5 Temmuz 2022 Salı

SEÇME YATİSİNİ KAYBEDEN SUJELER NESNEYE DÖNERLER

İradesini kurşunlayarak kendisini bir obje olamaya zorlayan varlık aradım insan denen yaratıkla karşılaştım. Neden insan kendi yaratılış kodlarını imha ederek başkalaşmak ve sadece yuvarlanan bir varlık olmayı tercih eder. Bu konuda sanıyorum sizlerde en azından benim kadar  merak ediyorsunuzdur. Kendi adıma düşünürken sizin adınıza düşünerek sizleri pasif bir nesneye dönüştürmek istemediğim için, düşündüklerimi sadece paylaşmak isterim; seçim hakkına sahipseniz hala bir suje olduğunu kanıtlarsınız, yok sen düşün biz de onu alıp öyle davranırız derseniz; tescillenmiş bir nesne olduğunuzu biliniz.

Bu gidişatın neden böyle hızlanarak yayılım gösterdiğini ciddi bir kafa ve yürek yormam sonrasında ulaştığım bulguları ortaya koyarak, bunların dışında daha neler var onları da sizlerin düşünsel birikimlerinden faydalanarak öğrenmek isterim.

Pozitivizmin yaşam alanlarında kaçınılmaz bir değer haline getirilmesi, düşünsel ve hayata bakış anlayışlarını değiştirdi. Buna bağlı yaşam beklentilerinin seyri de farklılaştı. İnsanlar çok küçük imkânlarla mutlu ve huzurlu yaşarken, pozitivizmle birlikte mutsuzluk arttı, imkânlar fazlalaştı ama yaşama katkısı ve olumlu anlayışların oluşması ise o oranda azaldı. Vahşi kapitalizm, pozitivist anlayışın gayri meşru bir çocuğu olarak her yanımızı kuşatınca, onun kapsam alanı dışında farklı algılar oluşturmakta neredeyse imkânsız hale getirildi. İnsanım denen her varlık, varlık sahnesinde kendisini tanımlarken çerçeveyi kapitalist yaşam olarak belirleyip, bunun dışında farklı anlayışlar geliştirmek istese de onlara ulaşamayacağını idrak edemez hale geldi. Bu paradoks, insanları seçim özelliği olan bir varlık olmaktan çıkıp, doğrudan kullanılan bir nesneye dönüşmesini beraberinde getirdi. Peki, insan kendi dışından ona dayatılan bu tüketim köleliği anlayışına göre yaşamak zorunda bırakıldığında, sahiden tercihli bir yaşamı oluşturabilir mi dersiniz?

Köleler köle olduklarının farkında olsalar, anında kölelik zincirlerini kırarlar. Ancak tüm köleler bulundukları hali kendi seçimleri sandıkları için, bunun bağlayıcılığından bir türlü kurtulamazlar. Eskiden kölelik alınıp satılan fiziki bir varlık olarak tanımlanırken, günümüzde köleliğin şekli ve içeriği çok değişti. Duygularınız, istekleriniz, idealleriniz, heyecanınız, umutlarınız, beklentileriniz, hayata bakışınız, yarınları planlama düşünceleriniz alınıp satılır oldu. Siz ise sadece bu isteklerin üzerinde hayat bulduğu bir nesne olarak tanımlanır oldunuz. Yani insan taşıyıcı bir nesneye doğru evrim yaşadı. Ancak tüm bu farklılıklara rağmen, bir de insanın kendi seçimi olduğu, ona göre bir yaşam oluşturduğu masalı her ortamdan dillendirildi. Kendini anlamaktan aciz ve ne bulduysa ona göre şekil alan bir bukalemun gibi yaşayan insan, hala yüksek bir değere sahip olduğuna inanmaktadır. Oysa insanın içindeki in yok olunca geriye sadece san kaldı. San ise sanmak anlamına gelen bir ifadedir. O halde kendimizi sanmakla biz öyle olmuş oluyor muyuz? Elbette aklı başında bir varlığın böyle bir düşünce taşıması düşünülemez. Öyle sandıklarımız bizim insan olma özelliklerimizin hepsini çalıp gitti, geriye madde olmanın ötesinde varlığı bir anlam ifade etmeyen nesneler kaldı. İşte, insan böylesi bir kölelik yaşamının başkahramanı olarak yaşarken kendisini avutarak kendi dışında köleler arar duruma geldi.

Kapitalizm herkesi potansiyel tüketici olarak görür ve tüm istekleri kendi oluşturur, sonrasında onu size ihtiyaç gibi sunar. Yani dayatılan bir arzu istek listesini içselleştiren varlık (insan) sanır ki, bunlar benim tercihlerim. Oysa tercih, sorgulayan bir kişilik ve insanın bağımlı olmadığı süreçten geçer. Günümüzde insanın bağımlılıklarının neredeyse tamamı kendi dışında oluşturulup, ona dayatılan sihirli bir yaşama döndü.

Bütün bir dünyayı kontrol altına alan, sınırlı sayıdaki varlıklardan oluşuyorsa, bu sınırlı sayıdakilerin dışında kalanların kendilerini bir suje olarak tanımlamaları ne kadar anlam ifade eder. İnsan, bu kuşatılmışlıkları çözemediği, kendi konumunu ve yaratılış hedefini yeniden anlayıp kendisine bir tanım yapmadığı sürece, etkisiz elaman olarak kullanılmayı bir kader olarak görüp, öylece hayatına son noktayı koyacaktır. Onun içindir ki insan, etken ve düşünen bir varlık olarak dünya yaşamındaki sahne de yerini tekrardan alması kaçınılmazdır. Ancak sınırlı sayıdaki vampirlerden oluşan ve her şeyi bildiğine inanan bu küresel canavarlar insanların üstünden ellerini çekmeye niyetli değiller. Tüm bu olumsuz koşullara rağmen en azından biz, anlayan ve sorgulayanlar olarak ömrümüz yettiği sürece bunlarla mücadelemizi kaçınılmaz kılalım. Bizlerin yılmaz mücadelesi sömürülmenin ve nesne olarak kalmanın bir kader olmadığını kendi türlerimizin anlamasına vesile olacaktır.

"Kiminizi kiminize farklı kıldık" ayetine baktığımız da bazılarının bazılarına üstün kılınması ve farklılaşması değil, toplumsal yaşamın devam etmesi için işbölümü ve görev dağılımının nasıl olması gereğini anlattığını görmekteyiz. Oysa İslam olduğuna inananlar dahi bu ayeti alarak kendilerine ayrıcalıklı bir yer tayin edip başkalarını kullanma peşine düşmüşler. Hakikat, kendisi gibi anlaşılmak istenmezse kim kimi nasıl kullanır onu bilemez hale geliriz. Ne yazık ki, Müslümanım diyenlerden belli yerlerde olanlar bile, kendilerini ayrıcalıklı bir yerde görüp azami çoğunluğu güdülen olarak kabul ettikleri sürece, kendilerinin kimler tarafından kullanılacağını bilemezler. Onun için kullanım kaçınılmaz olur. Mark Abrahamson'unun hayvanlar arasında tabakalaşma olup olmadığını anlamak için yaptığı bir deneyde, kümesteki tavuklar arasında da kullanılmanın olduğunu gördüğünü anlatır. Yani kendi özünüzü tanımadığınız zaman hep birileri sizden sonra sizi güden olarak kendisini ayrıcalıklı görür. On tane tavuk ve bir horoz bir araya geldiğinde, horoz en arkada onun önünde dokuz tane tavuk sıraya dizilir. En öndeki tavuk herkes tarafından ısırılır, sırayla bir öndeki arkadaki tarafından kullanılır, ancak horoz hepsini gagalar ve böylece bir sürü yaşamı ortaya çıkar. İnsanın bunlardan elbet bir farkı olmalıdır. O da seçim yetisi ve özgürlük, bunları doğru kullandıran akıl, akla yön veren fikirdir,o halde bunlar kendisinde mevcut olan bu varlık insan, nasıl oluyor da bir nesne durumuna düşebiliyor.

"Biz insanı en yüce biçimde yarattık..."Sonra onu aşağıların aşağısına attık..."Yüce Yaratıcı insanın nerede ve ne zaman nasıl çuvallayacağını en ince ayrıntısına kadar anlatarak, bizlerin bir suje olarak varlık evreninde varlığımızı ortaya koymamızı istemektedir. Bu suje olmayı kaybettiğimiz anda işte, aşağıların en aşağısına inmek bahtımıza çıkacak ikramiye oluyor. İnsan kölelik zincirlerini kırarak, alışılmış çaresizliklerinin boynuna takılan bir yular olduğunu anlayarak kendisine gelmek istiyorsa, “En yüce biçimde yaratılmış" olduğu özelliğine yeniden dönmesi gerekir. İnsan ancak böylece suje olur ve bir nesne olmanın sınırlarını parçalar. Kendisi için oluşturulan istek ve tüketim listesinin kendisine ait olmayan iştah açan bir zehir olduğunu anlayarak, yeniden kendisini tanımlaması ve o tanıma göre dosdoğru bir yola girmesi kaçınılmazdır. Yoksa köleliği, özgürlük sanarak alışılmışlıkların kurbanı bir nesne olarak ölümü beklemeye mahkûm olur.

Yeniden dirilmenin ve kendimize gelmenin yegâne yolu, “Yarattı ve hedefini gösterdi..."buyruğuna uygun yaşamaya insanı ikna etmek ve onu bulunduğu karanlık dehlizden çıkarıp aydınlığa kavuşturmak gerekir. Bunun için yaşam boyu mücadele her idrak sahibin sorumluğudur.

Sınırları biraz zorlayan bu beyin eylemlerimizi doğru anlayarak hakikate şahit olan sujeler olmamızı rabbimden niyaz ediyorum...

Selam saygı muhabbet ve dualarımla...

Erol KEKEÇ/04.07.2022/15.11                                                                             

 


                                               

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder