11 Ekim 2024 Cuma

Ben Anadolu'yum

Güneşin ilk ışıklarıyla doğar, gecenin karanlığına gömülürüm. Dikenli çalılıklar sarar dört yanımı, kurumuş dereler akar bağrımdan. Ellerimde nasırlı anaların izleri var, yüreğimde umutla ekmek yoğuran kadınların duaları... Benim adım Anadolu, iki keçi peşinde koşan çocuğun adımlarıyla nefes alırım, kıl çadırlarda pişen ekmek kokusuyla dolup taşarım.

Köyün çamurlu yollarında yürüyen Ali, işte böyle başladı hayata... Toprağın sertliğini, rüzgârın soğukluğunu, fırtınanın sesini bilir. Gözlerini ufka diktiği her sabah, umutla bir türkü dolanır dilinde. "Umut… Hep bir umut var," der içinden, ama o umut ne zaman yeşerir bilinmez.

Bahar yeni yeni başlamıştı. Dağlarda karlar erimiş, ovalara su inmişti. Bir sabah erkenden kalktım, babamı tarla başında buldum. Yüzünde derin çizgiler, ellerinde hayatın izi vardı. “Ali,” dedi, “bu toprak senin kanında. Bizim ekmeğimiz burada pişer, burada biter. Bir gün bu toprak seni de sınar.”

Ben ise hep bir kaçış arardım. Her sabah kalkıp aynı tarlaya gitmek, aynı taşlarla boğuşmak… İçimde bir özlem vardı, buraların ötesine. Ama neydi bilmem, sanki kaçtığım yer yine kendi içim gibiydi. Rüzgârlar başka diyarlardan estiğinde, ben hep kendi köklerime dönerdim.

Bir gün Elif’i gördüm. Gözlerinde gökyüzünün mavisi, saçlarında dağ rüzgârlarının kokusu vardı. O an, kalbimde bir şeyler kıpırdadı. Elif, köyün en güzel kızıydı. Ama o güzellik yalnızca dışındaymış gibi görünse de, onun içindeki derinlik beni kendine çekerdi. Yaklaştım, bir söz ettim. O da başını eğdi. Hiç konuşmadık o gün, ama gözlerimiz konuştukça, yollarımız kesişti.

Elif’le köyün arka yollarında yürürken, bir türkü dolandı dilimize. O türkü, umudun türküsüydü. “Bizim de var mı umudumuz Ali?” diye sordu, gözlerini yere eğerek. Ben bir an sustum. Ne desem bilmiyordum. Çünkü umudu, başkalarının gittiği yolların ardında mı bulacaktık, yoksa bu toprakların derinliklerinde mi?

Köyde bir bilge vardı, Hacı Mehmet derlerdi ona. Her akşam kahvede oturur, eski günlerden bahsederdi. Bir gün yanına gittim, sordum: “Hacı, bu topraklar bize ne verecek? Bizim umudumuz nerede?”

Hacı Mehmet derin bir nefes aldı, gözleri uzaklara daldı. “Ali,” dedi, “bu toprakların her karışı acı ile yoğrulmuştur. Fırat’ta hayaller suya karışır, Gediz’de umutlar akar. Ama bilir misin? Umut, her zaman içimizdedir. Kendi bağrımıza ektiğimiz bir tohumdur o.”

O gece çok düşündüm. Umut gerçekten bizim içimizde miydi? Eğer öyleyse, neden bu kadar yorgunduk? Elif’e anlatamadıklarımın cevabı belki de burada gizliydi. Ama anlatmak zor… Anlamak daha zor…

Günler geçti, aylar aktı. Elif’in başka biriyle evleneceğini duyduğumda, dünya başıma yıkıldı. Bir kış günüydü, dağların zirvelerine karlar yağarken, ben yüreğimdeki yangını söndüremiyordum. Elif’i son bir kez görebilmek için onun olduğu köye gittim. Yüreğimde bir türkü, dilimde kelimeler… Fakat o türkünün sonu yoktu, kelimeler bitikti. “Elif,” dedim, “bizim türkümüz yarım kaldı. Ne sen söyledin, ne ben tamamladım.”

Elif başını eğdi, gözlerinden bir damla yaş süzüldü. “Ali,” dedi, “bu türkü yarım kalmak zorundaydı. Çünkü biz bu topraklarda umut kadar acıyı da taşırız. Acıyı bilmeyen, umudu nasıl bilsin?”

O an anladım ki, kaderin türküsü her zaman umutla söylenmezdi. Kimi zaman acı dolardı dizelere, kimi zaman kavuşamamak… Ama her şey, bu toprakların bağrında saklıydı.

Anadolu… Adı kadar kederi, adı kadar umudu taşıyan topraklar. Her neresine gidersen git, hep bir köşesinde acıdan yoğrulmuş bir türkü duyar, umutla yeşermiş bir fidan görürsün. Ali’nin türküsü belki yarım kalmıştı, ama Anadolu’nun türküsü hiç bitmeyecekti.

Hacı Mehmet’in dediği gibi, “Umut, bu toprağın derinliklerinde gizlidir. Ve bu toprakta yürüyen her adım, o umudu büyütür.” Ali de toprağın kokusunu içine çektiği her gün, biraz daha o umudu hissetti. Elif gitmişti, ama bu toprak ona hep bir şeyler öğretmeye devam etti.

Ben Anadolu'yum. Dikenli çalılıkların arasında büyüyen, acıyı bağrına basan, ama her sabah güneşle yeniden doğan bir türkü gibi. Ali’nin hikâyesi de bu toprağın türküsünden bir parça. Kimi zaman acı, kimi zaman umut, ama her zaman yaşayan bir türküdür…

Bu öyküde Ali’nin yaşadıkları, hepimizin yüreğinde yankılanan birer ses. Umut, bazen yarım kalır, bazen de kök salıp filizlenir. Ama bizler, Anadolu’nun evlatları olarak, hep o türküyü söylemeye devam ederiz.

Erol Kekeç/11.10.2024/14.15/Namazgah/İST



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder