14 Kasım 2024 Perşembe

Ayrıcalıkların Gölgesinde Adalet Arayışı

Milletvekilliği ve din görevliliği, birçok toplumda yerleşik gelenekler haline gelmiş, ancak esas itibarıyla doğru temellendirilmeyen iki farklı alan olarak öne çıkmaktadır. Toplumun güvenliği, rehberliği ve birliğini koruma amacıyla ortaya çıkmış bu rollerin, para karşılığında bir meslek gibi ele alınması ciddi bir tartışma konusudur.

Milletvekilliği-Bir Meslek mi, Geçici Bir Sorumluluk mu?

Milletvekilliği, toplumun oylarıyla belirli bir süre için kamu görevini üstlenen kişilerin oluşturduğu bir alandır. Ancak milletvekilliği, ne tarihsel ne de toplumsal açıdan bir "meslek" olarak tanımlanabilir. Asıl itibarıyla bu rol, bireylerin kendi mesleklerinin yanına, geçici bir dönem için aldıkları bir sorumluluktur. Mecliste yasaların çıkarılması, halkın taleplerinin dinlenmesi ve genel düzenlemelerin yapılması gibi bir işlev gören milletvekilleri, halkın teveccühüne dayanan bir güvenle bu pozisyona gelmektedirler. Dolayısıyla, yaptıkları işin mesleki değil, kamuya yönelik geçici bir görev olduğunu unutmamak gerekir.

Bu durumda, vekillerin aldıkları maaşlar ve sağlanan imtiyazlar, halkın gözünde birer ayrıcalık ve adaletsizlik unsuru olarak görülebilir. Milletvekilliği beş yıl süren bir hizmettir; bu hizmet sonrasında kişinin asıl mesleği üzerinden emekli olması gerekir. Aksi takdirde, bu görevden kaynaklı sürekli bir maaş alma hakkı elde etmesi, görevini bıraksa dahi bu gelirden yararlanmaya devam etmesi, halkın sırtına bir yük olarak yansımaktadır. Bu durum, bir halk temsilcisinin imtiyazlı bir sınıfa dönüşmesine yol açar ki, bu hem toplumun adalet duygusuna zarar verir hem de temsil ettiği topluma yabancılaşmasına neden olur.

Din Görevliliği-Toplumsal Bir Rehberlik mi, Kamu Güvenliği mi?

Din görevliliği de benzer bir şekilde, toplum içinde bireyleri manevi açıdan destekleme, dini bilgiler verme ve rehberlik yapma gibi görevler taşıyan bir alandır. Ancak, din görevlilerinin devlet tarafından maaş alması, dinin özüne ve topluma anlatılma şekline zarar veren bir durumdur. Din görevlilerinin maaşlı bir kamu memuru olarak konumlanması, onların bağımsız ve objektif bir dini rehberlik sunabilmelerini zorlaştırır. Bu konum, din görevlilerini, devletin ideolojik yaklaşımına uyum sağlamaya itmekte, dini anlatıları bu çerçevede sunmalarını gerektirmektedir. Bu durum, din görevlilerinin dini bilgiyi özgürce ifade etme yetisini zayıflatarak onları sistemin bir aracı haline dönüştürmektedir.

Din, tarih boyunca devletler ve topluluklar üzerinde birleştirici bir güç olarak kullanılmıştır. Fakat bu kullanım, toplumun dini bilgiyi özgürce alabilmesine hizmet etmediği gibi, dini anlatıyı da manipülasyona açık hale getirmektedir. Devletin dini kullanarak toplumu kendi politik ve ideolojik çerçevesinde tutmaya çalışması, din görevlilerinin asli görevlerini ikinci plana atmalarına neden olmaktadır. İslam, bir ücret karşılığı anlatılmayı değil, gönüllülük esasıyla halkı bilinçlendirmeyi öngörmektedir. Bir din görevlisinin hayatını idame ettirmesi için başka bir işten geçimini sağlaması; din hizmetini ise herhangi bir karşılık beklemeden sunması, İslam’ın temel öğretisi ile daha uyumludur.

Bu bağlamda, din görevlilerine maaş ödenmesi, devletin laiklik ilkesiyle de çelişir. Laik bir devlette, devletin din üzerinde herhangi bir etki kurmaması, dini konularda bağımsız olması beklenir. Ancak devlet, din görevlilerine maaş ödeyerek onları dolaylı yoldan kendine bağlı birer kamu çalışanı haline getirir. Bu da laik devlet anlayışıyla çelişen bir durumdur. Devlet, dini hizmetlerin topluma özgürce sunulmasını teşvik etmek yerine, din görevlilerini kendi kurumsal çıkarları doğrultusunda birer kamu çalışanı gibi kullanır.

Toplum Üzerindeki Etkisi ve Çelişkiler

Milletvekilliği ve din görevliliği konusundaki bu uygulamalar, toplumda adaletsizlik algısını besleyen unsurlardır. Milletvekillerinin beş yıllık bir görev sonrasında ömür boyu emekli maaşı alması, kamu kaynaklarının doğru kullanılmadığı algısına yol açmaktadır. Toplumdaki bireyler, kendi mesleklerinde yıllarca çalışarak emekliliğe hak kazanırken, bir milletvekilinin kısıtlı bir süre görev yaparak ömür boyu emekli maaşı alabilmesi, toplumda eşitsizlik ve haksızlık algısının güçlenmesine neden olmaktadır.

Aynı şekilde, din görevlilerine maaş ödenmesi, toplumun dini duygularını istismar etmekte, dini hizmetin ticari bir faaliyet haline dönüşmesine yol açmaktadır. Bu durum, toplumdaki dini hassasiyeti azaltmakta, din görevlilerinin samimiyetini sorgulatmakta ve onların sunduğu manevi rehberliğin etkisini azaltmaktadır. İslam’da din görevlisinin maddi bir karşılık beklemeden dini hizmet vermesi esastır; maaşlı bir din görevlisi, halk tarafından samimi bir rehber değil, devletin maaşlı bir çalışanı olarak görülmektedir.

Bu açıklamaları dikkate aldığımızda, milletvekilliği ve din görevliliği gibi rollerin devlet eliyle maaşlı hale getirilmesi, toplumun adalet duygusunu zedelemekte ve bu alanlarda görev yapan kişilerin rollerini tam anlamıyla yerine getirmesini zorlaştırmaktadır. Toplumsal adaletin sağlanması, ancak bu rollerin asli görevlerine uygun bir şekilde yeniden yapılandırılmasıyla mümkün olabilir.

Milletvekilliği, halk adına yapılan bir temsil görevidir ve bir meslek olarak ele alınmamalıdır. Milletvekilleri, sadece görev süresi boyunca gerekli giderlerini karşılayacak bir maaş almalı, görev süreleri bittiğinde ise kendi meslekleri üzerinden emekli olmalıdır. Aynı şekilde, din görevlilerinin maaş alması yerine, dini hizmetlerin gönüllülük esasına dayalı olarak verilmesi, İslam’ın ruhuna daha uygundur. Din görevlileri, kendi mesleklerinden geçimlerini sağlamalı, dini hizmeti ise herhangi bir maddi beklenti olmadan sunmalıdır.

Bu bakış açısı, topluma adaletli bir yapı sunacak, milletvekili ve din görevlilerinin rollerini topluma fayda sağlayacak şekilde yerine getirmelerini sağlayacaktır. Bunu dikkate almayan yetki sahipleri ancak bu oluşumlarla toplumsal bilinci sömürür ve toplumu ciddi bir güvensizliğe götürürler.

Bahadır Hataylı/13.11.2024/Namazgah İST

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder