Bu çalışma ülkemizdeki özelleştirme politikalarının tarihçesini, kamu kurumlarındaki çalışan sayılarındaki değişimleri ve toplumsal, ekonomik etkilerini ele almayı gerektirdiği için, ben burada sadece sosyal analiz ve düşüncelerimi paylaşıyorum. Gerçek verilere ulaşmak isteyenler, veri deposu olarak bilinen TÜİK ve Sosyal çalışma Bakanlığının sitelerinde yayınlanmış raporlardan bilgilere ulaşabilir..
Son yirmi yılda, kamu kurumlarının giderek özelleştirildiğini görüyoruz. Bu değişim sürecinde dikkat çeken ve sosyolojik anlamda sorgulamaya açık bir durum var: Kamu kurumları bir yandan özel sektöre devredilirken, kamuda çalışan kişi sayısının neden arttığı? Aslında, özelleştirmenin ardında hem ekonomik bir dönüşüm hedeflenirken hem de siyasi bir yönelim görüyoruz. Öyleyse bu süreç, sosyal yapının hangi noktalarını etkiliyor ve kimleri hangi çıkar hedefleri doğrultusunda besliyor?
Kamudan Özele Toplumsal Dönüşüm mü?
Birçok kamu kuruluşunun özelleştirilmesi, iddia edildiği gibi, verimliliği artırmak için mi? Yoksa bazı bireyleri güçlendiren, ancak çoğunluk üzerinde yük oluşturan bir sistem mi inşa ediliyor? Bir kamusal alanda çalışanlar, özelleştirilen kurumlarla işlerini kaybedebilirken, bu durum özel sektörde istihdam edilenlerin yükünü artırabilir. Kamusal istihdamın daralması gerekirken, paradoksal olarak kamu çalışanlarının sayısının artması toplumun geniş kesimlerinde ciddi bir bağımlılık ilişkisi yaratıyor.
Bu bağlamda, aslında ekonomik düzlemde bir dönüşüm yaratılırken toplumsal bir hedefe doğru bilinçli bir şekilde yönlenildiğini söylemek mümkün. Bu süreç, toplumu yavaş yavaş kamusal kaynaklarla desteklenen bir bağımlılık ağı içine çekiyor olabilir. Üstelik bu ağ, sadece istihdam edilenleri değil, onların ailelerinden yakınlarına kadar uzanan büyük bir topluluğu da içine alıyor. Kamu çalışanlarının giderek artması, siyasi bir bağlılık ve dolayısıyla oy kaynağı anlamına geliyor.
Toplumsal Bağımlılık mı? Devlete Dayanma Eğilimi
Kamu çalışanlarının, özel sektör yerine kamuda istihdam edilmeleri üzerinden geçim sağlamaları bir tercih gibi görünse de, bu tercih aslında bireysel değil toplumsal bir baskının sonucu olarak ortaya çıkıyor. Her yeni kamu çalışanı, bir iş ve gelir kaynağından çok bir bağlılık nesnesine dönüşebilir. Peki, bu durumun sonunda ne olur? Bu kitleler, ihtiyaçlarını devlete bağlayan, dolayısıyla ekonomik bağımsızlıklarını bir kenara bırakan bireylere dönüşmez mi? Böylece, geniş bir toplum kesimi, ekonomik bağımlılık sayesinde toplumsal reflekslerini kaybedebilir.
Bu bağımlılık hali, toplumun her aşamasına yayıldıkça, kamu çalışanlarının artan sayısının reel anlamda verimli olup olmadığı sorgulanmaya başlıyor. Kamuda genişleyen kadroların verimlilik temelinde mi yoksa toplumsal denetim unsuru olarak mı artırıldığını irdelemek gerek. Belki de bir "yeni memuriyet düzeni," toplum üzerinde ekonomik bağımlılıkla yönetim kurmanın kapısını aralıyor.
Özelleştirmenin Paradoksu-Bir Yandan Serbest Piyasa, Bir Yandan Kamu Ağı
Bir yandan özel sektöre devredilen kurumlar, serbest piyasanın gerektirdiği gibi daha hızlı ve verimli çalışması beklenirken, diğer yandan kamusal istihdamın genişletilmesi bu sürecin tam tersine işliyor. Toplumun önemli bir kesimi, bu iki karşıt güç arasında bir denge kurmak zorunda bırakılıyor. Kamu çalışanlarının sayısının artması, toplumu bir yandan güvenceye kavuştururken, bir yandan da onları serbest piyasadan uzak tutuyor. Bu dengesizlik ise sosyolojik anlamda güçlü bir bağlılık zinciri yaratıyor: Hem iş güvencesi hem de siyasi destek arayışı.
Bu süreçte devletin sunduğu iş güvencesi, bireyleri kamuda çalışmaya teşvik ediyor ve bir yandan da kamusal hizmetlerden faydalanan kişileri ekonomik olarak besleyerek siyaseten denetim altına alıyor. Sosyolojik açıdan baktığımızda, bu bağımlılık toplumun refahını değil, zihinlerde bağımlılık kavramını yaratıyor.
Toplumsal Yapıda Hedeflenen Ekonomik Çıkarlar
Bu düzenin son aşamasında, bağımlı bireylerden oluşan geniş bir taban oluşturulması hedefleniyor olabilir. Çünkü genişleyen kamu istihdamı, her bir çalışan aracılığıyla devlete olan bağımlılığı artırırken toplumu ekonomik olarak daha fazla kontrol etme imkanı sunuyor. Bu geniş bağımlılık tabanı, oy ve destek noktasında güçlü bir silah haline geliyor. Seçim dönemlerinde bu kişiler, kendilerini güvenceye alan sisteme bağlılıklarını sürdürme eğiliminde olacaklardır.
Aynı zamanda, geniş kamu istihdamı bir başka sosyal sonuç doğuruyor: Gençlerin özel sektörde değil, kamuda iş aramaya yönelmesi. Özellikle genç kuşaklar, geleceklerini kamu istihdamında güvenceye almak isteyerek serbest piyasada girişimcilikten ve yaratıcı üretimden uzaklaşabiliyor. Sonuç olarak, toplumsal yapının özel sektördeki girişimci ruhu zayıflarken, bağımlı bir kamu çalışanı topluluğu oluşturulmuş oluyor.
Toplumun Bireysel Özgürlüğü Yerine Bağımlılık Zinciri
Bu politikalar, kamuda çalışanların sayısını artırarak toplumun büyük bir kesiminin ekonomik refahını kamu eliyle sağlayarak bir bağımlılık kültürü oluşturuyor. Bireyler ekonomik olarak devlete bağımlı hale geldikçe, özgürce düşünme, eleştirme ve sorgulama yetilerini kısıtlıyor. Bu durum, bireysel özgürlüklerin azalmasına, sosyal bağımlılık ilişkilerinin güçlenmesine, yani toplumsal yapıda ciddi değişikliklere sebep olabilir.
Bu yaklaşımım, bireylerin ekonomik bağımsızlıklarını devlet güvencesine bırakırken özgür düşünme yetilerinden nasıl taviz verdiklerini sorguluyor. Bu durum ise toplumun, daha güçlü bir toplumsal bağımlılık sistemine kaymasına sebep oluyor. Bu konuların sosyologlar tarafından detaylı analizlerinin yapılması gerektiğini düşünüyorum...
Bahadır Hataylı/31.10.2024/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder