Yaşam denen yalan, ölüm denen gerçeğe bırakırken yerini Güneş tam tepede beyninizi kavururken bir çeşme başında su damlacıkları elinize değmeden son nefesi verebilmektir gerçek olan…
Birkaç gün öncesinde bir inanın fani dünyayla olan
ilişkisinin bozulduğunu ve ansızın gerçek âleme gittiğini haber vermek için
telefonumu aramıştı, oysa çok yakın zamanda onun da bu fani âlemin stresini
bıkıp gideceğini bir başkasının haber vereceğini hiç ummasak ta ansızın geliyor
sana o ayrılış saatinin içinde yer alanların isim listesi…
Hayat dedikleri böyle bir şey göz açıp kapayıncaya kadar
sahip olduğunu sandıklarını kaçırabiliyorsun elinden ve ardından bağıracak
mecalinde kalmıyor bazen… Yaşadığın günleri sayabilir misin diye bir soruyla
karşılaşsan, yaşamadığın günlerin ve gelecekte sahip olmak istediklerinin
hayallerini anlatırsın belki, âmâ yaşadığın günleri ne bileyim geldi geçti diye
kısa yoldan tarife çalışırsın… Oysa o tarifin kısa oluşu bir tesadüf değil,
hayallerin de ondan daha kısa olacağını bilmen için önüne çıkan bir imkân ve
ışık olduğunu hiç düşünmek istemezsin…
Eskilerin masalları olarak bakarız bizden öncekilere, âmâ
bizlerin de sonrakilerin masalı olacağımızı hiç düşünmek istemeyiz. Biz
kendimizi, yaşamın ortasında orta sütun gibi görür ve sonrakilerin de
eşyalarını o sütuna asmasını beklerken, bir de bakmışız ki o sütun çökmüş ev
yıkılmış o evi kaldırmak için insanlar toplanmış, topraklar taşınarak evin yeri
yeniden başka evler için hazır duruma getirilmekte. İşte yaşam dediğimiz yalan
böyle bir an iken, biz hep anları sınırsız zamanlar gibi görür istediğimiz gibi
kullanma hakkına sahip olduğumuzu düşünürüz. Biz düşünürken, bizi var edenin
düşüncesinin ne olduğunu bilmediğimiz için hep hesaplarımızda yanılarak
isteklerimizi yarım bırakarak ölümlü gerçeğe bilet alırız.
Bu kadar az zaman için çok sandığımız ömrü heba etmeyi de,
doğrusunu söylemek gerekirse bir anlam veremeyiz. Ancak oyunlarımız başımızı
döndürdüğü için onu düşünecek kadar açık basirete sahip olamayız. Böyle gelir
böyle gider her gidenden sonra gelen nöbeti devralır diye kendimiz çalar
kendimiz dinlerken, bir de bakmışız bizim yerimize başkaları çalıp söylüyor,
ancak bizim ne çalınıp söylendiğinden haberimiz olmaz. Yalanlı yaşamdan gerçek
ölüme böyle bir koro eşliğinde geçiş yaparız ama nasıl bir hüzün acı ve hasret
bıraktığımızı bizler de anlamayız… Arkadan konuşulanlara şahit olabilsek
sanıyorum burada yaşarken onlara şahit olacak sözlerin söylenmesini bir yaşam
olarak ortaya çıkarırız.
Günlerden Salı, öğlenin sıcağının gökyüzünden yere
konakladığı bir öğle sonrası vakti, cezaevinde yatarken ölüme gülümseyen bir
insanın acı hatırasına dayanamayan bir garibanın gönül sesi içten vicdanına
direktifler verir, sen bu mezarın başında olman ve kendi elinle onun mezarını
onarman gerekir diye… Ferman dinlemeyen gönlün vicdanı biraz olsun ben de bu
toplumda bir fert olduğum için benimde bir payım olabilir endişesiyle, gerçek
hayata giden bu insanın yolculuğunu yalnız bırakmaz. Her kavşak noktasında bir
iş yapar ancak dirençten düşen vücudu ve beynine dokunan güneş yavaş yavaş onu
mezarın başından bu subaşına taşır. Suyun aktığı çeşmeye gelir gelmesine de
suya hasret kalan Hüseyin gibi su dokunmadan dudağına suyun altında son nefes
vermek nasip olur ona…
Suyun başına koşanlar bu da burada gitmiş demeye kalmaz acı
haber erken yayılır rüzgârın etkisiyle, dört bir yana dağılar güneş ışınlarının
etrafa saçılması gibi… Hayat dediğin ne ki bir bakarsın ansızın karşına çıkan
bir acı seni rahatlatır belki vicdanen, ancak onun yüreğine koyduğu acı seni
senden alıp, yüreğinin kaldıramayacağı acıları koyarak içine yüreğini taşıyamaz
hale getirip seni yaşamdan koparabiliyor… Dünyalık sevinçlerin, bazen acıları
karnında taşıyarak kuluçkaya yatabiliyor, öyle zamanlarda, ardından sadece
hasret acı ve hüzün bırakarak gidiyorsun… Hasretin kucağında acıları büyüterek
hüzne yatak eyledik her geçen günü, âmâ yine de dalıp gidiyoruz adını
bilmediğimiz hayaller okyanusuna…
Son günlerin hayatıma mührünü bastığı iki acının gerçekleşme
şekli, yerini acılardan alıp hasrete ayrılığa özleme bırakarak uzaklaşması
oldu. Olmaz olsun böyle dünya diyenlerin çığlıkları altında tefekkürden yoksun
çığlıkların göğü delebilme desibeline baktığımda öyle bir güce sahip değilken
acaba neden bu kadar basınç var üstümüzde diye kendimle savaştığım anlar çok oldu.
Acıların coğrafyası olarak kendi yürek coğrafyasındaki haritanın
koordinatlarından habersiz yaşamların böylesi gidenler arakasından attığı
çığlıklar bir kazanım mı yoksa insanın kendisiyle olan savaşını unutarak
kendisine bir rahatlama şekli keşfetmiş olması olabilir mi diye, çok
sorgulamalarım oluyor.
Demek ki, insan kendinden kaçarken başkasının ayrılış
hüznüyle kendisine bir yol bulmaya çalışıyor da olabilir. Bizler görünmeyen
yaşamın görünen yalan boyutunda yer aldığımızdan, yalanın marifetleriyle avunup
ona alışmışken, görünmeyen gerçeğin, güzelliklerine yabancı olmamız kadar doğal
bir durum olamaz. Geceye alışkınız çünkü yatıp kalkıp gündüze varıyoruz ve arkasından
tekrar geceye kavuşuyoruz ve bu döngü her gün tekrarlanıyor. Ancak burası yalan
olduğundan bu yalan dünyanın küçük dönüşümü, belli bir günden sonra ancak
gerçekleşecek olan gerçekle karşılaştırıldığında insan havsalasının üstesinden
gelemeyeceği kadar gerçeklerle dolu olduğu için orayı teğet geçerek yaşamayı
tercih ediyoruz. Bu süreç bizlere, hayata olağanüstü dönüşümleri getirmekten
çok uzak olduğu için, yalan dünyada elimizden gidenlere veya aramıza hasret
girenlere bakarak kendimize acı bir ortamı reva görebiliyoruz. Bunların hepsini
yaşam karmaşasının yalanlarından bir yalan olarak görüp, ölümlü gerçeğe biraz
yakın olabilsek, hem buradaki yalan olan yaşamlarımız gerçeklik kazanacak ve
buranın önemi anlaşılarak, değeri yüksek olan bir gerçeğe gitmeden oraya
hazırlıklı olmuş oluruz.
İşte böylesi bir yalanlı yaşamın kolları arasından uzaklaşıp
avuçlardan kayıp giden bir şahsın hayatından kısa kesitler benim hayatıma
önemli noktalar bıraktığı için, o duygularımı sizlerle de paylaşmak istedim.
Zamana yenilmeyen ama zamanla her şeye yenilgiden zevk almaya başlayan,
anlamsız hayatlarımızı anlamlı yaşamın değirmeninde öğütmeye biraz olsun yakın
olan dostlarla bu hayatları irdelemenin gerekli olduğunu düşünerek sizleri
ölümlü gerçekle, yalanlı yaşam arasında bir köprüde buluşmaya davet ediyorum…
Zamansız gelen bir sevda gibi başımıza yuva kuran ölümü
yuvadan uçup gitmemesi için, yaşamla aynı yerde buluşmaya çağıralım ve her
ikisi ile aynı anlaşmada bir birlikte imza atalım ki, biriyle sözleşme yapmış
gibi sadece onun isteklerini dikkate alarak diğer tarafa borçlu kalmayalım…
Ey insan! Sen vardın, âmâ şimdi sen yoksun… Ey insan! Peki,
nedir senin anlaşılmayan ve altından kalkamadığın bu çilen… Çileler bahçesinden
bir damla suya hasret kaldı benim ustam, son nefesinde bile nasip olmadı ona
bir damla su, peki ben senin neyine güvenerek sana dayanayım ki… Sen varsan o gelmeyecek,
gelince senin elin ayağın birbirine girecek ve hakikati görmez olacaksın…
Hakikati görenlerden olmak ve ayrılanların ardından ağıtlar yakmadan
hakikate erişenlerden olmayı göze alabilirsek, sanıyorum yaşamdaki yalanlar,
ölümdeki gerçeğin önüne geçemeyecek...
Her dosta selam muhabbet ve saygılarımla…
Bahadır Hataylı/19.06.2022/23.42
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder