30 Mayıs 2022 Pazartesi

BİR DEVRİN RONTGENE YANSIYAN ANATOMİSİ

Toplumsal yaşamın devamlılığını istiyorsak, topyekûn toplumsal yaşam seferberliği başlatmak zorundayız. Toplumsal sistemin devamlılığının sürekliliğini sağlamak için, yaşam alanındaki temel dinamikler yeniden güncellenmelidir. Güncellenmeyen her bir yaşam öğesi, toplumda bir yük ve toplumda obezite yaşamları teşvike yarayan vakti dolmuş hurdaya ayrılan malzemelerdir.

Toplumsal yaşam seferberliğinin en önemli dinamiği, zihinsel kalıpların ve bu kalıplara yerleştirilen hammaddelerin nereden alındığının sorgulamasını başlatmak ve o sorgulamayla zihni yenilemektir. Yenilenemeyen zihinler, genel anlamda toplumsal yaşam seferberliği başlatamazlar. Eski hallerini içselleştirmiş ve rutin bir yaşam tarzı oluşturanlar, yeni olacak farklılıklara karşı daima direnişe geçerler. Ondan dolayı da bu direnişi olmadan ortadan kaldırmanın önemli ayağı zihinsel devrim ve değişimleri yapabilmektir.

Toplumsal yaşam, aslında bireysel yaşamın da sigortasıdır. Toplumsal yaşamın imha olduğu bir yerde bireysel yaşamın lafı bile olmaz. Ancak toplumla bütünleşmemiş ve ferdi olarak kendisine yetecek düzeyde kırsal bir ortamda yaşayanlar için, bu uyarı sistemi belki pek fazla etkili olmaz, ancak toplum içinde kalan fertler için hayati öneme sahiptir.

Bir toplumda yaşarken, toplum dışında hayatınızı sürdürüyormuş gibi davranıyorsanız orada sizin olmanız başlı başına yük ve toplumsal yaşamı çökerten antipatik bir davranış olacağı için tehlike oluşturur. Bireysel eylemler toplum içinde, toplumsal davranış kalıpları ile uyumlu olmak zorundadır. Toplumsal davranış kalıpları, toplumsal yaşama uyum sağlamak istemeyen kişilerin uyumsuzlukları sonucunda parçalanabiliyor ve işlevsiz kalıyorsa, toplumsal sistem tehlikede demektir.  Bu da gösteriyor ki, toplumsal yaşam bireylerin özgürlüğünü yok etmez ancak bütün olarak yaşamı devam ettirmek için, toplumsal yaşama uyumlu hale getirir. Bu uyumluluğu sağlayamamış ortamlar, toplumsal bütünlüğü koruyamadıkları gibi, kuralların aktif ve bağlayıcı özelliğini de ortadan kaldırmış olurlar. Bunun içindir ki, toplumsal yaşamın devamını sağlayan sistemin sürekliliği için, toplumsal yaşamla yüzleşmeden önce sahip olduğumuz bilgileri ve olayları yorumlama ve anlama mekanizmalarımızı yeniden biçimlendirmek zorundayız. Bu biçimleme toplum olarak varlığımızı devam ettirmemizin en önemli nedenidir. Bunun için toplumsal yaşam ya da yeniden hayata başlama ve bulunduğumuz ortama dört elle sarılarak oraları sahiplenip yeni bilgi dağarcıklarımızla hayatımızı devam ettirmek zorundayız.

Toplum kendi yörüngesini koruyamadığı zaman, her gelen siyasal otorite, kendi ideolojik belleğine göre size biçim vereceği için, kendi varlığını korurken sizin yok olmanıza sebep olabilir. Bunları dikkate alarak kendi varlığını devam ettirecek değişim dinamiklerini hayatın içine taşımak gerekmektedir.

Toplum olarak mesleklere bakışımızı yeniden düzenlemek zorundayız. Hiçbir meslek bir başka mesleğe ve işe göre tanımlanamaz. Kendi yaptığı işin içeriğine göre tanımı yapılır. Meslekleri kıyaslamak demek, insanın bazı uzuvlarının diğerlerinden daha önemli ya da önemsiz olduğunu anlatmak gibidir. Çünkü toplumsal yaşam bir organizma gibi devam eder. Canlı organizmanın yaşamının devamı için nasıl ki, her organ kendi üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekiyorsa, toplum için de durum böyledir. Herkes görevini doğru ve zamanında yaptığı zaman toplumsal organizma sağlıklı devam eder. Aksi takdirde organizma hastalanır. Bir organ çok iyi çalışmış olsa bile onun yaşamı da, o olumsuzluktan etkilenecektir. Toplumsal yaşam karşılıklı bağımlılık ilişkisine göre işler. Bu ilişki ağında herhangi bir aksama ve sapma meydana gelirse hiç tahmin edemeyeceğiniz olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olur.

Toplum olarak devam edeceksek toplumsal yaşamın devamını sağlayan dinamikleri yerli yerine oturtmak zorundayız. Toplumsal yaşam günlük hesaplamalarla devam edecek bir yaşam değildir. Kültür ve dil nasıl ki uzun soluklu devam eden bir geleneğin ürünü ise toplumsal yaşamda böyledir. Ancak bazı etkileyici faktörlerle kendi ideolojik zihni biçimlendirmelerine göre topluma yön vermeye kalkanlar, toplumsal yaşamı çoğu zaman parçalamanın eşiğine getirirler. Eğer bir yönlendirme ve dizayn etme fikri, toplumsal yaşama uygun değilse, bu çabalar toplumu imha edebilir ve içinden çıkılmayacak olumsuzluklarla sizi yüz yüze bırakır.                                                      Son yıllarda toplumsal yaşamın içine düştüğü durum tam da buna bir örnektir.

Batının kendi yaşamında uyguladığı toplumsal gelişim dinamiklerini bize dayatarak ihraç etmesi ve kendi içine almak için bunların olmazsa olmaz olduğunu şart koşması, bizleri içinden çıkılmaz dehlizlere taşıdı. Zinanın suç olmaktan çıkarılması ve kadınlarımıza hukuken pozitif ayrımcılığın tanınması aile kurumunu param parça etti. Aile Bakanlığı diye bilinen Bakanlığın başına çoğu zaman aileyle hiç alakası olmayanların getirilmesi ve özellikle kadınlardan oluşturulması başlı başına bir imha operasyonunun tescillenmesiydi. Kimse bunu anlamak ve görmek istemedi. Kadının beyanının esas alınması ve herhangi bir delile gerek kalmaksızın kadının söylediklerinin hükümde en etken bir gerekçe olması, aile yaşamının devamı için gerekli olan adalet algısını yerle yeksan etti. Yaşam boyu birbirini taşıyan eksiklikleri kapayan ve yamayıp örten eşler yerine, birbirini kandıran ve sadece fizyolojik olarak faydalanan idsel hazlar eşlerin ilişkisini belirler oldu. Böyle olunca ailenin yıkımı hızlandı ve şimdi geldiğimiz süreçte, aile mahkemelerinin boşanma davalarına bakmaktan aciz düştüğü duruma gelindi.

Eğitim en önemli meselemiz olmasına rağmen kendimize uygun kafa yetiştirmek için eğitim hallaç pamuğuna döndü, şimdi itesiniz de bir daha raydan çıkan o treni raya koyamıyorsunuz. Çünkü raydan çıkan tren o kadar hızlandı ki, önüne çıkanı ezip geçer oldu. Eğitim kurumlarındaki geldiğimiz noktalar hiçte bundan geri değil. Üniversiteler, anlamsızlaştı, içi boş sadece gençlerin zamanlarını biraz daha işgal ederek sorun görülen yaşamın ötelenmesi sorunları ortadan kaldırmış olmadı hatta sorunlar katlanarak büyüdü, şimdi bir dağ gibi altından kalkılmayacak sorunlar altında nefes almakta zorlanır olundu.

