Ülkenin içinde bulunduğu bu karmaşa sürecinden, sanıyorum aydınlık ortamlar doğacak gibi geliyor…6 Muhalefet partisinin parti programları ve ideolojik yaklaşımları farklı olmasına rağmen, bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra, toplumdaki farklı kanatları temsilen bir araya gelmeleri, batıdaki toplum sözleşmesini aklıma getirdi.
Her ne kadar farklı sesler yükseliyor
olsa da, ben biraz olumlu taraflardan bakmak istiyorum. Son yirmi yılın
siyaseti çatışma üzerine kurulmuş bir politik anlayışla varlığını sürdürdü.
Özellikle MHP ve Ak Parti ortaklığından sonra tamamıyla çatışma eksenli bir
süreç oluştu. İnsanların bir araya gelerek bir paylaşımda bulunmaları sanki
iktidarın altını oymak gibi anlaşıldı ve her ortamda en üst perdeden sürekli
çatışmacı bir dil kullanıldı. Gezi olayları sırasında Devletin tepesi ortalıkta
var olan olumsuz bir durumu, yatıştırması gereken dil yerine, ben %50’yi evde
zor tutuyorum diyerek, toplumsal çatışma sinyallerini hep gündeme getirdi. Bu
sözleri ifade eden Sayın RTE’nin karakteri, kişiliği ve duruşu dışarıdan bakıldığı
zaman öyle anlaşılabilir, ancak öyle demek istememişti de diyebiliriz; ancak
sizin tavrınızın ne olduğundan çok nasıl anlaşıldığınız önemli olduğu için,
anlaşılan dil, çatışmacı bir dil olduğu herkes tarafından rahatlıkla fark ediliyordu.
Bu çatışma ekseninde kurgulanan politikanın, neo liberal bir ortamda devam
etmesi ve uzun soluklu toplumsal bir anlayış olarak kabul görmesi öyle kolay değildi.
Bir taraftan özgürlüklerden bahsedeceksiniz, diğer yandan baskı ve dayatmalarla
insanların özel ve özgürlük alanlarını her koldan kontrol altına alacaksınız,
sosyal paylaşım ağlarındaki düşüncelerin ifadesinden dolayı gerekli cezai
durumlar oluşturacaksınız. Tüm bunlar ve bunlara karşı bilenen farklı uçlar
arasında çatışmaların gittikçe hacim olarak genişlediği bir dönemde, muhalefet
partilerinin bir araya gelerek ortak bir metin üzerinde görüş birliğine varmak
istemelerini şahsen ben önemsiyorum…
Ancak bizim ülkemizin, sürekliliği
olan ve her dönemde de devam edecek bir kaderi var. Bu kader, yönetime kim
gelirse gelsin, yönetime gelenlerin gücü ele alınca kendisi dışında kalanları
terörle bağlantlandırarak açıklaması, çok kötü bir bahtsızlıktır. Yani kim
iktidarsa bu ülkede iktidar dışında kalanların sesi yükseldiği zaman terörist
damgası yemesi o kadar kolay olmaktadır.90 yıllarda muhafazakâr dindarlar bu
kavramla anlatılırdı her ortamda. 80’li yıllar öncesinde sol kesim ve kısmen de
Milliyetçi ülkücü kanat, bu kavramla anlatılmadı belki, ama anarşist diye
anıldığını herkes bilir. O dönemdeki anarşist terör anlamına geliyordu. Bu
kavramın muhatapları Ak parti iktidarı döneminde değişti, hatta çok daha
kapsamlı hal aldı. O gün belli bir ideolojik grup terörist olarak anlatılırken,
bu gün iktidarla uyum içinde olmayan ve sesini yükselten herkesim için
rahatlıkla kullanılır oldu. Vatan hainliği çok ucuz oldu ve her ortamda hemen
karşınıza çıkabiliyor, yani güce sahip olan iktidar yanında değilseniz veyahut
ta eleştirel bakış ortaya koyuyorsanız toptan imhacı bir tavırla
karşılaşabiliyorsunuz; arkasından hemen vatan hainliği mührü sırtınıza
basılabiliyor.
Bu algıların oluşmasının temelinde
çatışmacı bir politik algının olduğunu görmek gerekir. Toplumu yönetenlerin
doğrudan söylemediği bu ayrıştırıcı ifadeler aşağılara ininceye kadar terörist
vatan hainliği şeklinde karşılık bulabiliyor. Hatta gerekirse kızgın kitleler
tarafından linçle karşı karşıya kalma ihtimalinizde olabilir. Bunları
yatıştırmak ve politikadaki dili çözümleyerek yeni bir dil kullanarak, toplumu
manevi değerler ve mana bütünleşmesi etrafında yeniden toplamak gerekir.
Çatışmacı dil, taraftar toplama açısından bakıldığı zaman, belki olumlu bir
dilmiş gibi gelebilir, ancak pragmatik yönü bir tarafa bıraktığımız zaman,
toplumsal bütünlük ve ülke dışından gelebilecek tehlikelere karşı zayıflatıcı
ve parçalamaya dönük bir dildir. Onun içindir ki bu çatışmacı politik dilin
yerine farklı bir dilin geliştirilebileceği umudunu taşıdığım için önemsiyorum…
J.J Rousseau, Woltaire, J. Locke gibi
önemli düşünürlerin “Toplum Sözleşmesi “olarak anlattıkları siyasal düzen gibi,
bir toplumsal düzen oluşturmak için bir fırsat olabilir mi, neden olmasın? 6
Muhalefet partisinin bir araya gelmesini bu açıdan değerlendirdiğim zaman biraz
umut taşıyorum. Ancak İktidardaki Tayyip Erdoğan’ı devirelim de sonrasında
ülkenin yönetimini aramızda pay ederiz şeklinde bir yakınlaşma ise o zaman söylenecek
söz yoktur. Ama toplum Sözleşmesi olarak değerlendirirsek o zaman üzerinde
biraz durmamız gerekecek…
Hiçbir toplum, tek tür düşünceden
oluşan insanların bir arada yaşamasıyla oluşmaz. Toplumu, toplanma merkezi
olarak ele aldığımız zaman, bu toplanma alanında her düşüncenin temsili mümkündür,
âmâ kimisi az, kimisi normal, kimisi de tam içinde kendisini bulacağı bir
anlayışı destekler. Çünkü sizi ve düşüncelerinizi aynısıyla yansıtacak bir
ortamı bulmakta zorlanabilirsiniz; ama size yakın olan bir oluşum içinde kendinizi
ifade etmeyi isteyebilirsiniz. İşte böyle farklılıkların çoğunlukta olduğu ve
gittikçe de daha fazla ayrışmaya gidilen dönemde bunları, 6 farklı partiyle
temsilen bir araya gelip, toplumsal gerilimi hafifletmeye çalışmak bana göre
kayda değer bir çıkıştır. Çünkü bu çıkış olmadığı zaman insanlar kendilerini
dışlanmış, ötekileştirilmiş ve sürekli toplumsal yaşamdan pay almaları gereken
bir çatışma ortamı içinde, yaşadıklarını düşünecekler. Bunları önlemek ve
insanları toplumsal yaşamın içine çekerek sistemi sahiplendirerek sistemle
entegre etmek için atılan olumlu adımlar olduğuna inanıyorum. Muhalif
partilerin bir araya gelerek bir deklarasyon açıklaması, Toplumun tüm
kesimlerine sistemi sahiplendirme olarak görüyorum.
Muhalefetteki bazı parti liderlerinin
açıklamalarını dinlediğim zaman, kendi aralarında birinin düşünceleri altında birleşmediklerini,
herkesin kendi bütünlüğü ile, o oluşum içinde bir araya geldiklerini
anlattıklarını gördüm. Bu durum çok iyi bir gelişmedir. Yani toplumsal yaşamın
farklı unsurları, ortak hazırlanacak bir metin üzerinde anlaşarak
yaşayabilecekleri ortamı oluşturabilecekler demek ki; Bu bizim toplum için
olağanüstü bir gelişme olur gerçekleşirse. Farklı unsurların bir arada olması
her zaman toplumsal yaşam için olması gerekendir. Benzerlikler veya aynılıklar
genel olarak kabul gören bir oluşum olmuş ise, orada yanlışların hainliklerin,
olumsuzlukların ardı arkası kesilmez. Ama farklı unsurlar daima birbirinin
kontrol mekanizmasıdır. Bunu daha net anlatacak, geçmişte Anadolu’da yaşanmış
bir olayı anlatmak isterim. Almanya’da işçi olarak çalışan bir köylü, yazın
köyüne geldiği zaman, kendisiyle araştırmacı olan bir Alman arkadaşını da
köyüne getirir. İki hafta Alman arkadaşı köyde kalır, köylülerle tanışır
onların içine girer onlardan biriymiş gibi bilgi edinmeye çalışır yani
katılımlı bir gözlem yapar. Herkesin olduğu ortamda köylülere kaç tane
traktörünüz var der. Köylüler hepimizin traktörü var derler. Oysa üç beş tane
ancak traktörleri olmasına rağmen hepimizin traktörü var derler. Misafiri
uğurladıktan sonra kendi köylüleri olupta Almanya’da çalışan arkadaşları onlara,
sizin o kadar traktörünüz yok ki niye öyle söylediniz dediğinde, elin gâvuruna
karşı rezil mi olalım diye cevaplarlar. Buradaki inceliğe dikkat edersek kendi
aranızda normal olan bir durum başka birisi olduğunda ona karşı daha farklı
tavırlar içine girebiliyorsunuz. Bunu okullarda görmekte mümkündür. Sade kız ya
da sade Erkek liselerinde kontrol daha güç sağlanırken, karma okulların kontrolü,
biraz da öğrencilerin kendi içinde olmaktadır. Onun için farklı düşüncelerin
toplumsal kurumlarda yer almasından çekinmemek lazım, bu durum sistemin
devamlılığına katkı sunmakla kalmayıp, sistemin kaçak ve kayıplarını da aza
indirger.
Muhalif politikacıların bir araya
gelmesi farklı kaçakları tıkamaya dönük bir çaba içinde olduğunu görmek lazım.
Kol kırılır yen içinde kalır anlayışını imha etmek için bir fırsat olduğunu
düşünüyorum. Onun için de Türk siyaseti açısından olumlu sonuçlarının olacağına
inanıyorum.
Politika, bir ideoloji, din ve etnik
köken üzerinden yapılıyorsa, o bakış çok küçük ve toplumsal yaşamı kuşatmaktan
aciz ve cılızdır. Siyasetin, Siyasi bir söylem olan Ortak yaşam alanı
oluştururken, bu alanda herkesin kendi varlığını özgürce yaşaması, başkasının
hak ve hukukuna tecavüz etmemesi için Toplum sözleşmesi oluşturması kaçınılmazdır.
Toplum sözleşmesi, farklı programları olan ve farklı kitleleri temsil eden
siyasi partilerin, kendi programlarını asgari düzeye çekerek ortak alan için
azami müştereklerde anlaşarak hukuken herkesin uymak zorunda olduğu toplumsal
nizam için gerekli ilkeleri hayata geçirme antlaşmasıdır. Bunun uygulamaya
geçmesi demek, toplumsal yaşam içinde kendisini öteki gören kimse olmadığı gibi,
kendisini ayrıcalıklı bir yerde görecek kimse de olmayacaktır. Yani devletin kurumları
ve hukukun kuralları herkese aynı düzeyde yakın ve uzak olacaktır. Hukuk sadece,
insanların toplumsal düzene yönelik olumsuz eylemlerini ve başaklarının yaşam
ve imkânlarını ortadan kaldırmaya dönük faaliyetlerini önlemek amaçlı devreye girecektir.
Dolayısıyla hukuk ideolojik olmaktan çıkacak, sistemi koruyan hukuk değil,
insanı sistem içinde koruduğu için kutsal boyut kazanan bir hukuk sistemi
ortaya çıkacaktır. Bu sistem, o hukukun oluşmasını sağladığı için, sistemi
herkes sahiplenir ve sisteme karşı yapılacak olumsuz çabalar, toplumdaki her
fert tarafından önlenir. Çünkü yüksek bir toplumsal denetim sistemi gelişir.
Genellikle büyük bir çoğunluğun bu
oluşumun resmine bile tahammüllerinin olmadığı ortamda, ben toplumsal sistemin
tıkanıklığının açılmasına katkı sunacak bir çaba olarak görüyorum. Ondan dolayı
da bu tür oluşumların artması için aydınların fikir beyan etmelerinin
gerekliliğini düşünüyorum. Fikir beyan etmek, Güce sahip olan yönetim erki ile
ortak dil kullanarak ötekileştirici bir üslup kullanmak olmamalı diye inanıyorum.
Çünkü gazete köşe yazarlarından TV yorumcularına kadar ortalıkta gezenlerin
çoğu, davulun sesi nereden geliyorsa davulun sesini arkasına alarak horon tepinmenin
dışında bir icraat ortaya koymuyor. Dolayısıyla ajitasyona dayalı bir toplumsal
gerilim psikolojisi yaşatılıyor. Kitleleri bu tarz oyunlarla ya imha edersiniz,
ya da kendinize döndürürsünüz. Düne kadar sizi yere göğe sığdıramayanlar bir
anda sizin için ağza alınmayacak sözleri sarf etmekte bir beis görmez. Nedeni
ise aldatılmış olduğuna inandırılmış olmalarıdır. Burada her kesimin görmesi
gereken ince detayların olduğunu düşünüyorum. Ne muhalefet ne de iktidar bizim
toplum için söylüyorum sütten çıkmış ak kaşık değildir. Bizler onların
tıkandığı noktaları görüp düşünce ve fikir üretmemiz gerekirken, ne yazık ki
kim tutar seni der gibi, övgü ve naatlar dizmenin ötesine geçemiyoruz. Levis
Coser’in dediği gibi, kim bilir belki de çatışmanın olumlu fonksiyonlarının
ortaya çıkacağı zamana geldik… İnşallah aydınlık sonuçlara ulaşmak dileğiyle
diyorum…
Selam saygı muhabbet ve dualarımla…
Bahadır Hataylı/15.03.2022/01.25