6 Mayıs 2022 Cuma

MARKS DÖNEMİ VE BU GÜN, NASIL BİR BENZERLİK

 Marks, Hakikaten büyük düşünürmüş, onu hep takdir ettim ve gün geçmeye ki onunla ilgili düşüncelerim olumlu yönde hızla değişmiş olmasın...

Marks'ı gözümde bu kadar farklı bir yere oturtan anlayış ise, onun düşünsel noktada büyük çaba harcaması ve insanlığın yaşamının daha iyi olması için fikirler geliştirmesidir. Düşüncelerinin doğruluğunu yanlışlığını konuşmuyorum. Düşüncelerinin büyük oranda da doğru ve isabetli olduğuna inananlardanım. Gelecek ve daha iyi bir yaşam için düşündüğünüz bu düşüncelerinizin nasıl uygulama alanı bulacağına dair çalışmalar yaparsanız, elbette isabetli olmayan fikirleriniz de olacaktır. Ancak önemli olan bu düşüncelerinizin, bilerek insanlığın hayatını karartmaya dönük bir çaba olmamasıdır. Mark’ın yaşadığı dönem kapitalizmin zirve yaptığı ve insanların metanın kulu kölesi olduğu, tüm değer yargılarının bu kapitale göre şekillendiği dönem olduğu için, Marks bunlardan yola çıkarak, insanların hayatını kâbusa çeviren bu zindandan nasıl çıkılacağının yollarını aramıştır. Herkesin sahip olma hırsıyla çabaladığı ve kendisini sahip oldukları ile tanımladığı dönemde, bu yaşam tarzlarının insanlık yaşamını nasıl imha ettiğini görerek, onlar üzerine ciddi fikirler geliştirmeye çalışmıştır. Yani herkesin uzun süreli biyolojik hazlarını doyurma peşinde koştuğu bir ortamda, siz insanların genelinin mutlu olmasının yollarını arıyorsunuz ve o konuda karşınıza çıkacak tüm olumsuzluklara göğüs gererek, düşüncelerinize bir yaşam alanı oluşturmaya çalışıyorsunuz. Hakikaten, bu övgüye ve kayda değer bir özelliktir. Onun için Marks büyük bir fikir ve düşünce adamı olmasının yanında önemli bir Sosyolog 'tur.

Üretim araçlarının belli ellerde toplandığı ve bunların dışındaki yaşamların, üretim araçlarına sahip olanların belirlediği kadar, yaşama imkânına sahip olması ve bu geniş kitlelerin hayatlarının devamının, üretim araçlarına sahip olanların iki dudağının arasında bulunması, bunların sorgulanmasını kaçınılmaz ve gerekli kılmıştır. Marks, dönemindeki bu dengesizliğin ortadan kaldırılması için farklı ve yeni fikirlerin mümkün olduğunu anlatmıştır. Onun için de Sosyalizm, komünizm ve Proletaryanın egemenliğinin olmasını gerekli görmüştür. Ona göre, ezilen ve aktif olan proleterler tarafından ancak bu devrimin gerçekleşeceği anlatılır. Peki, Marks, bunun dışında farklı bir ufka sahip olamaz mıydı denebilir. Haklı olarak şunu yerine koymamız gerekir ki, iletişim ağlarının bu kadar yaygın olmadığı ve insanların daha çok yüz yüze fikirlerini ifade ettiği dönemde, bunlar çok büyük başarılardır. Marks, kendi yaşadığı ortamda şekillenmiş ve oradaki kültür ve eğitim kalıplarına göre zihinsel bir biçim almıştır. Dolayısıyla Marks, yaşadığı ortamdaki sanayi çarkları arasında kıvranan ve sürekli bir meta gibi obje olmanın dışına çıkamayan bu geniş proleter kesimin mutsuzluğunu nasıl mutluluğa dönüştürebiliriz in mücadelesini vermiştir. Marks, Proleter kitlelerin hareketliliğini yok eden ve onları suni hazlarla transa sokarak onları uyutan her anlayışa karşı durulmasının önemini anlatmıştır. O dönemde insanların acılarını en fazla dindiren ve uyutan da dönemin Kiliselerinin yarattığı din olduğu için, Marks, dinin hayattan çıkarılmasının önemini vurgulamıştır. Çünkü din, İnsanı kendi emeğine yabancılaştırarak insanın insanlığını yok etmektedir. Marks, İnsanı bilinçli bir varlık haline getirerek, seçebilen, mücadele ruhu olan bir yaşama kavuşturmak için, dini inkâr ederek yeniden insanı kendi emeğine ve kendi farkındalığına döndürmek zorundayız der.

Yani Marks'ın düşünsel dünyasını sorgularken, onun yaşadığı dönemin olumsuzluklarının, insanları ne hale getirdiğini ve onu yaşamdan kopardığını göremezseniz, Marks’ın düşünsel yoğunluğu ve birikimi hakkında ortaya koyacağınız yaklaşımlar sizi doğruya götürmeyecektir. Marks’ın dönemi ile bizim yaşadığımız dönem arasında benzerlikler ve farklılıklar olabilir mi diye düşünürken, Marks gibi toplumsal sorunları ve kaygıları dert edinmiş, olumsuzlukların ortadan kaldırılması için emek harcayan, düşünsel birikimler ortaya koyan fikir adamalarının da, Marks gibi aynı aforoz ve yıldırmaya dönük tepki ve dışlamalarla karşı karşıya olduğunu görebiliriz. Demek ki düşünen insanlar, düşünmeyen ve düşünenlere tahammülleri olmayanlar tarafından her dönemde imha edilmeyle karşı karşıya kalabiliyorlar.

Allah, mal mülk ve paranın belli ellerde toplanarak güç haline gelip zulüm aracına dönüşmesine asla iyi bakmıyor. Onun için de doğadaki imkânların o doğada yaşayanlar arasında adil paylaşımını gündeme getirmektedir. Çünkü imkânlar belli ellerde biriktiği zaman, bu imkân sahipleri her dönemde şımarmış ve diğer insanları küçümseyerek kendilerini ulaşılması erişilmesi güç varlıklar olarak anlatmışlardır. “Bu sahip olduklarımı ben kendi bilgi ve becerilerimle elde ettim" diyen Karunlar ortalığı doldurmuştur.

"Biz istiyoruz ki, Yeryüzündeki mazlumlara (proleterlere) lütfedelim de, onları yeryüzünde mirasçı kılalım..."Allah hiçbir zaman mal ve imkânları kendi egemenliği altına alarak diğer insanları kendisine bağımlı kılan yaşamları onaylamıyor. Onun için de, "İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır" diyor. Emeksiz yaşamak lümpen proleter olmaktır, yani anlayacağımız amip gibi tek hücreliler sınıfına girmek olur. Yaşamakla yaşamamak arasında bir yerde olursunuz, canlılığınız devam eder ancak insan olarak nasıl yaşanılır, onunla ilgili ciddi bir malumatınız olmaz. Marks yaşadığı ortamda İslam diye bir değerle muhatap olmamasına rağmen, insanlık için en güzeli ve doğru olanı bulmaya çalışmakla büyük bir mücadeleye örneklik etmiştir.

Marks'ın, Hegel'in düşüncelerine yaptığı eleştirilerde de haklı olduğunu söyleyebiliriz. Oysa Hegel hep Tin’i(aklı) düşünceyi ön plana çıkarmıştır. Diyalektik süreci de, düşüncenin diyalektiği olarak ele almıştır. Oysa Marks, Diyalektik materyalizmin öncüsü olarak bilinir ve diyalektiği madde üzerinden değerlendirir. Aslında Marks bu düşünceyi ortaya koyarken bunların doğru olduğunu savunmamış ve mutlaka böyle olmalıdır şeklinde bir yargıda da bulunmamıştır. O yaşamsal döngünün fotoğrafını çektiği zaman, bunlara ulaşmış ve onları bize tanıtmış, sonrasında kendi düşünce diyalektiğini kurmak istemiştir.

Burada anlatmak istediğim Marks'ın düşüncesinden çok, Marks’ın düşüncesine ve fikirlerinin oluşuma kaynak oluşturan konuların her dönemde benzer ya da az farkla ortada olduğunu bilmemiz ve bizlerin bunlara karşı nasıl bir tavır geliştirmemizin önemini kavrayarak gerekli mücadeleyi verebilecek duruma gelmektir.

