İnsan, insana özgürlük bağışlama yetkisini kendisinde nasıl bulur. Ne yazık ki yetki güç ve imkanlara sahip olan her anlayış başkaları üzerinde kendisinin sınırsız yetkiye sahip olduğuna inanır. Bu mütekebbirlikler devam ettiği sürece, büyük çoğunluğun karanlıklarda yaşadığına şahit olursunuz. Yani, insan kendi cinslerine karanlık bir yaşamı sunarken, kendisinin mükemmel bir varlık olduğunu ve yeryüzünde var olan tüm ayrıcalıkların kendisinin hakkı olduğunu düşünür. İnsanın böylesi bir anlayışa sahip olması, farklı bir yaratık olma yolundaki çılgınlıkları ve ihtirasları sonrasında oluşur.
Hep sorgularız neden insanlar bu kadar gaddar olabiliyor, kendisi güllük gülistanlık, bir eli yağda bir eli balda iken, bununla doyamayarak çevresindeki hemcinslerine yaşamı çekilmez kılar diye.İşte,insanın bu yönünü anlamak ve onun o yönünü rehabilite edebilecek değer sistemleri, yaşadığımız dünyada beşerin eliyle bulunabilecek bir anlayış ve yaşam olmadığını anlamamız gerekir. Çünkü beşer sadece kendi aklı ve dürtüleri ile böyle bir ihtirasın önüne geçemez. İnsan, kendinde var olan hastalıkların tedavi yollarını kendi oluşturduğu değerlerle çözüme kavuşturamaz. Ancak insan kendindeki sorunların oluşum şekli ve büyüme yollarının ne olduğunu bilen yaratanın yeryüzündeki kanunlarını keşfettiği zaman, bunların üstesinden gelebilecek bilgiye kavuşur. Bunun için de aklı ve yüreği doğru kodlamak gerekmektedir. Aklı ve yüreği yaratanın belirlediği sisteme göre kodlamadığımız zaman, insan kendi mütekebbirlikleri ile hakikati yakalayacağını sansa da asla ona kavuşamayacaktır. Ne kadar çok bilgi akışını ele geçirirse geçirsin, o akış yaratanın yarattığı o güzelim yaratılışın akış kanallarından doğru akmayacaktır.Onun için insan önce kendisini tanıyıp kendisiyle barış yapması gerekmektedir. Kendisiyle barış mukavelesine imza atan her insan, kendi dışındaki yaratılmışlarla uyum içinde yaşar ve onlara tepeden bakarak kendisini ayrıcalıklı konumda görmez. Bu süreci yakalayan ve doğru kodlama sistemini uygulayan her insanın geleceği çok aydınlık olur.
İnsanın yeryüzündeki halifelik makamı,ceberrutluk haline dönüşünce yaşam zindana dönüşüyor. Ne yazık ki ceberut olanlar mazlum olanların haklarını gasp ederek onları acınacak duruma getirebiliyorlar. Sonrasında da, haklarını gasp ettiklerine yeniden hak ve özgürlük dağıtıyormuş gibi kendilerini kurtarıcı olarak gösterebiliyorlar. Böyle bir yaşamın insanlığa hak ekseni üzerinde bir yaşamı getirmesini beklemek, insanlığın yok oluşunun habercisi olur.
O zaman ne yapalım ki, bu karanlıklardan bütün bir insanlığı aydınlık yarınlara taşıyalım? Karanlık hayatın, sürekli kobayı olmaktan kurtulamamış olanlar olduğu sürece, zulüm ve ezilmişlik insan için kaçınılmaz olur. Oysa insanların özgürlüğünü bahşeden sadece ve sadece yaratıcıdır. Ondan başka hiç kimse insanın özgürlüğünü elinden alamaz. İnsanın özgürlüğünün bütüncül yok olması, ancak ölümle gerçekleşir. İnsan ölmediği sürece özgürlüğünü elde etmek için başkasından emen dilenemez. Eman dilenerek özgürlüklerin kendisine verilmesini bekleyenler, insani bir yaşamın ne olduğunu anlamaktan uzak idrak yoksunu nesnelerdir ancak. İnsanın kendisine nesnesel bir yaşamı layık görmesi, ancak öznesel isteklerde bulunması onun çatışmalı bir ortamın nişan alınacak hedefi haline geldiğinin göstergesidir. İnsan kendisini herkesin nişan aldığı bir hedef olmaktan çıkarıp, mutlak özgürlük sahibinin merhametine bırakmadıkça bu yaşamın kurbanı olmaktan asla kurtulamayacaktır.
İnsan, yeryüzünün devam eden yaşamını yönlendirecek ve yönünü değiştirecek tek varlık olmasına rağmen, kendine yön bulmaktan aciz duruma gelmişse, bu sorumluluk tamamıyla kendisine aittir. İnsan kendi yönünü kaybettiği anda ona yön çizecek ihtiraslı cinslerinin kurbanı olmayı tercih eder. Bu tercih insan için yıkımın ve yok oluşun sinyallerini verir aslında...Bu kadar iddialı konuşmamın yegane sebebi, kendisi olmayı terk eden bir varlığın, onu farklı kalıplara sokacak olan herkesin hedef alanına girmiş olmasından kaynaklanmaktadır. İnsanlığın büyük çoğunluğu böylesi bir hayatta hiç olmayı tercih ederek kendinden kaçan bir varlığa dönüşmüştür. Çünkü kendisi olmak, ona büyük sorumlulukları ve özgürce yaşayacağı ortamı seçmesini ve bu seçimlerinin karşılık bulması için efor harcamayı beraberinde getirecektir. Ancak bu sorumluluklardan kaçan nesne olmayı göze alıp, bir özne gibi yaşamayı isteyen büyük kalabalıklar, asla arzularına varamayacaklardır. Arzular isteklerden oluşur, oysa irade ayağa kalmayı sağlayan tercihtir. İnsanlar tercihlerinin kurbanı olur, arzularının hayalleriyle var olurlar. Kurban olduğumuz hayat, bizim seçimlerimizdir. Hayallerimiz ile olmak istediklerimiz ise, başkalarına bağışladığımız hayatımızın ulaşamadığımız imkanlarında buluşma arzusudur. Bu arzularımıza kavuşmak için avazımız çıktığı kadar bağırmakla bunlara ulaşma imkanımız olmayacaktır. Çünkü iradeleriyle kurban olanlar, Arzu ve istekleriyle, motoru olmayan bir hayatı istedikleri amaçlarına ulaştıramazlar. Onun içindir ki, insan kendi cinslerinin kendisi için sınırlarını çizerek oluşturmak istediği bir yaşamın kobayı olmaktan kurtulmak zorundadır. Böyle bir yaşamın kullanılan kobayı olmamanın yolu, yaşadığınız ortamın aktif ve iradesiyle kendi görüşünü ortaya koymuş olduğunuz bir yaşam olması gerekir. Kendi iradeniz yaşadığınız hayatın herhangi bir yerinde aktif katılımcı bir üye değilse, köle olmadığınızı nasıl söyleyebilirsiniz? Köleler ne özgürlük bağışlayabilirler, ne de özgürlüklerinin olmadığına inanırlar. Onların özgürlüğü ancak kazığa bağlanmış bir katırın kazık etrafındaki merada otlanmasından farksızdır. Yani kendi kazıklarını kendileri tercih etmiş olanlar için, kazığının sahibinin kim olduğunun hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla insan Yaratıcının belirlediği Tilkedudullah'ın dışında kalan tüm kazıkların kendisi için çizilmiş dairenin odağı olduğunu bilerek onlardan bağımsızlaşması gerekir. Bu bağımsızlığını kazanamayan insanlarla bu dünyanın ifsata giden yönünü değiştirme imkanı yakalayamazsınız. Onun için önce insanı kendi ifsat alanından çıkarmak zorundayız. Bunun yolu yaratıcının Yeryüzünde bizi neden yarattığını ve verdiği sorumluluğun farkına vararak kendimize gelip, özgürlüğümüzü yok eden hak dışı tüm bağlayıcıları, ayaklarımızın altına almaktan geçer. Böyle bir iradeye sahip olanlarla çıktığınız yollar,staplize bir yolsa başlangıcı, ilerledikçe dört şeritli otobana döner. Böyle bir yolda yürümek isteyenlere naçizane çağrım, insan olduğumuzu bilelim ve niçin var olduğumuzu idrak ederek kendi özgürlük alanımız içinde, tüm yaratılmışların bize bağışladığı ortamların, kölelik bahşişi olduğunu bilerek irkilip kendimize gelelim...
Bize özgürlüğü bağışlayana sırt dönerek, bizimle aynı koşullarda olanlardan özgürlük hak ve eman dilenmek, insan için en zelil bir hayatın istenmesidir. Bize bağışlanan nimetleri, bağışlayanın dışında kimse alma hakkına sahip değildir diyerek, ayağa kalkamazsak, efendilerimizin değiştiğini, ancak bizlere verilen tercihli kölelik kimliğimizin değişmediğini görürsünüz. Zorunlu köleliğin bir yaşam biçimi olarak bize sunulmasından rahatsızlık duyuyorsak zaman özgür ve sorumluluk sahibi yeryüzünün halifesi olmanın vakarıyla bir yaşam ortaya koymamız kaçınılmazdır. Böylesi bir yaşam için kalbi ve beyni ile hazır bekleyen tüm kardeşlerimi aynı düşünce inanç ve azimle bu dünya ölçeğinde bir sorumluluk almaya davet ediyorum...Selam olsun onlara ki, onlar sadece Yaratanın önünde eğilir ve ondan umut ederler...
Hiç kimseden almadığım ve yaradanımın bana bağışladığı bu özgürlüğümü, onun Tilke hududullahı içinde kullanma hakkını bana bağışlamasından dolayı ona sonsuz şükür ve hamd ederek, sizlere selam saygı muhabbet ve dualarımı gönderiyorum kalın sağlıcakla...
Erol KEKEÇ/11.08.2022/20.00