Dayatılan bir gelenek gençleri yaşamdan uzaklaştırdı, gençler ile önceki kuşaklar arasındaki köprüler atıldı, onların yerine haşin duvarlar örüldü. Duvarlar arkasından eski kuşak gençlere sesleniyor gençler ise diğer tarafta kafasına göre takılmayı düşündüğü için sizin sesinize sağır kesiliyor. Çatışmanın tam ortasında kalınca ne yapalım bari kaybetmeyelim diyerek ölümü görünce sıtmaya razı olur duruma gelindi. Tarımsal alanlarımıza uygulanan kotalar yaşamı kırt kırt kesip doğradı. Yanlış ve anlaşılmaz politik tavırlar, biyolojik ihtiyaçların karşılanmasını gerektiren ürünlerin bile yetiştirilmesinin önünü kapadı. Çiftçilere yapılan tarımsal destek, dilenci çiftçilerin çoğalmasına ve tarlalarını boş bırakarak o destekle yaşamını sürdüren köylülerin sayısını artırdı, geldiğimiz noktada tarımsal hayat infilak oldu. Devlet çiftçiye tarlası olanlara, dönüm başına destek vereceğine, köylünün tohumunu, gübresini mazotunu ve ilacını uygun koşullarda verse ve üretilen ürünleri de alma garantisi verseydi ne destek vermek zorunda kalırdı ne tarlalar bu kadar boş kalırdı ama yanlış tutarsız ve inatçı anlayışlar böylesi çorak bir yaşamı ortaya çıkardı. Aynı uygulamayı hayvancılarımıza da yapmış olsa bu ülkenin sorun gibi görülen ve dağ gibi aşılmaz sanılan bu problemleri, temmuzda dağların tepelerindeki karların erimesi gibi eriyeceğinden kuşkunuz olmasın…

Serbest piyasa diye politik algı oluşturarak toplumsal yaşamı belli çıkar gruplarına kurban eden bir algı doğru bir algı değil değiştirilmesi zorunludur. Devletin en asli görevi denetim ve kontrolü sağlamaktır. Halk devleti yönetenlere yönetme yetkisini, bu görevlerini layıkıyla yerine getirsinler diye vermektedir. Devlet piyasanın kurallarını koyar ve kuralların alt ve üst sınırlarını belirler, serbestlik bu sınırlar arasında olması gerektiğini herkes bilir. Bu sınırları aşanların toplumsal fesadın kaynağı olduklarını tespit eder ve onlara gerekli cezayı uygular. Bunu yapmıyorsa o zaman devletin işleyişinde bir sorun var demektir. Toplumsal yaşam varsa, kuralı da vardır. Dolayısıyla serbest piyasa diyerek kimse kimseyi kandıramaz. Bir ülkenin gümrük ve Ticaret Bakanlığı diye bir bakanlığı varsa ve ticaret adı altında insanlar soyulup soğana çevriliyorsa, hala halledeceğiz, halkımızı ezdirmeyeceğiz laflarının ötesinde bir icraat yoksa orada durum vahim demektir. İnsanların yaşam ve Barınak alanlarının doğru yapılması planlanması ve yaşam alanlarındaki çarpık ve düzensiz yerleşimlerin önüne geçmek ve yaşamı kolaylaştırmak adına kurulan bir bakanlık var. Bu Bakanlığın Adı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, sahiden ben merak ediyorum Büyük müteahhitlere veya zenginlere Milli Emlak’tan TOKİ’ye geçen arazileri satarak rant elde etmenin ve bazı afetlerde vatandaşın elindeki imkanları yarıya düşürerek, tekrar ona yarıdan fazla paralar ödeterek insanların sorunlarını çözen kurum mu şehir ve çevre Bakanlığı sahiden… Bu konuya biraz açıklık getirmem gerekir. Elâzığ Malatya Depreminde, Neredeyse Tüm müteahhitler Şehir dışından geldi buralara, yıkılan binalar yeniden yapılacaktı hasarlı olanlar da hasarı onarılacak ya da yıkılacaktı. Maalesef genellikle hasar tespiti sonrasında bazen yıkılmayacak binalarda yıkıldı ve firmalara geniş çaplı iş alanları oluştu. Sonrasında ne oldu dersiniz? Vatandaşın evi 150m2 ise yarı parası olmayacak rakamlarla fiyatlandırma yapıldı, ya bu kadar alırsınız ya da evinizin yapımını bekleyeceksiniz denildi. Evler yapıldı,150m2 evi olan vatandaşa 85 m2 Brüt evler verildi. Müteahhide verse vatandaş hiç para ödemeden yarısını firma alacak yarısını da kendisine ev yapacaktı ancak Devlet öyle yapmadı, hem kar etti hem de vatandaşa verdiği 85m2 daireyi uzun vadeli borçlandırarak yeniden vatandaşa sattı. Şimdi soruyorum devlet vatandaşın evini yenilerken arsasının yarısını alıyor ve evinizi yaptım diyerek onu da borçlandırıyorsa 20 yıllığına şimdi ben ev yaptım diye niye övünüyor, böylesi bir anlayışla insanları bir rant aracı olarak görüyorsa Bakanlık tanımını kendisi yapmalı… Bu durum insanlardaki güven duygusunu yok etti artık kimse birbirine güvenmez oldu sebebi ise böylesi anlayışlarla insanların avutulması… Tüm kurumlardaki yanlış algı ve politik kurnazlıkları yazma taraftarı değilim ancak bunlar değişmediği müddetçe toplumsal yaşamın sürekliliğini düşünmek sadece hayal olur.

Bir toplumun devamlılığını sağlayan en önemli unsurların başında adalet gelir. Adaletin kişiye ve güce göre değiştiği ve Hukukunda bu özellikleri dikkate aldığı ortamda toplumsal omurga kurşunlanır. Toplumsal omurganın kurşunlandığı yerde, toplumsal gelecekten söz edilemez. Toplumsal gelecek, şiirlerde ve edebi sözlerde anlatılan bir masal değil, yaşamda karşılığı olan bir kaynaşmadır. Toplumun değerli gördüğü kurumlara liyakatsiz ve ehli olmayan kişilerin gelmesi ve taraftar anlayışı ile buraları kendi kışlası gibi görmesi, toplumsal ayrışmaya ve tedavisi zor kin hınç ve gaddarlık gibi hastalıkların oluşmasına neden olur. Ondan dolayı bu cambazlıkların hepsi değişmeli zihinler yeniden şekillenmeli ki, gelecek diye bir süreci anlatma imkânımız olsun… Yoksa gelecek gelmeyecek… Vakıf arazilerinin ve binalarının nerede nasıl kimlere bağışlandığını konuşmak bile istemiyorum. Cemaat ve Sivil vakıflar tüm imkânlara sahip olmalarına rağmen, toplum bu şekilde bir ayrışmanın zirve noktasına çıkmışsa, bunları değiştirmek ve yeniden insanlık için toplumsal birliğimizi devam ettirecek eksende buluşmayı istemek haklı bir talep olsa gerek… Bir vatandaşa vakıf yeri verildiğinde zaten ihaleyle oluyor. Önüne öyle şartlar çıkıyor ki, üzerine tüm imkânlarını versen altından kalkamıyorsun, ancak önemli görülen(!)dernek vakıf ve cemaatten birine verildiğinde, doğrudan onlara tahsisi yapılıyor hatta restorasyonu da bir yolla onların cebinden bir kuruş çıkmadan yapılıyor. Yani adamların bahtı kendilerinden 10 km önde gidiyor. Şimdi bunlar olur mu diye bana kimse soru sormasın ben bir durum tespiti yapıyorum ve bunların fazlasıyla olduğunu da biliyorum. Böylesi adalet mekanizmasının yerlerde süründüğü bir ortamda siz toplumsal yaşamınızı yarınlara taşıyamazsınız. Göğün zincirlerine de asılsanız götüremezsiniz. Çünkü Allah müsaade etmez.

Sonuç olarak diyeceğim odur ki, toplumsal yaşamın her alanında zihinleri yeniden sıfır km yaparak, adalet doğruluk ve içtenlikle bir seferberlik başlatacağız. Bu yanlışları yapmaktan vazgeçip tövbe edip istiğfar edip, yanlışları doğru diye kimseye yedirmediğimiz zaman kendi küllerimizden dirilme imkânı belki elde ederiz. Yok, biz ne kardayız ne zarardayız, böylesi her zaman iyi, bunları koruyalım denirse, Allah’tan kimse kimseyi kurtaramayacaktır. Ben sadece gelecek yaşamda karşılaşacağımız tablonun haberini vermiş oldum…”Bu anlatılanlar bir haberdir, ancak her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır…”Diyen Rabbimiz boşuna söz söylemez.

Sefere çıkmakta gecikmeyelim… Tüm bağlandıklarımızı ve o olmazsa biz olmayız dediklerimizi elimizin tersiyle bir tarafa bırakarak hakka şahitlik seferine bir an evvel çıkalım ki, seferberlik başlamış olsun, yoksa keşke toprak olsaydım, keşke şu andaki hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım diyeceğimiz günün hiçbir faydası olmayacaktır…

Rabbim sen bizi sefere çıkacak temizliğe çıkar ve isteklerimizi katındakilerle daim eyle ki, senden başka kimsenin önünde eğilmeyelim… Rabbim zulmetmekten zulme uğramaktan bizleri uzaklaştır ve sadece sana yönelenlerden eyle bizleri… Sen her şeye şahitsin Allah’ım…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/30.05.2022/01.04



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder