Onuru kirlenmiş olanlarla, onurlu bir yolculuk yapmak nasıl ki mümkün değilse, aklını kullanmayanlarla da akılcı bir süreci devam ettirmek mümkün değildir.
İnsanlık onurunu üç kuruş
menfaatlerine peşin satanlar, insanlık onurunu kurtarmaya çalışıyorlarsa,
Hırsızlıkta level atlamış olanlar, hırsızlarla
mücadele düdüğü çalıyorlarsa,
Düşünmeye tahammülü olmayanlar,
düşünce özgürlüğünün mimarı olduğunu anlatıyorsa,
Geçmişi karanlık dehlizlerden
gelenler kendileri aydınlanmamışken, güneşin kendileriyle doğacağını ısrarla
vurguluyorsa,
İnsana tahammülü olmayanlar, insanlık
için çalıştığına yemin ediyorsa,
Sömürünün kaynağı olanlar, adalet
eşitlik ve insan hakkını konuşuyorsa,
Kâinatın dengesini bozanlar, doğal
dengenin korunması için nelerin yapılamasının gerekliliğini anlatıyorsa,
Halkını perişan eden yönetimler,
huzur ve mutluluk için çalıştıklarını söylüyorsa,
Değişim olması kaçınılmaz değil mi
sizce dünyanın göbeğinde… Dünyanın tam ortasından ikiye değil, her yerinden
delik deşik edildiğini görmemize rağmen, hala bunda bir hayır ve hikmet aramak
insanın kendi varlığının hikmetini kavramamak değil mi yoksa?
İnsan kendisindeki hikmeti ve gizemi
çözemediği zaman, gizemli düdüklerin emriyle yerde sürünen bir leşe dönmeye mahkûmdur.
Bu mahkûmiyet, kendi yaşamının son bulmasıyla bitecek bir mahkûmiyet değil,
insanın var olduğu ortamlarda gelenek olarak devam etmesi için gidenlere
tescilini yaptırmış ve onay alınmış bir mahkûmiyet olacaktır.
Bu mahkûmiyet zincirlerini kırmak
isteyenler, öncelikle beyinlerinde kurulan karakolların duvarlarını akıl
bombasıyla havaya uçuracaklar, merhamet kanatlarıyla dünyanın dört bir yanına
sevgi, barış, kardeşlik gibi tohumları taşıyacaklar;
Çorak bırakılmış topraklarda, sabır
ve emekle bunların çimlenmesini bekleyecekler,
Duygular denizinden alınan su bile
olsa uyanış kitabının mürekkebine bir damla katmayacaklar,
Akıl pınarından gelen sularla yürek
değirmenini çevirerek ince hisler ve sıcak iklimde öğütülen undan ekmek
yapacaklar,
O ekmeğin yumuşaklığından doğan duyguları
onurlu yaşam gemisine alacaklar ki, ancak bu yola çıksınlar…
Bu yolda her can bir candır, bir can
tüm candır…
Bir can acı duyduğunda tüm can acı
çekiyorsa bu yolda bir hayır vardır, o zaman hikmeti aramak insan onurunun
şiarıdır.
Yorulmadan devam eden bir yolculuk bizimkisi,
yürekten akarız akıl otağında konaklarız, duygu bahçesinde dinlenir, muhabbet
konağında demlenir, kimsesiz gecelerde karanlıklara sırdaşız…
Kimi olanları, kimsesizleri gönül
pınarında bir damla su içmeye çağırmaktır davetimiz…
Farklı düşünce ve inançları, toplar,
çarpar, böler ve insan ortak paydasında kol kola sarılmaktır bakışımız… Söz
olsun bizden sadır olsun derdinde değiliz,
Onurlu bir kervanın duraksız
yolculuğunda doğumdan ölüme bu yolda olmaktır muradımız…
Dostumuzun kim olduğunu ve kiminle muhabbet
kurduğumuzu bilerek yaparız, her insana hoşgörüyle yaklaşırız,
Yaradanın ruhundan üflenen varlığa
kem gözle bakmak ne haddimiz;
Eylemleri ve düşünceleri sorgulamak
değilse kastımız, Yaradan alır bizi bizden, viran olur bahtımız;
Çıkmadan bu dünya mezbelesinin dışına,
sözlerimiz tesir etmez mezbelenin içinde yemlenenlere;
Yapmadıklarımız anlatılmaz bu yolda,
yapamayacaklarımız vaat edilmez, yaptıklarımızla da övünmeyiz, bizi bu yola
koyan, yaşatan ve öldürene ancak şükrümüzü eda ederiz…
Her gelen giderken, acaba yolun
neresinde, durdurun dünyayı inecek var denilen noktayı bilmeyiz, onun için her
an tetikte dolaşırız nişan alacak nişancı bizi hedef alacak endişesiyle tedirgin,
bilerek gittiğimiz için derin bir sükûnet ve dinginlik içinde kendimizden
geçeriz… “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker, Gökten ecdat inerek o pak
alından öpse değer…”diyen Merhum yiğit şairimizin dediği erlerden olmak için
çıktığımız bu yolda, ayrım nedir bilmeden yürümekti hep hedefimiz ve öylede
kalması tek dileğimiz…
Eylemlerin olumsuzluğunu ve
yansımalarını ortadan kaldırmaktır derdimiz, ne düşüneni, ne de düşündüğünü
imha etmek değil bizim asaletimiz…
Yaşama imkânı veren ve ona düşünme
melekeleri bağışlayan Rahman’ı hesaba katmadan, onun alanını çiğnemek olursa
kastımız, o bizi çiğner kim olduğumuza bakmadan bunu iliklerimize kadar idrak
ederek yaşarız…
“İnsan kendisini kendisine yeter
görerek sapar ”Buyruğunu taç eyledik başımıza, tacımız alınmaz başımızdan,
başımız alınmadan…
Fani dünyanın garip yolcularındanız,
yaratılanı hoş görürüz yaratandan dolayı, koca kürede bir zerre iken, nedir bu
ahvalimiz diye her an duygularımızı kontrol etmektir hissiyatımız… Acılarımız
giden günlerimizin heba olması, yorgunluğumuz hüzünlü duygularımızın
kırılganlığı…
Ne de olsa şu an yaşıyoruz biz, o
halde aydınlık bir güne yeniden merhaba demek için, tüm kâinatı gecenin
sessizliğinden ve gönlümün derinliğinden akıp gelen su gibi aziz olmaya
çağırıyorum…”Su gibi aziz olasınız…”
Nazımın deyimiyle, ”Bu sevda, bir
ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe yaşamak…”Bu sevda bizim…
Erol KEKEÇ/06.02.2022/01.15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder