14 Nisan 2022 Perşembe

YAŞAMAK İÇİN YAŞATMAK GEREK


Toplumlar çoğu zaman kendi yaşam alanlarından edindikleri tecrübelere göre, hayatta belli bir yeri olan kavram ve terimlere yeni anlamlar yükleyebiliyorlar. Bu yeni anlamlarıyla tanımlanan kavram ve terimler, tecavüze uğramış gibi iğreti bir hal alıp anlamsız bir duruş sergilerler. Hangi kavram ve terimlerin böyle bir bahtsızlık yaşadığını bütün boyutlarıyla burada ele almamız mümkün değil, ancak hayatımızın içinde çokça gördüğüm bir iki kavram üzerinden toplumsal yaşamda oluşan farklı algı kodlarına değinmek yerinde olur kanaatindeyim.

Ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımızda öyle kulağa hoş gelen ama içeriği anlamsızlaştırılan örneklere rastlıyoruz ki, çoğu zaman ben bunları gördüğümde insanlığımdan utanmıyor değilim. Özellikle Dini günler geldiği zaman bunlara çokça denk geliyoruz. Ramazan ayı herkesin bildiği üzere hayırların yapıldığı ay olarak bilinir. Ancak bu hayırlar sivil toplum örgütleri ve kişiler arasında yapılması gerekirken, resmi kamu kurumlarının da bunlar arasına girdiğini gördüğümde sorgulamadan edemiyorum. Yerel yönetimlerin Seçimler yaklaştığı zaman ya da kendi hizmetlerini halka tanıtmak istediğinde, şu kadar fakire giyecek yiyecek kap kaçak ve yakacak yardımı yapıldı gibi açıklamalar hakikaten farkında olarak ya da olmayarak, yönetimin prestijini ne kadar aşağıya çektiği bilinmez. Kamu kurum ve kuruluşları sorunları giderip her insanın insanca yaşayacağı ortamı oluşturması ve insanlara elinin emeğiyle geçim sağlayacağı ortamları sunması gerekirken, şu kadar insana şu kadar yardım yapıldı demek çok çirkin bir tutum olduğu kanaatindeyim.

Kamu kurumları, bulunduğu yerdeki insanların onurluca yaşamaları ve kimsenin önünde eğilmemesi için, onlara insanca yaşayacağı iş ortamlarını oluşturması zorunludur. Ama kendi bünyesinde ama kendi alanının dışında özel firmalar bünyesinde istihdam yaratmak onun asli görevlerindendir. Bu asli görevlerini yerine getirmeyen ya da o alana ağırlık vermeyip, insanların ihtiyaç sahibi durumuna düşmesinden bir getirim devşirme içine girmesi utanç verici bir manzaradır. Kamu kurumları yardım yapar ancak nasıl yapar bunun kriterleri olmalıdır. Hiçbir siyasi ve taraftarlık gözetmeksizin yönetimi altında bulunan insanlara sosyal devlet yönüyle yaklaşıp, insanları iş sahibi yapana kadar onların yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Bu davranış vatandaşın yönetime karşı bir minnet borcu içine girmesini gerektirmez. Ayrıca bu uygulama vatandaşa bir şantaj malzemesi olarak ta kullanılamaz. İşsizlik fonunda biriken 130 milyar lira bütçe olmasına rağmen, bu bütçenin toplanma amacına uygun kullanılmaması içler acısı bir durumdur. Gün içinde en yetkili ağızlardan duyduğum açıklamalar doğrusu beni şaşırttı, işsiz insanlar istihdam edildiği takdirde en az 6 ay gibi bu insanları istihdam eden firmalara bu bütçeden para aktarılacağı ve maaşların bu kaynaktan ödeneceği anlatılıyordu. Dışardan baktığınız zaman ne kadar da güzel bir uygulama, insanlar iş sahibi olacak diyorsunuz, ancak elde edilen kazanım firma sahiplerinin cebine gidecek, çalışacakların maaşı ücreti işsizlik fonundan ödenecek. Bu nasıl bir çelişki değil mi sizce de. Yani işsizlik fonu patronların çalıştırdığı elemanın parasını ödeyecek, elde edilen kazanımlar patronların kasasına girecek, Patron ne kadar insan istihdam etti denilerek ödüllendirilecek yani anlayacağınız işsizlik fonu da patronların tıkanıklığı için kullanılacak… Sonrasında Yerel yönetimler ve Sosyal yardımlaşma fonu eliyle, valilik ve kaymakamlıklarda ihtiyaç sahiplerine dağıtılan paralar sadakaya alışan insanlar yaratacak… Neresinden bakarsanız bakınız tutarsızlıklar üzerine oturtulmak istenen uygulamalarla karşı karşıyayız.

Yerel yönetimlerde bu yardımlara alıştık her neyse dedik, ancak merkezi yönetimin kendi vatandaşına yardım yaparak halkı dilenen duruma getirmesi aşağılayıcı ve insanları kişiliksizleştirme operasyonu olduğuna inanmaktayım. Bir ülke kendi imkânlarını tasarruf ederek ülke dışındaki ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorsa bu her zaman övgüye layık bir davranıştır. Ancak bu davranışın övgü alabilmesi için kendi yönetimindeki insanların genel sorunlarını çözmüş olması gerekir. Bunlar her geçen gün çoğalıyorsa, siz dışarıya aktarım ve reklamasyon derdindeyseniz, yönetim olarak doğru gitmeyen işler var demektir.

Merkezi yönetim, yardımları ancak düşkünlere ve kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayamayacak durumda olan fiziki ve zihinsel engelli vatandaşlarına yapar. Eli tutan ve ayakları yürüyen zihni idrak edebilecek olgunluğa ulaşmış baliğ olan her vatandaşına iş oluşturmakla görevlidir. Ya da iş oluşturacak imkânlar oluşturup onların üretime katkı sunmasına destek olması gerekir. Devlet bir denetleme ve organizasyon kurumudur. Bunları yapamayan devlet başka işlerle ne kadar meşgul olursa olsun, kendi asli görevini yapmadığı halde başka alanlarda sivrilmekle telafi yapar ancak. Bu da eksikliklerinden kaynaklanan kompleksli bir durumun yarattığı travmaları hafifletme yollarıdır. Devlet asli vazifesini yerine getirmek zorundadır. Bu görevini kimseye tevdi edemez. Uzun zamandır nereden buldun yasası diye bir çalışma yapılıyor, ancak insanların nerede nasıl kaybettiklerinin araştırılması hiç yapılmıyor. Oysa nerede kaybedenlerin yaşamları iyice araştırılsa, nereden buldun yasasının ne tür kurnazlıklar barındırdığı da anlaşılmış olacak. İnsanların kazançlarının %65’ne ortak olan devlet, zarar olunca hiç oralı olmaz ve kendi alacağını almak için gerekirse ineği kesimhaneye gönderip etini alıyor veyahut ta satarak ortağının nasıl yaşadığını ya da yaşayacağını hesaba katmıyorsa, bu durumda imkânsız insanların sayısını arttırarak yardım alacakların sayısını katlamış olmaktadır.

Ancak nerden bulursan bul getir onları kayıt altına al, vergini ver kazancın kutsallaşmış olsun diyorsa, devlet çıkar devşirme aracı olmaktan başka bir işe yaramaz. Devlet öldüren değil dirilten olmalıdır. Bir insan ticari müessesesinde işleri bozuluyorsa, hemen tüm resmi kurum alacakları o esnafın kapısına dayanıyor, ölmeden önce bundan ne alabiliyorsak bir an evvel koparalım, yoksa batarsa bu bir daha çamurdan çıkamaz diye düşünüp insanı canlı canlı imha edebiliyorlar. Bu davranış şekli yönetimin insanları perişan etmek için seçtiği en kalıcı ve çıkar devşirme yolu ise insanlar köle olur, yönetimde onları nesne gibi kullanan bir efendi olur. Onun için diyorum ki, devlet önce devletin varlık gerekçesini ve devamlılığının nelere bağlı olduğunu iyice anlamalı, ondan sonra toplumsal yaşamı yönetmek için alana inmelidir. Yoksa sadece patolojik ortamlar yaratmanın ötesinde bir icraatı olmaz.

Ülkemiz gerçekliğine doğru bakışla bakmak istersek, yönetim anlayışımız doğrudan insan öğütme ve harcama düzeneği üzerine kurulmuş gibi iş yapıyor. Her geçen gün bu olumsuzluklar katlanarak devam ediyor. Yerel mülki amirlikler son dönemde insanlara para dağıtmakla meşguller. Yakın zamanda kendi bulunduğum ilçenin kaymakamlığı ciddi bir para dağıttığını biliyorum. Yani toplum doğrudan alan el oldu. Oysa onlara verilen o paralar bir başkasının evine ekmek götüremediği çoğu zaman siftah yapmadığı ticarethanelerden zorla alınan vergilerden oluştuğunu biliyorum. Neden zorla, çünkü kazanmadığı parayı devlete veriyor ki ceza gelmesin diye; dolayısıyla zorla alınan bir paradır bunlar. Peki, devlet kendisine emanet edilen ve amacına uygun kullanılması gereken bu paraları, istediği gibi istediği yerde kullanma hakkına sahip midir? Devlet, emanetleri emanetin veriliş amacına uygun organize edip koordinasyonu sağlamak ve devletin devamı için sürekliliği oluşturmakla görevlidir. Ne yazık ki, kavram ve terimlerin anlamlarında ciddi bir deformasyon olduğu zaman, neyi doğru anlarsınız ki, her şey birbirinin içine girer karmakarışık bir yaşam oluşur bu gün olduğu gibi…

Devlet, insanlardan alırken atın tamamını alıp ayağındaki nalları geriye bırakıp yeni alacağın atın ayağına bu nalları çakarsın en azından bir nalın var diyecek bir mantığa sahipse, bu devletler sadece insanları imha ederler ve kendilerine bağımlı köle ve kullar oluştururlar. Köleler, efendilerinden gelenlerle yaşamlarını sürdürmeye alışmışlarsa, orada devletin ne kadar insana, ne kadar yardım ve destek yaptığını bir hizmet mantığı ile anlatması en doğal yaşam haline gelir. Gerçekten ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarının karşılanması reklamı yapılacak bir hizmet kalemi içinde yer almaz. O bir utanç vesikası olduğu için insan onu gizlemek ve üzerini örtmek zorundadır. Oysa bizim toplumda bunlar hep bir övünç kaynağı oluyor ve madalya alabiliyorsunuz. Ben isterdim ki, yerel yönetimlerin ve merkezi yönetimin şu kadar aileye şu kadar yardım yaptık, bütçe içindeki payı budur demeleri yerine, şu kadar ilde şu kadar yani üretim tesisi açtık, şu kadar gelir elde ettik, bunların şu kadarı şu ülkelere ihraç edildi, buralarda şu kadar insan istihdam ettik, aileleri de düşünüldüğü zaman işsizlik oranımız her geçen gün azalarak dip noktalara vardı deselerdi; o zaman ayakta alkışlamak bize bir borç olurdu en erdemli tavır olarak bu eylemleri tarihin aydınlık sayfalarına unutulmayacak harflerle kaydederdik… Ne yazık ki yönetimler halkını fakirleştirip, sonra bu insanlara koklatarak onlara bir anlık bir nefes olduklarında, bunu bir hizmet ve onurlu bir davranış olarak anlatmaktalar.

Böylesi bir anlayış değişmediği sürece toplumda sadaka alanlar her gün artacak ve yönetime gelen kim olursa olsun bu tavırları bir hizmet kalemi olarak gururla anlatacak. İnsanların ellerini ayaklarını kırmayın ve onlara baston da vermeyin bastonlarınız sizin olsun…

Herksin anlattığı ve neredeyse camiye giden siyer okumuş çocuklarında bildiği tarihi bir gerçek var… Hz. Ömer döneminde zekât verilecek fakir kalmamıştı denilir. Tarihten örnek verilir, ama kimse yaşadığı ortamı örnek vermeye cesaret edemez, neden çünkü herkes bakıma muhtaç engelli konuma getirildi de ondan… Ben isterdim ki yaşadığımız çağda insanlar yardım edecek ve elinden tutacak bir fakir bulamaz hale gelsin, herkes mutlu huzurlu ve ailesinin geçimini kendi imkânlarıyla rahatlıkla karşılayabiliyor, arta kalan zamanlarını da felsefe sanat spor, doğa gezileri ve sosyal yaşam alanlarında gönüllü çalışan olarak geçiriyorlar denilseydi. Bunların söylenmediği ve söylenebilecek çalışmaların yapılmadığı ortamlarda insanlık hep dünyanın karanlık yüzünde yaşamaya mahkûm olur. Bu mahkûmiyetleri ancak can bedenden ayrıldığı zaman son bulur ve özgürlüğe kavuşur.

Kendi iç sezilerime dayanarak ve inanarak diyorum ki, yaşamak istiyorsanız yaşatacaksınız, yaşatmadığınız her gün için, yaşam alanınızdan on kat fazla gün silmek zorunda kalırsınız. Dilenen ve almak zorunda kaldıklarıyla yaşamlarını devam ettiren insanlara yapılan yardımlar ve o insanların sayısıyla övünmeyi herkes bıraksın, bu utanç sayfasını bir daha açmaktan hayâ edin ki, utanılmayacak eylemlerin içine girecek zihinsel yeni kurgular geliştirilsin…

Yaşamın güzel olduğunu anlamak istiyorsanız şu denklemi yaşadığınız ortamda uygulamanızda bir sakınca yoktur. Ne kadar çok insana ihtiyaçlarının karşılanması için yardımlar yapılıyorsa, o toplumda o oranda sağlıksız bir yaşam ve adil olmayan bir sistem var demektir. Başkasından ya da kamu kurumlarından destek alarak yaşamlarını sürdüren insanlar yok denecek kadar azaldı ve herkes kendi emeğiyle yaşamını sürdürecek duruma geldi, sadece muhtaç ve düşkünlere yardımlar yapılıyor bu da yok denecek kadar diye bir açıklama duyarsanız biliniz ki orası huzura çok yakın ve adalet yavaş yavaş buralarda doğmaya başlamış demektir. Bunun dışında anlatılan masalların hiçbirisi kimsenin karnını doyurmadığı gibi yaşama bir katkı da sunmayacak, sadece hayaller ve umutlar vaat edilerek ömrünüzü tüketecektir.

Ömürler tükenmeden uyanmak ve kendimize gelmek dileğiyle diyorum… Ülkemiz ve milletimizin bir an evvel dünyaya yayılan bir umut ve huzur ışığı olmasını rabbimden niyaz ediyorum herkese selam ve muhabbetlerimi iletiyorum dualarda buluşmak ümidiyle…

Bahadır HATAYLI/14.04.2022/02.15



                                          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder