7 Mart 2022 Pazartesi

AHLAK TRENİ SON İSTASYONA VARMAK ÜZERE

Ahlak denildiği zaman, genel anlamda birçok kişinin aklına gelen ilk anlam cinsellikle ilgili sapmalar veya genel kabul gören tutum ve davranışlar dışında, bir yaşam akla gelir. Bunun böyle anlaşılmasının temeline indiğimiz zaman, insanlar arasında belli davranış biçimleri kutsallaştırıldığı için, toplumların oluşturduğu bu kutsalların dışında yaşayanlar ahlaksız olarak kabul edilir ve ona göre bir tavır takınılır.                                             Oysa ahlak ve ahlaksızlık insanlık tarihi boyunca toplumsal yaşam kodları olarak nesilden nesille aktarılarak gelen fıtri genetik kodlarla ilişkili bir davranış biçimidir.

Ahlak, Âdeme eşyanın bilgisini öğrettik ayetinde tecelli bulan ve Âdemin bel kemikleri arasından insanlığın sülbünün alınıp hepsine sorulan, ben sizin rabbiniz değil miyim sualine karşılık, sen bizim rabbimizsin biz şahit olduk denilen günde ki, tüm ruhların ahit imzalayarak karşılık verdiği zaman, imzalanan mukavelenin adıdır ahlak… Böyle bir sözün alınmasının gerekçesine baktığımız zaman, Rabbimiz, bizim bunlardan haberimiz yoktu, atalarımızın yaptıklarından dolayı bizi sorumlu mu tutacaksınız dememek için yapılan bir sözleşmedir o…

Evet, sevgili kardeşlerim şunu iyice idrak etmemiz lazım ki, ahlak bizlerin ruhları ile yapılan mukavelenin maddeleridir. Onlara uymadığımız zaman veyahut ta o maddeleri değiştirip işimize geleni ahlaki, işimize gelmeyeni ahlaksızlık olarak tanımladığımız bir yaşamda, doğru rota bulamazsınız. Yarınlarda biz bunları gelenek olarak gördük ve onların bize taşıdıklarını ahlak olarak bilip yaşadık deme şansımız da olmayacaktır. Çünkü Âdeme eşyanın bilgisi öğretildiği zaman neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış, neyin güzel neyin güzel olmadığının ölçüleri de verildi. O kriterlere dikkat etmezsek, herkese göre değişebilir diyerek oluşturacağımız kafa yapılarımız; hiçbir yapı inşa edemeyecektir.

Ahlakın temel ve üzerinde durulması gereken kavramları, iyi, kötü, vicdan, ahlak yasası, adalet, huzur ve mutluluk sorumluluk, özgürlük ve irade gibi kavramlardır. Diğerleri bunların etrafında şekillenir. İyi ve kötünün ne olduğu, Âdem as’a öğretilen kavram atlası içinde mevcuttur. Ör. Tüm insanların geçiş güzergâhı üzerine büyük bir taş yuvarlanmış ise, bunu oradan kaldırmanız iyi bir eylemdir. Ancak öyle bir yere bir taş yuvarlamanız ve insanların geçişini engelleyerek onlara eziyet etmeniz kötüdür. Bunun böyle olduğunu anlamak için kendi fıtri gen haritanızın kodlarıyla, toplumsal yaşamınızı reaksiyona geçirmeniz yeterlidir. Yani bireysel iç dinamikler toplumsal yaşamın belirleyici ölçüsü olmak zorundadır. Bu dinamikler, her insanın vicdan coğrafyasında yerli yerinde yerleştirilmiştir. Biz o coğrafyayı iyi tanımaz ve o coğrafyanın koşullarında yaşayacak ürünleri oraya ekmeyi düşünmezsek, orası çorak tarlaya döner ve hiçbir uyarandan etkilenmeden vicdansız varlıklarla ortalık dolup taşar.                                                                     

İnsan, kendi fıtrat kaynağından uzaklaştıkça lağım sularıyla beslenen varlıklar gibi tüm vücut hastalık kaplamaya başlar. Neden yeni doğan çocukları günahsız masum olarak görüyoruz, çünkü onlar saf arı duru fıtrat kaynağından besleniyorlar, toplumsal kalıplar onları şekillendirinceye kadar…                                                                                             

Toplumsal kalıplar kendi doğal coğrafyasından uzaklaşıp, çorak topraklarda üretim yapmayı hedef haline getirmişlerse böylesi ortamlarda fıtrattan gelen ve Âdemle öğrenilmiş olan iyi ve kötü ölçülerine göre doğru bir yaşamı oluşturmanız mümkün olmayabilir. Çünkü iyilikler kötü, kötülükler iyi olarak tanımlanıp toplumda karşılık bulduğu zaman, bunların kıskacından kurtulmakta öyle kolay olmayabiliyor. Çok basit ve sıradan eylemler, toplumsal algı doğrultusunda en büyük günah sebebi sayılabiliyorken, toplumları imha eden ve insanların vicdanlarını kasıp kavuran eylemler ise, sıradan basit bir davranış gibi algılanır hale gelebiliyor. Bu durumda toplumların helaki kaçınılmaz oluyor… Dijital çağda bu yaşam tarzı nerdeyse genel bir hastalık haline gelmiş ve fıtrat yazılımının yerini almış, insanlar doğal kaynağından uzaklaşarak ahlaki açıdan lağım sularıyla beslenirken, vicdan diye bir kavramın arkasına sığınarak günah çıkarmaya çalışıyorlar… Oysa bu hal onları temizlemeye yetmeyecek kadar cılız ve basittir.

Ahlak yasası, insanın kendi içinden dışarıya yansır, vicdan yasanın tek hâkimidir. O hâkimin verdiği kararlar, fıtrat kitabında bir yazılım olarak insanın yüreğinin derinliklerine yaratıcı tarafından yerleştirilmiştir. Ancak bu yasaya uygun yaşayıp yaşamama özgürlüğü de ona bahşedilmiştir. Kimileri o yasayı bulup ona göre yaşamayı bir hedef haline getirirken, kimileri o yasaları ihmal ederek kendi istek ve arzularını bir yaşam kitabı haline getirip ona göre yaşamayı tercih edebiliyor. Her iki durumda da insanın kendi tercihi ve özgürlüğü devreye giriyor. İnsan bu tercihlerini yaparken kendi fıtrat yazılımındaki kitaba ya uyuyor ya da uymuyor, dolayısıyla sonuçta bunların ortaya çıkaracağı acı ve mutluluklara katlanmakta onun sorumluluğu olur.

Hiç kimsenin, bizden önce böyle bir yaşam vardı, biz de ona göre yaşamak zorunda kaldık, onların devamıyız şeklinde gerekçelere ve bahanelere sarılma hakkı yoktur. Çünkü her insanın ruhu ile yapılan anlaşma da söylediğimiz şu veciz söz hayatımızın üzerine oturduğu bir değer sistemidir. “Rabbimiz, bizim bunlardan haberimiz yoktu, atalarımızın yaptıklarından dolayı bizi sorumlu mu tutacaksınız, demeyesiniz diye sizinle sözleşme yaptım siz de evet dediniz…”Herkes evetine ya sadık kalır ya da yan çizer ama sonucuna katlanmak zorundadır. Dolayısıyla bizim şu an yaşadıklarımız yapmak zorunda olup ta yapmadıklarımızın faturasını dünya yaşamında ödeme şeklidir. Oradaki faturamızın nasıl ve ne boyutta olduğunu bilmiyoruz ama burası iyi değilse oranın çok iyi olacağını şahsen ben düşünemiyorum…     

Vicdanların sıcak suya atılıp içi boşaltıldıktan sonra, ya yazılımsız ya sahte bir yazılımla yerine konulduğu bir ortamda insanların hassasiyetleri kaybolur. Kimse kimsenin umuruna gelmez, herkes kendi çıkar ve menfaatinin korunmasını düşünür. Kendi dışında olanların tarumar olması ve yanarak yok olması onu hiç alakadar etmez. Başkaları acından ölse onun için esas olan kendi açlığının giderilmesi ve gelecek günler için istif yaparak başaklarının o günkü haklarını çalarak onların yaşamını zora sokmaktır. Hırsızlık sana ait olmayanları almak olarak tanımlanır doğru bir tanımdır. Ancak şu boyutu dikkate alınmaz, bugün benim ihtiyacım var onu karşılayacak kadar erzak alıyorum ama kendi yaşamının garanti olduğunu düşünerek önümüzdeki yıllarda ve aylarda tüketeceklerimi de alıyorum; imkânım olduğu için, ancak bir başkası imkânları kısıtlı olduğundan günlük yaşamını devam ettirecek erzakını ben bitirdiğim için alamıyorsa; ben onun hakkını çaldım ve hırsızlık yaptım. Bu ahlaken sorgulanamıyorsa orada ahlak yasasını harekete geçiren vicdan ölmüş demektir. Ahlak, insanların iki bacak arasına sıkıştırılıp orada imha edildiği için, hayatın içine çıkamadığından başımız belalardan bir türlü kurtulmaz oldu.

İnsanların fıtrat donanımlarını bozduğunuzda ahlaksızlığın alasını yaşarsınız ama kendinizi ahlaklı sanırsınız. Çünkü sizin ahlak dediğinizin içi ahlaksızlık, ahlaksızlık dediğiniz de çoğu zaman ahlak olarak karşımıza çıkar. “Gemisini kurtaran kaptan ”sözünün bir deyim haline gelerek her ortamda kullanılması, ahlaksızlığın zirve yaptığının kanıtıdır. Menfaatçiliği, bireyselliği, başkalarının haklarını gözetmemesi ve kendi çıkarı için dünyayı ateşe vermesinin hiçbir öneminin olmadığının vurgulandığı bir ifadenin, ahlaki öğreti olarak anlatıldığı ortamda ahlaki manifesto delinmiştir. “ Bal tutan parmağını yalar ”Ne demek yahu, böyle bir anlayışı alkışlayacak kadar dindar olanlarla, bir toplum camileri de dolduruyorsa, vay o toplumun haline ki nasıl vay…(!)

Ahlakın kaynağı olan fıtrat genleriyle beslenen insanlar, anne sütüyle beslenen çocuklar gibi arı duru ve sağlıklı bir yaşam oluştururlar. Bu kanal kapandığı zaman toplumsal yaşamdaki ahlak kodları çıkar menfaat ve günün koşullarına göre şekil alır, hatta çağ sana uymuyorsa sen çağa uyacaksın, yani herkes insanlıktan çıkmış ise, sen insan olarak yaşamak istiyorsun ama kimse sana uymuyorsa, sen onlara uyacaksın gibi kutsal ahlaki (!) sözlerle gençlere nasihatin yapıldığına çoğu zaman şahit olabilirsiniz. Bu örnekler toplumsal yaşamdaki ahlak kodlarımızın fıtrat yazılımıyla ne kadar da bağlantılı olduğunu görmemiz açısından sanıyorum bizlere bir bilgi verecektir. Ahlak iflas etmiş ise yazılı kurallarla böyle bir toplumu yeniden inşa edemezsiniz. Bir toplumu ahlaki çözülmenin ve erozyonun elinden alıp doğal bir ortama kavuşturmanın biricik yolu, kuralların sahiciliği, adil olması ve yaptırımının caydırıcı bir içeriğe sahip olmasıyla ancak mümkün olabilir. Hukuk kuralları sürekli değişim içindeyse orada bağlayıcı ahlaki ilkeler yok olduğundan hukukla bu eksikliği gidermek istersiniz. Ancak ahlak yeniden dirilirse böyle bir uğraş alanının çok da kayda değer olmadığına hep birlikte şahit olabiliriz. Azerbaycan Türkeri’nin çok güzel veciz bir sözleri vardır. “Az yiyerek tabibe gitmirem, düzgün doğru yolda gidirem hekime gitmirem”Görüyormuyuz böylesi bir sözün yaşam alanındaki karşılığının toplumsal yaşamı biçimlendirmedeki rolünü…

Önce insan, sonra yaşam, ardından korunma, paylaşım, iletişim etkileşim ve karşılıklı insanların birbirlerine ihtiyaç duyması… Bu denklem doğru kurulduğunda ve terazi doğru tartı yaptığında, ahlaksızlıklar bir yağmur sonrasında atmosferdeki tüm virüslerin yok olması gibi gidecektir. Ancak ahlaksızlığın yayılmasına prim verenler olduğu sürece ahlaksızlık dini bir öğreti gibi ibadet aşkıyla yerine getirilebiliyor. Son dönemlerde çokça kullanıldığına kendi kulaklarımla şahit olduğum bu söz nasılda ahlaksızlığın dini bir kalıba sokularak meşru hale getirildiğini gözler önüne sermektedir. ”Çalmış ya da almış olabilir ama bir araştırın bakalım neden almıştır, bir yerde ya caminin eksiği vardır ya da filanca yere yardım için alınmış veyahut ta İmam Hatip açılması için para gerekiyor ondan dolayı alınmıştır…”Bu sözler ahlaksızlığın ahlakın yerini aldığının canlı örneklerine en büyük bir delildir. Ahlaksızlık yapanların, mecliste aklama komisyonundan geçirilerek,  oy ve kalkan parmaklarla meşru hale getirildiği bir ortamda, alt katmanlardakiler bunun alasını yapma hakkının kendisinde olduğuna neden inanmasın ki(!)

Ahlaksızlığın yaygın hale gelerek gelenek halini aldığı ortamlarda, mana bütünleşmesi yok olmayla karşı karşıya kalır. Toplumsal değerler insanları bir arada tutacak cazibe ve albenisini kaybeder. Bir devletin yönetim mekanizması ama gerçekten, ama iş olsun tarzında çıkarılmış olan, Yolsuzlukla mücadele ve onları sorgulama komisyonundan rahatsızlık duyarak onu kaldırmak için bir yönetim değişimini göze alabiliyorsa, orada ahlak imha olmuş demektir. Yolsuzlukla mücadele komisyonu kurulduğu zaman eğer siyasi partiler, biz o zaman ilçe yönetimlerinde çalışacak bu işlere karışmamış başkan bulmakta zorlanırız, onun için bunu kaldırmak lazım diyerek kaldırabiliyorlarsa, orada toplumsal yaşam ahlaki açıdan komada, yaşama şansı kalmamış demektir. Yanlışlar fazla diye onların yok edilmesini göze alamıyor, doğruları suçlu ve günahkâr bulup onları imha ediyorsanız, kendi ecelinizi kendiniz yaklaştırırsınız. “Hak bir gün mutlaka batılın beynini parçalayacaktır.”

Son dönemlerde toplumdaki ciddi erozyonları görünce, böyle bir yazıyı kaleme almak zorunda kaldım. Ahlakın yerlerde süründüğü bir ortamda dindar nesil değil, ancak dini insanlara dar edeceğiniz bir nesil yetiştirirsiniz. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, insan yaşıyorsa kendini yenileme imkânı vardır diyerek, bazı hatırlatmaların dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Bu ahlaki çözülmenin önüne geçilmezse, adalet yerlerde sürünürse, kişilere göre menfaatlerin meşru ve gayri meşru olarak adlandırılması yapılırsa, ahlaki olmayan her davranışın berbat olduğu açıklanarak taraf ve anti taraf olduğuna bakılmaksızın, insani bir duruşun ortaya çıkması, toplum ve millet olarak var olmamızın temel taşıdır. Ahlaksızlığın yayılmasında kimlerin ne kadar katkısının olmuş olacağını inşallah bir sonraki yazımızda gündeme alalım…

Selam ve muhabbetlerimle, Vicdanlar kanamasın, insanlık can çekişiyor, ahlaklı bir tabip lazım hayata dönmesi için… O tabipler ortaya çıkmalı yoksa yarınlar olmayacak ve güneş yeniden doğmayacak…

Bahadır Hataylı/06.03.2022/16.21

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder