15 Ağustos 2023 Salı

MARTIYLA BAŞLADIM SORGULAMAYA UÇARAK GELDİM BU GÜNLERE


Orta okul yıllarında Richard Bach’ın Martı kitabını okuduğumda hayatım bir anda, yaşadığım her anın sorgulamasıyla geçmeye başladı…Hatta Orta ikinci sınıfta Sınıf öğretmenim ve aynı zamanda Türkçe öğretmenim, dönem sonu karneme” Her karara itiraz eden çok çalışkan bir öğrencimizdir, itirazlı yönü çalışkanlık özelliğini bozuyor,” notu düşmüştü. Bugün gibi hatırlıyorum çünkü o ifadeyi beynime kazıdım.

O günden beri adımız çıktı dokuza bir daha inmiyor sekize, o yıllarda İslam’ı düşünceyle tanışıyoruz ve ben karşılaştığım her şeyi sorgulayarak yaşamak istiyorum, kafama yatar aklım onaylar ve kalbim hissederse ondan dönmem ancak benim ölümümle mümkün olur; öyle de bağlanıyorum. Hem namaz kılıp, hem İslam’ı anlatan ve aynı zamanda başkalarını aldatmaya çalışan bir anlayışın benim inandığım kitapta yeri olmadı. Yanlış olduysa hata diyerek af ve mağfiret dilenmesi gerektiğine inandım. Bir arkadaşımız vardı, Camilere gider Kur’an’ı kerimleri alıp getirirdi her hafta; Kitabı olmayan arkadaşlara dağıtırdı. Hatta bir gün, Pansiyondan çıkıp çarşıya doğru direk aşağı inen bir sokak vardı; o sokağa sağlı sollu arabalar park ederdi. Avrupa’da çalışanlar çoktu, yeni araçlardan birinin çok uzun bir anteni varmış o anteni kırmış ve içine bir tükenmez kalem yerleştirmiş, onu bize tanıtmak için çıkardı cebinden; bu postayla bana Japonya’dan geldi dedi. O arkadaşımız çok havadar ve öyle şeylerle insanları hem avutmayı hem de ilgi odağı haline gelmeyi severdi. Etüt saatinde aynı masada oturuyoruz, çıkardı anteni onu kalem gibi kullanarak ders çalışıyordu, o anda belletici öğretmenimiz sınıfa girdi, aaaa ne bu x dedi. O da kalem dedi, nasıl kalem oğlum, bunu nereden aldın dedi. Bir tane de bana al, o her yerde olmaz hocam, Japoncadan bana özel geldi deyince, o zaman bana ver onu dedi. O da satayım hocam dedi arada pazarlık yapıyorlardı…Ondan sonrası orada kalsın…

Neyse, hoca gittikten sonra biz sıkıştırdık oğlum sen doğru söylemiyorsun nereden aldın dediğimizde, oğlum burası darul harp her şey mubah, ne yaparsan yap başaklarının malı sana helal siz bunu bilmiyor musunuz diye, bize de yedirmeye çalışıyordu. Ben bana ait olmayan bir şeye dokunmanın ne insani ne İslami olduğunu savunurken bu arkadaşım bana o dinin inceliklerini anlatıyordu. Hatta Banyoya gidip o ve o kafada olan aynı yere gidip geldiğimiz bu arkadaşların açık bıraktığı ve yanık bıraktığı ampul ve muslukları çok kapattığım olmuştur. Ortaokul yıllarında başlayan bu sorgulamalarım, çıkar ve isteklerini ilah edinip ona dini kılıf geçirip yaşayan ortamlarda beni hep yalnızlığa taşıdı. Yani bir yanlışa, nefsin arzularına dini kılıf geçirdiğinizde yapamayacağınız eylem kalmıyor. Hatta sizin dışınızda sizin gibi düşünmeyenleri bile aforoz edip öldürebiliyorsunuz. Böylesi çelişkilerin ve karanlıkların yaşandığı ortamlardan bu günlere gelirken hayatta Rahman’ın indirdiği ve kati emirleri dışında sorgulanmayan bir bilginin insanı hakikate götürmeyeceğine hep inandım. Onun için sorgulamadan merkezi sistemlerce zihinlere yerleştirilen anlayışlar içinde pek albenimiz olmadı. Olmasın zaten olsun diye bir derdim de yoktur. Ben inandığımı yaşarım hatırlatırım, dileyen alır dileyen reddeder. Nasıl olsa yolun sonunda aynı gişeden geçeceğiz, hesaplar orada ekrana yansıyacak ondan dolayı rahatım. Ancak yapmak zorunda olupta yapamadıklarımdan rahatsızım. “Ey insan muhakkak ki sen rabbine giden bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın, hangi yoldan gidersen git muhakkak ki ona varacaksın…” İnşikak:6

Öyle zamanlarımız oldu ki, bize din anlattığına inandığımız abiler vardı, onların her dediği bizim için çok önemliydi, onlara itiraz etmeyi bırakın soru bile sorulmazdı. Sorduğunuzda sen bu anlayışa uygun bir kişi olmuyorsun ve her şeyi sorguluyorsun, dolayısıyla sana bir şeyi kabullendirmenin kolay olmadığına inanılıyordu. Hatta bir ara böyle bir durumdan dolayı bana ciddi bir tepki gösterildi ve aylarca kimse benimle konuşmadı ve yalnızlığa itildim bunu hiç unutmuyorum. Sebebini sorduğumda öyle gerektiğini sen biraz düşün ve nelere itiraz etmemem ve neleri yapmam gerektiğini anlayacağım anlatıldı. Bir gün o abileri rüyamda gördüm ve benimle ilgili ne düşündüklerini ve nasıl bir sonuca gitmek istedikleri ayan beyan ortadaydı. Özellikle olayın birinci sorumlusu olan o kişiye, abi seninle biraz gezmek istiyorum müsait misiniz dediğimde akşam olur dedi. O zaman böyle araba falan yok o karanlıklarda koluma girdi o sokak senin bu sokak benim geziyoruz ve bana bir şeyler anlatıyor. Bir yere geldik gayet samimi duygusal bir ortam oluştu, abi önce yemin et sonra sana bir şey soracağım dedim. Tamam dedi, dedim ki benimle ilgili şöyle şöyle düşünüyorsunuz neden, ben ne yaptım bunları hak edecek niçin öyle bir tecrit duygusu sizde oluştu dediğimde, öyle bir şey yok falan dedi, sonra bunları sana kim söyledi, biz onu seni tanıyan bir kişi ile konuştuk, ama o seninle bunu konuşmaz bu söylediklerini aynen konuştuk ama nasıl oldu bu iş sana aktarıldı dedi…Ben o zaman güldüm. Onların tamamını ben rüyamda gördüm dedim, o anda durdu kaldı ve inanır gibi oldu ve hakkını helal et dedi ve ondan sonra benimle ilgili düşünceleri gayet resmi oldu…Yani şunu söylüyorum o gün insanlara anlatılan hikayeler kayıtsız şartsız teslimiyeti gerektirir. Oysa benim kafam ve yüreğim böyle bir geçite yer vermiyordu. Ondan dolayı hep çıbanbaşı oldum ve kullara kul olmayı yeğlemedim. O zamandan beri şunu anladım ki insanları avutmanın ve onları istenilen doğrultuda bir düdük peşine taşımanızın en önemli etkeni, düşünmeyen sorgulamayan sürü psikolojisiyle yaşatmanızdır.

Tekrar araba antenlerinden kalem yapan arkadaşa dönecek olursak, yıllar sonrası biz onunla sosyal medyada birbirimize girdik, sebebi ise var olan iktidarın yaptığı olumsuzlukların bir veba gibi yayılıp, insanların düşünemeyen bir deneğe dönüşeceğine dair açıklamalarım vardı. O da fanatik iktidarı savunuyordu. Ortaokuldan beri başkasının mallarını kullanmanın caiz olduğunu piyasanın darulharp olduğuna inanan bir anlayışın bugünkü çıkışlarının aslında onların sahip olduğu inançtan kaynaklandığını görüyorum. Demek ki inanılan inanç neymiş, onu tanımak gerekiyor. İnancınız anlayışınız buna iyi bakıyorsa, sizin yanlış yapmama ve onlara meşruluk kazandırmama gibi bir tavrınız olmuyor…Onlar yemesinde başkaları mı yesin, ne için aldığını biliyor musun, onlar yardım kuruluşlarına aktarıyorlar Kur’an kursu ve imam hatip açıyorlar gibi anlayışlar için haram ve helal sınırlarının hiçbir önemi yoktur. Merkebi kesip satarken adına helal kesim diyen birinin algısı, bize ancak böyle kötü yaşamları miras bırakır. Vallahi besmeleyle kesildi diyor, âmâ sattığı eşek eti…Allah’ın adının anılmadığı bir lokma bu boğazdan geçmedi diyenlere bakın çok doğru söylüyor, haramı yerken besmeleyle tüketerek meşruluk kazandırmaya çalışıyor…Allah’u- Ekber diyerek kafa kesenler gibi…

İşte, böylesi atmosferlerin havasını soluyarak, büyürken bunlarla olan mücadelemiz durmadı ki, bugün bu sorgulamalarımızı yapmayalım…” Ben ve bana tabi olanlar biz bilerek bu yola davet ederiz” diyen elçinin buyurduğu gibi hayatımızın olmasını isterken, yanlışları meşrulaştırmış ve gelenek olarak yaşayan anlayışlar içinde yerimizin olmayacağını da çok iyi hesap ederek bu yolda var olmaya çalışıyoruz. Üç kuruşluk yaşam için, 100 liralık hatta sürekli ikramiyesi çoğalan bir yaşamı harcarsak bunun bir hiç olduğunu bilerek yaşamayı tercih ettik. Tek farkımız bu…Sahip oldukları ile övünerek baki olduklarına inanan ama söylerken her şey geçici diye kendini avutan bir yaşamın kıyısında durmuşum, onların yabancı olduğu benim özümle aynı olan bir ıslık tutturmuşum…Zaten ıslığın dinde yeri yok diye fetvaları ellerinde olduğu için, saldıran saldırana bilmiyorlar ki benim ne kavalım ne zurnam var o ıslık nefesim olduğu sürece devam eder….İşte böyle bir hayatta ben hep tehlikeli mayınlarda yürüyüp tehlikeli sularda kulaç atarken akledemeyenler bazen çıkıyor, vah zavallı vah davayı da terk etti sonunda diye acınacak halleriyle bana acıyorlar. Sağ olsunlar en azından acıyan bir yanlarının olduğunu görmekte bir şans(!)

1995 yılıydı, bir iftiradan dolayı 3 yıl Gaziantep ağır ceza mahkemesinde yargılanırken, başkan savunmamı istemişti, ona verdiğim cevap şuydu, Değerli Başkan ve kıymetli üyeler, karşımda yazan “Adalet mülkün Temelidir,” bu veciz sözün altında yargılandığımı biliyorum ve adaletin tecelli edeceğine canı gönülden inanıyorum. Savunmamın, Sokrates’in Ölüme giderken hanımıyla arasında geçen konuşmadan farklı olduğuna inanmıyorum. Hanımı Sokrates’e seni suçsuz yere ölüme götürüyorlar dur demeyecek misin, hayır suçlu olsam daha mı iyiydi…Ondan dolayı çok rahatım, sen de hiç üzülme çünkü ben sevdiğime gidiyorum der ve ölümü tercih eder.” Dedim, ama başkan bizimle dalga geçip Felsefe yapma dedi. Onun üzerine Savcıya döndü ve kararı açıklayacak, savcı şahsın bu yaşta hal ve hareketlerine bakıldığında, savunması dikkate alındığında bu olaylarla yakından uzaktan alakasının olmadığı ve kamuyu yanıltacak bilgi vermediği anlaşıldığından beratine diye cevap verdi. Ancak Reis Efendi dedi ki bir şahıs bu kadar sorguluyor ve bilgi sahibi ise, bu olaylarla ilişkisi olmadığına kananat getirilmemiştir. Sayın başkan doğruları konuşmak suçsa bunu söyleseydiniz onu bileydim dedim aldığım cevap, yalan söyleme hakkın var dedi…Ben de o an tüm film koptu. Yani adalet dağıttığını sandığım ağır ceza reisi, benim yalan söylemem halinde bu işin bitirilebileceğini ifade etmesi ve mahkemenin 6 ay sonrası Nisan…bilmem kaç demesi beni hepten ayartmıştı.

Evet dostlar sonucu göze alamayanlar sorgulama yapamazlar sonuç ne olursa olsun Allah’ın taktirinin dışında bir şey olmayacağına inananlar ancak sorgulamanın Nirvana’sına çıkarak hakikate şahitlik yapabilirler. Rabbim, bizleri o kulların arasına kat…Hz. İbrahim’in deyimiyle, siz benim Rabbimden sakınmıyorsunuz, hesabı dikkate almıyorsunuz, istediğiniz gibi koşturuyorsunuz da ben sizin düzmece ve ne olduğu belirsiz muktedirlerinizden mi sakınacağım, rabbim her şeye şahittir….Ey Rabbim ölüleri nasıl yarattığını bana gösterir misin, İbrahim sen inanmıyor musun, hayır rabbim öyle bir inanıyorum ki, kalbim mutmain olsun istiyorum diyen İbrahim, Allah’ın yaratmasını sorgularken, bizim yaşadığımız evrende neden yaşadığımız, bizim dışımızda bizim için ne planlar yapıldığını sorgulamamız büyük bir çoğunluğu rahatsız ediyorsa varsın etsin….Biz kırılan kolu yen içinde bırakmayız. Toplumsal yaşama dönük başkalarını ilgilendiren her şeyi sorgularız ancak kişinin bireysel günahlarının çetelesini tutacak kadar da çukura düşmeyiz o bizim işimiz değil….

Sorgulayan beyinlerden korkmayın, onlar sadece sizi doğruya götürmek isterler, doğrular eleştiri ve sorgulama oklarının içinde taşınırlar, size acı verip kafanızı yaralasa da katlanmayı bilin, yoksa oksijensiz kalan o beynin içindeki kan sizi ölüme mahkûm eder…

Selam ve iyilik dileklerimle bir sonraki yazımda inşallah sorgulamayla ilgili geçmişte şu an etken yetkin olan ortamlarla aramda geçen diyalogları anlatmaya devam edeceğim rabbim sağlık sıhhat ve afiyet verirse…Kalın sağlıcakla…

Erol Kekeç/10.08.2023/13.36/Namazgah /İST