin sazlardaki yuvalara,kapasın gözlerini kırlangıçlar!uğramasın semtimize leylekler,selam söylesin turnalar,ilana çıksın turaçlar,yankılansın sevdamız
yerden göğe kadar...
İz olamayan çimenlerde,serpilmiş çiğlerin üzerinde biz yürürken el ele,gölgemiz kalmasın gerilerde,örtsün sedamızı bir güvercin peşimizde.Hayallerimiz bulutların üzerinde ,umutlarımız okyanusların öte yüzünde,bulutlardan okyanuslara bir ip çekilsin önümüze!değmesin eli kimsenin, umudumuz taşır bizi gideceğimiz yere...
İklimler yer değiştirsin,savaş kenti geceye gömülsün,barış ikliminden kar taneleri düşsün,karlar altında kalsın sevgi,filizlenip büyümeden alınmasın dalından,yoksa küstürür bizi.Gittiğimiz yolda kemirir içimizi,şüpheler kuşatınca yüreğimizi,o zaman uçar yüreklerden sevgi,kurur karlar dibindeki sevgi filizleri...
Sevgi bahçesinde yetişmiş fidanız biz,aşk ikliminde tomurcuklanıp çiçek açarız.Barış kentinde konaklayıp yatak atarız,sahipsiz kalanları kalbimizde taşırız,ansızın değişen iklimlerden şiddetle kaçarız.Kadri kıymet bilenleri taç yaparız,çiçekler içinde ancak gülü koklarız...
İz bırakmayız gittiğimiz yerde, rüzgardan hızlı Güneşten yakıcıyız, gerektiğinde.Kesinlikle kargaya aldanıp takılmayız peşine,turaç tanıtır bizi tüm evrene...
Gece gündüz demeden yaşadık tüm zamanları,bizim sevdamız gece döllenip gündüz yavruladı.Güneşin altında hamurumuz karıldı,sevgi eliyle incitilmeden ,aşk ateşine atıldı,aşk ateşiyele iyice pişince,barış iklimine yollandı.Barış ikliminde büyüdü,dallanıp budaklanıp kök saldı.Aldanmasın sevgisiz savaş kentinin insanları,bizim yaşayacağımız yer ancak barış iklimi,onun havası yüreğimizi dirilti,umutlarımızı yeniledi,hayallerimizi uçurdu.Biz ancak yüreğimizin yaşadığı yerde kalırız,orada sevgi, saygı, aşk ve barışı tadarız,yaşamda bundan başka ne ki!...

Yıl:08.04.2004
Saat:18.10-19.00
(E.KEKEÇ)KADIKÖY/İST.

ANLAŞILMAYAN BİR DİN

"Onlar kendi yanlarında bir kitapları olmamalarına rağmen,böyledir böyledir diye konuşuyorlar.Nereden çıkarıyorlar ancak böyle olur başkası olmaz safsatalarını,onlar ancak zannediyorlar ve ancak saçmalıyorlar."Tabiki yanlarında bir belgesi olmadığı halde konuşanlar sadece saçmalayacaklar.Saçmalıklarını da doğru olarak kabullendirmeye çalışacaklardır.İşte, islam olduğunu söyleyen toplumların hayatları,temelsiz, dayanağı olmayan saçmalıklar üzerine kurulu olduğu halde bundan haberleri yoktur.Çünkü çok doğrudurlar(!)yanlış yapma ihtimalini düşünmezler.Bu durumda da vehimlerin,zanların,tahminlerin,kurguların ve kuruntuların din olarak yaşanmadığını söylemek mümkün müdür?
Böylesi bir anlayış, islam olarak insanlığın hayatını kuşattığı zaman,islamdan söz edemeyiz.İslam olmadığı halde kendilerini çok dindar gösteren zavallıların akıllarına şaşmamak elde değil.Zanların, hayatları istila ettiği ortamlar islamdan ğafildirler.Ama kendi çıkarlarına ve analyışlarına uygun Kuran'a ters anlayışalar oluşturmayı da ihmal etmezler.İslam adına(!) mesela dillerinden hiç düşürmedikleri cümleleri var."Allah'tan başkasına secde olsaydı,kadının kocasına secde etmesini isterdim."Kadının dini yoktur müslümana varır müslüman olur kafire varır kafir olur."Anlayışları,cahiliyenin anlayışı ile çakışan ve aynı parelelde giden yaklaşımlardır.Kadının dini olmamış olsaydı,Allah'u teala"İman eden erkekler ve iman eden kadınlar dermiydi.
Kadının kocasına secde etmesi demek,kocanın yanlış yapma ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.O halde erkek masumdur,nedense Peygamberin dahi ulaşamadığı bir seviyeye bu erkekler çıkıyor.Peygambere hitaben....Onların isteklerine uysaydın seni şah damarından yakalardık,uyarısı peygabere var.Ama erkekler masumdurlar,hertürlü kepazeliği ve rezelliği yapacaksın,yaptıklarına da meşruluk kazandırmak için böyle yaldızlı cümleler söyleyeceksin hadis adı altında,bundan daha büyük saçmalık ve rezilliği düşünmek mümkün müdür?
İşte islamın anlaşılmaması bu tür şansızlıkları doğurdu,islamın pratiğine yönelmek isteyenlerin hayatlarında.islam kuru kuruya böyle insanları taklit etme taraftarı değil,islam isyanın olduğu yerde itaati kaldırır."Yaratana asiliğin olduğu yerde yaratılana itaat yoktur."Böyle değilde ,insan ne yaparsa yapsın hayat devam ediyorsa,böyle bir durumda kişilerin hayatlarını sorgulaması gerekir.İslam, kafir,müşrik ve münafıkların veli dost edinilemeyeceğini söyler.Buna rağmen müşriklerden beri olmak yoksa ,orada dinin yönlendirdiği bir hayat değilde,başka değerlerin istila ettiği hayatlardan söz edilebilir.
İslami olmadığı halde,islami değermiş gibi cümleler bulup kendi cambazlıklarının devamını sağlamak isteyen kişilere itaati borç bilen zavallılar,fravunun hanımının hayatına iyi dikkat etmek zorundadır."Rabbim beni fravunun zulmünden kutar" diyen kadının haykırışlarını kalblerinde taşımazlarsa,fravunluk sistemi bozulmayacak,protestanlaşmış bir din varlığını koruyacak ve islamda anlaşılmayacaktır.Bu yaşamlar islamın anlaşılmamasına katkıda bulundukları için faravun kadar olmasada sorumludurlar.
Din adına yuttuğumuz ne kadar haplar oldu hastalıktan kurtulmak umduyla,ama baygınlıklarımızı arttırdılar ancak.Bir daha da ayılmamak kaydıyla hep uyuşturulduk,Mark'ın din toplumların afyonudur dediği gibi,sanki afyon kullanmıştık,baygınlık yaşıyorduk bu baygınlığı da din adına yaşıyorsak bunun afyon olduğunu tabiki söyleyeceğiz.Böyle bir din iradeleri öldürecek,kalbleri köreltecek,zihinleri durduracak akılları donduracak,sonra da bizleri sarhoş edecek,sarhoş olan bizlere sömürgecilerin her türlü bonolarını imzalattırmamalarını söyleyebilir miyiz?
Bu din adına daha nelere katlanacağız,öldürüldük koyunlar gibi mezbahalarda derilerimizi yüzdüler,suçluyduk,suçlanıyorduk onlar hep doğrulardı(!)kölelik bir yazgımıydı ki,köle olduğumuzu bize kabullendiriyorlardı.Köle olduğunu söyleyen bizler,köle programlarını yaşamak zorundaydık,sonrada köle hukukuna göre gün giyebilirdik veya bağışlanırdık kayıtsız şartsız teslimiyeti, şeref madalyalarını boynumuza takacaklar hayaleriyle,ifa ederdik neydi tüm bunlar nasıl oluyordu,niçin böyle olmak zorundaydık,olmak zorundaydık diye bir ayrımı yapabilirmiydik; olacaktım olmalıydım,kadın kocasının dini üzere hadisi varya (!)işte bende böyle olmalıydım.
Anlaşılan şu ki insanlığımdan şüphelenmiştim,sahiden ben bir insanmıyım? İnsansan iradem ,aklım,seçmem anlamam olmalı,ama bunların hepsi ipotek altına alınmış,yoktur ki ne diyeyim.Din adına giydiğimiz elbiselerin renklerinden sadece bazıları bunlar,daha neler giyeceksiniz,bu dinle varın siz düşünün...

yıl:1992
(E.KEKEÇ)ELAZIĞ

ELVEDA DİYEMEM

Elveda kulübem,seninle başlayalım işe gel istersen...Elveda yollar,arabalar,kaldırımlar,kaldıraçlar,dereler,hendekler,dağlar,yamaçlar ve
ağaçlar.Hoşçakalın ey kuşlar,yeriniz serin olsun mavi gök, kubbemsi tepeler,hoşçakalın,kentliler,köylüler,üzerine binerek coşkunlukların sahibi olmaya çalıştığım kırmızı kısrak hoşçakal....
Özlemini çektiğim günler, duyarsanız size de elveda;yürü ayaklarım yürü,durma sakın ha!buralar mayın döşeli,neresi mayınsızdır deme sakın bastığın tüm yerler mayınlarla kaplı.Aldırma sen sancılara durma yürü,dermansız kalsada dizlerim, ben yürümeyi seçtim,sen bana uymak zorunda değil misin?O halde:Sonsuzluğa uzanan özlemlerim nerdesiniz,haydi çıkın bakalım gizlendiğiniz yerden,burası korunaklı yerlerdir,mayınlara elveda ettik yoksa yokmu sizin haberiniz?
Yarınlar çıkın önlerimize,kucaklaşalım gelin hep birlikte,uzan ellerim uzan tut bırakma tut tam ensesinden Güneşin...
Koşun bulutlar koşun,vurguna mıdır bu gidiş,varmı sizlerden daha yukarda bir yokuş,artık zamanıdır dur demenin,gönlüm hep onu arzuluyor var mı bizlere de yukarlardan bir esiş...
Uyuklama gözlerim uyuklama,neredyiz hele bir bak,gerilere dönüp takılıp kalma ,her şeye hoşçakalın diyerek çıktığımız yolda,hatırladın mı etmiştik ya elveda...
Gidiyorum dostlarım,hoşçakalın diyemeyeceğim,dilim tutuluverdi gözlerim yaşalarla doluverdi.Açamıyorum gözlerimi,ellerimi uzatıyorum hazır mısınız...
Gidelim gardaş gidelim,işiten kulaklar işitmez olmadan,ellere titremeler inip te bel bükülmeden,unutkanlıkların ardı arkası kesilmeden şimşekeler beyinden geçer gibi,günler süratle bizleri gerilerde bırakmadan kucaklaşalım, onunla birlikte gidelim ne dersiniz?
Keşke şu anda ki hayatım için önceden bir şeyler yapıp da öne alsaydım demeden...
Gelin bir şeyler yapalım,ne yapalım demeyin ha!haydi çıkın ortaya gidelim,yoksa elveda diyemem...

yıl:105.10.1992
saat:23.00
(E. KEKEÇ)ELAZIĞ

7 Mayıs 2008 Çarşamba

ŞAFAĞA ÖZLEMİM

Solmayacak bizim gülümüz,Güneş her zaman doğacak,gök gürlemeleri durmayacak.Attığımızda adımları, yollarımıza barikatlar kurulacak,göğsümüze namlular çevrilmeyecek ensemizden kurşunlanacağız.Aşınmayan dağların yılmayan yolcularıyız.Duraksız bir yolun yorulmayan savaşçılarıyız.Terleri kuruyanlardan değiliz;kanlarını feda etmekten çekinmeyenleriz.Çocuklarının ağlamasıyla geriye dönenleri alçaklar biliriz.Sabır taşlarına ahdimizi kaydederek sebat etmeyi tercih ederiz.Yaşamın ve ölümün imtihan olduğuna iman ederiz.Hayatı anlamlı kılar ölümü kurtuluş addederiz.
Şapşallaşan dünyanın şahlanan aslanlarıyız,Kadere teslim oluruz,boyun eğmeyi zilletten sayarız.Küçücük göllerde boğulma endişelerini duymayız.KOcaman okyanuslarda yüzmeyi başarma senaryoları kurarız.Ağlayan anneleri sükunete çağırır,Ali'nin dili Zeyneb'i kerbeladan günümüze ister,yaşamıyla hayatı bizlere anlatmasını bekleriz.
Sen bacım !sen Zeynep,anlat bize anlat,başınıza gelenleri değil,Kerbeladaki susuzluk çölünü anlatma,Sad Bin Ömerin ihanetini değil,Hür'ün kölelikten kurtulup nası hür olduğunu anlat.Sen nazlı bacımanlat,Hüsynin mesajının temsilciliğini yapan bacım,yezidin kılıçlarına boynunu geren bacım,anlat bizlere anlat.Dostumun şehit olan dostunun mesajını yarınlara nasıl taşıması gerektiğini anlat...
Ey yarınları adımlayacak can!zamanın ihanet çemberlerini boyunlarına takmaktan nefretle kaçan insanlar olduğumuzun farkında mısın?Her zaman farklı kılık kıyafetve şekillre bürünen bir yaşamın,dalkavukluk tarihini,yardakçılık anlarını,muhafazakarlık,torpil yapmacılık maymun iştahlılık,zamanın ve zeminin rengine göre kabuk değiştirmelerin kökünü,Sezarın kılıcıyla ufak ufak doğrayarak,Tevhit tokmağıyla örsün üzerinde ufalayıp,rüzgarın önünde dağıtıp,İbrahim'i bir geleneğin dünyayı kuşatması için ayağa kalkmış neferler olduğumuzun bilincindemisin?
Evet sevgili dostum,biz istikamet yolunun yolcularıyız.Bir yılın ilk mevsiminin patlamaya hazır goncalarıyız.Bir patlama olcak,toprağın derinliklerine gökyüzünden nurlar saçılacak,önümüz aydınlanacak ve kalkış başlayacak!...
Bir kalkıştır bu,evet yolculuk başladı,kıvılcımlar saçıldı,etraf aydınlandı;ama bahar hala gelmedi.Adı yolculuk bakılmadan geçilmez,görülerek gidilir.Görmekle başlar herşey;uzanır gökyüzüne tebessümler,oldu olcaklar da orda kalır.Bir yolculuk bir yolculuk,yolcuların yüzleri soluk,soluk yüzlere emanet koşu yolu,Süreyya yıldızı doğmak üzere az sonra olur burası saman yolu...
Evet dostlar!
Duraksız bir yolculuk,sadece kalkışı duyulur,saati dolunca birden kalkar ve doğrulur.Bir adım yaklaşınca bahara,konunca ağaçlara kanarya,dermansız kökler ulaşınca hayata,kıştan uzanan soğuk rüzgarlara edince elveda tam on kala yeşile,tomurcuklanınca zambak ve papatya,kamaştırmaz artık ekşilikler ağzınızı.Çünkü kalmadı geçmişten kalan limon çiçekleri,diyerek yürüdüğümüz bir yolculuk.Biz bu yolun erleri karşılıklı taşıyacağımıza ve taşınacağımıza söz veren erleriz...
Allah'ım bize yardım et ki,korkusuzca şehadet alanına koşalım!Bırak bencilliği ve çıkarcılığı,İbrahim (a.s) gibi fedakarlık kabesinde kurban edelim.Bırak kibri ve gururu ihlas sıdk ve tevazu suyu ile yıkayalım.Allah'ımbırak şehadetin keskin kılıcıyla,önümüze çıkan septik anlayışın kökünü kazalım.
Andolsun Allah'a andolsun ki,içimizdeki ve dışımızdaki düşmanlara karşı savaşacağız..Alemin tümünde Hak ve Adaletin istikrarına,tağutların ve şeytanların yok edilişine kadar mücadeleden el çekmeyeceğiz.Söylediklerimize sadık kalacağıma Allah şahittir.
Vallah'i boyunlarımıza ipleri takıp süründürseler verdiğimiz sözü bozmayacağız.Şahit ol yarab!Sen bizim mevlamızsın,ancak sana kulluk eder ancak senden yardım dileriz...
"Ey rabbimiz,unuttuk veya yanıldysak mesul tutma.Ey rabbimiz,bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme.Ey Rabbimiz,bize gücümüzün yetmeyeceğini taşıtma.Affet bizi, bağışla bizi,acı bize,sen mevlamızsın bizim, kafirler gruhuna karşı yardım et bize..."
yıl:19.02.1995
saat:
(E:KEKEÇ)İST.