31 Ekim 2024 Perşembe

İmanın Toplumda İnşası- İdeal Bir Düzenin Temelleri


 "Allah'a ve resulüne iman edin; sizi üzerinde buyruk sahibi yaptığı şeylerden başkalarına bol bol verin! İçinizden iman eden ve infakta bulunanlar için çok büyük bir ödül vardır. İman sahipleri iseniz size ne oluyor da Allah'a güvenmiyorsunuz? Oysaki Resul sizi Rabbinize inanmaya çağırıyor, sizden kuvvetli bir söz de almıştır. O, odur ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye kulu üzerine, gerçeği apaçık gösteren ayetler indiriyor. Allah size karşı gerçekten çok şefkatli, çok merhametlidir. Allah yolunda harcama yapmanıza engel ne var ki?.. Göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ındır. Sizin, Fetih'ten önce infakta bulunan ve çarpışmaya gireniniz, bunu yapmayanlarla aynı değildir. Onlar, derece yönünden Fetih'ten sonra infakta bulunup çarpışmaya girenlerden çok daha üstündür. Allah hepsine güzellik vaat etmiştir. Allah, işleyip ürettiklerinizi en iyi biçimde haber almaktadır." Hadid:7-10


Bu ayetler, Allah’a ve Peygamberine inanan bir toplumun nasıl bir sorumluluk üstlendiğini ve bu sorumluluğu yerine getirmenin insan ve toplum üzerindeki etkilerini anlatmaktadır. Toplum, bu sorumluluğun gerektirdiği ahlaki ve sosyal yapıyı oluşturarak Allah yolunda harcama ve infakta bulunmak gibi davranışlarla, hem kendi ruhani gelişimini sağlamakta hem de toplumsal dayanışmayı en yüksek seviyeye taşımaktadır. Bu ayetler üzerinden geniş bir anlatımla, ideal bir toplum düzeninin nasıl olması gerektiğini, Allah'a güvenin bu düzende nasıl bir yer tuttuğunu, infak ve cihat gibi kavramların toplumsal gelişimdeki önemini ve bunların ahiret inancıyla bağlantısını ele almak mümkündür.

İşte bunu geniş kapsamda ele aldığımızda, Allah’a ve Resulüne iman, sadakat ve güven, bireyin ve toplumun Allah'a karşı olan vazifesini yerine getirmesine vesile olurken, insanların üzerine aldıkları sorumlulukların ve yapmaları gereken görevlerin de özünü oluşturur. İmanın, inançlı toplumlarda nasıl köklü bir tesir oluşturduğunu ve bu etkiyi, ayetlerde işaret edilen infak, Allah’a güven, karanlıklardan aydınlığa çıkma gibi manevi unsurlar bağlamında detaylandırarak anlatabiliriz.

İman Eden Bir Toplumun Özellikleri

Bu ayetlerde öncelikle "Allah’a ve Resulüne iman edin" ifadesiyle, bireylerin sadece kendilerinin değil, tüm toplumun refah ve mutluluğunu hedef alan bir düzene katkıda bulunmaları gerektiği vurgulanır. Allah'a iman eden ve Peygamberin getirdiği mesajlara sadık kalan bir toplum, ahlaki yapısını Allah’ın emir ve yasaklarına göre şekillendirir. Bu iman, bireylere toplumsal değerlerin ötesinde derin bir ahlak bilinci verir ve insanları, hayata, topluma ve insanlığa fayda sağlayan yüksek bir amacı benimsemeye teşvik eder.

Ayetler, "İman sahipleri iseniz size ne oluyor da Allah'a güvenmiyorsunuz?" sorusuyla, Müslüman birey ve toplumların Allah’a tam anlamıyla güvenmelerini bekler. Bu güven, onların Allah’ın rızasını gözeterek hareket etmelerini ve tüm zorluklar karşısında metanetle durmalarını sağlar. Allah’a güvenen bir toplum, zorluklara ve sıkıntılara karşı sarsılmaz bir direnç gösterir, bireyler arası ilişkilerde ise adalet, merhamet ve yardımlaşma esas alınır. Bu güven, toplumun kendi iç dinamiklerini güçlendiren, üyeler arasında sarsılmaz bir birlik ve beraberlik oluşturan bir etkendir.

İnfak ve Dayanışma Kültürü

Bu ayetlerde infak (Allah yolunda harcama) konusuna vurgu yapılması, toplumdaki maddi ve manevi dayanışmanın önemini ortaya koyar. İnfak, sadece yoksullara yardım etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı güçlendiren, insanlar arasında sevgi ve merhamet bağlarını kuran ve bireylerin Allah katındaki derecelerini yükselten bir ibadet olarak ele alınır. İnfak, toplumsal dayanışma ve paylaşımcılık üzerine kurulu bir toplum yapısının en önemli yapı taşlarındandır. Bu ayetler, infakın sadece ihtiyaç sahiplerinin yararına olmadığını, aynı zamanda infakta bulunan bireylerin ruhani gelişimlerine de katkı sağladığını vurgular. Allah yolunda yapılan harcamalar, dünya hayatındaki geçici hazlardan ziyade ahiret mutluluğunu hedefler ve bireylerin bu dünya hayatını ahiret odaklı yaşamalarına bir vesile olur.

Allah’ın ayetlerde geçen "karanlıklardan aydınlığa çıkarmak" vaadi, toplumu cehalet ve yanılgılardan uzaklaştırarak ilim, hikmet ve hakikat ışığına kavuşturmayı simgeler. Bu, yalnızca bireysel anlamda bir uyanışı değil, toplumsal bir bilinçlenmeyi ve huzur dolu bir yaşamı da içerir. Karanlıklardan aydınlığa çıkmak, toplumun refah ve adaletin hüküm sürdüğü bir yapıya bürünmesi için Allah’ın gösterdiği yolda ilerlemesi anlamına gelir. Bir toplum, Allah’ın emirlerine göre şekillendiğinde, huzurlu ve güvenli bir yaşama sahip olur ve bireyler, bir arada yaşamanın getirdiği sorumlulukları ve bu sorumlulukların manevi karşılıklarını daha iyi anlarlar.

Bu ayetlerde, Allah yolunda infak eden ve çarpışanların (mücadele edenlerin) diğerlerinden daha üstün bir konumda olduğu belirtilir. Bu, yalnızca bir fiziksel savaşı değil, kişinin kendi nefsiyle mücadelesini ve toplumun iyiliği için sarf edilen her türlü çabayı da kapsar. Allah yolunda mücadele, bir toplumun ahlaki ve manevi anlamda güçlü olmasının en önemli göstergelerindendir. Bu bağlamda, bir Müslüman için Allah yolunda yapılan her fedakârlık, Allah katında büyük bir değer taşır. Toplumun fertleri, bu mücadele ile sadece kendilerini değil, aynı zamanda toplumu da yüceltir ve Allah katında yüksek bir dereceye erişirler.

Ayetlerin sonunda, "Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır" ifadesiyle, her şeyin sahibinin Allah olduğu ve bu dünyadaki sahipliklerin yalnızca geçici olduğu hatırlatılır. Bu hatırlatma, dünya hayatının fani olduğunu ve gerçek mülk sahibinin yalnızca Allah olduğunu kavrayan bir toplumu işaret eder. Toplum fertleri, sahip oldukları malları ve imkânları kendilerine verilmiş birer emanet olarak görür, onları Allah’ın rızasını kazanmak için paylaşırlar. Bu bilinç, hem bireysel hem de toplumsal anlamda bir tevazu, kanaatkârlık ve paylaşım ahlakı doğurur. Topluma hizmet etmek, Allah’ın miras bıraktığı dünyayı iyi bir şekilde değerlendirmek ve gelecek nesillere bir emanet olarak bırakmak, bu ayetlerin rehberliğinde oluşan ideal toplum düzenini tanımlar.

İdeal Toplum Düzenine Doğru

Bu ayetlerin ana gayesi, Allah'a ve Resulüne iman eden bir toplumun sahip olması gereken erdemleri ve bu erdemlerin topluma kazandıracağı huzur, barış ve dayanışmayı en güzel şekilde ortaya koymaktır. Allah’a iman eden bir toplum, sevgi ve merhamet gibi değerler üzerinde yükselir ve Allah’ın rızasını kazanmak için hayatını, ilişkilerini, sahip olduklarını ve güçlerini Allah yolunda harcayarak geçirir. Bu toplum yapısı, insanlara huzur ve güven verirken, manevi olarak da insanların Allah’a daha yakın olmalarını sağlar. Allah’a ve Resulüne tam bir sadakatle bağlı olan bireyler, infak ve mücadele bilinciyle kendilerini adar, bu dünyadaki görevlerini yerine getirirken, ahiret yurduna hazırlıklı bir şekilde yönelirler.

Bu şekilde kurulan bir toplum, yalnızca kendi içerisinde değil, aynı zamanda diğer toplumlara karşı da adalet, merhamet ve iyilik anlayışı ile yaklaşarak, Allah’ın kendilerine gösterdiği doğru yolda ilerleyen bir topluluk olarak yükselir. Allah’ın rızası, bu topluluğun en büyük amacı ve Allah’ın vadettiği ödüller ise bu amaca ulaşanlara bir müjde olarak öne çıkar.

Toplumsal barışın, güvenin, yardımlaşmanın ve dayanışmanın tesis edildiği böyle bir toplum, insanlık için örnek bir model olur ve bu model, Allah’a teslimiyetin getirdiği huzur ve güvenle bütünleşerek adeta bir cennet toplumunu andırır. Bu toplumda her birey, sahip olduklarının aslında bir emanet olduğunu bilir ve her türlü çabasını Allah’ın rızasını kazanmak için harcar.

Azgın Tekenin Sonu-İsrail'in Ortadoğu’daki Saldırgan Politikalarının Kaçınılmaz Sonu

                                 

İsrail'in Ortadoğu’daki politikaları ve bölgeye yönelik tavrı, tıpkı azgın bir tekenin davranışları gibi, hem kendi halkı hem de bölgedeki tüm toplumlar için yıkıcı bir döngü haline gelmiştir. Bölgedeki stratejik noktaları ele geçirme çabası, bu güç gösterilerinin kontrolsüz saldırganlığa dönüşmesine neden olmaktadır. Her saldırı, sözde güvenlik bahanesi altında başlasa da, esasında İsrail’in genişleme arzusu ve egemenlik hırsının ürünü olarak kendini göstermektedir. Tüm bu politikaların sonucunda, İsrail bölgeyi bir kargaşanın ortasına sürükleyip varoluşunu daha büyük bir belirsizlik ve tehlike altına atmaktadır.

Bir toplumun kendini koruma güdüsü, doğal bir içgüdü olarak kabul edilebilir. Ancak İsrail’in attığı adımlar, kendi sınırlarını savunmak için değil, bölgedeki dengeleri kendi çıkarları doğrultusunda yeniden inşa etmek, kendi ideolojisini dayatmak adına yapılmaktadır. Bu durum, İsrail’in yalnızca kendini değil, tüm bölgeyi hedef alarak gücünü artırmaya çalıştığını, bu doğrultuda saldırgan bir tutum sergilediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu saldırganlık, ne bölgedeki barışı sağlamaya yönelik bir adımdır ne de uzun vadede İsrail’in varlığını garanti altına alabilecek bir stratejidir. Tersine, bu tutum tüm Ortadoğu’da sürekli bir çatışma ve istikrarsızlık yaratarak bölgenin huzurunu tehdit eden bir unsur haline gelmiştir.

Ortadoğu’da İsrail’in "azgın teke" misali yaptığı her hareket, bölgedeki devletleri zayıflatmak, halkları yerlerinden etmek, kültürel dokuları yıpratmak ve yaşam alanlarını tehdit etmek gibi sonuçlar doğurmaktadır. İsrail, gücünü artırmak ve yerel direnişi bastırmak amacıyla attığı her adımda, yalnızca bölgeyi değil, kendi toplumsal yapısını da büyük bir risk altına sokmaktadır. Bir yandan, güvenlik bahanesiyle yapılan bu saldırılar, bölgenin her geçen gün biraz daha istikrarsız hale gelmesine yol açmaktadır; diğer yandan İsrail'in uluslararası arenada yalnızlaşmasına ve bu stratejilerin kendi toplumunda bile güvensizlik yaratmasına neden olmaktadır.

Bu saldırganlık ve yayılmacı politika, İsrail için kaçınılmaz bir son hazırlamaktadır. Kendisine düşman olarak gördüğü her unsur, bir süre sonra bu azgınlığın kurbanı olmuş olsa da, İsrail’in kendine zarar vermekten başka bir sonuç doğurmamaktadır. Attığı her adımda bir sonraki darbeye hazırlanır gibi davranması, sadece etrafında yeni düşmanlar yaratmasına ve bölgedeki karşıt güçleri harekete geçirmesine yol açmaktadır. Bu stratejik hatalar, kaçınılmaz olarak İsrail’in bu bölgede sürekli bir tehdit unsuru olarak algılanmasına ve yalnızlaşmasına neden olmaktadır.

İsrail’in Ortadoğu’daki saldırgan politikaları, tıpkı "azgın teke" misali sürekli olarak güç gösterisi yaparak kendini tüketen bir döngü yaratmıştır. Bu politikaların sürdürülemezliği, İsrail’in giderek daha yalnız ve izole bir hale gelmesine neden olmaktadır. Eğer İsrail bu stratejisini değiştirmez ve saldırganlık politikalarından vazgeçmezse, bölgedeki varlığı uzun vadede tehlikeye girecektir. Çünkü bu topraklarda halkların ve toplumların barış içinde yaşama isteği, İsrail’in yıkıcı politikalarından daha güçlü bir geleceğe işaret etmektedir. Bu durumda, İsrail’in bu bölgedeki varlığı, kendi halkına dahi zarar veren bir yük haline gelecek ve sonunda yalnızca kendisini yıkan bir stratejiyle yüz yüze kalacaktır.

Ortadoğu’da barışın tesis edilmesi, tüm halkların ortak çıkarına hizmet ederken, İsrail’in sürdüğü bu azgın teke misali yol, kaçınılmaz bir biçimde bölgenin değil, en çok kendisinin felaketine yol açacaktır.

Bahadır Hataylı/Ekim-2024/Sancaktepe/İST

Sosyal Meslek Gettoları- Kendimizi Mesleklerin İçinde mi Kaybettik?

 

Fanatik Dayanışmanın Toplumsal İzolasyona Etkisi

Toplumların kültürel ve sosyal yapılarında, meslek gruplarının yalnızca çalışma alanlarıyla sınırlı kalmayan, kendi içlerinde oluşturdukları dayanışmacı ve kapalı toplulukların büyük bir rol oynadığını gözlemliyoruz. Bu gruplar, kimi zaman dayanışma, destek veya yardımlaşma gibi olumlu amaçlarla bir araya gelseler de, uzun vadede toplumsal uyum üzerinde düşündüğümüzden daha fazla etki bırakırlar. Bu yazıda, toplumda özellikle belirgin olan bazı meslek gruplarının sosyokültürel dokuyu nasıl etkilediğini, bireyler ve gruplar arasındaki mesafenin giderek nasıl derinleştiğini, hatta meslek kültürünün ötesinde fanatik bir dayanışma hiyerarşisinin toplumsal izolasyonu nasıl güçlendirdiğini görüyoruz.

Her meslek grubunun kendine has bir kültürü ve değerler bütünü vardır. Ancak bazı gruplarda bu değerler sistemi, mesleki sınırların ötesine geçerek neredeyse bir toplumsal yaşam biçimi haline dönüşür. Özellikle doktorlar, eczacılar, hukukçular, otobüs şoförleri, taksiciler gibi gruplar, yalnızca iş yerinde değil, toplumsal hayatta da kendi içlerinde bir birlik ve dayanışma hissi geliştirirler. Bu grupların kendi meslektaşlarıyla olan dayanışması, dışarıdan gelen her türlü eleştiriyi tehdit olarak algılama eğilimi gösterir ve bu durumda meslek dışındaki bireylere karşı kapalı bir tutum benimserler.

Meslek içindeki bu dayanışma, zamanla bir "getto kültürü" yaratır. Bu gettolaşma, grubun dışındaki insanların bu mesleklere karşı olan güven ve beklentilerinde olumsuz bir bakış açısına yol açabilir. Toplumda sıkça karşılaşılan örnekler arasında halk otobüsü şoförlerinin diğer şoförlerle sürekli olarak çatışma halinde olması, taksi şoförlerinin müşteri eleştirilerini çoğu zaman kabul etmemesi, ya da doktorların meslek etiği tartışmalarında birbirlerini savunarak dış dünyadan gelen tepkilere karşı bir "savunma" geliştirmesi sayılabilir.

Fanatik Dayanışma ve Toplumsal Tabakalaşma

Bu dayanışma kültürü, zamanla fanatik bir bağlılık halini alır. Bir meslek grubuna dahil olan bireyler, meslek arkadaşlarının doğru ya da yanlış tüm davranışlarını savunma eğilimine girerler. Bu durumda kişisel hesap verebilirlik, mesleki eleştirilerden korunma adına feda edilir. Bu, bireyin kendi kimliğinden çok meslek grubunun bir parçası olarak kendini tanımlamasına neden olur. Bu tür fanatik dayanışma kültürü, bireysel sorumluluğun erozyona uğramasına neden olurken, toplumsal adalet ve hesap verebilirlik ilkelerini de tehdit eder. Meslekler arasında oluşan bu dayanışma duvarları, aynı zamanda toplumun katmanlara ayrılmasına ve gruplar arası etkileşimin azalmasına yol açar.

Bu izolasyon ortamında, bireylerin toplumun diğer üyeleriyle değil, yalnızca kendi meslek grubuyla etkileşim kurma eğilimi de artar. Doktorların diğer doktorlarla, taksicilerin diğer taksicilerle, otobüs şoförlerinin yine yalnızca kendi meslektaşlarıyla sosyalleştiği bir düzen, toplumsal ayrışmayı körükler. Birbirine kapalı kalan bu gruplar, kendi içinde dayanışmayı artırırken, toplumsal dayanışmayı azaltan bir etken olarak ortaya çıkar.

Meslek gruplarının fanatik bir bağlılıkla birbirine kenetlenmesi, bireysel kimliklerin ön plana çıkmasını engelleyebilir ve toplumun genel yapısında eksikliklere yol açar. Örneğin, bireylerin farklı kültür ve düşünce yapısındaki insanlarla etkileşimi azalır. Bu durum, bir toplumda ortak değerlere ulaşmanın, empati geliştirmenin ve farklı düşünceleri anlamanın önüne geçer. Meslek gruplarının kendi içinde kapalı bir yapı oluşturması, toplumun geniş bir tabanında, bireyler arasındaki bağları zayıflatarak toplumsal kutuplaşmayı teşvik eder.

 Mesleki ve Toplumsal Bütünleşme

Toplum olarak bu tür dayanışmacı meslek yapılarının içe kapanıklığını aşmak ve toplumsal kapsayıcılığı artırmak için evrensel değerlere yönelmek gerekiyor. Özellikle adanmışlık, özgürlük, sevgi, merhamet ve barış gibi evrensel değerler, tüm meslek gruplarının bir araya gelmesi ve toplumun bütününe yönelik sorumluluk geliştirmesi için birer temel oluşturabilir. Meslek gruplarının kendi içinde dayanışma yaratması doğaldır; ancak bu dayanışmanın toplumsal adalet, bireysel hesap verebilirlik ve empati değerlerine dayanması, toplumsal uyumu güçlendirecektir.

Adanmışlık, bireylerin yalnızca kendi meslek grubunun değil, toplumun genelinin yararını gözetme sorumluluğunu artıracaktır. Bu değerlerin yanı sıra özgürlük ve barış gibi toplumsal değerler de gruplar arası uyum ve anlayışı teşvik ederek toplumsal dayanışmanın önündeki engelleri azaltacaktır.

Toplumun belirli meslek grupları içinde gettolaşmış yapılar oluşturarak, yalnızca kendi içindeki bireylerle bir dayanışma bağı geliştirmesi, toplumsal uyumu zedelerken, bireylerin kendi kimliklerinden ödün vermesine ve toplumsal yapının adalet mekanizmalarının etkisizleşmesine yol açar. Bu nedenle, toplumda fanatik dayanışma kültüründen uzaklaşarak kapsayıcı ve toplumsal sorumluluğu ön planda tutan bir yapı inşa edilmelidir.

Bahadır Hataylı/29.10.2024/01.20/Sancaktepe/İST