10 Aralık 2024 Salı

Türkiye, Suriye ve Ukrayna Arasındaki Çıkmaz- Büyük Bir Tuzak mı?

 

Dünya sahnesinde cereyan eden olaylar bazen o kadar karmaşık ve iç içe geçmiştir ki, yüzeyde görünen neden-sonuç ilişkileri, perde arkasındaki planların sadece bir kısmını oluşturur. Bu bağlamda, Suriye krizindeki gelişmeler, Ukrayna-Rusya savaşı, NATO’nun bölgedeki stratejileri ve Türkiye’nin bu denklemdeki konumu üzerinde düşünmek, gelecekte ne gibi senaryolarla karşılaşabileceğimiz konusunda ipuçları verebilir. Burada bağlantıları ve potansiyel sonuçları sorgulayıcı bir bakış açısıyla ele alacağız.

Suriye Krizi ve Türkiye’nin Rolü

2011 yılında patlak veren Suriye iç savaşı, başlangıçta rejime karşı bir halk ayaklanması gibi görünse de kısa süre içinde çok boyutlu bir vekâlet savaşına dönüştü. Esad rejiminin sert müdahaleleri, muhalif grupların silahlanması ve dış güçlerin devreye girmesiyle Suriye, küresel güçlerin çekişme alanı haline geldi. Türkiye, Suriye krizinin ilk dönemlerinden itibaren aktif bir taraf olarak kendisini bu denklemin içinde buldu.

Türkiye’nin Suriye’deki Tutumu-Bir Başarı mı, Yoksa Planlı Bir Yıpratma Süreci mi?

Türkiye’nin Suriye politikası, "güvenlik, insani yardım ve bölgesel istikrar" gerekçeleriyle şekillendi. Ancak bu politikaların zaman içinde sahada farklı anlamlar kazandığı da gözlemlendi. Özellikle muhalif gruplara verilen destek, Türkiye’nin bu savaşı adeta kendi savaşı gibi üstlenmesine neden oldu. Basında yer alan geniş kapsamlı haberler, operasyonların adeta bir “zafer” gibi yansıtılması ve Bahçeli’nin sınıflandırdığı plaka söylemi, Türkiye’nin bu savaşın başlıca aktörlerinden biri olduğu algısını güçlendirdi. Ancak burada kritik bir soru beliriyor: Bu süreçte Türkiye’nin artan rolü, stratejik bir kazanım mı, yoksa uzun vadede büyük bir tuzağın parçası mı?

ABD ve NATO, Türkiye’nin bölgedeki gücünü kullanarak Suriye’de Rusya ve İran’a karşı dolaylı bir avantaj elde etmiş olabilir. Ancak bu desteğin ne kadar gerçek olduğu ya da Türkiye’nin ileride bu süreçte yalnız bırakılıp bırakılmayacağı belirsizdir. Unutulmamalıdır ki, uluslararası ilişkilerde dostluklar geçici, çıkarlar ise kalıcıdır.

Rusya ve ABD’nin Sessizliği- Fırtına Öncesi Sessizlik mi?

Son dönemde Suriye’deki olaylara ABD ve Rusya’nın görece sessiz kalması, dikkat çekicidir. Bu iki küresel gücün bölgede daha önce oldukça aktif bir şekilde yer aldığı göz önüne alındığında, şu anki durgunluk, bir “fırtına öncesi sessizlik” olarak yorumlanabilir. ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG üzerinden kurduğu düzen ve Rusya’nın rejime verdiği destek, aslında bu sessizliğin bir yanılsama olabileceğini gösteriyor.

Rusya-Ukrayna Savaşı ve Suriye’ye Etkisi

Rusya’nın Ukrayna’daki askeri operasyonları, Moskova’nın dikkatini bir nebze Doğu Avrupa’ya yöneltmiş olsa da Suriye üzerindeki etkisini tamamen kaybetmediği açıktır. Rusya, Suriye’deki varlığını sürdürmek için hem rejimi destekliyor hem de Türkiye ile ilişkilerini dengelemeye çalışıyor. Ancak Ukrayna’daki savaşın daha da derinleşmesi, Rusya’nın Suriye’deki varlığını zayıflatabilir. Bu noktada, ABD ve NATO için Suriye, Rusya’ya yönelik dolaylı bir baskı aracı haline gelebilir.