Kendi bulunduğumuz ortamdan yola çıkacak olursak, üretim araçları belli ellerde ve bunların dışında kalan büyük çoğunluk ya kamu kurumlarında memur olarak çalışmakta, ya da Üretim araçlarına sahip olanların işletmelerinde karın tokluğuna çalışmaktadır. Bunların dışın da küçük ölçekli Kobiler olsa da, üretim araçları genellikle çok az bir kitlenin elindedir. Hatta ülkenin Milli gelirinin,%82,5’ni bu %10 luk dilim kullanırken,%17,5’i %90 lık kesime gider. Bu da nasıl paylaşılır o da apayrı bir sorgulama konusudur. Böyle olduğu için, tek hücreli canlı gibi yapıştıkları yerden beslenen lümpen proleterler hızla büyümektedir. Özellikle İktidar, kendi döneminde yapılan işleri anlattığı ve tanıtımını yapmaya kalktığı zaman, bilmem % kaç insana evde destek, fakirlik parası, vs. gibi çalışmalarıyla övünür. Bu durum insanların insani özelliklerini yitirmesine neden olacağı için, Sistemlerin yaşama süresini uzatır ve onu eleştirecek kritiğini yapacak beyinleri de bağımlı hale getirdiğinden; Mazlumlara vaat edilen yeryüzünün varisliği ötelenir. Onun için Mazlumların verasetine engel olacak tüm oluşumlarla mücadele edecek düşünceler, her zaman saygıya değer düşüncelerdir. Marks’ın Proleter diktatörlük olarak yaptığı tanımlama, bir zulümden başka bir zulme dönüşeceği için bizim açımızdan olumsuzdur. Ancak Rabbimizin isteği ise, Zalimlere bile adaletle hükmedilmesi ve hiç kimsenin diktatörlüğüne fırsat verilmemesidir.

Ne zulmeden ne zulme uğrayan tarafta olmak bizim anlayışımıza sığar. Ancak zorunlu bir tercih varsa mazlum olmayı zalim olmaya tercih ederiz. İnsanlık bu iki döngü arasında ne tarafta duracağını bilemediği için, her dönemde adaletsiz bir yaşamın pençesi altında ezilmektedir. Üretim araçlarına sahip olanın kuvvet ve güce dayandığı zaman yaptığı zulüm çok kötü de, proleter kesimin gücü ele geçirdiği zaman ki zulmü iyi değildir. İşte, Marks'la burada farklı düşünüyoruz. Çünkü benim düşünce alt yapım adalet üzerine kuruludur. Adalet üzerine tüm oluşumlar sıralanır. Adaletin olmadığı yerde hangi tarafta olursanız olunuz, her zaman yok olmaya ve kaybetmeye mahkûmsunuz.

Bu gün gelinen süreçte, madde her şeyin belirleyici tek kıstası haline gelmiş ise, Marks’ın isabetli olmadığını söylemek mümkün müdür? Yeryüzünde adil bir sistemin olması için öncelikli olarak düşünce doğru kaynaktan beslenmeli ki, düşüncenin yaşaması ve zulmetmeden kalıcı bir yaşamı insanlığa sunabilecek duruma gelebilsin. Bütün bir insanlığın yaratılış kodlarını dikkate almayan, ortak menfaatleri gözetmeyen ve belli bir sınıfın ayrıcalıklı olmasına hizmet eden hiçbir düşünce yarınları kuramaz ve bu günü de imha eder. Biz, Millet olarak adaleti omurga olarak benimseyen yeni bir dünya sistemi kurabiliriz. Milletimiz içinde bu konuda ciddi zihinsel ve düşünsel emek harcayan insanlarımızın olduğu muhakkaktır. Bu insanlarımızın fikri üretkenliklerine değer vermek ve onların bu çabalarını sistematize ederek, ortak akılla bir dünya sistemi kurmak gayet doğal ve mümkündür. Yeter ki kendi insanımıza güvenelim ve onların bu fikri üretkenliklerini kayda değer bulalım. Marifet iltifata tabidir.

Bir sonraki Yazımız da toplumsal yapımızda bu süreç nasıl göze çarpmaktadır bunların tahlilini yapmaya çalışacağız... Selam ve muhabbetlerimle...

Erol KEKEÇ/05.05.2022/13.20     


                                       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder