Yine sessizliğimi bozuyorum gecenin mahmurluğu içinde, ayın ışığı vuruyor alnıma, ben kendi içimde avazım çıktığı kadar bağırıyorum, kimsenin rahatını bozmadan… Kendini imha eden bir canlı var, yerküre kabuğuna sığmayan, ancak kabuğundaki çatlaklar etrafa rahatsızlık vermeden, dumanlar çıkıyor dışarıya, gök emiyor etrafa yayılmadan… Gökler ve yer şahit olsun acılarımıza ki, kabuğuna sığmayan, başkalarının mutluluğuna gölge yapmadan, içinde kendisi ile savaşan, mutsuzların üzerine serinletici bir bulut gibi kümelenmek istiyor yüreğim… Ellerim ulaşmıyor, yüreğim acı çekiyor, zihnime söz geçiremiyorum, aklım şaha kalkmış, duygularım bir sel gibi coşup gelirken, kendi önüme bendi, yine kendi elimle kuruyorum…
Gecenin sessizliğinde bir çığlık
atasım var, imdat demeyeceğim, hala uyanmayacak mısınız, bakın ay batarken
Güneş hüzne dalmış, Gök ağlıyor, yer her yanından çatlamış, kimseyi kaldıracak
derman kalmamış dizlerinde; hala uyanmayacak mısınız diye, sesimin ulaşabildiği
tüm yer küreye haykırmak geliyor içimden…
Vahşi doğanın kralları bile krallığı
bırakmış, can havliyle nereye gideceğini şaşırmış, şimşekler çakıyor, Güneş hiç
görmediğiniz şekilde tüm ışıklarını topluyor üstümüzden, ırmaklar sükûnetle akıyor
sazlıkları sarsmadan, berdiler hiç sallanmıyor, balıklar karaya vurmuş, sulara
elektrik verilmiş gibi hepsi karada baygın yatıyorlar…
Bir gök gürlemesi var ki, sanki ömrümden
ömür gidiyor, yerin altından hiç duymadığım seslerle, motor gücü çok yüksek paletli
araçlar geçiyor gibi içimi titremeler sararken, yer içindeki tüm sakladıklarını
birden ortalığa saçmasın mı, neler kusmadı ki, görseniz midenizin bulanmasından,
kalan yaşamınız varsa bir daha ağzınıza lokma alamayacağınız düzeyde sarsıntı
yaşatır size…
Umutlarımı gecenin sessizliğinde
tımar ederek, karşılaştığı acılardan ürkmemesi ve karanlıklardan tedirgin
olmaması için, kimsenin bilmediği ve görmeyeceği yerde gizlerek çıkmıştım yollara…
Mehtabın ışığı tam yüreğimin ortasına damga vurunca, hislerim şaha kalktı ve
beni aldığı gibi semanın üzerinden yerin derinliklerine bıraktı. Aniden, karanlıklar mehtaba meydan okur gibi,
bir yorgan olup beni sarmaladı!
Sessizliğimi bozarak yola çıkacakken,
tüm kelimeler yüreğime çakıldı, dilim şakırdayan bülbül gibi, yer ve zaman
demeden sahibi dışında kimseyi dinlemez hep konuşurdu, sanki bu geceler kilit
vurmuşlar dilime… Şairin dediği gibi, yüz anahtar, yüz anahtar; dil kilit yüz anahtar,
kilitlidir gönül evi; açamaz yüz anahtar… Evet, gecenin sessizliğini
haykırışlarım bozsun diye çıktığım bu yolda, kilit vuruldu sanki dilime, yüz
anahtar çaresiz izlemekle yetindi.
Gecenin mahmurluğuna göz diken yabancı,
ben mahmur gecelerde gezerim, mehtabın ışığında çayımı kardan demler, karın
sıcak nefesiyle ısınır, geceye şiirler dizerim. Sen benimle uğraşırken, ben
senin resmini karlar üzerine çizerim. Gün doğmadan geçenler, senin sicilini
alıp insanlığın başkenti yüreklerin ortasına, kalbin attığı yere anlamlı
kelimeler yazacaklar… Senin sicilini okuyan her yürek sahibi, sabahın evvelinde
anahtarı getirip dilimi çözecekler…
Dilim ben seni, dilim dilim eylemedim
ki, üzerine yemin edilen kalemin yazdığı kelimeler ve sözcüklere sen şahitlik
yapasın diye… Şahitlik yapmayacaksan, getirseler de anahtarı, kimsenin seni
açmasına müsaade etmeyeceğimi bilmeliydin… Şahitliği yapmayacak bir dil, hakikati
onaylamayacak bir yürek, hangi gecede yola çıksa ne fark eder ki, geceler ona
hep yabancı, ayın hüznü onun derdine çare olmaz ki!
Şahitliğin sözcüsü sen olman için,
elimden geleni hep yaptığımı sanıyordum, oysa gecenin sakinliğini görünce
sanıyorum sen de uykuya daldın… Tüm horultuların arşı alada bir ritim
tutturarak geceye mersiye dizdiği saatlerde, samanyolundan bir yıldız kaydı, o
yıldızla senin susmayan haykırışların semayı kuşattı. Semadan geri dönen
yankılar yeryüzüne bir yağmur gibi inerken, gözlerin olsaydı da keşke onları görebilseydin…
Gözlerim kamaştı, yüreğim hoplarken, içimde bir yabancı ses, yeniden
karanlıklara damga vurmayı ihmal etmedi… Karanlıklar, bu karanlıklar,
samanyolundan gelen yıldızın ışıklarını yere bir topraklama hattı gibi taşıyan dilime,
savaş ilan ettiler… Karanlıklara elveda eden yüreğim, mehtabın hüzünleriyle o
karanlıkları yakarak gökyüzüne ışık saçtı… O ışıklar içinde yanan ben, sanma ki
bu karanlıkları sadece benim yanmamdır yok edip, yerine aydınlıkları getiren…
Yanıyor içim, için için yanarken yüreğim,
susmak yakışır mı sana ey dilim! Ben karanlıkları gecenin sessizliğine gömerek,
mehtabın ışıkları ile Güne çıkmayı beklerken, acemi seyyah yolunu şaşırmış
olmalı ki, bizim rotada olduğunu bilmeden bir hışımla üstümüze gelmez mi, işte
o zaman mehtabın ışıkları gidiverdi, seyyah karanlıklara gömüldü aydınlığa
hasret gitti… Oysa kendi halini bilmiş olsaydı, gecede olduğunu fark edip,
kıpırdamadan uykuya dalıp sabahı bekleseydi, toprağın her yanından bir ışık yansıyacaktı,
çünkü yanmayan kalmamıştı küçükten büyüğe ne varsa yeryüzünde, ışığa
ulaşamadıkları için, kendisini yakarak ışığa davetiye çıkarmışlardı.
Seyyah hırsının esiri olup karanlıkları
kendi eliyle avuçlayarak, ışık diye elinin ulaştığı her yere karanlık saçarken,
ışığın nasıl olduğunu sorduğunda kimse ona ışık yok diyememişti. İşte, ondan
karanlıkları ışık diye saça saça ışıkları imha ederek, kendi zindanını seçmişti…
İçimdeki yabancı, ben yanarken sen
orada kalamazsın, yanmaya dayanamazsın sen, benimle birlikte yanacaklar varsa,
ben onlardan gecenin sessizliğinde haykırışlarımın arkasında duracaklarının sözünü
almıştım, o gün sen hiç ortalıkta yokken bugün neden ve nereden geldin…
Bir güzü, savrulan yapraklar arasında
bırakarak, çıplak ağaçların dalları üzerinde durmayan karın altında, kışı
karşıladığım günlerin, çetelesini tuttuğumu unutmadım. Onları bir bir sayarken,
gecenin içindeki haykırışlarım baharın gelişini haber versin ve günün doğumuna
hasret kalan yüreklere müjdeli anları bildirmek için dilimdeki düğümü çözmüştüm…
Güzün, savuran geceleri ve kışın ısıtmayan günleri dilime dokunamadı benim… Ama
benimle birlikte yananların olduğunu bilen yüreğim, baharın içinde bekleyen yüz
kilitten bir anahtar istedi dilime, dilime vurulan kilidi senin korkusuzluğun
açacak ey benim cengâver kardeşim! “Sen yanmasan, ben yanmasam, o yanmasa, bu
karanlıklar nasıl çıkar aydınlığa…”
Aydınlık yarınlara kavuşmak ümidiyle,
dilimdeki düğümü çözen mehtabın parıldayan ışıkları, gecenin sessizliğine bir
destan yazacağım, yüreğimdeki yangını alıp götürsün dilimin haykırışları! İşte,
o an herkes gülecek eğlenecek ve çocuklar göğün en yükseğinde uçurtmalarını uçuracak,
Mevla’mın sözü gerçekleşecek “ve biz istiyoruz ki mazlumlara lütfedelim de
onları yeryüzüne mirasçı kılalım…” Mazlumların varis olduğuna şahit
olmasam da, o günlerin döne döne geldiğini gördüğüm ve zalimlerin hesabının
dürüleceğine yüreğim tam teslimiyetle bağlandığı için, kışın ısıtmayan
soğuklarını karanlıklara terk ederek, baharın filizleri arasında tüm insanlığı
sevgi bahçesinde sabah muhabbetinde görmek için, erkenden günün doğumunu bekliyorum,
semanın duruşunu merhametiyle örten, yeryüzünün rahmetli bağrında, elimde bir
tomurcuk, yüreğimde hüzün, dilimde coşku, kollarımı açtım hepinizi kucaklamak
için!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder