21 Mart 2022 Pazartesi

ZULÜM BİZDENSE BEN BİZDEN DEĞİLİM

“Zulüm bizdense ben bizden değilim.” Bunu söyleyen şehit bana göre, farklı anlayışta olanlar olabilir, ancak ona rabbimden rahmet diliyorum mekânı cennet olsun… Bu sözün işlevini yerine getirecek bu veya buna benzer sözleri söyleme cesaretini gösteremeyenler, Müslümanım diye boş boş konuşmasın… İslam dosdoğru olma dinidir. Dosdoğru olmaya, her türlü çıkarı tercih edenlerin dini olsa olsa şirk dini olur. Şirk çeşitlilik ve ortaklıktır. Kimden faydalanıyorsan, o dine meyil edersin ve o senin dinindir. Bu hayatında meyil ettiğin ve olmazsa olmaz dediğin kaç tane ise, o kadar dinin ve ilahın var demektir. Allah’tan başka tüm ilahların hayatlarında cirit attığı toplumlar bir de Allah’a inandıklarını söylemiyorlar mı, işte o zaman Mutlak gücün gönderdiği din diye, kendi yaşamlarını ortama sunmakla kalmadıkları gibi, ismi kullandıkları için ilahi değeri de ortalıkta işe yaramayan modası geçmiş bir yaşam olarak ortaya koyuyorlar.

Böylesi basit çıkarlarının adını dava ve din diye ortalıkta anlatıp, ona inanmayanları da, davayı terk etmek ve dinden uzaklaşmak olarak yansıtmaları tamda Mekke Müşriklerinin diliyle birebir örtüşmektedir. Dolayısıyla bu din anlayışını Mekke’deki şirk dininden farklı görmek ne kadar da insaflı olur. Şirk dinlerinin en belirgin özellikleri, çok fazla ilaha yönelmeleri, kendi inandıkları basit sıradan dinlerini mutlak din gibi sunarak, insanların dinden nefretlerini artırmaları, ayrıca muvahhit Tevhit dinine karşı da her an alarmda beklemeleridir. Kendi menfaatlerine uymayan din ilahi olmuş olmamış hiçbir öneme sahip değildir. İlahi de olsa onların dini olmalı, kendi inandıklarının dışında daha değerli bir din olacak olursa, buna ilk inananlar da zaten kendileri olur. Onlardan başka kimse o dine inanma ve yaşama hakkına sahip değildir. Onun için tüm dini mesajlar onların ağzından kendi yaşamlarını destekleyecek nitelikte olmalıdır.

“Zulüm bizdense ben bizden değilim” diyemeyen ve zulmün mutlaka bilinmeyen hikmetli yanları vardır, biz onlara haiz değiliz diye düşünenlerin tümü bu şirk dininin içinde kendilerine bir yer arasınlar. Hiçbir bireysel çıkar, toplumsal menfaatlerin önüne geçemez, geçiyorsa o yaşamın adı zulümdür. Gemisini yürütenlerin kaptanlık yaptığı bir ortamda zulmün adı değişmiş olabilir. Her ne kadar işini çok iyi bilenler olarak adlandırılsalar da Allah’ın katındaki isimleri, çıkarcı, zalim, hak gaspı yapan ve insanlar arasını bozan bozguncu, ihtişamıyla insanları dünyaya meyil ettiren bir zalim olma vasfından çıkmış olmuyor.

İçinde bulunduğumuzu sandığımız değerleri savunduklarını iddia eden topluluklar, kendi içlerinden karanlıklar yayan bir cenah olduğu zaman, buna ses çıkaramıyor ve kol kırılır yen içinde kalır diyorlarsa, orası tepeden tırnağa zulümle kuşatılmış demektir. Durum böyle olunca, o zulmün bacası bulunduğumuz ortamdan tütüyorsa, işte o ortam bize haramdır. Dolayısıyla zulüm bizdense ben o bizden değilim rabbim buna şahit olsun…

Ey İman ettiğini söyleyenler size ne oluyor ki, mazlum mahrum ve hakları ellerinden alınmış, zulme uğrayanların yanında olmuyorsunuz. “Allah istiyor ki mazlumlara lütfedelim de onları yeryüzünün varisleri yapalım…”Oysa İman ettiğini söyleyenler hep güçten yana meyil etmekte üzerlerine yok çağımızda…”Zalimlere meyil etmeyin yoksa size de ateş dokunur…”Zalim olmayın değil uyarı, dikkatinizi çekmek isterim. Zalimlere meyil etmeyin diyen bir mutlak yaratıcı var, inandığını söyleyenler ise, hala ama lakin fakat şunlar şunlar var gibi laga lugalarla hakikate batılı karıştırarak hak gibi sunma derdine düşmüşler. “Haktan sonra Dalaletten başka ne var ki?” Ehveni şer diye diye zulmün genişleyerek yayılmasına neden olan menfaatperestlerin tamamı, şirk dinin tescilli üyeleridir. Batılın Hakkın yerini alma imkânı asla yoktur. “Hiç Hak batıl gibi olur mu?”  Peki, Hak için en tehlikeli algı ve yaşam, hakmış gibi hakkın arkasına sığınarak, Hakkın adını kendisine kalkan edinip, kalkanın arkasında her türlü batılı oynayarak, onu hak kalkanı ile gizleyenlerdir. Günümüzün en tehlikeli vebası da budur. Hiçbir batıl, batıl olarak insanlara yaklaşmıyor, batıl olarak yaklaşanlar doğrudan insanın fıtratında karşılık bulmuyor. Ancak Hakkın arkasına sığınarak gelen şirklerin hepsi karşılık bulmada zorlanmıyor. İnsan olarak etrafımıza bakalım hiçbir dolandırıcı sahtekârın sizi dolandırmak istediği zaman, bak ben seni dolandıracağım diye konuştuğuna şahit olan var mı? Bu işten ben de kazanacağım ama küçük imkânlar, asıl kazanacak olan sensin, bak bu senin geleceğin, geleceğini asla karartma bir kereden bir şey olmaz vs. diyerek elindekini zaten bir defada alır ondan sonra sen gökteki yıldızları sayarsın arkasından…

Bu defa da olsun başka olmaz diyerek, kaç bu defaları gerilerde bıraktığınızı hatırlayanlar var mı? Hep bu olsun başka olmaz diye diye hayatımız batıl güçlerin ve zalimlerin istila alanı haline gelir. Ondan sonra bizler o bu defaların yılmayan savunucuları olup çıkarız, tarafımız belli olsun diye bir yaldızlı cümle ezberleriz, tabi tarafın ne olduğunu bilmediğiniz için, zalimlikte level atlama yarışında, hep en önde koşmayı kendinize yapılacak en büyük kıyak olarak görürüsünüz. Oysa zalim bizdense ben bizden değilim diyebilmek yürek ister. Hem de tertemiz, berrak, katıksız yaratıcıya hesap verebilecek bir yürek… Bu yüreğe sahip olmayanlar, Allah’ın dini içinde bir yer almayı bırakın, o dinin genetik dokusuna zarar verenlerle birlikte olup, onu yaşam alanında bir öcü haline getirirler. İnsanların toplu kitleler halinde dinden uzaklaşmalarının temel sebebi, Yezidin din algısının, günümüzde de çok ciddi geniş kitlelerin yaşam alanlarını işgal etmesinden kaynaklanmaktadır. Allah’ın hayata hükmeden kitabına sırt dönenlerin yüzüne, Allah’ın hiç bakmayacağı gün gelmeden önce; insanoğluna hatırlatmak her daim merhamet sahibi kulların şiarı olmalıdır. “Ey zulüm ve günah işlemekte aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin, muhakkak ki Allah, günahların hepsini bağışlar. Ölüm size gelip çatmadan önce rabbinize dönün ”Rabbimizin, tüm günahları yaşam alanı içinde son nokta konulmadan bağışlamayı vaat ettiği bir yaşamda, bizlere düşen sorumluluk, elbet hem kendi nefislerimize hem de günah işlemekte aşırı giden günahkâr zalim kullara hatırlatmak görevimiz olmalı. Bunu hatırlatmak insan olmanın gereğidir. Dur bakalım yanlış yapılsın da görelim onun burnu nasıl yere sürülecek demek şeytanla el sıkışmış, insan şeytanlarının işidir.

Zaman çok hızlı, insan tam tersi, değişmek için çok yavaş, hele bunları da yapalım ondan sonra daha güzel olacak diye diye, kötülüklerin her gün daha fazla kökleşmesine katkı sunar. İnsanın bu umutsuz ve çözümsüz denklemin her daim uygulayanı olmaktan kurtulmasının yegâne yolu, kayıtsız şartsız gönülden yürek coğrafyasını kuşatacak şekilde Allah’a dayanması ve iman etmesidir. Yürek coğrafyası, Allah’ın rahmeti, izzeti, ikramı adaleti ve mürebbiligi ile yumuşamazsa; o coğrafya her türlü haşeratların orayı işgal etmesine sebep olur. Haşeratların yuva kurduğu bir yürek, Hiç Allah Allah diye atar mı? Siz sözlerde olana değil, Kalplerde olana Allah’ı şahit tutun eğer Allah’ı seviyorsanız.

“Zulüm bizdense ben bizden değilim ”Kol kırıldıysa yen içinde kalmasın çıksın dışarıya belki bir tedavi yöntemi bulunur. Gemisini kurtaranları kaptan olarak ilan ediyorsanız, bırakın tüm gemiler batsın; elbet bir gün tüm insanları taşıyacak gemileri kurtaran kaptanlar çıkacaktır. Bal tutan parmağını yalıyorsa o parmakları kırın ki, balı üstüne başına dökmeden taşıyanlar gelsin. Kendisini ayrıcalıklı görenleri ayırın ki, toplumun ayrılmaz olduğu anlaşılsın. İnsanı yaşatmaya önem vermeyenleri geçin ki, yaşatanlar hem yaşasın hem yaşatsın. Yanlışı yanlışla kıyaslayarak, tarafının yaptığı yanlışlara masumane bir meşrulaştırma ortamı oluşturmak isteyenleri geçin ki, meşru olmayan yanlışların kökü kazınsın. Adaletin yanında olunuz ki, adalet sizi bulsun… Dini olan zalimleri dini olmayan adillere tercih edin ki, din bir zulüm aracına dönüşmesin… Bireysel ferdi ibadetleri alışılmış bir jimnastik gibi tekrarlamayı, adaletsizliğe kalkan edinmeyin ki, Adalet, yaşadığınız ortamlara ışık saçsın…

“Zulüm bendense ben bizden değilim…”Filistin’de Siyonist İsrail’in tankları altında şehit olan bu yürekli kadın insanlığa bir ders verdi Hüseyin’den sonra… Ama Müslümanım diye her ortamda geniş alanları doldurup suya sabuna dokunmayanlar, bize ancak zulmün nasıl desteklenirse daha iyi kök salacağını öğrettiler. Zulme boyun eğmeyen adam gibi Müslümanlar da, bu cesaret ve mücadelelerinin karşılığını canlarıyla ödeyerek şehit oldular. “Gidenler Hüseyni bir iş yaptılar, Kalanlar Zeynep’i bir iş yapmalıdır, Yapmıyorlarsa Yezididir. Yezidin ordusunda olup ta mal mülk ve servetle Şam’a dönmektense, Hüseyin’in yanında olarak rabbimin Huzuruna alnı ak yüreği berrak adam gibi bir Müslüman olarak şehit olup gitmeyi tercih ederim diyebilecek yüreklilikte, Hür Gibi Hürler lazım günümüzde… Hür olamayan ve olmayı göze alamayacak olanlar, zulmün boyunduruğundan asla kurtulamazlar. Zalimlerin zulmü ellerindeki megafonları sayesindedir. Sessiz zalimlerin, güç sahibi zalimlere olan meyilleri bitmediği sürece hep birlikte ateşe yolculuk dur durak bilmeden yol alacaktır.

“Zulüm bizdense ben bizden değilim” Hüseynin şu yiğit mesajını tarihin karanlık sayfalarından, Kerbela’nın kızgın kumlarından alıp, günümüze getirip herkesin geniş ve büyük ekranlarda göreceği şekilde, büyük puntolarla yazıp meydanlara asmak boynumuzun borcu olsun…

Ey Hüseyin! Gel sen de Yezide biat et kurtul, nedir bu gururun ve kibrin biliyorsun ki Yezidin her şeyi var, orduları sarayları korumaları sen bu halinle onunla nasıl baş edeceksin, biz de biliyoruz ki senin söylediklerin doğrudur, âmâ bizim karnımızı Yezit doyuruyor diyen şahıs, Sad. Bin Ömer (Sad. Bin Ebu Vakkas’ın Oğlu)’e Hüseynin cevabı çok manidardır. Ey Ömer! sen sanıyor musun ki ben kibrimden ve halife olmadığım için biat etmiyorum. Ben Bu Yezit zalimine biat edersem, Yezidin zulmü ile Bu din birbirine karışarak bu kumlarda birbirinin içine girecek, sonradan oluşan rüzgârla bu kumlar dünyanın dört bir yanına gidecek ve bu din Allah’ın Dini Ve Dedemin mesajı insanlığa zulmeden bir din olarak miras kalacak. İşte ben bu biati yapmayarak, bu değerler ile yezidin zulmünün aynı olmadığını insanlığa miras bırakmak için mücadele ediyorum. Belki bizim kanlarımız bu kumlara akacak ama şunu biliniz ki, bu kanlar insanlık boyunca nice çiçeklerin filizlenmesini sağlayacak rabbim bizi kendisi için dosdoğru yaşatıp zulme başkaldırdığımız için şehit olarak canımızı alırsa seve seve buna hazırım. Âmâ Yezidin zulmünün meşrulaşması için insanlığa kötü bir gelenek bırakmak asla benim işim değildir. Dediği anda Sad Bin Ömer komutasındaki binlerce ordu içinden, Hür bir anda Hüseynin yanına geçer ve ilk kılıç sallayanlardan olur.

“Zulüm bizdense ben bizden değilim ”Hür gibi zulüm içinde can vermekten Allah’a sığınan bu sözün asil sahibine rahmet ve merhamet dileklerimi iletiyorum…

İslam dünyası olarak bilinen topraklarda böylesi bir zulmün, taraftarların eliyle yaşayıp devam ettiğine hepimiz şahidiz. Hangi coğrafyada olursa olsun adı nedir diye bakmadan, zulmün her türlüsünün karşısında adam gibi dimdik ayakta duran ve sadece Allah’a secde eden, zalimlere karşı kıyam eden kullardan eylesin rabbim bizleri…

En değerli şeylerini Allah için vakfetmeyi göze alamayanlar, asla iyiliklere ulaşamayacaklardır. Bu Allah’ın kesin vaadidir. Çıkar gemisinden inip, Hakikat iskelesine yanaşan Nuh’un Gemisinde yerini almayan yolcuların tümü Titanik gibi batmaya mahkûmdur.

“Zulüm bizdense ben bizden değilim, ”Rabbim sen söylediklerimize şahit ol ki, yeryüzünde Hakkın ve adaletin tecellisi ve mazlumların yaşam haklarına kavuşması, mal ve mülkün insanlar arasında yaygınlaşıp herkesin insanca yaşayacağı bir güne kavuşacağı güne ulaşması için, dinli dinsiz tüm zalimlerle mücadele edeceğimize söz veriyoruz, bu söylediklerimize sadık kalacağıma sen şahit ol Allah’ım…

Yerin ve Göklerin rabbi bir ve tek olan Allah’tan sakınmayan ve çekinmeyen zalimlerden ben çekinir miyim? Ey cahiller yoksa siz bana Allah’tan başkasına kulluk yapmamı mı emrediyorsunuz?  “ Ben beni de sizi de yaratan Allah’a kulluk ederim, onun için “Ben Müslümanlardanım diyerek sadece Hakka çağıranlardan olmayı tercih ederim.” “…Ben Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan Müslümanların ilki olmakla emrolundum.” “….Müslümanım dedikten sonra sadece Allah’a çağırandan daha güzel sözlü küm vardır…” 

Bu uyarılarımız Müslüman olduğumuzu söylediğimiz halde, inandığımız değerlerle yakından uzaktan alakası olmayan ortamları, İslam’mış gibi savunur duruma geçip, zalimlere neden meyleder insan. İnsanın bu gafletini biraz olsun sorgulayarak kendisiyle yüzleşerek yaşadığı değerleri bilerek yaşamasına katkı sunmak amaçlı kaleme aldığım bir makaledir. Burada amacım, herhangi bir şahıs ve yaşam örnek alınmaksızın doğrudan tarihi örneklerle yaşamlarımızın sorgulanmasını, üzerine oturduğu dinamiklerin biraz havalandırmasına katkıda bulunmaktır. “Rabbim bizi hayırda yarışanlardan eyle,…. Daha önce yaşamış olan mümin kardeşlerimize karşı kalbimizde bir kin bırakma! Rabbim bizlere doğru ile yanlışı birebirinden ayırabilecek kabiliyeti ver… Sen her şeyden münezzehsin hamdımız sadece sanadır.

“Zulüm bizdense ben bizden dediğim…”Zulmün olmadığı, adaletin çiçeklerinin açtığı bir dünyanın oluşması için her ferdi, kendi ortamlarımızdan başlayarak, adil yaşamın tohumlarını ekmeye davet ediyorum… Adaletin olmadığı yaşamlar omurgası bitmiş organizma gibidir ve yerde sürünmeye mahkûmdur.

Selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle!

Erol KEKEÇ/20.03.2022/22.00

DEMİR TAVA GELMEDEN KÖMÜR TÜKENİRSE!

 Öyle zamanlarım oluyor ki yaşam içinde, kendimi kritik kütle gibi görüyorum… Işıklarda durmaktan yorulmuş olan yayalar kalabalıklaşınca nasıl ışığın yanmasını beklemeden hemen yola dökülerek üzerlerine gelen arabayı hesaba katmadan büyük bir cesaret sahibi oluyorlarsa, ben de öyle durumlarda üzerime gelen tehlikeleri hiç dikkate almadan dalmak istiyorum en tehlikeli noktalara!

Zaman çok hızlı ilerlerken, hayat yolunda her an kırmızı ışık sürekli yanabilir endişesiyle kendimi kritik kütle gibi görüp hayatın her noktasında olmak isteyen, önüne geçilmez kenetlenmiş bir topluluk gibi hissediyorum. Bu duyguların, coşku ve heyecanımı zirvelere çıkardığı bir anda kendimi, kendim dışındakilerle buluşturmak için sokaklara çıktığım an, hayatın tüm ağırlığı üzerime çöküyor ve kendimi tam bir depresif hasta gibi hissetmeye başlıyorum. Acaba benim gibi, farklı yerlerde mani melankolik yaşayanlar var mı diye sormaktan da kendimi alamıyorum. Aslında anlatmak istediğim kendimle yaşarken tam bir mani durumunda kritik bir kütle olup çıkıyorum, âmâ başkaları için yaşamak gerektiğini de düşünerek, diğerleri için düşündüklerimi gördüğümde, bir anda melankolik hasta oluyorum. Elim ayağım tutmaz oluyor ve bunu hak etmeyenler için neden bu kadar kafa yoruyorum diye, neredeyse Âdem aleyhi selama yüklenilen günahların hepsinin sorumlusu ben mişim gibi kendimi kınamaktan gına gelmeye başlıyor.

Merhum Üstat Sezai Karakoç’un, “Her hareket bir insanın ayağa kalkmasıyla başlar ”dediği bu güzel özlü sözü düşündüğümde acaba reel ortamlardaki insanların sürü psikolojilerini hiç dikkate almamış olabilir mi acaba, diye sorgulamaktan da kendimi alamıyorum. Hakikaten, sözler söylendiği zaman çok güzel, ancak bunların yaşam alanında bir testini yapmak istediğinizde, bu güzel sözler çoğu zaman elinizde patlıyor.

Her şeye rağmen kritik kütle olarak kalmaya razıyım, yoksa kendimle savaşmaktan kendimi de imha edebilirim. Beynim, yüreğim, duygularım, duyumlarım hayallerim ve yaşadığım ortam arasında, her an durmayan ve dinlenme molasına hiç ihtiyaçları olmayan savaşların verildiğine tanık oluyorum. Tek bir fert olarak düşündüklerimi, toplum gibi yaşayıp kendim dışında olan olumsuzlukları dikkate almadan ve etkileşimden sarsılmadan bir yaşam ortaya koymaya çalışsam da, fizik kurallarındaki sürtünme kuvveti bazen bizi yavaşlatabiliyor, sonrasında yer çekiminin etkisine yenik düşerek, mücadele ruhumu yaralayabiliyor. Bunlar olur mu yahu diyenlerin olması mümkün, ancak olur mu soruna verilecek cevap ise mümkündür. Neden mümkün, Bir insan olarak Yaşadığımız alan, bizim için verilen özellikleri etkileme gücüne sahip olduğundan böylesi sonuçlarla karşılaşmakta gayet doğal olabiliyor. Ovanın ortasında yapraklarıyla gürleyen bir kavak ağacı düşünün, kendi kökü üzerinde durmasına rağmen öyle olur ki, esen rüzgârın etkileme yönüne doğru eğilir yatar ve rüzgârdan sonra tekrar doğrulur. Ama onun hareketini sağlayan rüzgârdır. O rüzgârın etkileme gücü olmasa, ağacın hareket kabiliyetine şahit olamazsınız. Rüzgârın şiddeti çok olduğunda ağaç bazen kırılabiliyor, toplum ile fert arasındaki ilişki durumu da böyledir.

Fikir insanları, yöneticiler, sosyal ilişki yönü güçlü olması gereken mesleklerin durumu rüzgâr ile kavak ağacı arasındaki ilişki gibidir. Toplum hep uyuma modundaysa, toplumdaki bir yönetici ya da fikir adamı ürettiklerini kime sunması ve ne için mücadele etmesi gerekir çoğu zaman bir paradoks yaşar. Âmâ toplum düşünen sorgulayan doğru ile yanlış arasındaki çizgileri fark eden ve daima bu çizgilerin açıkta olması için çaba harcıyorsa, yöneticileri onlardan bağımsız veya onları hiç dikkate almadan bir yaşam ortaya koymaz ve de koyamaz. Aksi yönde bir tavır geliştirirse, rüzgârın şiddetinin kavak ağacını söküp götürmesi gibi, toplumun rüzgârının da kendisini yok edip imha edeceğini bilir. Onun için kendi yaşamını ve geleceğini durup dururken riske atmaz. Toplumdaki homurdanmalar yönetenlerin ortaya koydukları olumsuzluklardan kaynaklanıyorsa, o halde neden insanlar öylesi yöneticilerine karşı hiçbir ses çıkarmazlar. Zaman zaman insan fizyolojisi içine sindiremediği besinlerin verdiği rahatsızlıklardan kurtulmak için, içine biriken gazları dışarı atıp rahatlamak ister, geğirir ve rahatlar bir daha ki gaz birikmesine kadar. Dolayısıyla metabolizma bu yöntemle yaşamını devam ettirir.

Toplumsal yaşamda kitlelerin içinde de buna benzer ciddi toplumsal gazlar oluşmaya başlar, bu gazlar atılmadığı zaman rahatsızlık sizi yer bitirir. Bunların çabucak boşaltılması gerekir. Toplumlarda oluşan bu gazları boşaltarak insanlara o gazın hiç etkisi olmamış gibi farklı seçenekler sunarak onları normal alışılmış hayatlarına tekrar döndürmenin yolu, yönetenlerin, tebaasının zaafını çok iyi tespit etmesiyle ilişkilidir. Bu zaaflar her gaz birikmesi dönemlerinde ustaca kullanılır ve insanların gazı alınır, toplum yeniden kaldığı yerden iki ileri üç geri adım atmaya devam eder, körler sağırlar birbirlerini ağırlayarak, yol alıp giderler.

Dolayısıyla hiçbir olumsuzluk durup dururken bir toplumun başına gelip talih kuşu gibi konmaz. O talih kuşunun konacağı yuva hakikaten o kuşu ağırlamaya uygunsa talih kuşu gelip orada gönül huzuruyla uykuya dalar. Ataların bazı sözleri, hakikaten yaşam deneyimlerimiz oluştukça, daha bir anlam kazanıyor.” Böyle saça böyle tarak” gibi mesela. Tarağın üzerinde üç dört tane diş kalmış, adam diyor ki, bu tarağı yeni mi aldın, evet peki bunun hali ney dediğinde, siz ona diyorsunuz ki zaten kafamda saç mı var, kafamı kaşımak için aldım diyorsunuz. Yani sizin kafanıza uygun bir tarak almış oluyorsunuz. İşte, hayat tam da böyledir. Tarağın dişleri yoksa sizin kafanızda da saç yoktur, tarak çok güzel ve görkemli ise, kafanızdaki saça önem verdiğiniz için öyle bir tarağı almış olabilirsiniz.

Kendi toplumumuza biraz yaklaştığımız zaman, nelere şahit olmuyoruz ki bu bağlamda. Halk devletin yaptığı zamlardan şikâyet ediyor ama kendisi kiracısına 1000 liraya verdiği daireyi 3000 liraya çıkarıyor. İnsanın alım gücü belli 4000 bin lira maaş alıyor, gelmiş sadece oturduğu evden kira olarak bana 4000 lira vereceksin hayat zorlaştı diyor. Be hey adam(san),hayat zorlaştı diyerek seninle ilişkili olan bir insana hayatı daha da zorlaştıran sensin, sen ona kolaylaştır ki, bir başka yerden de senin hayatın kolaylaşsın. Hale, sebze meyve geliyor, oradan alıp satıyor. Üçe aldıysa 13’e satıyor yahu kardeşim bu nasıl iş, böyle bir satış mı olur dediğiniz zaman, her şey pahalandı, gübre ilaç, nakliye, toplama işçiliği aklınıza gelmeyen gerekçelerle kendisini haklı çıkarmaya çalışıyor. Oysa o bahsettiklerinin hepsini üretici ödüyor ve ürettikten sonra, hale 2,5 liradan vermiş bu da gidip halden alıp getirip tezgâhına koyup satıyor. Kendisi bunu üç liradan almış, Halci kiloda 50 kuruş kazanmış, kendisi de 5 liradan satsa, o ana kadar kazananlardan çok fazla kazanmasına rağmen, gözü aç, raf fiyatını koyuyor 13 lira; be hey Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz bari kendinden birazcık utan, ama nerede!

Bir başka taraftan yönetime bakıyorsunuz, otomatik ayarlama sistemi ile zamlar koyuyor, süratlendikçe zam da süratleniyor. Ne kadar çok tüketirsen o kadar çok ödeyeceksin… Çok çarpık bir algı var orada, mesela bir adam gitse lokantaya bir porsiyon yemek yese sürekli müşteri ise normal fiyattan yer, ama adam her gittiğinde üç porsiyon tüketiyorsa, normal fiyattan pazarlık yapar, satıcı sürümden kazandığı için indirim yapar. Oysa bizim devlet tam bir mantık tutarsızlığı içinde uygulama yapıyor ve herkeste bunu yiyor. Yahu bunlar deli Dumrul’da bile yok… Yani şuraya getirmek istiyorum, rüzgâr çok yıkıcı, kavakta rüzgârla yarış halinde ise, oradan size bir fayda olmaz. Sadece kendi kendinizi yer bitirirsiniz.

Böyle ortamlarda ne kırmızı ışık belli ne yeşil ışık kimin ne zaman nereden geçeceği belli değil, her an karşınıza bir tır çıkıp size toslayabilir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, içimdeki hislerim bana hep kritik kütle teorisine göre yaşamam gerektiğini söyledi, o da bana yalan söylemiş; oysa kırılan sadece benmişim; bunu ancak kütlelerin moloz yığını haline gelen inşaat atıkları gibi, onları toplayıp atacak bir çöp kamyonunun gelmesini beklediklerini gördüğüm zaman anladım.

Fikirler, fikredenler içinde anlam bulur. Bir eserin muhteşemliğini idrak edecek ve onun estetik uyumunu kavrayıp ona muhteşem diyecek süjeler olduğu zaman anlam kazanır. Yani değerlendirme kriterine uygun ölçeğin olmadığı bir yerde, herkes ölçüyü şaşırır ve ölçüsüz bir hayat yaşar. Ölçüsüzlüğün olduğu yerde nesneye dönüşen hayatlardan, siz bir hareket devinim ve tutarlılık beklerseniz sadece beklemiş olursunuz. Onun içindir ki, öncelikle bu toplumda ölçünün şavkının kaydığı görülmeli ve o düzelmeden, olumlu bir yola girmenin imkânsızlığı kavranmalıdır. Ben bunu fark ettiğim anda, kritik kütle teorisinin hayatımda beni yoran en önemli bir kural olduğunu anladım, ondan sonra kendimle barışan beni oluşturmaya çaba harcıyorum. Bilmiyorum ömür yeter mi yetmez mi? Bildiğim bir şey oldu en azından, bir varlık kendisi için Bila bedelsiz ne fedakârlıkların yapıldığının farkına varmıyorsa idrak sahibi olarak, onlar için sarf edilen her eylemin karşılığı sadece ömür tüketir. Ömrünüzü değmeyecek olanlara harcamayın anlamlı hayatlar için harcayabileceğiniz sermayeniz kalsın…

Son olarak şu veciz sözle satırlarımı noktalıyorum.” Demir tava geldi ateş tükendi, akıl başa geldi ömür tükendi…”Rabbim kimsenin aklını ömrünün tükendiği dönemde çalışır duruma bırakmasın… Erken kalkan yol alır, yol almak için, vakit geçmeden, henüz gün batıda seyrederken kendimize gelmenin vakti olsun, yoksa gün batıdan doğarsa yapacak bir şey bulamayacaksınız!

Selam saygı muhabbet hürmet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/19.03.2022/02.43