26 Nisan 2023 Çarşamba

AİLE HUZUR BULUNAN EŞLERDEN OLUŞMALI

 “Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza dostluk sevgisi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.” Rum suresi/21

Ailenin ne olduğunu ve niçin olması gereğinin önemi kavranmadıkça, huzurlu aile birlikteliklerinin kurulması mümkün değildir. Aile, sadece cinsel hazların doyuma kavuşturulduğu karşılıklı nesnesel boyutlar olarak düşünüldüğü sürece, aile olmanın vereceği huzur ortaya çıkmayacaktır. Aile olmadan önce yaratılış fıtrat genleriyle uyumlu insan olmak gerekmektedir. İnsan olmamışların, insan için gerekli olan bir gelişim aşamasına gelmesini beklemek ve o aşamayı devam ettireceklerini ummak sadece bir bekleyiş olacaktır.

Kendinizin yaratıldığı özle uyumlu olmayan bir varlık sizin eşiniz olmadığı gibi, size huzurda vermeyecektir. Bu durum kan uyuşmazlığı ve doku uyuşmazlığı yaşayan organ nakilleri gibi bir durumdur. Nasıl ki organ nakli yapılırken karşılıklı uyum sağlayıp sağlamayacağı ne kadar önemli ise, aile için de huzur bulup bulmama, bir uyum halidir. Bu uyumun gerçekleşmediği birleşimler her ne kadar toplumsal kültürel baskılarla devam ediyor gibi görülse de bir gün mutlaka yaşamı sona erdirecektir. Doktor kontrolünde sürekli denetim altına alınan organ nakli yapmış hastalar nasıl ki sürekli yaşatılamayacaksa, böylesi aileler de yaşamayacaktır.

Huzur bulmamız için, bizim yaratıldığımız özden bizi tamamlayacak eşlerin yaratılması huzura ulaşmak içindir. Şayet bu huzur yakalanmamışsa öyle bir oluşum anlamsız ve sürekliliği de hastalıkların artmasına sebep olacağı gibi, hastalığın erken önleminin alınması fırsatını da kaçırmış olacaktır. İnsan kendisinin bir yaratılmış olduğunu ve bu yaratılan kendisinin eksik olan parçasının hangi parçayla tamamlanacağını düşünmeden, her türlü parçayı eksiğini tamamlamak için kullandığında, o eksiği tamamlanmadığı gibi, yol aldıkça, eksik olan kısmına yerleştirdiği parçanın organizmaya uyumsuzluk süreci onun daha fazla parçalanmasına ve zamanla da kaza yapıp yolun dışına çıkan bir araca dönmesini sağlayacaktır…

Günümüzde evlilikler ya duygusal yakınlaşmaların istem dışı sonucu ya da karşılıklı şirket kurmaya ve ortaklık şartlarını resmi kurallar çerçevesinde belirleyen ortakların mukaveleye imza atması şeklinde ortaya çıkıyor. Bu mukavelenin şartlarını belirleyen de daha çok maddi beklentiler ve tarafların ortaya koyacağı mal varlıkları oluşturuyor. Peki, böylesi bir sürecin sonucunda huzurlu bir yuvanın inşası mümkün müdür? Huzursuzluk üzerine bir mukavele imzalayıp evlilik kurmak isteyenlerin huzur beklemesi, gökyüzünde hiçbir bulut olmadan ya da yağmurun oluşması için şartlar yokken yağmur beklemekten farksızdır. Bu şartlar altında oluşan birlikteliklerin doğurduğu acı sonuçların insanları dayanılmaz kılması daha farklı yolların oluşmasına da neden oldu. Hatta evlilik şartları olmasa da karşılıklı anlaşarak bir yaşamı devam ettirme ve aynı ortamı paylaşma, aslına bakarsanız bu yaklaşımın huzur bulmada diğer iki seçeneğe göre daha olumlu sonuçlarını görüyoruz. İnsanlar karşılıklı yaşamlarını devam ettiriyor, birbirlerine saygı duyuyor ve herkes kendince istediği gibi yaşıyor, cinsel ihtiyaçlarını böylece karşılayıp adına da hayat arkadaşlığı ismini koyuyorlar. Bu durumda, toplum içinde kişilerin sahipli olduğu biliniyor. Yani birlikte yaşamaları toplumsal yaşam içinde legal hal alabiliyor.

Tüm bu saydıklarımız, aslında huzur bulmak için Rabbimizin kendimizi yarattığı özden bize eşler var ederek anlamlı bir yuva kurmamızı istediği doğal yaşamın dışına çıkıldığında ortaya çıkıyor. Peki, bu saydıklarımız insana huzur getiriyor mu dersiniz? İnsana huzur getiren evlilikler ve birleşmeler olsaydı, bu kadar cinayetler, boşanmalar aldatmalar ve sürekli evlerden kaçışlar, çocukların sokağa bırakılması olur muydu? Huzur bulmak için olmayan yakınlaşmadan sükûnet ve rahatlama beklemek ne kadar anlam ifade eder.

Uzun zamandır bu konular üzerinde yoğunluklu çalışmalar yapan biri olarak, insanların doğal fıtrat doğasından uzak oluşturdukları her yaşamın ellerinde patladığına şahit oldum. Sonrasında da her türlü güzelliklerin yaşanmasını hayal eden bireylerle muhatap oldum…Muhataplarımdan aldığım bulgular ve toplumsal yaşamda bir türlü dikiş tutmayan bu birliktelikler, insanlık evreninin koordinatlarını imha etme süreci gibi gelmeye başladı bana…

Ebeveynler çocuklarını evlendirmek istediklerinde bak kızım huzurunu sakın bozma diye nasihatte bulunarak kızını gelin ediyor, oysa huzurun ne olduğundan habersiz birinin huzur adına ne aradığını kendisi bile bilmediği halde, sadece duyduğu bir arzuyu çocuğuna da öğütlüyor. Onun huzurdan anladığı, kızının her istediğinin karşılanması cebinden parasının eksik olmaması, evinde dünyalıklarının olmazsa olmaz her türünün bulunması, eşi işiyle uğraşırken onunda evde kendi rahat edeceği bir ortamı daim eylemesi arzulanmaktadır. Yani dünyaya ait olan ne varsa bu isteklerin sorunsuz karşılanması huzurlu bir yaşam olarak taktim ediliyor. Sonrasında her şeyi olan bu eşler kendileri olmadıkları için birbirinden hemen usanıyorlar ve tanışmadıkları ruhlar başka arayışlara başlıyor. Tenlerin dokunması tanışma değil, tanışmanın dışa yansıması olduğu bilinse, o zaman önce ruhsal bir mukaveleye imza atmak kaçınılmaz olur. Ruhsal mukavelenin şartları gerçekleşmeden, pozitif antlaşmalar sizi eş yapmayacağı gibi kuracağınız birlikteliği de aile kılmayacaktır. Dolayısıyla aileler dağılmıyor, insanlar aile olmayı beceremiyorlar ve aile oluşturacak ruh dünyasında yaşamak istemiyorlar desek daha mantıklı olacağı kanaatindeyim.

Günümüzde insanlık, aile olmanın yollarını kapamak için tüm güçleriyle savaşır oldular. Kadının erkeğe, erkeğin kadına karşı özelliği ve dayatmaları anlatılarak iki özün mayalanmasını engelliyorlar. Çünkü bu iki özün ruhsal mayalanması oluşmadan, o karışımın tadından yenmeyecek bir aile oluşmayacaktır. Halis süt olsa da maya bozuksa, kıvamında ve doğal bir yoğurt yiyemezsiniz. Ailenin oluşumunun mayasını Rabbimiz vermiş, ruhsal sükunete kavuşmak ve huzur bulmak bu iki unsuru yaşamdan uzaklaştırdığınız zaman o aile bozuk maya ile kesilen bir süt sitilinin içindeki bozulmuş süte dönecektir ve dökmek zorunda kalırsınız ya da değeri çok düşük faydası olmayan lor olarak yersiniz sonrasında da peynir yediğinizi sanırsınız.

Günümüzdeki ailelerin büyük çoğunluğu kesilmiş süt ya da dökülmek zorunda olan süt şeklinde olmasına rağmen biz bunları gerçek sanıyoruz. İşte gerçek aile olacaklar, öncelikle ruhu huzura kavuşturmak, sükunete ulaşmak, eksiklikleri tamamlayarak yaşam alanında yol almak için, motivasyonu çok yüksek içten yanmalı bir araç gibi olmalıdır. Ancak o zaman, aile de güller açar mutluluklar gelir, her gün farklı bir gün ve bahar evi terk etmez. Kuşlar ötüşleriyle böylesi bir huzur ortamının havasını etrafa yaymaya çalışırlar. Biz böylesi ortamların varlığına şahit olmadığımız için yaşadığımız hayatları bulunması imkânsız kutsal korunaklı mitolojik değerler olarak algıladığımızdan, asıl huzur bulacağımız ortamlara hasret kaldık…

Arasında dostluk olmayan, kardeşlik hukuku parçalanmış, taşıma ve taşınma kararlılığı kalmamış, merhametin yerini gururun kibrin aldığı, açık arayıp karşılıklı atışmaların hız kesmediği, dakikalık havaların bir anda yerini karabulutlara bıraktığı, dünyalıkların hayata anlam kazandırdığı, sahip olunanların mutluluğun tek anahtarı olarak görüldüğü, kimsenin kimseyi umursamadığı, anne babaların köle ve cariye olarak bilindiği çocukların kazıktan boşanan  isteklerde sınır tanımadığı, maddi hazlar dışında hiçbir değeri önemsemediği, hızlı yaşayarak emek harcamak istemediği bir çağda, ailenin ne kutsiyetinden ne huzurundan ne sükunetinden ne merhametinden ne tarihselliğinden, ne de Rahmanın olmasını istediği bir birlikteliğinden söz edilebilir.

Ülkemiz gerçekliğini dikkate alırsak, boşanmaların ve aldatmaların hızla ivme kazandığı ve yeni neslin evlilikten korkup kaçtığı ve sorumluluk altına girmediği bir ortamda, sanal evliliklerin nasıl huzur getirmesini bekleyebilirsiniz. Huzur evliliğin mayası, bu maya olmadan hangi nesneleri maya olarak kullanırsanız kullanınız evlilik olmayacağı gibi, sükunete eren eşler de bulamazsınız.

Bekarken daha huzurlu ve mutlu olan sükunete ulaşmış gençler, evlenince huzurunu bozuyor, neden çünkü evlilik günümüzde sorunların arttırıldığı bir stres deposu olarak patlamış durumda…Böyle olunca eşler karşılıklı birbirini yük sayar oldular. Her eş kendi sırtındaki yükü atarak rahatlayacağını sandığı bir sürecin kollarında, huzursuz yaşarken hala huzur bulacağını sanıyor. Nasıl bir çelişki değil mi, huzurun olmadığı bir yaşamın içinde huzur bulacak yaşam arzulamak…

Konuşmaktan, paylaşmaktan, dertleşmekten, samimi duygusal bağlar kurmaktan, saygı ve muhabbetle bakışmaktan, içten içe pozitif anlamlı mesajlar yollayıp kalplerin birbirini yoklamasından uzak bir ortamda hangi mala mülke ve dünyalığa sahip olarak huzura kavuşabilirsiniz ki!

Sükunete ermek, huzur bulmak, dostluk kurmak, sevgi ve merhamet içinde yaşıyor olmak Allah’ın ayetlerindendir. Eğer düşünürsek bunlarda bizim için çok büyük işaretler vardır. Rabbimizin bu uyarısını hiç hesaba katmadan huzurun kıyısından geçmeden hangi huzur ortamında yaşamak için çırpınırsak çırpınalım batmak bize müstahak olacaktır.

Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur, kalplerin Allah’ı anan huzurlu bir kalp olması için, kendimizi yarattığı özden eşlerimizi yaratan Rabbimize hamd ederek birbirimizi huzura çağıran ve huzur aşığı eşler olmamız dileğiyle…Aile olmaya ve adam gibi yaşamaya ne dersiniz…

Selam saygı muhabbetle, kalın sağlıcakla…

“Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza dostluk sevgisi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.” Rum suresi/21

Erol KEKEÇ/24.04.2023/14.40/Namazgah/İST.



21 Nisan 2023 Cuma

VAR OLMANIN YOLU ADALETTEN GEÇER!

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın.” Nisa:135

Hak hukuk gözetmeyenler, taraf olduğu kişilere çok yakın olduklarını kanıtlamak ve onların kaybetmesini önlemek için, böyle bir eylemde bulunurlar. Oysa bilmezler ki beni ve onu yaratan, yarattığına benden daha yakın olmasına rağmen, böyle bir çukura inmekle çok doğru bir eylemde bulunulduğu sanılır. Mutlak gözetenin kuşattığı ve her şeyden haberdar olduğu bir evrende, hak hukuk dengesini sağlama görevimiz olduğu zaman, daima kendimize yakın olana, düşüncesi inancı bize uyanı, korumak zorunda olduğumuza inanırız. O tarafa doğru ağırlığımızı belirtiriz ya da o tarafa ağırlık veririz. Çünkü koruyucu ve kurtarıcı bir özelliğimizin olduğunu sanırız. Bu nasıl bir anlayış ki, yarattığına bizden daha yakın olan bir gücün gözetiminde böyle bir hülleyi yapacak kadar küstahlaşabiliyoruz.

Böyle bir hırs ve koruyuculuk kahramanlıkları olmamış olsa, yeryüzünde zulmün bu kadar artmasını ve adaletin tecelli etmemesini düşünebilir misiniz? Adalet, adaletten taraf olduğunu söyleyerek adaletin şavktını kaydıranlardan çektiği kadar, kendi doğal değişim ve evrim sürecinde yaşadığı tekamülden çekmemiştir. Neden, kurutacı olarak ortaya çıkanlar, insanlığı, kendinden kurtaracak düzeye indirir. Tarihin hiçbir döneminde, Vahiyle gelen elçiler ve onların getirdiğine gönülden bağlı olanlar hariç, insanlığı kurtaracağız diye gelip insanlara mutluluk ve huzur getirdiği görülmemiştir. Yakın tarihimize baktığımızda bunların çoğuna bizler bile şahit olduk…Çavuşesku, Saddam, Stalin, Naziler, Hitler, Mısırda Sisi, Hafiz Eset bunların bazıları…Yani anlamamız gereken, insanlığın çektiği acılara son vereceğiz, sizleri özgür ve müreffeh bir toplum haline getireceğiz diyerek, sizleri aldatanların hepsi istisnasız, kendi içlerindeki hastalıklarını toplumsal hastalığa dönüştürmek için, sizi kendi karanlıklarında imha ederler. Bunlar karanlık bir ortamda, aydınlanmayan yaşamın terazisinin hangi kefesine bir ağırlık olabilirler ki? Aydınlık bir ortamda seçilmemiş, neyin doğru neyin yanlış olduğunun tanımının yapılamadığı bir ortamda, adalet asla ayağa kalkamaz. Adaletin ortaya çıkmadığı zeminlerde, ancak bilerek ya da bilmeyerek bir taraf olursunuz. Bir taraf olmanız sizleri de yok oluşun kenarına getirir ve yaşama dair karmaşık bir denklemle, çözümsüz problemler oluşturmak hayatın doğal akışı olarak yaşanmaya başlar.

Adaletin tecelli edeceğine inanılan ortamlarda, mahkemeye çıkan kişilerin mahkeme öncesi kendi lehlerine olacak çabaların harcanması için onu bunu araya koyması, hakimleri savcıları görmesi hatta bunlara maddi kazançlar sağlayacak vaatlerde bulunması düşünülebilir mi? Ne yazık ki, insan yeryüzünde tek sahip olarak kendisini gören bir zavallı olduğunu düşündüğü müddetçe, yeryüzünde adaletin denkleminin, bilinmeyen tarafında yer alarak bu denklemle doğru bir sonuca gitmesini bekleyemiyorsunuz.

Yaratanımız, özellikle, “Ey İman edenler (diye sesleniyor ve ekliyor), kendiniz anne babanız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olun ve adaleti ayakta tutun…” Tüm İnsanlara söylemiyor, çünkü insanlar kendi fıtrat kodlarından uzaklaşarak karmaşık bir hayatın savrulan yaprakları haline gelebildikleri için, doğrudan hakka yönelip yeniden iman edenlere bir çağrı yapılıyor. Vahye dayalı bir idrak mekanizmasının çarklarını doğru işletenler, ancak adaleti ayakta tutabilirler. Adaletin ayakta tutulmadığı ve hakka gerekli şahitliğin yapılmadığı ortamlarda, İman edenleri bulmak mümkün olmayacaktır. İman etmek, doğrudan hakkın dirilmesi ve adaletin tecelli etmesidir. Önce fert olarak adalet tecelli eder, fert olarak hayat bulan adalet, toplumsal yaşam içinde eksen alınan yegâne kıstas olur. Çünkü insanın fıtrat yazılımında bunlarla ilgili bilgi ve ona yönelim kodları mevcuttur. Ancak görülür bir eylem olduğu zaman, uykuya dalmış veya bir yerde unutulmuş bu fıtrat donanımlarındaki kodlar, fıtratın dışında kendisini gördüğünde ve bulduğunda onunla hemen reaksiyona geçebiliyor ve bir kıvılcım oluşuyor. Bu kıvılcım adaletin dirilme anıdır.

 Bu izahatın bizlere anlatmak istediği, siz İman edenler bu kıvılcımın temel ve yegâne kutup başlarısınız diyor. Bu kutup başlarında elektriklenme olduğu zaman yaşam hareketlenir. Yaşamın istenilen istikamette hareketlendiği bir yerde, Hak tecelli edince Batıl yok olur. Çünkü Hak, düzenliliktir, batıl ise düzensizliktir. Düzen ortaya çıktığı zaman o düzene yön vermek için araya girerek, parazit olmak isteyenler o çarklar arasında yer alamaz ve adalet ayağa kalkar. Adaletin ayağa kalkışı bir alemin dirilmesidir. Ondan dolayıdır ki, Yüce Rahman “Allah adildir ve adil olanları sever diyor…

Yeryüzünde bir kul olarak yaşamak isteyenler, öncelikle kendileri için belirlenmiş olan, yeryüzünün halifelik statüsüne uygun rollerini, yaratıcının tayin ettiği gibi yerine getirmek zorundadır. Yeryüzünün dirilmesi benim anladığım gibi yaşamamla olmuyor, nasıl yaşamam gerektiği gibi yaşadığım zaman ortaya çıkıyor.

Hiç kimse adına koruyuculuk kalkanı oluşturarak, adli ilahinin işleyiş düzenine dışarıdan bir katkı sunma hakkına sahip değiliz. İnsanın görevi, sadece adaletin doğru düzenli ve yaratılış ekseninde, yaratıcının belirlediği kurallar içinde devam edip etmediğine dikkat etmek ve bir eğilme varsa onu rayına döndürmek insanın görevi, diğer tüm sorumluluk ve sonuç Allah’ın elindedir. Buna uygun yaşanılan bir ortamda, hakkın dışında batıl bir hayatın genişleyerek yayılmasına şahit olamazsınız.

Eğer bugün yaşadığımız ortamda, insanlar adalet nerede, nasıl bir adalet bu, böyle hukuk olur mu diye yakınıyorlarsa, merak etmiyor değilim, acaba bunların aradığı nasıl bir şeydir diye…Ancak şunu anlayabiliyorum tüm bu yakınmalardan, aradıkları şey, yaşadıkları olumsuzlukların verdiği acıyı hafifletecek ve onları daha mutlu kılacak bir şey ama nasıl ve ne olduğunu onlarda bilmiyor…Bilmedikleri görmedikleri bir değerin tecelli ettiği ortamda rahat bir yaşama kavuşacaklarını biliyorlarsa, kim bilir onun bir uygulama gerçekliğini görseler nasıl bir yönelim ve istek oluşur. Ondan dolayıdır ki, Rabbimiz diyor ki, Hakkın şahidi ve adaleti ayakta tutanlar olun…Sürekli aynı yerde olan bir heykelin yanında resim çektirmek ve onlarla hayatlarını anlamlı kılmak isteyen insanlar, hayatlarına anlam katacak olan bu değerlerin yanında resim mi çekerler, yoksa yanında sabah akşam hizaya mı geçerler…Rabbimiz bu inceliği çok iyi bildiği için, İman edenlerden örnek olmalarını ve kim olursa olsun onlara meyil etmeden Hakkın şahitliğinde asla kusur etmemeleri ve adaleti ayakta tutanlar olmasını istiyor.

Zengin olmanız veya fakir olmanız size hiçbir ayrıcalık tanımaz, adaletin ayakta olduğu ve hakkın şahitliğinin yerine getirildiği yerde…Ben bir yaratılmış olarak, yaratandan daha mı merhametliyim ki, kendime yakın olanlar ile başka birileri arasında çıkan bir anlaşmazlıkta ağırlığımı yakınıma doğru meyil ettiriyorum. Allah’ın, onlara benden daha yakın olduğuna iman ettiğimde, bu algı ve idrak yürek coğrafyama egemen olduğu zaman böyle davranmam mümkün değildir. Ondan dolayı Rabbimiz Ey iman edenler diye sadece imanın kuşattığı kullarına bu uyarıyı yapıyor…

İman bir nurdur, Allah’ın nur vermediği kimsenin nuru mu olur. İman edenlerin dostu Allah olduğundan onları karanlıklardan çıkarıp sadece ve sadece aydınlığa götürür. Aydınlığın olduğu yerde nesnelerin tanınması ve tanımlanması kolaydır. İşte, adalet ancak aydınlık bir zeminde, hakka şahitliğin olduğu eylemlerin arasında ayağa kalkar. Müminler o kimselerdir ki, onların kendileri anne babaları bile olsa adaleti yamultmaz ve hakka şahitliklerinde asla kusur etmezler. Onlar birilerine yaranmak veya onların menfaatlerine uygun olup olmadığına bakmaksızın sadece insanlık abidesini canlandırmak için adaleti ayakta tutarlar, ancak o sütunun gölgesi kimin tarafına düşüyor, kimin tarafına düşmüyor onunla asla ilgilenmezler. Çünkü onlar bilir ki, Allah gölgede kalanı da gölge dışında kalanı da çok iyi biliyor görüyor ve onlara çok daha yakın…Bunda zerre kadar kuşku ve endişe taşımayanlar ancak yeryüzüne huzur ve barışın gelmesi için mücadele ederler…Bunların dışında kalanların tamamı hakkın sırtından geçinmek ve hakkı kendi isteklerine göre yamultmak için hep kendilerini koruma ve kollama ateşiyle yanıp kavrulurlar…

Böylesi açık ve net olan bir ortamdan uzaklaşarak heva ve hevesinin peşine düşerek adaleti imha edenleri, huzur istediğimiz yaşamın içinde öncü olarak görmekten kurtulamazsak karanlıklar bizi örten bir yorgan ya da nefes alamadığımız bir sera tabakasına dönecektir. Adalet dünyanın dengesidir. Dünyayı dengesiz hale getirenler önce adaleti kurşunladılar kendi çıkarlarının korunmasını ve elde ettikleri kazanımlarını arttırmayı adalet olarak tanımladılar. Böyle olunca adalete şahit olacak hiç kimse kalmadı…Yoksa heykellerin yanında resim çektiren insanların görüntülerine şahit olduğumuz gibi, bugün adalet ayakta dosdoğru duran insanlık abidesinin önünde nice canların resimlerine şahit olurduk…Rabbim sen bizleri Adaletin ayakta tutanı kıl ve hakkın şahitleri olarak canımızı al ve bizleri huzuruna mahcup olarak çıkarma….

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın.” Nisa:135

Rabbimin rahmetiyle bu ayetlerden oluşan hissiyatımı ve idrakimde oluşan bilgileri siz dostlarla paylaşmak istedim…Selam muhabbet ve iyilik dileklerimle adaletin tecelli edeceği bayramlarda buluşmak umuduyla herkesin mübarek bayramını en içten kalbi duygularımla tebrik ediyorum…Rabbim, afet yaşayan yerlerdeki kardeşlerimizin acısına derman olup, onları az da olsa dindirecek merhem olmamızı vesile kılsın…Yapılan işleri küçük görmeyelim…Kum tanecikleri de çok küçük ancak gördüğümüz kocaman dağ yığınları o küçücük kum taneciklerinden oluşmaktadır…Kum taneleri gibi koca dağları oluşturan hayırda yarışanlardan olmamız dileğiyle…Kalın sağlıcakla….

Erol KEKEÇ/19.04.2023/14.30/Namazgah-İST


                                                 


 

 

 

18 Nisan 2023 Salı

YEMİN EDİP DURAN AŞAĞILIKLARA BOYUN EĞME

“Şunların hiçbirine boyun eğme: Yemin edip duran aşağılık,”

Yemin edip duran aşağılıkların dolduğu bir dünyada kimin doğruya, kimin yanlışa şahitlik ettiğini anlamaz hale geldiğiniz zaman, kendinizi yormanız ve kapasitenizin dışına çıkarak arayışa girmeniz sizi doğruya götürmeyecektir. Siz günahlardan korunur, Allah’a hakkı ile yaklaşır ve ittika ederseniz, hiç ummadığınız yerden sizi rızıklandırır ve doğru ile yanlışı ayıracak Furkan’ı (kabiliyeti) size bağışlar.”

Yaptıkları, söylediklerini desteklemeyenler, daima sizi aldatmak için yemin ederler, onlar tam anlamıyla aşağılık yaratıklardır. Bu varlıklar, genellikle toplumda sivrilip öne çıkarlar, çünkü normal insanların doğruyu yaşamak için kafa yordukları gibi bunlar da toplumu nasıl daha çok aldatırız diye, düşünerek her gün yeni bir oyun peşinde olduklarından her ortama girer çıkarlar. Herhangi bir değerleri yoktur onları frenleyen, her ortamda farklı bir anlayışı savunarak, onları da yeminlerle perçinlemeye çalışırlar. Sakın ha, bu aşağılık yaratıkların söylediklerine inanmayın…Bunların tüm yeminleri, kötülüklerinin ve yanlışlarının ortaya çıkmasını engellemek ve bu yeminleri kalkan olarak kullanarak insanları aldatmaktır.

Bunlar, günlük hayatınızın her noktasında göreceğiniz karakterlerdir. Bu karakterler, doğuştan gelen genetik bir özellik değildir. Bunlar, daha kolay, zahmetsiz ve bedava bir dünya yaşamı geçirmek için, kendi türlerini aldatarak onların kendilerine ayrıcalıklı bir yer vermelerini düşünerek çapsız yaşayanlardır. Çapsız yaşam alanı içinde, her türlü Ali Cengiz oyunları ile film fırıldak çevirenlerin, doğru bir iş yapmalarını beklemek ve onların o anlık çıkarlarını korumak için verdikleri mücadeleyi bir değişim olarak görüp, onlara aldanmak sadece kendi aşağılık inlerine çekilmek olur. Aşağılık davranışları gelenek hale getirip, onunla övünen ve her ortamda gündem olup konuşulmak istenen bu varlıklar, hiçbir zaman sizi doğrunun ve hakikatin kıyısına taşıyamazlar. Onların bulunduğu zemin, hep kaygan ve bataklıktır. Bu bataklığın görünmesini istemedikleri için yemini kalkan olarak kullanırlar…

Ticari ortamdan, politik arenaya kadar her ortamda, bunlar mantar gibi çoğalarak yaşam alanlarınızı daraltmaya başlamışlarsa, bunlardan uzaklaşmak, insan olarak yaşamak isteyenler için bir fazilettir. Yeminleri kalkan olarak kullanan aşağılık ile, Sözün gücünü, yemini ile destekleyenler arasındaki ayırıcı çizgileri göremediğiniz zaman; yemin eden herkesi oyun kurucu zavallılar olarak görebilirsiniz. Onun için, hayatlarını yeminle kuranlar değil, yemin gibi bir hayat yaşayanlar sizin kapsam alanınıza girsin…Onlar sizi aydınlatmanın dışında bir endişe taşımazlar. Onlar, çıkar ve menfaatlerini korumak ve devamlı kılmak için yemin etmezler. Onlar herhangi bir ücret almazlar, onlar mevki ve makamlarındaki eylemlerinin sahteliğini doğrulamak için yemin etmezler. Onlar yemine, bir kurtuluş anının gerekliliğini ortaya koymak ve yaklaşan gazabın pençesinde yok olacağımızı bize hatırlatmak için başvururlar…O da onların içindeki acıma ve merhamet duygularının baskınlığından kaynaklanır.

“Daima kusur arayıp kınayan, hep lâf götürüp getiren,”

Kusur aramaktan başka icraatı olmayan, hep laf götürüp getiren, gerilimlerden beslenen, insanları kutuplaştırarak onların arasındaki çatışmalardan nemalananlar, en aşağılık varlıklardır. Bu anlayışların tümü, içinde Firavun geni taşır. Bir ortamın sükuneti onların daralmasına neden olur. Sürekli sessizliğin arkasında nelerin olduğunu merak ederler. Onun için gürültülü ortamları hep arzularlar. Gürültülü bir ortamın oluşması için insanları birbirine düşürmek ve onların arasındaki kavga dövüş ve çatışmaları izlemek en büyük hobileridir. Bu kavgalar sonrasında, kavga ortamına inerek, sizin iyiliğinizi düşündükleri için öyle konuştuklarına dair büyük yeminler ederler. Siz de onların bu söylediklerinde samimi olduklarına inanırsanız, işte o zaman sizin de aldatılma sürecinizin tamamlanmadığı ortaya çıkar. Bu yaratıkları hayatınızın her noktasındaki kapsam alanınızın dışına atmanız gerekir, atamıyorsanız, anlamsız yaşamın kollarında bir paçavraya döneceğinizi hesaba katmak zorundasınız. Hayatınızın hiçbir döneminde, bunların sizin eylemlerinizi taktir edecek düşünce ve tavırlarını bulamazsınız. Bunlar, kınama yerme ve sizi aşağılamayı, sizin iyiliğiniz için yaptıklarını söyleyerek sizin de tepkilerinizi kontrol altına almayı ihmal etmezler. Onun içindir ki, her sözlerinin arkasında bir yemin olmasına rağmen, yemin etmeyi pek sevmediklerini, insanların genellikle yemin ederek başkalarını aldattıklarını anlatarak kendi hainliklerinin ve olumsuzluklarının başkalarında olduğu vehmine inanarak, rahatlamaya çalışırlar. Bu varlıklar toplumsal omurganın yara almasında çetin bir savaş verirler. Ancak sözleriyle toplum için çalıştıklarını söyleyerek, yalanlarını perçinlemek için yemin ederek sizi iknaya çalışırlar. Sakın ola ki bunların hiçbir sözüne inanmayınız. Çünkü bunlar için yemin, yalanın kapısını aralamak için kullanılan bir maymuncuk anahtar gibidir. Gireceği her kapıda bu anahtarı hemen kullanır kapıyı açar ve sizi hiç görmezler; bunlara dikkat edilmezse, yalana dönen hayatınızın üzerinde tepinmek bunların balayı günleri olur.

“Hayra engel olan, saldırgan, günahkâr,”

Bunlar kaba katı haşin ve kötülükle damgalı olduklarını, görüntüleriyle size anlatırlar. Bunlar fesattın kaynağıdır. Merhamet mütevazilik sakinlik bunların mıntıkasına uğramaz, her söyledikleri, bir olumsuzluğu gizlemek adına söylenen söz olacağı için, söyledikleri arasında bir bağlantı kuramazsınız. Hayrı konuşan, şerri def etmek isteyenlerin olduğu bir ortamda, anlatılanlarda kendisine yapılan dolaylı göndermeler olduğunu düşünerek, her söze itiraz edecek bir tavır ortaya koyar. Bunlar gerilim ve cehaletten beslenirler. Gerilimin olmadığı bir yerde durmak istemezler. Çünkü gerilim yoksa, insanları istekleriniz doğrultusunda coşturacağınız argümanlarınızı da kaybedersiniz. Bunlar saldırgan görüntüleriyle zihinlerde yer ederler. Dolayısıyla bunların hafızalarda kalması da o kadar kolay olur. Hafızalara yerleşmiş olmaları onların çok iyi ve aranan bir karakter olduklarından değil, tehlikenin genişleyerek yayılmasından dolayı her ferdin zihin dünyasında kuluçkaya yattığını gösterir.

“Kaba ve haşin, sonra da kötülükle damgalı,”

Varlıkları bu yönleriyle tanımak öyle kolay olmuyor. Bunlar her ortamın ısısına rahatlıkla uyum sağlarlar, çünkü bunların belli bir iklime ait organizmaları yoktur. Bunlar sürüngenler sınıfından oldukları için, her deliğe rahatlıkla girerler çünkü omurgasız varlıklardır. Bir şehrin ortasındaki kötülükleri simgeleyen, kötülük anıtı nasıl ki, her taraftan bilinen bir şeyse, bunlar da kötülüklerin birer taşıyanı olduklarından damgalanmışlardır. Kendilerini tanımlamaya gerek yok, zaten onların konuşmaları arasındaki tutarsızlık, dünleri ile bugün ve yarınları arasında size güven vermeyen tavırları onları anlatmak için yeterli bir gerekçedir.

“Mal ve oğulları var diye (böyle davranır).”

Her dönemin en belirgin küstah tavırlarının başında gelen bu eylemler, kötülüklerin açık göstergesidir. Güç ve mal bu varlığın yaşamında olmazsa olmaz en önemli göstergedir. Mal ve oğulların kendi çaba ve gayretleri neticesinde elde edilen bir kazanım olmadığını idrakten yoksun yaratıklar, sahiplendikleri bu imkanların onların her ortamda farklı davranma hakkının onlara verilmiş olduğu vehmine onları taşımaktadır. Benim kim olduğumu biliyor musun, namusum ve şerefime yemin ederim ki, sen bunlara sahip olsan şimdi nasıl davranırdın, ben gelip sizinle konuşuyorum, sizi adam yerine koyuyorum diyerek, olağanüstü bir yaratıkmış gibi içindeki pisliği gizleyerek iyi biri olduğunu kanıtlamaya çalışır. Oysa, o zaten damgalıdır. Nereye giderse gitsin hangi kılığa girerse girsin her ortamdan tanınan bir hastalığı vardır. Bir eşeği ne kadar süslerseniz süsleyin farklı bir varlık olarak sunmak için, anırmaya başladığı zaman üzerindeki süslerin görüntülerin onu eşek olmaktan çıkarmadığını görürsünüz. Bu varlıklarda böyledir, bunlar aşağılık tavırları ortaya koymada üzerlerine kimseyi tanımazlar. Kendilerince bu yaptıkları bir ayrıcalık ve herkese nasip olmaz. Çünkü mal ve oğulların sahibi olmak bir ayrıcalık taşımaya yeter…

Bu çirkeflik o kadar aşırı boyutlara gider ki zamanla, kendi arzu istek ve emellerinin dışında hiçbir doğrunun olamayacağını anlatmaya başlar. Hatta ben böyle düşünüyorum siz hala konuşuyorsunuz diyerek, gökten zembille inmiş bir varlık olduğunu vurgular. O her ne kadar kendisiyle ilgili böyle kuruntular oluştursa da o aşağılık bir tavrın ve karakterin sahibi bir zavallıdır. Sakın ola ki bunların sahip oldukları sizi aldatmasın…

“Kendisine ayetlerimiz okunduğunda: "Eskilerin masalları" der.”

Bunlar zamanla o kadar azgınlaşır ki, anlamakta zorlanırsınız, hakikatlere yaklaşımı kendisinin belirleyeceği ölçü olur. Bir şeye doğru dediğinde doğru, yanlış dediğinde yanlış bilinmesini ve herkesin öyle bakmasını ister. Hatta siz hala orada mısınız bunların vakti geçti, bunlar eskilerin masallarından başka bir şey değildir. O gün farklı, bugün farklı, o gün ihtiyaçları karşılamış gibi görünebilir, âmâ bugün bilim var, bilim her şeyin belirleyicisidir. Bilimin bir Kilise doktrini haline geldiğini ve kendisinin de bilim inanı olarak ortaya çıkanları ilahlaştırdığını anlayacak basiretten yoksundur.

Gözleme dayanan pozitif gerçekliğin, görünen boyutuyla evrenin tüm sorunlarını çözeceğini düşünerek, düşünsel ufuklarını karartanlar, eskilerin masalları diyerek ilahi gerçekliği hayatın dışına atmak istemeleri, aslında onları hayatın dışına attığını göremezler. Bilim her şeyi bilen değil, ulaşabildiği gerçekliğin çözüm denklemini yaşamda karşılığı olacak duruma getirmedir. Kâinatın içindeki gizemli bilgilerin bulunarak, yaşama kolaylık sağlayacak boyuta taşınması, bilimsel bir gerçekliktir. Ancak elde edilen bu bulgularla her noktadaki sorunların çözüleceğine inanılması ise hayatı karanlıklara gömme olur. Bilimin ulaşabildiği noktalar olduğu gibi, bilimin asla ulaşamayacağı alanlarda vardır. Bu alanlar, insanın var olan özellikleriyle çözmesinin mümkün olmadığı alanlardır. Ancak o alanlarda da söz sahibi bilimdir diye bir arsızlık insani tağileştirir ve onu hakikate düşman yapar.

Masal, karşılığı olmayan ve insanın muhayyilesiyle oluşturduğu kurgulama biçimidir. Oysa eskilerin masalları diyerek yaşamdan koparılmak istenen hakikatler, masal olacak yaşamların, hayatına bir belirleyicilik koymasını istememelerinden kaynaklanır. Yani sizin yaşamınıza birilerinin etki etmesini istemediğiniz zaman ya onu yok sayarsınız ya onun yanlış olduğunu anlatarak kendi karanlıklarınızı meşrulaştırma çabası verirsiniz. Eskilerin masalları ifadesi, aslında bir yaşam biçiminin hakikatten uzaklaşması ve çamura batacak bir ortamın sınırlarını çizme taktiğidir. Bu varlıklar tarihin her döneminde olacaklar ve onlar her şeye burunlarını sokacaklar, ancak o burunlarını uzatarak her yerde olmak isteyişleri bir gün son bulacaktır.

“Yakında biz onu hortumunun (burnunun) üzerinden damgalayacağız.”

Çok yakın zamanda burnundan damgalanarak her yere burnunu uzatıp hortumunu sokamayacaktır. Yemin edip duran o aşağılıklar var ya, onların burunlarının yere sürülmesi kaçınılmazdır. Bunlar hangi taşı kaldırsan altından çıkıyorlar. Günümüzde bunlara o kadar çok şahit oluyoruz ki, toplumların yaşamını yönlendirmek için her çaya şeker ve her çorbaya limon olabiliyorlar. Ülkemiz gerçekliğini dikkate aldığımızda paşa paşa Televizyon ekranlarından izlediğimiz ve her konuda söz sahibi olma marifetlerini gösteren bu herbokoloklar, bu damgalı burunlular sınıfına örnek olabilirler.

Çekinmeden her alanda rahatlıkla konuşma haklarının olduğuna inanırlar. Toplum bunlardan alacağı bilgilerle peşinden gideceği insanı seçer. Seçtiği insanı bunların yönlendirmesiyle özümser ya da karşı çıkar. Her alandan bunların burunları koku alır ve hortumlarıyla aldıkları kokuyu her ortama dağıtmaya çalışırlar. Yakında görecekler o hortumlarından nasıl tutulup burunlarının yere sürüldüğünü…Bunlar aşağılık oldukları halde, onu hiç görmezler ancak herkesi doğru bilgilendirdiklerine ikna etmek için yeminler havada uçuşur. Bunlar ancak ortamı geren ve insanların psikolojik gerilimler yaşamasından beslenen embesil amipler oldukları için, doğrunun her zaman karşısında olurlar ve doğrunun ortaya çıkmasına da engel olurlar.

Çok yakın zamanda o hortumlarından tutulacak ve burunları yerde sürünecektir. Burunları yerde sürünürken aldıkları yaralar onları damgalayacak ve sonrasında kimsenin kanında dolaşan bir akışkan olamayacaklar. O günler çok yakın, onlar yakında görecekler…Eskilerin masalları mı, yoksa sizden öncekilere hükmeden yaratıcının varlıklar alemindeki yasası mı? Varlığın yasasında hiçbir değişim bulamayacaksınız sizden önce yaşamış olan şımarıkların hayatına nasıl nokta konulduysa, sizlerin hayatına da aynı nokta konulacaktır. Hakikatleri masal olarak görenler, çok yakın zamanda masal olarak bile anılmayacaklardır.

“Biz onlara da belâ verdik, bahçe sahiplerine verdiğimiz gibi. Hani onlar sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.”

Bahçe sahiplerinin burunları neden yere sürüldü, çünkü onlar tek doğrunun ölçüsü olarak kendilerini görüyorlardı, insanları horlamak ve aşağılamak onların en belirgin özellikleriydi. Yoksa siz yaşadığınız ortamda sahip olduklarınızın sahibi kendiniz olduğunuzu mu düşünüyorsunuz, sen olmasaydın ben olmazdım diyenlerin cahilane övgüleri kimseyi aldatmasın…Allah’tan başka olmazsa olmazdık diyecek, başka bir güç ve varlık asla yoktur. Ancak Allah olmazsa olamayız. Onun dışındakilerin tümü hayatın içinde karşımıza çıkacak belirlenmiş işaretlerdir ancak.

Bu iş tamam kesinlikle biz hallettik, kimse önümüze duramaz gibi sözler hortumundan damgalanacak olanların çıkışlarıdır. Bela durup dururken gelmez, bela sınırlar aşıldığında karşılaşılan bir rahmet ya da gazaptır. İman edenler için bela bir rahmete dönerken, iman etmeyenlerin gazabına sebep olur. Aradaki bu ince çizgi belanın nasıl sonuçlandığına dair kısa ipucu veriyor. Şımarık haddi aşan kendisi dışında kalanları aşağılayan, her şey kendisinin hakkı olduğunu düşünenlerin, burunları er ya da geç yere sürüleceğinden kimsenin kuşkusu olmasın…Allah’ın yasasında bir değişim bulamazsınız, gelecek olan bela daha önce de bahçe sahiplerinin yaşadığı bir imtihandı. Hiç kimse yarınların ve anın sahibi olduğunu sanmasın, yaratılmış olan ne varsa hepsi sahiplidir. Kendilerinin mutlaka bir sahibi vardır. Sahibi olanlar, kendi dışlarında kendilerini kuşatacak olan imkân ve değerlerin asla sahibi olamaz. Sahibi olmadığı bir yaşamın kararlarını vermeye kalkışması onu rotasından çıkarıp soysuz bir varlığa dönüştürür. Bahçe sahiplerinin başına gelenler her yaşayan azgının başına geleceğinden kuşkunuz olmasın…Allah’ın dilemesi dışında kimsenin yapabileceği bir şey yoktur. Bunu anlamı sen hiçbir şey yapamazsın demek değildir. Yaratan, seni yaşatırsa çabalarının karşılığını alırsın, ama o çabalarının senin istediğin şekilde olmasını arzulaman, öyle olacağı anlamına gelmez. İnsan denen varlık, hayatın kanunlarına uygun yaşamalı ama sonuca kesinlikle müdahil olmamalıdır. Nedenleri yerine getirmeyen varlıklar, kendilerini müstağni gördükleri için sonucun da kendi ellerinde olduğunu sanırlar. Oysa sonuç, rüyadan elinize geçecek olandan başkası olmadığını bilmeniz gerekir.

Yaratılmış olan, mutlaka yapacağım dediği anda, yaratılmış olma sınırlarının dışına çıkar. Çünkü yaratılmışın ne zaman nerede nasıl noktalanacağını bilmediği bir yolculuğu vardır. Bir yolcunun, mutlaka yapacağım diyebilecek olağanüstü bir güce sahip olmadığını  bilmeyenlerin hepsinin sonu, bahçe sahipleri gibi olacağından kuşkunuz olmasın…

Şımarık aşağılık haddi aşan laf götürüp getiren ortalığı geren, konuşmaları yalandan başkası olmayanlar, yaratılmış olduğunu görmeden büyüklenerek haddi aştığı için perçeminden yakalanarak burnundan damgalanacağı günü bekleye dursun…

İstisna da etmiyorlardı ("inşallah" demiyorlardı). Kalem/10-18

İnşallah diyemeyecek kadar mütekebbir ve her şeye gücünün yeteceğine inananların hepsi geldi ve gittiler, onlardan geriye kalan şu an gezip dolaşıp gördüğünüz yollarınız üzerindeki harabelerden başkası değildir. Onlar güç ve imkanlar açısından sizden daha ileriydiler ancak onların yerinde şimdi fırtınalar esiyor…Bir memur işi yapabilecek güce sahip olmasına rağmen üst amirinden onay almadan nasıl ki bir işe başlamıyorsa, Mümin için hayat böyledir. İnşallah işe başlamak için onay alma vaktidir. Ancak aşağılık haddi aşanlar tüm onayların kendilerinden çıkacağını düşünerek yaşadıkları için bahçelerine gittiklerinde kurumuş çer çöple karşılaşabiliyorlar…Mümin emin ve kendisinin sahibinin istediği oranda, hayatın içinde olacağını bilerek yaşadığı için, atacağı her adıma İnşallah parolasıyla başlar. Bu söz, sözler içtenlikli niyet halis ve mücadele doğru olduğunda hedeflediğiniz sona sizi yaklaştırır…Aksi durumda sadece kişi kendi ateşine odun taşır…

Rabbim bizleri hakikati idrak ederek yaşayan aklı selim ile hakikate şahitlik eden, tüm bahçe sahiplerinin vaatlerine kanmayacak kadar hissiyatı güçlü, doğru ile yanlışı ayıracak kabiliyetteki donanımlara sahip kullardan eylesin….

Selam muhabbet ve iyilik dileklerimle geceye ve içindekilere yemin olsun ki hesap etmediğimiz hesap hızlanarak yaklaşmaktadır…O gün mahcup olanlardan olmamak ümidiyle hamdlerin tümü kendisine ait olan rabbimden bağışlanma af ve mağfiret diliyorum…Rabbim bizleri halas eylesin ve istikamet üzere dosdoğru kılsın…Âmin

Kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/17.04.2023/15.10/Namazgah /İST

                      "Şahsınıza karşı haddi aşan, hududu geçen, küstahlaşanları,

                   altın olsa kesenizde, bal olsa kasenizde tutmayın." Neşet Ertaş


15 Nisan 2023 Cumartesi

PARÇA PARÇA EDENLER PARÇALANACAĞI GÜNÜ BEKLESİNLER

“Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.” En’am:159

Tüm ruhlar yaratıldığı zaman, Allah, hepsinden söz almıştı. Ben sizin rabbiniz değil miyim diye sorduğunda, tüm ruhların cevabı evet sen bizim rabbimizsin olmuştu. Bu da gösteriyor ki Tüm ruhların yaratılmasında aynı donanım ve yazılım yüklenmiştir. Yani birine doğru olan, bir başkasına yanlış tanımlamıyor kendisini…Bu oluş aşamasında doğrunun ve yanlışın ne olduğu en açık ve sade şekilde tanımlanmıştır. Çünkü Adem’e eşyanın bilgisi öğretilmiştir. O bilginin farklı anlamlara gelmesi mümkün değildir. Ancak yaratılmış olanın hangi alanda boşluğu ve açlığı varsa, o bilgilere yaklaşımında o boşlukların etkisi çok olmuştur. Her ne kadar ruhların yaratılmasında tüm donanımlar aynı olsa da donanımın kendi yazılımı kullanılmak istenmediğinde, farklı sonuçlarla karşılaşabiliyorsunuz. İnsanın yaşam alanındaki farklı yorumlamaları da bunun bir göstergesidir.

Bir tanım Allah tarafından yapılmış ise, bunun farklı yorumlanması ve farklı anlaşılması mümkün değildir. Ancak Allah’ın doğrudan tanımlamadığı ilkelerini belirleyip, o ilkeler içindeki kapsam alanını, insanın kendi özgür iradesine bıraktığı noktalarda farklı yorumları bulmak mümkündür. Ne yazık ki insan, farklılığın olacağı konularda aynılık isterken, kesinlikle farklı anlaşılmasının mümkün olmadığı konularda da her kafadan bir ses çıkarmaktadır. Böyle olunca Allah yukarıdaki ayetteki gibi uyarılarını yaparak insanların yeniden kendi yaratılış özüne dönmesini istemektedir.

Allah’ın tanımlamasında bir eksiklik ve farklılık bulamazsınız, her toplum için İslam kavramının anlamı hep aynı olmuştur. Tevhit, geçmiş toplumlarda birden fazla ilahı tanımak olmadığı gibi günümüzde de aynı anlama gelmektedir. Bir ve tek olmaktır. Bu kadar açık ve sarih bir yaşam manifestosu sunan Allah’ın buyruklarından, nasıl böyle farklı sonuçlar çıkarılır. Herkes kendine uygun olan ve kendi açlığını ve boşluğunu dolduracak olanıyla hakikate yaklaştığı zaman, her yönelen kendi hissiyatını dinin kendisi olarak açıklayabiliyor. Böylesi bir algı baştan itibaren sakat ve kof olduğu için, doğum noktasından uzaklaştıkça din diye bilinen kümülatif birikimler, fazlalıklarını sırtlanarak gelecek nesillere miras olarak kendisini taktim etmektedir.

Eşyanın tüm bilgisinin Ademe öğretildiğine dikkat edersek, ondan sonra gelenler Adem’in sülbünden olduğuna göre, onlara farklı bir bilgi aktarımının olması mümkün değildir. Genetik olarak geçtiği gibi, ruh olarak zaten özel bir kodlama yapılmıştır. Bu kadar açık ve net bir yaşam kodlaması, miras olarak bize geldiğine göre, acaba neden insanlar kendi aralarında bir bütünün parçasını, bütün haline getirerek onunla övünerek, onun mutlak doğru olduğunu başkalarına dayatmaktadır.

Ruhlar aleminden gelen ortak değer, Rabbin buyrukları unutulduğu için, insan rotasından çıkmıştır. İnsanı rotaya yeniden taşımak için, Allah uyarıcı ve kitaplarla insanı yeniden insan olmaya taşımak istemektedir. Bunu yapmadığı zaman insanın var olması ile olmaması bir anlam ifade etmeyeceği için, insanın sonunun yakınlaşması gelmiş olacaktır. Yaratılış ekseninde hedefine uygun yaşamayan bir varlığın yeryüzünü işgal etmesinin de bir anlamı olmayacağı için, insan yaşamını anlamlı kılmak isteyen yaratıcı, merhametli olduğundan insanlara her dönemde uyarıcılarla beraber kitaplarda göndermiştir. Ancak insan bu uyarıcılara ve kitaplara karşı oldukça sert tepkiler göstererek inkâr yoluna da gitmiştir. Çoğu zaman da inkara yönelmeden herkes çıkarına uygun olanla övünerek dinin emirlerini yaşadığını sanmıştır.

Tanımı net ve hedefi açık olan bir kitabın aynı donanımda olan varlıklarca farklı anlamlara gelecek şekilde anlaşılması ve öylece yaşama aktarılması, doğrularla insanın arasının açıldığının göstergesidir. Doğrularla ilişkisi kalmayanların doğru olan bir parçayı savunur olmaları onları doğrunun içerisine taşımayacaktır. Çünkü doğruyu kendi çıkarlarına uygun olan kısmıyla ele alıp o şekilde savunur duruma geçtiklerinden, savunduklarının doğruyla alakası kalmamış olacaktır. Bir bütün parçalara ayrıldığı zaman, bütün içindeki anlamını ifade etmez ve bütün içinde anlaşıldığı gibi anlaşılmaz. Dolayısıyla bir parça bütünden ayrı olarak ele alındığı zaman doğruluğun temsilcisi asla olamaz. Bütün yaşanırken, bütünün içinde bir ayrıntının insanın fıtratıyla olan ilişkisine göre daha ön plana çıkması bunlarla karıştırılmamalıdır. İnsan olma rolünü yerine getirmeyen bir varlığın, yaşam alanı içindeki rolünden birinde uzmanlaşmış olması, onu nasıl ki insan yapmayacaksa, Hakikatin bütünüyle olan ilişkisi, sakat olanların parçayla olan ilişkisini koruyor olması onu bütün içine taşımayacaktır. Ondan dolayıdır ki, yaratanımız çok ince noktalardan bizi uyararak içine düştüğümüz acınası tabloyu önümüze sermektedir.

İşimiz Allah’a kaldıysa hiçbir yar ve yardımcımız olmayacaktır. Allah’ın hesabı çetindir. Bu çetin hesap günü gelmeden evvel kendi iç dünyamızdaki karmaşayı temizleyerek berrak bir atmosfere yolculuk yapalım vakit çok dar geliyor gelmekte olan…

İslam alemi olarak bilinen dünya, kendi yaşamlarını haklı ve doğru kılmak için her türlü akla ve mantığa uymayan ama rivayet diyerek kendilerince doğru olduğunda kuşku duymadıkları sözlerle yaşamı yönetmeyi de bir marifet bilirler. Doğru üzerinde farklı fırkaların oluşması mümkün değildir. Buradaki doğru akıl doğrusu değil mutlak vahiy doğrusudur. Vahiyle gelen doğrular üzerinde tartışma ve kendimize göre böyle böyle gibi yorumlar yapmak o doğrunun kendisine hakarettir. O doğruyu açık seçik tanımlayan Allah olduğu halde, onları bana göre böyle ona göre böyle diye anlamları farklılaştırarak tanımlamak onun şanına ihanettir. Bir kuleye çıkarken, aşağıyı görüş menzilinizde değişir. Kaç metre yukarıya çıkmışsanız o kadar görüş menziliniz oluşur. Ancak aşağıdaki yukarıdakinin gördüğünü göremeyebilir, ancak yukarıdan görülenler aşağıdaki görüşün dışında bir görüş olmayacaktır. Çünkü hepsinin kuleye çıkış noktası aynı olduğundan, aynı noktadan yola çıkanların kimisi aşağıda kimisi yukarıda kimisi tepede olabiliyor, ancak bulunulan konumlar kalkış kaynağının yerini ve doğruluğunu asla değiştirmiyor. Kalkış noktası aynı olanların daha çok görmesi, bir tehlike ve sakınca olmadığı gibi, diğerleri için de yanlış olamaz. Yani kimsenin elinde olanla sevinme gibi bir ayrıcalığı da olmayacaktır. Çünkü aynı nehirde yüzüyorlar.

Böyle bir anlayışla kalkış yapanların yanlışta ittifak etmeleri mümkün olmaz, ancak kalkış noktaları farklı ise onların da doğruda ittifak etmelerinden bahsedemeyiz.

Yaşadığımız çağ yanlışların doğruluğunu utanmadan haykırdığı bir çağ oldu. İnsanlar yanlışlardan yanlış seçmek zorundaymış gibi çok ciddi dinsel ve toplumsal baskı kıskacında kalarak özgürlüklerini bu yanlışlara feda etmek zorunda kalıyorlar. İnsanların özgürlüklerini imha eden bu dayatmacı anlayışların hiçbir anlamının olmadığını ve herkesin kendi içinde yanlışlardan bir zindan oluşturduğunu, Yaratıcımız anlatmasına rağmen hala bunların iyi taraflarını aramak zorunda kalırsak kendimize ait iyi bir yanımızın kalmayacağını da bilelim…

Hakikat yolunun yolcularının bunlarla hiçbir ilişiği olamaz, bunların işi Allah’a kalmıştır. Allah’ın gönderdiği hakikatler dışında kutsallaşmış olanlar size hakikat diye sunuluyor ve insanlar onun önünde el pençe divan durup hamuta kalkıyorsa, hakikat ile aranıza bu yaşamların karanlığı girmiş demektir. Bu yaşamlarla fazla uğraşmanın ve onlara verilecek bir cevabınızın olduğunu düşünerek kendinizi ve zamanınızı heba etmeyin, nasıl olsa Allah herkese yapmakta olduklarını yarın haber verecektir. Önemli olan hakikati karanlıklarla karıştırmamaktır.

Yaşadığımız çağ insanın kendi köklerinden koparılarak kendine özgü bir mağara kurarak o mağarada yaşamını sürdürürken en doğrunun kendi mağarası olduğunu iddia ederek, onu yaşayacağı ortama taşımaktır. Bütün bir insanlık böyle bir karanlığa taşınmadan herkesin yaşam ve ölüm arasında yapması gerekenin en iyisini yapmakla mükellef olduğu anlayışına kavuşarak, kendi dinamiklerinden yeniden dirilmesini sağlamaktır. Allah, ölümü ve hayatı hangimizin daha iyi amel yapacağımızı görmek için var etti…” O halde buradaki çabamız, zamanı, kötülükler arasında kimin doğru kimin yanlış olduğunu anlamaya çalışarak geçirmek olmasın…

Rabbim bizleri, bir bütün içinde idrak oluşturan ve o bütün içinde bir anlamının olacağını anlayan diğer tüm durumlarda anlamsız bir varlık olacağını gören basiret sahibi kullarından eylesin…Âmin

Makalemi burada noktalarken zihinlerin uyanmasına dirilmesine ve aydınlığa yolculuk yapmasına vesile olmasını rabbimden niyaz ederek sizleri Allah’ın selamı ile selamlarken iyilik dileklerimi en içten kalbi duygularımla sizlere iletmek istiyorum…Kalın sağlıcakla…

“Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.” En’am:159

Erol KEKEÇ/14.04.2023/15.20/Namazgah/İST


14 Nisan 2023 Cuma

ÖYLE BİR GELİR Kİ KARANLIK KENDİNİ BULAMAZSIN


“De ki: "Biz, Allah’ın yerine bize ne faydası dokunan ne de zarar verebilen şeylere mi yalvaralım? Ve Allah bizi doğru yola ilettikten sonra topuklarımızın üzerinde gerisin geri mi dönelim? Tıpkı kendisini doğru yola çağıran arkadaşları (uzaktan) "Bizimle gel!" diye seslendikleri halde şeytanların ayartmasına kapılıp dünyevi zevkler peşinde körü körüne koşturan kimse gibi (mi olalım?)" De ki: "Şüphe yok ki Allah’ın rehberliği, yegâne rehberliktir ve biz, kendimizi bütün alemlerin Rabbine teslim etmekle emrolunduk,” Enam:71

İnsanlık günümüzde bir kör ebe oyununda rol kapabilme derdinde. Sesime gel diyene karşı gözleri kapalı halde koşup, hakikate varacağını nasıl da kabullenmiş durumda…İnsan önce kendisinin sahtesini yarattı, sonrasında bu sahte kendisine kabullendireceği, nesneler dünyasında yeni bir çalışmanın içine girdi. Sahte insanlara, yaratılış özelliklerini monte etmek öyle kolay olmayacağı için, o sahte insanın dünyası, gerçeklikten uzak, sahte yaşamlar gülüşler, eylemler ağlamalar kazanımlar, aileler, çocuklar, eğlenceler ve ideallerle buluşması sağlandı. Bu sürecin tamamlanmasıyla, içinde yaşadığımız bu sahte yaşam alanlarındaki hayatlarımız ortaya çıktı. İnsan kendini kaybettiği halde, neyi aradığını anlamadan bu arayışın kollarında yorgun ve bitap düşerek akşam ve sabah arasında git gelleri oynar oldu. Oysa şunu birazcık idrak etseydi ne kendisini kaybeder ne de anlamsız arayışlar peşinde koşarak, birikimlerine anlam veremez hale gelirdi…Allah’a yakın olan, onunla bağları sağlam kurulmuş olanlar bu yaşamda başka ne arar ki, Allah’ı kaybetmiş olanlar onun dışında neyi arayıp bulacaklar ki, Allah’ın yaşamdan çıkarıldığı bir düşüncenin insanlığı götürebileceği bir mutluluk ve sükûnet ortamı hiç olmayacaktır.

İnsanın kendi özünden kopuşu, kendi özünü kendi yaptığı nesnelerin içinde arar hale gelmesiyle yoğunluk kazandı. Doğal yaşamın kollarında varlığın ne olduğunu anlamamış olanlar, hep bir arayış içinde olduklarından ve bu arayışlarını da gök kubbe içinde aradıklarından hakikate daha yakın bir yaşam oluşturdular. Yani kendi özlerinden ve yaratılış hamurlarından kopmadılar. Ancak yaratılış hamurundan uzaklaşan insan, gelişmişlik diye bildiği, anında tüm isteklerine kavuşabildiği bu çağda, kavuşmadığı ve asla kavuşamayacağı bir gerçeklikle karşı karşıya olduğundan da habersiz kaldı. Günümüzün en acımasız dişlileri arasında parçalanan ve öğütülen insan, kendi arayışını sürdürüyor olsa da ne aradığını kendisi bile bilmiyor. Ondan dolayıdır ki, asla bir daha kavuşamayacağı kendisini kaybetti insan…

Kendi varlığını, sahip olduğu ve kendisine sunulmuş olan sahte yaşamın içinde, kendisinin dışında bir iç huzursuzluk ve boşlukların kışkırtmasıyla, arayışını sürdüren insan, aslında böylesi çatışmaları yaşarken de bu yaşamına gelecek nesilleri alıştırmak için bir görev üstlendiğini de fark etmiyor. Ne garip değil mi, fıtrat duvarlarını parçalamış bir varlık, bu aşamadan sonra edilgen bir varlık olmanın dışına çıkıyor ve kendi türüne karşı da önemli bir görevi üstleniyor.

Allah’tan bağımsız hiçbir anlamı olmayan, kendiliğinden varlık sahnesinde varlığı olmayan bir atmosferi, gerçek yaşam olarak kabullendikten sonra kopuşun arkası gelmiyor. İnsanlığın bu kadar hızlı değişimi ve hakikatten koparak uzaklaşması kendi özüyle olan bağlarını koparmasıyla ilgilidir. Bir tohum, bitkinin özünü taşıyorsa, o öz mutlaka aslına uygun olarak, bir gün ortaya çıkar. Ancak insanın özünü tanımlayan insan olma özelliğini barındıran tohumlar, tahribata uğradığından, o tohumlar kendi özüyle var olan bir varlığı ortaya çıkaramaz.

Geldiğimiz nokta da çok acı tablolarla karşılaşmaktayız. Kendi özüyle arasına mesafe koymuş, gerçek kimliğiyle örtüşmeyen yaşamı, gerçek yaşam gördüğü için, kendi bozulmuşluğunu kendi dışındakilere de hakikat gibi dayatarak, insanlığın özünün değişimine hız kazandıran ifsat kaynağı olurlar.  Dolayısıyla bu yaşamlar, pasif ve edilgenliği terk ederek başkalarını ortadan kaldırmak ve ifsat etmek için aktif bir görev üstlenir.

Günümüzde kimlik kaybına uğramış, sahte, özünü kaybeden varlıklar, kuşatılmışlıklarını insanlığın kurtuluş reçetesi olarak gördükleri için, her geçen gün insanlığı uçurumun kenarına taşımaktadırlar.

Allah’ın yerine konulmak istenen ve hatta konulan, onlar olmazsa yaşamın olmayacağını iddia edenler, kendilerine faydası yokken bizi de kendi bataklığına çekmeye çalışıyor. Üstelik Allah doğruyu göstermiş ve bizi doğru yola iletmiş olmasına rağmen, böylesi karanlıkların uygulama alanındaki denekleri olursak, Allah’tan başka bir kurtarıcımız da olmayacaktır. Allah’ın çağırdığı yaşam mutmainlik ve sükûnet üzerine oturmaktadır. Küçücük bir endişe barındıran ve acaba olabilir mi, gibi zihinden geçen hastalık halleri, insanı, Allah’ın gitmemizi istediği yolun dışına atar. Çünkü bu yolda yürürken şirket hukuku asla geçerli değildir. Şirket sözleşmesine uyan, şirket ortaklarının istediği gibi bir yaşam olsa da Allah bir değer vermeyecektir. Şirket ortakları kendi arasında anlaşarak bir görev bölümü yapabilirler, hatta herkes bu görev bölümüne uygun en iyi düzeyde rollerini oynayabilir. Ancak bunların şirket işlerinde çok başarılı olmaları, onların çok doğru oldukları anlamına gelmez. Çünkü Yaratıcı şirket hukukuna göre yaşamayı değil, Muvahhit olarak, mutlak gücün belirlediği istikamette yol almamızı istiyor.

Bu kadar keşmekeşlik ve hengâme içinde bize dosdoğru yolu gösteren, Rabbimizin bu uyarılarını dikkate almadan topuklarımız üzerine gerisin geriye tekrardan mı dönelim…Şeytan Allah’ın rakibi değil, böyle bir algı insanların kötülüğe yönelmelerinin önünü de açmaktadır. Şeytan ve avenesi, insan ve cinlerden olabilir. Bunlar Allah’ın yarattığı evrende, asilik yaparak kendi sorumluluğundan kaçan ve yeryüzünde ifsat çıkarmaya çalışan bir yaratılmıştır. Ancak insanların zihninde öyle yaralar açtı ki, sanki bir şeyi var etmeye gücü yeten, kötülüklerin yaratanı olarak tanımlandı. Bu yanlış algı insanı iyilik tanrısı ve kötülük tanrısı arasında bir tercih yapmaya zorlamış oldu. İyilik Tanrısının dediklerini yapamıyorsak, hiç olmazsa kötülük tanrısının dediklerini yapalım, hem bunlar bizim de istediklerimiz yaşamda lazım olanlar…Bunlardan dolayı iyilik Tanrısı bir ceza vermek isterse, biz kötülük tanrısına işi havale ederiz onlar kendi arasında uğraşır, en azından bizim yanımızda olacak biri var der gibi bir düşünsel çöküntü ve kopuş yaşıyor insan…İnsanın bu algı dünyasındaki karanlıkları yok etmek için öncelikli yapması gereken bir ve tek olan mutlak ilahın varlığını en ince hislere kadar idrak etmektir. Bu davranışı yaşamlarında ortaya koyanlar, her ortam ve şartta kendi özünden kopuşunu kutlayan insanların ortamında asla bulunmazlar. Ortamdan kastım aynı mekân değil, ortam yaşam değerleridir. Aynı mekânda olsalar da onlar kendi ruh dünyalarının birikimlerini yaşam alanına taşırlar. Dolayısıyla topuklarının üzerinde gerisin geriye dönecek herhangi bir eylemde bulunmazlar düşünür ve idrak ederler.

Allah’ın belirlediği rehberlik dışında bir rehberlik, onların yaşamına bir esinti kadar etki etmez. Onların tüm arayış ve çabaları Mutlak Yaratıcının aydınlattığı rehberliğin ışığında yol almaktır. Oysa kendi özlerinden kopmuş varlıklar için bir rehber yoktur. Onların menfaatine ne dokunuyorsa hepsi bir rehberdir. Ama Allah’ın rehberliğinde yaşamak, doğum ile ölüm arasındaki keskin çizgi üzerinde dengeli ve ölçülü yaşamak için, tüm kaygan zeminlere şahit olarak yol almaktır. Zemini kaygan kılan ve insanı özünden koparan hangi anlayış, insan için doğru bir rehberlik yapabilir. Yaşadığımız ortamlardaki bu seçeneksizlik ve tercih yapamamaktan kaynaklı korku ve tedirginlik nöbetleri, insanı kendi gerçek doğasıyla buluşturacak çekim odaklarını imha ettirmiştir. Bu imha süreci aslında insanı seçeneksiz bırakmanın çok daha ötesinde, ışıksız bırakma ve doğru ile yanlışı ayıracak bir tanımlama mekanizmasını da onun elinden almıştır. İnsan için bu kopuş aslında insanın yeryüzünde kendi doğasıyla var olan bir varlık olma yönünü de ortadan kaldırmıştır.

Bir bilgi üzerinde yaşayan ile, bilgisi olmadan insana dayatılan yaşamı hakikat olarak görenler aynı olabilir mi? Allah’ın belirlediği rehberlik yegâne rehberliktir. Ondan dolayıdır ki biz Kendimizi Alemlerin Rabbi Allah’ın rehberliğindeki yaşama vakfettik işte bizim yolumuz budur diyebilecek cesarette ve erdemlilikte olanlar ancak varlık özlerinden kopmayanlardır.

Rabbim bizleri kendi rehberliğinde eğitilen ve kendi özleriyle varlık evreninde var olanlardan eylesin…Selam ve iyilik dileklerimle kalın sağlıcakla….

Tıpkı kendisini doğru yola çağıran arkadaşları (uzaktan) "Bizimle gel!" diye seslendikleri halde şeytanların ayartmasına kapılıp dünyevi zevkler peşinde körü körüne koşturan kimse gibi (mi olalım?)" De ki: "Şüphe yok ki Allah’ın rehberliği, yegâne rehberliktir ve biz, kendimizi bütün alemlerin Rabbine teslim etmekle emrolunduk,” Enam:71

Erol KEKEÇ/13.04.2023/ 15.40/Namazgah/İST