28 Temmuz 2023 Cuma

UÇMA TURNAM VURACAKLAR KANADINI KIRACAKLAR

   (DEĞERLE YAŞAYANLARIN ANATOMİSİ)

2000’li yılların bulduğu, ancak değeri hiç olmayan bir anlayışı, insanlık avucunun içine almış ona üfürüp üfürüp kıvılcım çıkararak ısınmak istiyor. Bunun adı, “Değerler Eğitimi” Neresinden nasıl bakarsanız bakınız, her noktasında değer kaybı yaşayan bu iki kavramın öğretileriyle insanlık değerli kılınmak isteniyor. Sel önünde, her parçası bir yana savrulan bir yaşamın hangi değerini nasıl ve kimlerin önleyici elleri ile koruyacaksınız…Geldiğimiz nokta, tüm değerlerin yerle yeksan olduğu, değersizleşen ve anlamını kaybeden (varlık) insanın yaşamını, belli inançlardan kaynaklanan rahatsızlıklardan dolayı değerli kılma çabaları anlamsızlıklar arasından, insanı seçime zorlamaktan başka bir şey değildir.

İnsanın yaratılış genlerine yerleştirilmiş olan değer sistemine virüs karıştıran insan, kendince insanın yaşamına farklı değerler yüklemek için yeni bir formatlama süreci başlattı, bunun adına değerler eğitimi dedi. Böylesi bir değersizleştirme süreci, kaybettiğini bulamayan insanı, yeni formüllerle farklı yerlerde farklı arayışlara götürdü. Eşeğini kaybettiğinde bulan köylünün sevinci kadar bir sevinç yaşatmayan bu değerlerin, değer olduğuna insanlık nasıl ikna olacak acaba…Ama gördüğüm kadarıyla kobay toplumlar kendilerini denek olarak kullandırmaktan zevk aldıkları için, bizim toplumda da çok ciddi bir karşılık buldu.

Son 20 yıl içindeki yaşamlara objektif ve sorumluluk bilinciyle yaklaştığınızda nasıl bir değersizleşme yaşadığımıza şahit olabiliyoruz. Her yeni nesil öncekilerden öğrendiklerini yaşamlarına aktardıkları için, toplumsal değer bilincinin kırılma notası, kırık kütle gibi aşılmış oluyor ve bu değersizleşme ivmesi hızlanarak devam ediyor. Yaşanmaz hale gelen bu karmaşık ve karanlık atmosferin insanlığa kazandıracağı bir şey kalmadığı anlaşıldığından, kaybedilenleri acaba yeniden kazanabilir miyiz diye ortaya atılan, ballı tutkallı ama insanların damak tadına uymadığı halde özü olmayan bir yapıştırıcı olarak ortaya çıktı. Peki böylesi anlamsız yapıştırıcılar insanlığın imha edilen ve parçalanan yaratılış genlerindeki değerleri tekrar birleştirebilir mi dersiniz? Asla ve kat’a onları bir araya getiremezsiniz, yaratılış genlerine değerleri yükleyen yaratıcının müdahalesi olmadan…

Bir camı yapan insan olmasına rağmen, onu param parça ettiğinizde ufalanan parçaları aynısıyla bir araya getirip onları birleştirmeniz ve eski özelliklerini korumasını beklemeniz nasıl ki mümkün değilse, değerleri parçalanmış yaşamlara hangi eğitimle hangi değerleri yerleştireceğinizin hesabını yaparsanız yapınız, orijinal bir ürün elde edemezsiniz. Kabil kendisine ait olanla yetinmedi ve kardeşi Habil’in hakkına göz dikince kendi yaratılış genlerindeki değerleri parçaladı, ancak Habil o değerlere sadık kalarak yaşama veda etse de değerlerin temsilcisi olarak hep kaldı. Ama Kabil kötülüklerin sembolü olarak anıldı. Köyde yaşadığımız çocukluk ve ergenlik dönemlerimi hatırlıyorum da Rahmetli Babacım bizi tarlaya götürdüğü zaman her taraftan yol olmadığı için başka tarlalardan geçmek zorunda kalırdık, ancak babam, evladım pamuk tarlasına girmeyin kenardan gidelim, onların dalları kırılırsa, bir kozalak açmazsa o kozalak başkasının hakkı olduğu için, onun hakkına gireriz hesabı var. Onun için yolumuz biraz uzasa da biz kenardan gidelim; kimsenin mahsulüne zarar vermeyelim diye bize öğüt verirdi. Hatta bazen kavun tarlalarından geçerdik sapsarı kavunlara imrenirdik bir tane koparıp bize vermezdi ve asla onlara dokunmamamız gerektiğini kendisi yaparak bize gösterirdi. Onun bize kazandırdığı bu değeri ne MEB’in bir okulu ne din anlatan hocalar ne şeyhler ne üstatlar ne proflar ne hacılar verdi ve de veremez. Çünkü değer sizin içinizden gelen hakikatleri idrak ederek yaşama başlama anıdır. Biz çocukluğumuzda bunların idraki ile büyüdüğümüzden bize kazılmış olan değerleri içimizden çıkarmanız mümkün olmamaktadır. Bir zamanlar ülkemizin tanınan siyasetçilerinden birisi, hırsızlık babadan oğula geçer, hiç babaların evlatlarından hırsızlık öğrendiği görülmüş müdür demişti. Çok doğru bir söz hakikaten, ön tekerlek nereden geçiyorsa arka tekerlek oradan geliyor. Bugün ülkemizin durumuna bakalım babalar hırsız arsız emaneti korumuyor, haram helal demeden ver Allah’ım, bu kulun ne bulursa yer Allah’ım deyince, çocuklar, mala Allah karışmaz kimin olduğu önemli değil, önemli olan bana ait olması diye düşünüp sınırsız isteklerini ihtiyaç edinip ahlaksızlıkta level atlayabiliyor. İnsan olarak, insanlığın yaşam denklemine uygun adımlar atmazsanız, yörüngesinden çıkan insanlığı hiçbir yapay denklemle yeniden eski rotasına taşıyamazsınız. “İnsan insanın kurdudur”, diyen T. Hobbes, İnsanın yaratılış kodlarında değersiz bir yaşamın olduğunu söylemesi, yaratılış hamuru ve ona öğretilen bilgi dikkate alındığında hiçte itibar edilecek bir durum değil. Ancak J. Locke’n insan doğarken harika bir yaşam kodlama sistemiyle gelir, ancak, gelişmeye başladığında kendinden öncekilerin oluşturduğu yaşam iyi ise o da iyi olur, ortam kötü ise o da kötü olur. İşte, Organizeli güç, insanın bu ifsadını önlemek ve onun doğal yaşamıyla hayatını devam ettirmesini sağlamak için, olumsuzluklara engel olmak ve onları ortadan kaldırmak zorundadır der. Bu iki yaklaşımın ortaya koyduğu açıklamaya baktığımızda, insanın değersizleşen bir harita üzerinde yaşamaya mahkûm olduğu dikkate alındığında ona sunulacak tüm reçeteler onu şifaya götürmeyecektir.

Bizim ülkemizde eğitim camiasının dilinden hiç düşmeyen ve yeni bir buluş gibi gündemi işgal eden önemli argümanlarından biri” Değerler Eğitimi” gerçeğidir. Her geçen gün değersizleşen bir toplumda hangi değerle yeni bir yaşam inşa edebilirsiniz ki! İnsanların dindar mı kindar mı deist mi, ateist mi, Teist mi, agnostik mi olup olmayacağı ile ilgilenen bir eğitim sistemi, değerler için aynı hassasiyeti gösteremediğinden şimdi böyle bir başlıkla bunları kazandırmaya çalışmaktadır. Değerleri yaşayan toplumların değer anlatmaya ihtiyacı olmaz. Ancak Toplumsal yaşamlarında hiçbir belirleyici değerin kalmadığı ortamlarda, değerleri sözlü olarak kazandıracağına inananlar, öncelikle kendileri inanmadığı konuları nesillere nasıl aktarabilirler.

Bal tutan parmağını yalar deyiminin gelenekselleşmiş olduğu bir yaşamda hırsızlığı ne kadar anlatırsanız anlatınız insanları ikna edemezsiniz. Kol kırılır yen içinde kalır diyerek, olumsuzlukları örterek asla hakikate şahit olamazsınız. Tilki kurnazlığı ile kendi dışındakileri ahmak görüp kendisini uyanık sananların, işi bilip işe gitmeyeceksin diye yaşadığı bir ortamda sorumluluk ve görev bilincini oluşturamazsınız. Komşuda pişer bize de düşer diyerek olumsuz olsa da bir beklenti içinde yaşayanların olumsuzlukları bertaraf etmesini düşünemezsiniz. Üzümü ye bağını sorma diye bir geleneğiniz varsa, helal haram fark etmez ne olursa ver Allah’ım bu kulun yer Allah’ım diyenler; hangi değeri anlatmayı düşünürler. Kişi ne kadar önemli ise bir başkası da o kadar önemli, kendi zamanı nasıl kıymetli ise bir başkasının da zamanı o kadar kıymetli algısını bilmeyenlerin, toplumsal ortamda hak ve hukuk gözeterek sistemli ve düzenli bir sıra bekleyişine şahit olamazsınız. Bir Pazarcının gel vatandaş gel en iyisi burada diye reklam yaparak, insanları çürük sebze ve meyveleriyle aldattığı bir yerde, çocuklara bırakacağınız gelenek ancak başkasını aldatmak olur. Bir rektörün kendi kızını almak için sadece çocuğuna uygun sınava girme şartları hazırlattığı bir toplumun değerinin şavktı zaten kaymıştır.

Eğer bir yerde işiniz varsa, o işinizi kurumların işleyiş disiplini içinde çözemiyor, mutlaka bir tanıdık ve üst makamdaki birilerini araya koyarak işinizi yaptırmayı düşünüyorsanız, isterseniz gökten melekler getirip değer dersi anlatınız, batmak ve karanlıklara gömülmek zorunda kalırsınız. Yalanın adının günü kurtarmak olduğu bir yerde, kurtaracak bir şeyiniz kalmaz. Köprüden geçerken tüm ampulleri yakıp, köprüyü geçince tüm yolları zifiri karanlığa çeviriyorsanız, sizin değer diye ortaya koyacağınız ancak bir aldatma aparatı olur. Patron amir geldiği zaman yerinde duramayan, onlar gidince arasan bulunmayan yaşamlar mantar gibi çoğalıp, sorumluluk ve görev bilincinin olmadığı bir yerde neyi değer diye anlatırsanız anlatınız, motivasyonu güçlü içten istekli bir yaşam ortaya çıkaramazsınız.

Doğru ve yanlış olduğunu bilmeden sadece duyumlarıyla saldırganlık eğilimlerini galeyana getirerek, kendisi dışındaki düşünce ve anlayışları boğmaya çalışan insanların çoğunlukta olduğu bir yerde zaten tüm değerler boğulmuş demektir. Haz almak için bütün bir toplumu yok ettiğini anlamayan ve bunu anlamakta istemeyenlerin çoğaldığı bir coğrafyaya, yazılı ve anlatımlı değerler getireceğini sananlar sadece kendilerini avuturlar toplumu da uyuturlar. Değer bir yaşamdır. Uğruna can mal ve kan akıtmaktır. Doğruluğunuzu bir karşılık alarak yamultabiliyorsanız o bir değer değil, alınıp satılan bir metadır. Oysa değerler insanla özdeş ve onun bir parçasıdır. Onu ondan kopardığınızda onun için yaşamın anlamı biter. Oysa anlatılarak benimsetilmek istenen değerler adı altındaki fiyasko, yere zamana kişiye göre nasıl yaşanılacağını ve kendi çıkarlarını en kapsamlı nasıl savunacağını ancak öğretir. Beni öldürebilirsiniz ama asla düşüncelerimi yok edemezsiniz diyerek ölüme giden 24 yaşındaki bir gencin ölümü bir değer uğruna yaşamaktır. Kendi nesillerini değersiz yetiştiren anne baba, eğitim kurumları ve devletler yarınları olmayan kurumlardır. Yarınlardan söz edebilmek için insana gerekli olan en önemli vasıf, nerede duracağını, neyi koruyacağını, neden asla vaz geçmeyeceğini ve bunları neden yapması gerektiğinin bilinci verilerek büyütülmesidir. İnanç bir tercih ve seçimdir. Bunları kabullenmemiş bir bünyeye hangi inancı ve ideolojiyi yerleştirmeye çalışırsanız çalışınız ancak kindar fanatik bir taraftar yetiştirirsiniz. Kindar fanatik taraftarlar ancak yıkıcı dökücü parçalayıcı ve ortalığı karıştırıcı kaoslardan hoşlanır ve o ortamlar olduğu sürece kendisinin bir değeri olduğuna inanır. Onun için düşünen bir insan olarak tavsiyem, değersizleşen topluma değerler eğitimi dersleri ile değerler anlatmak değil, hayatın her alanında ciddi anlamda değerlerin yaşanma ortamlarını oluşturmak ve örnek olmak olsun hedefiniz. En iyi öğüt örnek olmaktır. Bildikleriniz ve anlattıklarınız değil kalıcı olan, yaptığınız ve iz bıraktığınız örnekliğinizdir bir toplumu diriltecek olan…Biz adam gibi yaşayarak adam gibi gitmek için varız ve tüm mücadelemiz doğruluğun, hakkın yeryüzünde egemen olması ve herkesin insan gibi yaşayacağı ortama kavuşmasıdır diye hareket edersek, toplum kendiliğinden yaşanılacak ve imrenilecek yer haline gelir. Bunlar yaşamdan okullara, evlerden yaşama, okullardan devlete kadar bir etkileşim yapar ve her tarafta aydınlık yarınlar bizleri bekler…Konuşanlar değil, yaşayanlar ve yaşatmaya çalışanlar olursak karanlıklar aydınlıklara gark olur gece mesaisini tamamlar çulunu sırtına sarar ve gider. Aydınlık ve parlayan yıldızlar coğrafyamıza kement atar, otağını kurar her gelen zamanını ve yaşamını düzenlemek için o otağın örnekliğini yüreğine kazar ve hayat bambaşka bir kalkışla dünya okyanusuna kürek çeker…Bunlara varsanız başka söze gerek kalmaz. Kimse kimseyi aldatmasın ve zamanımızı heba etmesin her geçen gün gelmeyecektir. Gelmeyecek günlerimizi ve gelecek nesillerimizi bu eksende ele alırsak inanıyorum ki, “cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, bu yol hak yoludur dönme bilmeyiz yürürüz” diye dirayet ortaya koyarız.

Son olarak diyorum ki değerler yaşanır, içerden gelir dışarıya akar, dışardan içeriye gelmez…Bir danayı kesip etini sucuk yapabilirsiniz, âmâ sucukları aynı yoldan geçirerek dana yapamazsınız…Hatları karıştırmaktan kurtulalım kendimize gelip ayağa kalkalım…

Selam saygı ve muhabbetlerimle aydınlık ufuklarda buluşmak ve iz bırakan bir yaşam ortaya koyanlardan olmak dileğimle, kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/26.07.2023/Namazgah/İST