Yine bir Pazar ve benim ömrüm hep tükeniyor azar azar… Kuşları arıyor gözlerim oysa onlar çoktan terk etmiş beton yapıtları mesken edinmeyi… Bulutlar berrak güneşin süzülerek üstüme doğmasına engel olsa da Güneş doğmaya kararlı ben de bu azim ve istek olduğu müddetçe. Hızlı adımlarla çıktım, nefes nefese kalarak geride bırakırken gittiğim yolu, önümde gidecek yol olmayanınca biraz nefeslenmek için ayaküstü bir kenarda yine Güneşi aramaya yöneldi gözlerim…
Yine bir Pazar, sabahın aydınlığı
yayılmadan düşerdim yollara gençlerimizi daha iyi bir geleceğe hazırlamak için;
sabahtan başlardım heyecanla anlatmaya akşam olduğunda talebelerim hocam
kaçıncı saatiniz dediklerinde, şu an sekizinci saate giriyorum ama 1. Saate
giriyor gibi dinamik heyecanlı ve sizden aldığım enerji ile topladıklarımı
yağmur gibi üzerinize serpmek için masa başındayım; oysa bu dersi sizlere
anlatırken tam 8.km yolu da geride bırakarak yeniden başlıyoruz derdim…
O heyecanlarımı hala taşısam da,
heyecanlar karşılıklı etki ile birbirini daha bir galeyana getirir ve toplu
enerjiye dönüştürür, işte o enerjiyi oluşturamamanın hüzün ve üzüntüsü ile bu
pazarı evimde bilgisayarın başında yazarak geçiriyorum…
Bu saatlerde günün nerdeyse üçte
birini yarılamış olurduk oysa şimdi üçte birini kaybetmenin hüznü içindeyim… Bu
hüzün ve üzüntülülerimi günün sırtına vurarak, kendimden kendimi kimse almadan
yine haykırmak istiyorum içimde saklanan gün görmemiş duygularımı…
Çocukluğumdan kalan yalnızlıkları hep
kalabalıklar içinde yaşayan ben, yalnız olduğumu kimselere duyurmadan bir
toplum olarak yaşadım günün her saatinde…
Doğru bildiğim yolun zorluklarına
meşakkatine ve engellerine asla aldırış etmedim, o yolda son nefesimi
vereceğimi bilsem de onda hep kararlı oldum…
Şafak vaktinde sokaklarda sahipsiz
köpeklerin saldırısına uğradığımda sahip aramadım, onları rehabilite ederek
yolun dışına bırakıp yoluma devam ettim…
Ummadığım anda içimden volkan gibi
kaynayan umut ve heyecan kıvılcımlarını koca bir nehre dönüştürerek, akan su
gibi o nehirde bende aktım ama asla su nasıl akıyor diye kenara çekilip suyun
akışı üstüne duygusal şiirler yazmadım…
Ellerimle kardığım, mayasına
duyularımı eklediğim, hamurunu neşeyle yoğurduğum, hayatımdan arta kalan
ekmekleri yiyecek zamanım var mı bilmiyorum ama bu yolda lezzetli ekmekler
dağıtarak herkesin kursağına ve beynine o sıcak ekmeklerden gelen gıdanın şifa
olması tüm dualarım…
Yine bir Pazar ufaktan zeki Müren
dinlerken ben de bitmeyen dertlerimin çaresini arıyorum, yağmurlar vurmasın
camıma ve ben çıkmayayım dama her an uyanık yaşamak için atıyorum adımlarımı…
Umut türküleri dinlemeye hasret
kulaklarım, hep ıstırap acı duygu ya da zamazingo boş havalar çalıyor her
yerde, bense alışkın değilim çingene çadırında böyle Romen oynamaya…
Yırtık ceketimin kol astarları
avucumun içine değmesin diye çakmakla onları yakarak kimseye çaktırmazdım
ceketimin astarının yırtık olduğunu, ama şimdi gelip geçtiğim yerden herkesin
içindeki yırtığı okuyarak gidiyorum bu yırtılmaları okumak için mercekler
gerektirmesine rağmen, ben doğrudan hiç zorlanmadan onları okurken bileniyorum.
Her insanın yırtığından bir volkan patlıyor, her volkanın alevi farklı, ben
hangi aleve koşayım derken alevler beni de kuşattı… Kuşatılmış bir benle
geçiriyorum geride kalan pazarları, eski duygularım köpek havlamaları sekiz
saat ayakta bir heyecanla geçirdiğim günleri arasam da şimdi yeni heyecanlar
oluşturmak için çabalıyorum…
Akşama ulaştığımda kimsesiz
sokaklarda, sokak lambalarıyla aydınlanan kelimeleri seçmekte zorlandığım
kitaptan bir şey kapmak için o kadar dalardım ki sanırsın dünyayı terk edip
uzaya çıkmışım…
Bir çocuk yanıma yaklaştığında ona
hayatın güzelliklerini ve umut dolu bir geleceği anlatıp ve o günün tertemiz
havasını solurken güne birlikte tanık olmak bahşedilen en güzel nimet olurdu
benim için…
Sahiden merak ediyor musunuz benim
kim olduğumu bence merak etmeyin, herkes kendindeki cevheri çözse daha iyi olur
benim açımdan… Sen olmadan benimle anlaşamazsın. Ben, ben olmadan seninle bir
araya gelmem imkânsızdır. Gelebiliriz imkânı vardır ancak ben olduğum için
değil, sen istediğin için bir oluruz o da benim hiç ilgi alanıma girmez,
ondandır işte biz bir araya gelemeyiz…
Yine baharın kokusunun penceremden
burnuma geldiği ve beni benden alsın diye doyasıya içime çekmek istediğim eski
baharların kokusunu almasamda hislerimle onları doyasıya yaşamak istiyorum…
Baharın tomurcuklarını kara
bulutların kapladığı günlerde, baharı karşılamak nasıl bir ruh hali ise o ruh
halimle şimdi yaşayan bir ruh gibi ortalıkta geziyorum… Zamanın eyyamcılığına
bir meze olmak istemediğimden olsa gerek, canlı olduğumu anlayan her can beni
canımdan etmesin diye ruh gibi bedensiz gezmek istiyorum; ruhumla aldıklarımı
bedenime dayatılan acılarla yok etmek istemiyorum…
Gözbebeği gibi bildiğim gözümden çok
sakındığım benden çok onları düşündüğüm eserim diye titizlikle en güzel
yerlerde sakladığım gençlerimi kaybetmenin hüznü ile bu pazara mersiyeler
dizerek ağıtlar yakma derdinde değilim… Ama şunu rahatlıkla içi acılarla yanan
bedeninin her yanından alevler dökülen biri olarak ne kadar güzellikleri ve
olumlu duyguları anlatmak istesem de yaşadığım acılar bana bunları anlattırmıyor,
hemen karşıma çıkıyor dur bakalım o kadar hızlı gitme bir fren yap diye
dayatıyor…
Nasıl bir rüzgâr estiyse tüm
tomurcuklarımı çiçeğe dönmeden ya kopardı, ya patlattı ya da kuruttu çok azı
kökünde kaldı kökünde kalanlarda kurumuş kökler üzerine patlamamaya yemin etmiş
gibi kabuğuna çekildi…
Ben bu pazarları görmek için mi bu
kadar pazarlarda ömrümü harcadım…
Her canlının uykuya kaldığı şafakta
köpek yavruları ve benim gibi idealist canlarla birlikte bir ömrü, Pazar günü
yüksek binalar içinde güneşe hasret kalarak geçirdik ki, mutlu bir geleceğin
tomurcuklarını kimse erken doğumla yok etmesin diye… Eyvah ki, ne eyvah diyerek
acıyan yanıma bir başka acı katmak istemiyorum…
Kişneyen atların otlandığı meralarda
bir çocuk gibi yeniden hayata merhaba demek için bu Pazar kırlarda seninle
birlikte olmak vardı hayallerim arasında; ama o hayallerim şu an sıkışmış
kalmış şehrin beton yapıtları arasında bir dar sokağın ucundaki kahvecinin
tahta taburesinde…
Yine de olsun diyorum bir Pazar gelir
alır götürür beni azar azar, bir Pazar gelir benden aldıklarını geri getirir,
gökyüzünden yağmur taneleri gibi iliklerime kadar ıslaklığını üzerime dökerek…
Nerden gelirsen gel hangi pazarda
saklanırsan orada kal, ama umutlarımı bana bırak, beni genç çiçeklerimden
alacak olanın alnının ortasından vuracağımı bilsin bu pazarlar… Çektiğim
acıları ganimet bilerek öylece karşıma gelsin… Ömrümü ganimet olarak peşin
verdiğim pazarlar, geleceğimizi teslim ettiğimiz gençlerimizi almaya kararlı
olduğunun farkındayım, ama şunu bil ki, ömrünü veren bir deli onları sana vermemek
için tüm pazarları imha etmeye kararlı. Nerden nasıl gelirsen gel son nefesime
kadar uyandırmak ve uyanık kalmak için neleri ateşlere vermem ki, bu genç
dimağları kimse alacağını sanmasın bunlar bizim patlamamış tomurcuklarımız
hepsi birbirinden güzel ve özel kokusunun ne ve nasıl olduğunu ayırmadan
bahçemizden gelen renk ve koku cümbüşü beni sarhoş eden… Hepinize selam eder
muhabbetle gönül otağımda kocaman bir cadır kurarak sizleri orada bekliyorum…
Her Pazar koşarak sizinle buluştuğumuz gönül kahvesinde bir kahvenin acısından
tatlı gülüşler ve doymadığımız muhabbetler yapmak için, sevgiyle muhabbetle
sizleri alnınızın ortasından öpüyorum cinsiyete bakmadan sizlere yüreğimi
armağan ediyorum…
Erol KEKEÇ/20.02.2022/11.00