Türkiye’nin Denge Politikası- Zor Bir Görev

Türkiye, hem NATO üyesi olarak Batı bloğunun içinde hem de Rusya ile geliştirdiği işbirliğiyle Doğu’nun bir parçası gibi davranmak zorunda kaldı. Ancak Ukrayna savaşının kızışması ve NATO’nun Rusya’ya karşı daha agresif bir tutum alması halinde, Türkiye’nin tarafsız kalması zorlaşabilir. Böyle bir senaryoda, Türkiye’nin hem Suriye’deki hem de Karadeniz bölgesindeki pozisyonu kritik hale gelecektir.

Türkiye’ye Karşı Potansiyel Bir Tuzak mı?

Bu bağlamda, Türkiye’nin Suriye’deki etkinliği ve NATO içindeki rolü üzerinden bir değerlendirme yapıldığında, şu sorular ortaya çıkıyor:

  1. ABD ve NATO’nun Nihai Amacı Ne? Türkiye’nin Suriye’deki aktif rolü, ABD ve NATO’nun bölgedeki çıkarlarına hizmet edebilir mi? Eğer bu doğruysa, Türkiye’nin ileride yalnız bırakılma ihtimali var mıdır? ABD’nin tarihsel olarak müttefiklerini bir “tüketim malzemesi” gibi kullanıp, çıkarlarına hizmet etmeyi bıraktığında kenara çektiği örnekleri göz önüne alırsak, bu risk oldukça gerçekçidir.

  2. Rusya ile Olası Bir Çatışma Türkiye’nin NATO içindeki güçlü pozisyonu, Ukrayna savaşının derinleşmesi halinde onu Rusya ile doğrudan karşı karşıya getirebilir. Bu, Suriye’deki vekâlet savaşının Karadeniz ve Doğu Avrupa’ya taşınması anlamına gelebilir. Türkiye’nin, Ukrayna ve Suriye gibi iki sıcak cephede birden Rusya’ya karşı konumlanması, büyük bir stratejik hata olabilir.

  3. İsrail ve Bölgesel Stratejiler İsrail, Suriye’deki tüm bu süreçlerden faydalanarak kuzeyindeki tehditleri bertaraf etmeye çalışıyor. Türkiye’nin, Suriye’deki muhalif gruplara desteği ve İran’la gerginlikleri, dolaylı olarak İsrail’in çıkarlarına hizmet edebilir. ABD’nin bu denklemdeki rolü, İsrail’in güvenliğini garanti altına almak için Türkiye’yi Suriye bataklığına daha fazla çekmek olabilir. 

Gelecek İçin Bir Projeksiyon
  1. Suriye’nin Geleceği Suriye’nin geleceği, büyük ölçüde bölgedeki küresel ve bölgesel aktörlerin tutumuna bağlıdır. Ülkenin kuzeyindeki ABD destekli gruplar dikkate alındığı  Uzun vadede Suriye’nin, bir federasyon ya da parçalanmış bir yapı olarak kalması olasıdır.

  2. Türkiye’nin Bölgedeki Rolü Türkiye, Suriye’deki rolünü yeniden değerlendirmek zorunda kalabilir. ABD ve NATO’dan gelen baskılar ile Rusya’dan gelen denge politikası arasında sıkışan Türkiye, Suriye meselesinde daha bağımsız bir duruş sergileyebilir. Ancak bu, kolay olmayacaktır.

  3. Bölgesel Dinamikler ve Yeni Dönem İran, İsrail ve Arap ülkelerinin Suriye’deki etkisi, gelecekteki denklemleri şekillendirecektir. Türkiye, bu denklemde dengeli bir dış politika sürdürmeli ve bölgesel ittifaklarını sağlamlaştırmalıdır.

Türkiye’nin Suriye’deki etkinliği ve NATO’daki konumu, onu uluslararası bir oyunun merkezine çekebilir. ABD ve NATO, Türkiye’yi Rusya’ya karşı kullanmak için bir plan yapmış olabilir. Ancak Türkiye’nin bu süreçte stratejik adımlar atarak bağımsız bir dış politika sürdürmesi, bölgedeki çıkarlarını koruması açısından hayati önemdedir. Aksi halde, Suriye’de elde edilen kısa vadeli kazanımlar, uzun vadede büyük kayıplara dönüşebilir.

Bahadır Hataylı/06.12.2024/Sancaktepe/İST

Gücün Tek Elde Toplanmasının Tehlikeleri ve İlahi Hikmetin Uyarıları

 

Allah, insanın fıtratını, zaaflarını, nefsinin sınırlarını en iyi bilendir. Kur'an-ı Kerim'de birçok ayet, insanın güç, mal ve makam karşısındaki zaaflarını hatırlatır ve bu alanlarda ölçülü olunmasını emreder. Gücün ve servetin belirli ellerde toplanmasının tehlikeleri, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde büyük zararlar doğurabilir. Allah’ın bu konudaki uyarıları, insanlığın sosyal düzenini ve adalet anlayışını muhafaza etmeye yöneliktir. Bu yazıda, Allah'ın gücün tek elde toplanmasını neden istemediğini, Kur'an'dan ayetlerle konuyu ele alalım...

Gücün Azdırıcı Etkisi ve Tağutlaşma

İnsanın tabiatında, sahip olduğu imkânlarla gururlanma, kibirlenme ve kendisini yeterli görme eğilimi vardır. Kur'an'da bu duruma dikkat çekilir:
"Hayır! İnsan kendini kendine yeterli görerek azar."Alak/ 6-7

Bu ayet, insanın kendini güçlü ve yeterli hissettiğinde sapkınlık gösterebileceğini ifade eder. Gücün tek bir elde toplanması, bireyi veya grubu diğer insanlara karşı üstünlük taslamaya yöneltebilir. Bu durum, hem bireysel ahlakı hem de toplumsal huzuru bozar. Allah, bu tehlikeyi gördüğü için, insanlara sürekli olarak alçakgönüllü olmayı, adaletli davranmayı ve gücün tek bir elde yoğunlaşmasına karşı önlem almayı öğütler.

Tağutlaşma Tehlikesi
Tağut, Allah'ın çizdiği sınırları aşan, kendini ilahî bir otoritenin üzerinde görmeye çalışan kişi veya güç anlamına gelir. Firavun, bunun Kur'an'daki en açık örneğidir. Firavun, sahip olduğu güç ve servetle halkını ezmiş, kendini ilah ilan etmiştir. Allah, onun durumunu şöyle açıklar:
"Firavun yeryüzünde büyüklük tasladı ve halkını gruplara ayırdı. Bir kısmını güçsüz bulup eziyordu."Kasas/ 4

Bu ayet, gücün tek elde toplandığında nasıl bir zulüm aracına dönüşebileceğini gözler önüne serer. Firavun ’un yönetimi, Allah’ın insanlık için uygun gördüğü dengeyi bozan bir sistemin örneğidir.

Mal ve Servetin Dolaşımı- İlahi Ekonomik Sistem

Allah, mal ve servetin belirli bir grubun tekelinde kalmasını istemez. Bu, hem bireylerin hem de toplumun zararına bir durumdur. İslam’ın ekonomik düzeninde, malın toplum içinde dolaşımını sağlamak temel bir ilkedir. Bunun aksine davranmak, Allah’ın koyduğu düzeni bozmak anlamına gelir. Kur'an'da şöyle buyrulur:
"Ta ki o mallar içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet hâline gelmesin."Haşr/ 7

Bu ayet, malın belirli bir kesim arasında toplanmasının toplumsal adaletsizliklere yol açacağını ve bu durumun Allah'ın hoşuna gitmediğini açıkça ifade eder. Ekonomik sistem, yalnızca bir grubun çıkarına değil, tüm toplumun faydasına olacak şekilde işlemesi gereken bir sistemdir.

Zekât ve Sadaka- Servetin Akışı İçin İlahi Araçlar
İslam’ın en önemli ibadetlerinden biri olan zekât, malın toplum içinde dolaşımını sağlamayı amaçlar. Allah, zekâtı zenginlerden alıp fakirlere verilmesi gereken bir hak olarak tanımlar:
"Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır."Zariyat/ 19

Zekât, bir yandan zengini mal sevgisinden arındırırken, diğer yandan toplumsal dengeyi korur. Bu, Allah’ın adalet anlayışının bir yansımasıdır. Ayrıca, sadaka da bireylerin malını paylaşarak toplumsal huzuru artırmalarını sağlar.

Kibir ve Gururun Sonuçları

Allah, insanı kibirlenmekten ve kendisini üstün görmekten sakındırır. Çünkü kibir, insanı hem Allah’tan hem de diğer insanlardan uzaklaştırır. Kur'an'da bu konu şöyle vurgulanır:
"Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen, ne yeri yarabilirsin ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin."İsra/ 37

Bu ayet, insanın haddini bilmesi gerektiğini ve sahip olduğu hiçbir gücün Allah’ın gücüyle kıyaslanamayacağını hatırlatır. Allah’ın istemediği bir şekilde güç ve serveti tekelleştirenler, sonunda hem dünyada hem de ahirette zarara uğrarlar.

Tarihsel Örnekler-Gücün Azdırdığı İnsanlar

Kur'an, geçmiş ümmetlerden örnekler vererek, gücün ve servetin yanlış kullanımının sonuçlarını gösterir. Firavun, Karun ve Nemrut gibi isimler, sahip oldukları güçle toplumlarına zulmetmiş ve sonunda Allah’ın azabına uğramışlardır.

Karun’un Öyküsü
Karun, malının ve servetinin çokluğuyla övünen, bu zenginliği Allah’tan değil, kendi bilgi ve çabasından kaynaklandığını iddia eden bir kişiydi:
"Bu servet bana kendi bilgim sayesinde verilmiştir."Kasas/ 78

Ancak Karun’un bu kibri, onun helakine neden olmuştur. Allah, servetini ve kendisini yerin dibine geçirmiştir:
"Biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik."Kasas/ 81

Bu olay, Allah’ın güç ve servetin kötüye kullanılmasına izin vermeyeceğini, bunun ahirette olduğu kadar dünyada da cezasını bulacağını gösterir.

Adil Yönetim ve Güç Dağılımı

İslam, adaletin tesisi için gücün adil bir şekilde dağıtılmasını ve yönetimde istişarenin esas alınmasını emreder. Peygamber Efendimiz (sav), hiçbir zaman gücü tek başına kullanmamış, ashabıyla istişare ederek kararlar almıştır. Bu, Allah’ın insanlara öğrettiği ideal yönetim modelidir. Kur'an'da bu konuda şöyle buyrulur:
"Onların işleri, aralarında şûra iledir. "Şura/38

Gücün tek bir elde toplanması, istişareyi ortadan kaldırır ve zulme zemin hazırlar. Bu nedenle, Allah’ın uygun gördüğü yönetim sistemi, güçlerin dağıtıldığı, herkesin fikrinin değerlendirildiği bir sistemdir.

Allah’ın Düzeni ve İnsanların Sorumluluğu

Allah, insanlara mal ve güç verirken onlardan sorumluluk bilinciyle hareket etmelerini ister. Gücün ve servetin tek bir elde toplanması, hem bireyin hem de toplumun felaketine yol açabilir. İslam’ın ekonomik ve siyasi düzeni, bu tür tehlikeleri önlemek için dengeyi esas alır.

Kur'an ve sünnet, insanlara paylaşmayı, adil olmayı, kibirden kaçınmayı ve gücü kötüye kullanmamayı öğütler. Allah’ın koyduğu bu düzen, insanlık için en ideal düzen olup, toplumların huzur ve refah içinde yaşamasını sağlar. Rabbimiz, bu öğütleri dikkate alarak yaşayanlardan olmamızı ve gücümüzü, sahip olduğumuz her şeyi O’nun rızası için kullanmamızı nasip etsin. Amin

Erol Kekeç/11.10/2024/Sancaktepe/İST