“Şu kendilerine Kitap'tan bir pay verilmiş olanlara bak, aralarında hüküm vermesi için Allah'ın Kitabı'na çağırılıyorlar da içlerinden bir zümre yüz çevirerek dönüp gidiyor.”Al-i İmran/23
“Bunun sebebi onların, "Ateş bize sayılı birkaç gün
dışında asla dokunmayacaktır" demeleridir. Uydurmuş oldukları yalanlar,
dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.”
Al-i İmran/24
“Peki, o kendisinde kuşku bulunmayan günde, onları bir araya
topladığımız vakit halleri nice olacak! O gün her benlik, kazandığının
karşılığını tam almıştır. Onlar, hiçbir zulme uğratılmazlar.”Al-i İmran/25
Rabbim bizleri, beyanını hak üzere anlayanlardan eylesin,
hakka hizmet etmeyecek sözleri dilimizle söyletmesin…
Bu ayetlere tüm bağımlılıklarımızı ve zihnimizin kararmış
tortularını bir yana koyup, yüreğimizin derinliklerinden anlamaya
çalıştığımızda, yaşadığımız hayatın ne kadar anlamsız ve kendimizi helak
edenler olduğumuzu idrak edeceğimizi sanıyorum… Bu ayette kitaptan kendilerine
pay verilenler ifadesini gördüğümüz an, hemen Muhammed (as) öncesi kitap
verilenler diye noktayı koyup, tefekkür etmeyi düşünmeyiz. Oysa ayetin
derinliğine tefekküre daldığımız zaman, bu ayetin doğrudan muhatapları
olduğumuzu görürüz.
Kitaptan bir pay verildiği zaman kendimizi günahsız ve
kurtulanlardan görerek, olumsuzlukların içinde yer alacağımızı hiç düşünmek istemeyiz.
Oysa Allah’ın gazabına uğrayanlar, tüm amelleri boşa gittiği halde
kendilerini doğru yolda sananlardır. Kitabı biraz anlamak için elimize alıp
okumaya başladığımız zaman, kendimizi her şeyi bilen ilim deryası olarak görüyoruz.
Oysa Kitaptan küçük bir nasip olduğunu bilsek, Allah’ın Kitabı için bir arada
olmamız gerektiğini idrak ederiz ve Kitabı aramızda hükmetmesi için tek hakem
olarak görürüz. Kitabın hükmünü hayattan uzaklaştırıp kendimizi hayatın odağına
koyduğumuzda; Allah, bizi damgalar ve bir daha kendimize gelemeyiz.
Nefislerimizin öyle bir kuşatması altına girmişiz ki,
kuşatılmış olduğumuzu da idrakten yoksun yaşamaktayız. Buna rağmen Allah’ın
azabından belli zamanlarda kurtulacağımızı iddia ederiz. Sanki bu bilgileri
bize aktaran bir kitap var gibi. Çok az verilen kitaptaki nasibimizi, hep
olumsuzluklarımızı meşrulaştırmak için kullanmayı tercih ederiz. Yaşadığımız
onca olumsuzluğun bize uğramayacağını düşünür, kendi hezeyanlarımızı din olarak
görür onu yaşarız. Yani yaratıcının gönderdiği beyanı değil, kendimize göre
oluşturduğumuz algıyı din ediniriz, o algıya göre de bir Tanrı yaratırız o
tanrıya tapar, Allah’a ’taptığımızı sanırız. Allah’ın dininde azabın sayılı
günlerde bize dokunacağına dair bir bilgi olmamasına rağmen biz onu kendimize
göre taksim ederiz. Demek ki bu taksimatı bize yaptıran din kendi
oluşturduğumuz dindir. Peki, bu dinle Allah’a yakın olmayı nasıl düşünüyoruz.
Bu konuda hiç mi bize verilen bu akıldan faydalanmayı düşünmeyiz.
İçinde yaşadığımız çağda ki din ve Tanrı insanların kendi
oluşturduğu din ve Tanrıdır. İnsan eliyle oluşturulan bu dinin evrensel bir din
gibi insanlığa dayatılarak bu dinden uzaklaşanları da Allah’ın dininden uzaklaşıyor
gibi görüp kendimize biçtiğimiz yerin, hakikaten hak üzere olan bir yer
olduğuna inanıyor musunuz? İnsanın kendi oluşturduğu dinin hükmünü de
kendisinin inşa ettiği, ceza ve sevap günlerini bu dinin içeriğine göre belirleyip,
gönderilmiş bir dinin emri gibi bunu savunmaya geçip, mutlak kurtuluş reçetesi
gibi sunmak, hakikaten bizlerin kurtuluşunu imha etmeye dönük olduğuna
inanıyorum…
Geçmiş dönemdeki ilahi
kitapların hükümlerinin neden geçersiz olduğunu anlamayanlar, her zaman yeni
dinler ihdas etmede yarış halinde olacaklardır. Nasranîlere ve İsrail
oğullarına gelen kitapların hükmü niye kalktı diye sorulduğunda, cevabımız hazır,
kitabı değiştirdiler. Nasıl değiştirdiler, diye düşünmeyi hiç istemeyiz. Onlar
Kitaptan kendilerine verilen o küçük nasipten dolayı, her alanda konuşma ve
kitaba eklemeler yapabilecek oldukları vehmini onlarda oluşturdu. Zamanla
konuştukları her şeyi kitaptanmış gibi konuşarak kitaba eklemeler yapmaya
başladılar ve kendi sonlarını hazırladılar. Rabbimiz onların bu çarpık
algılarını imha ederek yeni bir elçi ve kitap gönderdi. O kitap tamamlanmış ve
ona kimsenin bir ekleme ve onun paralelinde farklı ikinci bir bağlayıcı kaynak
oluşturma hakkı yoktur. Dinin sahibi din de eksik bırakmaz. Allah, kendi dinini
açıklamaktan ve ona ekleme yapılacaksa yapmaktan aciz değildir. Kimse Kalkıp
Allah’ın gönderdiği elçisini ona denk tutarak veyahut ta onun adına sözler
dizerek dine yeni bir kaynak oluşturma hakkına sahip değildir. Allah’ın dinine,
Allah’ın gönderdiği elçi bile olsa ek bir kaynak atfetmek, o dine, dinin
Rabbine ve Rabbin gönderdiği elçiye en büyük hakaret ve iftira olur. Resule ait
olduğu söylenen sözler, ona ait olsa bile, o sözler Allah’ın koymadığı bir
kanunu koyamaz, koyarsa o zaman elçi ile Allah savaş halinde anlayışı ortaya
çıkar. Bu Resulullah’a övgü değil onu Allah’a eş koşmaktır. Peki, sen mi
bunları bana şirk koşmaya çağırdın değinde, Resul, Rabbim sen münezzehsin ben
böyle bir şeyi asla demedim dediğinde halimiz nice olur. Ben şuna yakinen
inanıyorum ki, Allah’ın kitabına ekleme yapamayacağını anlayan sinsi beyinler,
Resulullah’ı yüceltiyormuş gibi göstererek, Kur’an’a paralel bir dini kaynak
oluşturmak için ciltler dolusu kitaplar bastılar. Ondan sonra Kur’an da bulamazsanız
filan yere, orada bulamazsanız şuraya şeklinde kurumsallaşmış ve belli
hiyerarşik bir din kaynağı oluşturuldu. Bunların tamamı ilahların mertebelerini
belirleme ve o mertebeye göre onları göklere çıkarma düşüncesini insanlarda
oluşturdu. Buna itiraz edecek ve sorgulayacak bir beyin ortaya çıktığında da
hemen tecrit ederek, insanların hakikate ulaşmak için sorgulama yapmalarının
önüne geçmeye çalıştılar.
Yani bu tavır ile önceki toplumların kitaba ekleme yapması
arasında hiçbir fark yoktur. Ha kitaba ekleme yapıp aslını değiştirmişsiniz, ha
değiştiremediğiniz kitaba denk olacak yeni kaynaklar oluşturmuşsunuz hiçbir
fark yoktur. Bu söylemim Allah’ın elçisini hafife almak ve onu sıradanlaştırmak
değildir. Allah’ın Resulüne ait olmayan asılsız eklemelerle dinin aslını
hayattan uzaklaştırmak olduğunu ortaya koymaktır. Günlük yaşamın içinde bile çokça
şahit oluruz, yeni bir program olduğunda o programı yazanlar içlerinden birini
gönderirler ve o programı öğrenecek olanlara onu anlatırlar. Ancak o program
dışından programa yeni eklemeler yaptığına şahit olamazsınız. Programı tanıtmak
için gelen kişi, programı kendine göre yeniden tanımlarsa program aslından
uzaklaşmış olur. Onun içindir ki, Allah’ın elçisine atfedilerek Resulün
ağzından inşa edilmek istenen din, Allah’ın dinine paralel oluşturulmak istenen
dindir. Bu anlayış dinin aslını ortadan kaldırır. Dolayısıyla kitaba ekleme
yapmak ile Kitaba yardımcı hüküm koyacak kaynaklar inşa etmek aynıdır. Onun
içindir ki, Bugün yeryüzünde egemen olan dinlerin hepsi sorgulamayı gerektirir.
Sadece Yahudi ve Hristiyanlara gelen kitap değiştirilmedi. Müslüman olduğunu
söyleyen topluluklarda Allah’ın kitabının yanına koydukları her kaynak, kitabı aynı
düzeye indirmiştir. Onun için yeniden Allah’a ve Resulüne iman etme günüdür.
“Resul size neyi getirdi ise onu alın neden sakındırdı ise
ondan sakının kendi heva ve hevesinden size bir şey söylemez. “Bunun anlamını önce doğru anlamak zorundayız,
Resule atfedilen her şey hak demek değildir. Resul ise, bu hak olan kitabın
dışında bir şey söylemez demektir. O halde Resule atfedilen ve bunları yaptı
diyerek Dini rotasından çıkaran anlayışların hepsi varlığını gözden geçirmediği
sürece, önceki toplumların değiştirilmiş tahrif edilmiş dini ile ortalıkta
İslam diye gezen dinin hiçbir farkı kalmayacağı bilenmeli diye inanıyorum.
Allah’ın Resulünü göklere çıkararak, sen olmasaydın ben bu âlemleri
yaratmazdım gibi bir sözü Allah’a atfederek ve adına da hadisi kutsi diyerek
inşa edilen anlayış ile İsa Allah’ın oğlu anlayışı arasında nasıl bir fark olabilir,
konum itibarıyla… Bu sözlerim hiçbir zaman Resulullah’ın şahsına yönelik bir basitleştirme
değil, Allah’ın dini olarak bilip yaşamak istediğimiz dinin, ne kadar Allah’ın
dini olduğunu sorgulamaya dönüktür.
Bu kanıya nereden ulaştım dersiniz, Birleştiren, kaynaştıran barış,
adalet huzur düzen ahlak ve kardeşlik dini ancak belli sinsi katılımlarla bu kadar
hayattan uzaklaştırılabilir. Kur’an’ın karşısına çıkarılacak ve kitabın
dışından alınacak sözlerin referansı o kadar güçlü ve güvenilir olmalı ki,
insanları kandırma gücünüz olsun. Dikkat ediyor muyuz, hadis yazımları,
Allah’ın resulünden 150 yıl sonrası yani Emeviler döneminde oldu. Demek ki,
Emeviler Dinin aslına dönük ciddi bir manipülasyon yapmışlar, o günden başlayan
algı yönetimi hala tüm Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda çok ciddi bir
aldatma aracı olarak varlığını sürdürmektedir. Olumlu ve güzel işaretler
koyarak, sahte bir yaşama insanları taşıma yolları imha edilmediği sürece,
dinden biraz nasiplenmiş olanlar insanlığı hep kandıracaktır.
Bir elçi gelecek, kendisini elçi olarak gönderenin vermiş
olduğu buyrukları eksik bırakacak ve onun verdiği kaynakta olmayan hükümler
koyacak ve sonrasında da gönderenin, gönderme amacına uygun yaşamış olacak… Peki,
böyle davranan bir elçi (haşa) gönderene isyan edip kendine buyruk yaşamış
olmaz mı? Resulullah’a yapılan bu iftiraların karşılığı tüm insanların toplanma
gününde önünde dökülecektir.
“Peki, o kendisinde kuşku bulunmayan günde, onları bir araya
topladığımız vakit halleri nice olacak! O gün her benlik, kazandığının
karşılığını tam almıştır. Onlar, hiçbir zulme uğratılmazlar.”Al-i İmran/25
Gelin Allah’ın kitabını aramızda hakem yapalım ve onun
huzurunda muhakeme olalım o bize şahitlik yapsın ki, dosdoğru olma imkânımız doğsun…
Yoksa Kitaptan biraz pay sahibi olanların oluşturduğu dini, Allah’ın dini
olarak yaşayıp kendi sonlarımızı hüsran edeceğiz. Allah’ın dininden
uzaklaştırmak için paralel kaynak oluşturanların hepsinin yeri cehennem
olacağından kuşkum yoktur. Elçilik gelmeden Muhammedül Emin olan bir insanın
Nübüvvet öncesindeki hayatına baktığımız zaman, zaten İslam olarak yaşadığı
için, Allah onu elçi olarak seçti. Peki, onun hayatından bizim hayatımıza
dokunan ne var? Erdemli insanlar topluluğu örneği nerede…” Eğer Allah’ı
seviyorsak Onun elçisine uyalım ki, Allah’ta bizi sevsin…”Ciltler dolusu
paralel kitaplar oluşturarak Allah’ın Resulüne değer verdiğimizi sanıp onu ilahlaştırarak,
Allah’a eş koşmak onu sevmek olduğunu düşünmüyorum kendimize zulmetmek olur. Ondan
dolayıdır ki, biz kime iman ettiğimizi bilseydik Rabbimiz “Ey iman edenler
Allah’a ve Resulüne iman edin” der miydi? Bir yerde sorun var o sorunu
doğru tespit etmeden doğru bir rota tayin edemeyiz ve doğru yolda gidemeyiz…
Rabbim, bizleri akleden, idrak eden ve dosdoğru sana yönelen
kullarından eyle… İslam âlemini içine düştüğü bu karmakarış din algısından uzaklaştır,
sadece sana yönelttiğin kullarından eyle…
“Peki, o kendisinde kuşku bulunmayan günde, onları bir araya
topladığımız vakit halleri nice olacak! O gün her benlik, kazandığının
karşılığını tam almıştır. Onlar, hiçbir zulme uğratılmazlar.”Al-i İmran/25
Selam muhabbet ve dualarımla…
Erol KEKEÇ/05.06.2022/23.17
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder