23 Mayıs 2021 Pazar

HAYRET ŞEYTAN GİRMİŞ İÇİNE!

 De ki: "Pisin çokluğu seni hayrete düşürse de pisle temiz bir olmaz. O halde, ey akıl ve gönül sahipleri! Allah’tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz. “Maide/100

“Göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların mülkü/yönetimi Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter.” Maide/120

Yaşamlarımız o kadar kirlendi ki, helal haram olduğuna bakılmaksızın sahip olduğunuz imkanların çokluğu sizin değerinizi belirler oldu. Kazanımlarının nereden nasıl geldiğine bakmaksızın nasıl olursa olsun yeter ki gelsin anlayışı, “bu kulun haram helal demez ver Allah’ım ne olursa onu yer Allah’ım ”ile yaşamlarını sürdürenlerin sahip oldukları kimseyi hayrete düşürmesin…İçine pislik karışmış olanların çok kabarık olması hiç temizle bir olur mu?

İçine şeytan girmiş olan bir yaşam çok kabarık görünür ama ne yazık ki şeytan çıktığı zaman şişkinlik söner ve bir anda cılız bir durumda algılanır bu da ona ilgi ve alakayı azaltır. Şeytanın ortak olduğu hayatlar, Allah’a gerçekten iman etmiş ve ona hiçbir şeyi şirk koşmadan sonucu ondan bekleyenler hariç, her zaman cazip algılanır. İnsanların neyin önünde eğildiklerine bir bakarsanız, görüntü ve kabarıklar ne kadar fazla ve kimde bulunuyorsa o her zaman tercih edilen ve cazip olan olarak değerlendirilmektedir. Ondan dolayıdır ki haram helal olduğuna bakılmaksızın yeryüzünde yaşayan herkes bu ölçüyü dikkate alarak varlık sahnesindeki rolünü oynamaktadır. Bu anlayışla yaşam sürenlerin toplumsal hayatta çoğunluk oluşturması, fesada ortam hazırlar.

“Çok mal haramsız olmaz, çok söz yalansız olmaz” deyimi bir gerçekliğin anlatımı olduğundan kuşkunuz olmasın.Tecrübeler,hayat deneyimleri sonrakilere ışık olsun diye özlü ifadelerle sonrakilere bir miras olarak bırakılır. Bu söz aslında nasılda bir yaşam biçiminin tüm kültürel kodlarını önümüze koymaktadır.Oun için Yüce Rabbimiz “pisin çokluğu seni hayrete düşürmesin, hiç pis ile temiz bir olur mu diye uyarıda bulunmaktadır. Yiyecek maddelerine bakarsanız bazı pasta mamullerinin çok kabarık olduğunu görürsünüz, bunun böyle olması için neler yapıldığını araştırdığınızda, içine bazı kimyasallar ve karışımlar konulduğundan böyle olduğunu öğrenirsiniz. Ancak o kabartma mamullerinin sağlığa ne kadar faydalı olup olmadığına baktığınız zaman, sağlık açısından zararlı olduğu sonucuna ulaşırsınız. Buna rağmen, bakıldığı zaman kabarık ve göze güzel görülen daha tercih edilir ancak sağlık açısından zararsız olan ve içine herhangi bir zararlı karışım katılmamış olanların daha az tercih edildiğini fark edersiniz. Tüm bu örnekler gösteriyor ki insanlarda böyle bir yönelim olduğu muhakkaktır. Bu tarz yönelimlerin temelinde ne kadar da insanın gerçek fıtratıyla örtüşmeyen etkenlerin bulunduğunu görmekteyiz. Bu etkenlerin toplumsal ve kültürel bir yaşam belirleyeni olarak yaygınlık gösterdiği bir çağda yaşamların yeniden ve özenle gözden geçirilerek hakikat endeksi üzerinde yol almasını sağlamak için mücadele edilmesi kaçınılmazdır.

Saman çuvalları doldurulduğu ve basıldığı zaman cazip gibi görülse de çuvala bir bıçak vuruğunuzda ortalığa dağıldığını görürsünüz. Aynı kavanozu kırılmış reçel gibi saçılır ve bir daha toplanıp ona ilgi duyulması da mümkün değildir. Atılması gereken bir mamul haline gelir. Dağılmış saman çuvalı da süpürülüp yakılacağı ya da bir yere atılması gereken bir çöpe döner. Yani şunu anlamak zorunludur, pis olanların çok kabarık olması sizi hayrete düşürmesin, asıl hayrete düşürecek olanın tertemiz olup ta içine hiçbir pislik karışmadan insan yaşamının olduğu bir yerde hala varlığını sürdürüyor olması olsun…

Nereden buldun yasası diye bir devlet, insanların kazanımlarının kaynağını sormadan ellerindekini sisteme katarak vergi almak için kutsallaştırma adına kanuni düzenlemeler yapacak bir duruma gelmiş ise, demek oluyor ki, siz nereden bulursanız bulunuz onları sisteme dahil edecek kanuni düzenlemeler yapılacaktır. Bu düzenlemelerle pisler temizmiş gibi sunulmak istenmektedir. Sonrasında da bu eylemin bir referans olması sağlanarak kazançların nereden geldiği değil, sisteme katılıp katılmadığı önem kazanıyor, Yani meşrulaşabilmesinin yolları hemen oluşturuluyor ve vergiye dahil edildiği anda zaten tüm sorunlar çözülmüş oluyor, ”vergilendirilmiş kazanç kutsaldır, ”sloganıyla tüm pislikler legallik kazanmış oluyor.

Pozitivizmin egemen olduğu, ahiret diye görülene imanın ahireti unutturduğu bir çağda elbette, kabarık ve şişkin olanların hayret duyulacak değerler haline gelmesi de normalleşmektedir. Yani sizlerin bakışı ve size bakışların pozitif alanda ne kadar bir birikiminiz var onunla değerlendirilmektedir. Dolayısıyla bu ortamlarda değer kazanmak ve itibar sahibi olmak için nereden geldiğine bakmaksızın sizi değerli kılacak bu imkanlara fazlasıyla sahip olma hırsı içine giriyorsunuz. Bu hırs siz de kazanmak için hiçbir sınır tanımadan sadece elde edeceğinize sizi yoğunlaştırmaktadır. “Üzüm üzüme baka baka kararır, körle yatan şaşı kalkar” atasözlerinin de özetle anlatmaya çalıştığı yaşam, toplumun genel hayatı haline gelir. Herkes kendisini değerli kılmak için nereden nasıl geldiğine bakmaksızın geldiği noktanın çekiciliğiyle ilgilenir. Böylesi bir geleneksel yaşam oluştuğu zaman toplumsal değer sistemlerinin işlevini kaybettiği ve farklı bir pisliğin kabararak herkesi hayret ettirdiği çağın pislikleri altında can çekişen bir hayat ortaya çıkar. Eğer bu yaşamların kaynağı, yaptığı yoluculuğun meşru sınırlar içinde olup olmadığı bilinmeden bilinse de kanunlara ve mevzuata uygun, yeni diye ortaya çıkan ethik algının yerlerde sürünen ahlaksız tavrı, yaygınlaştığı dönemde temiz olana yaklaşmak insanı küçültmeye ve dışlamaya neden olur. Oysa ahlak yoksunu tavırlar parmakla gösterilecek, erdemli, işini bilen dürüst adamlar sınıfına isminizin kaydedilmesine sebep olur.

Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla, pisin çokluğu ve kabarıklığı herkesi hayrete düşürmekte ve herkesi bu pislik sahiplerinin yerinde olmayı arzular hale getirmiştir. Kimse pisliğin içinde olmayı ve ondan kendisine bir pay düşer mi diye düşünmesin, pislikten ancak pislik akar. “Zalimlere meyletmeyin yoksa ateş size de dokunur…”Ey akıl ve gönül sahipleri yanlış yaparak Rabbinizi gücendirmekten korkup sakının ki, kurtuluşa erenlerden olasınız…Tüm bu örneklendirmelerden alacağımız çok derslerin olduğuna inanmaktayım. Ahlaki çöküşün tüm sistemleri yerinden ettiğini görmekteyiz.

Pis dendiği zaman hemen aklımıza belli şekillerdeki düşünce davranışlar gelmektedir. Yanlış olan bir düşüncenin peşinden sürüklenen kalabalıkların çok kabarık olması hayret etmeyi gerektirmiyor. İnsan vücudundan para kazanan birinin, belli bir dönemin anneler gününün annesi seçilmesi,devleten ihale alarak para kazanma dışında bir marifeti olmayanların Milletin a….na koyalım diyerek çirkeflikte sınır tanımamasına rağmen yerinde olması arzulanan bir iş adamı olarak prestijini koruması, çulu olmayanlar Milletin emanetini korumak için bir göreve geçtiklerinde oradan ayrılırken sadece bir domuzu kalıyorsa sahip olmadığı, bir makamı işgal ettiği zaman o makamın yaptırımını kullanarak, muhatap olduğu karşı cinslerden uçan kaçan hariç kimsenin kapsam alanından çıkamadığı ve muhabbetlerini de ne kadar ve kaç kişiyle geçirdiğini söyleyecek kadar anlatıp çirkefliği alenen yayan, anlatılacak çok şey var ancak, haram helal deme nerden gelirse gelsin ver Allah’ım biz senin halis kullarınız diyerek dinin de sahibiymiş gibi davranıp yeryüzünde hakkı tahrip edenlerin şerrinden korunmak için, onlara hayretle bakılmayacak,coronadan daha tehlikeli olduğu bilinerek onların kokusunun geldiği ve gelebileceği her ortamda tüm duyu organlarına maske takarak yaşandığı zaman ancak felaha erenlerden olunur. Yoksa içinde yaşadığımız çirkeflik daha çok kabaracak ve herkese onlara hayretle bakmayı ve onların yerinde olma arzusunu oluşturacaktır. Bunları dikkate almadan yaşamak ve yürümek istiyorsak, gönül sahipleri olarak Allah’tan ittika ederek yaşayalım ki felaha erenlerden olalım.

“Göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların mülkü/yönetimi Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter.” Maide/120

Göklerde ve Yerde bulunanların mülkü yönetimi kendisinde olan Allah’a güvendiğimiz de elimizde bulunan ne kadar küçük ve cılız gibi görünse de mayamız temiz olduktan sonra o kabarık olanlara bizim mayamız konduğunda bizim sahip olduğumuz temiz mayanın özelliğine dönecektir. Temiz olanlar hep mayadır. Pis olanlar ise mayasız kabarık olanlardır. O kabaranlar kimseyi aldatmamalı, mülkün yönetimi elinde olan Allah, temiz olanların çoğalmasını ve pis olanların bertaraf edilmesini istemektedir. Ondan dolayıdır ki, akıl ve gönül sahipleri ancak bu hakikati anlayarak Allah’tan gereği gibi ittika edebilir. İşte onlar felaha erenlerdir. Felaha erenlerden olmak isteyenler yaşadıkları ortamlardaki her türlü pisliklerden uzak durarak, mülkün tek sahibi Allah’a akıl ve gönülleriyle yönelerek onun buyruğuna göre yaşamaları gerekir. Ancak kurtuluş o zaman Olur. Pislikten pay almak için ses çıkarmayanlar sıranın kendisine geleceği durumu dikkate alarak pislik sahnesinde oynadığı figüranlık rollerine tahammül ederek gerçek oyuncu olmayı bekliyorsa şunu bilmeli ki, pislik sahnesinin figüranı da gerçek oyuncusu da aynı yolun yolcusudur. Pasif oyuncu aktif olacağı dönemi beklerken,gerçek oyuncu kendisine verilecek başrol oyuncusu ya da yardımcı başrol oyuncusu olma sırasını beklemektedir. Ondan olsa gerek herkes burnunu tıkayarak logarı patlamış sahnenin koridorunda dışarıya fırlamış b…lara basarak geçtiği halde çok temiz olduğunu iddia eder. Her iddia ispat ister.

De ki: "Pisin çokluğu seni hayrete düşürse de pisle temiz bir olmaz. O halde, ey akıl ve gönül sahipleri! Allah’tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz. “Maide/100

“Göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların mülkü/yönetimi Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter.” Maide/120

Rabbim bizi her şeyin yönetimi kendisinde olan yönetiminin içine bizlerin yaşamına yön veren isteklerimizi de alsın ki paçavra olmaktan çıkalım…Benim bugün bu ayetler üzerine olan tefekkür ve idrakim böyleydi, rabbim anlamadıklarımızı ve bilmediklerimizi de bu tefekkürlerimizi yaşar hale getirip onları da bize öğretsin inşallah…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/23.05.2021/09.47


TEKNOLOJİK ÇAĞIN MUCİZESİ İNSANLIĞI İMHA MI EDECEK

Teknolojik gelişim ve küresel iletişim kanallarının çok hızlı ilerlemesi, insanlığın hem kültürel hem de ahlaki sonunu da hızlı bir şekilde yaklaştırmaktadır. Teknoloji ve iletişim kanalları kendi marifetiyle bu tahribatı yapamaz ancak kendi ürettiği ürünlerin kullanılma felsefesini oluşturamamış insan, kendi eliyle kendisine en büyük kötülüğü yapar. İnsanın kendisine yaptığı bu kötülük dizginlenemeyen bir arzu, freni patlamış istekler listesi, duyarlılığı imha olmuş bir robot ve kutsalların dip yaptığı bir hayat programını onun eline vermiştir. Bu hal üzere yaşayan bütün bir insanlık kendi kaderini kendisi tayin eder duruma gelmiştir. “İnsana ancak emeğinin karşılığı var ”ayetini dikkate almadan ve anlamadan yaşamını devam ettiren bu küre, hala kendilerini kurtaracak olağanüstü bir müdahaleyi beklemektedir.

Teknolojik iletişim her geçen gün tahribatlarına yenisini ekleyerek varlık ivmesine hız kazandırırken, insanlığı imha ederek kendisi de yok olacak bir süreci kovalamaktadır. Duygularının ne olduğunu anlamayanların, duygularının belirlenmesi için duygu ölçer bir teknolojik aracın üretildiğini ve yaşadığını biliyorsunuz. Bu araçlar her geçen gün insanın yerini alarak insanın kendi özelliklerini bunlardan öğrenme isteğini ortaya çıkararak, insanı yaşamın dışına atmaktadır. Yaşamın dışına atılan insan aslında kendi eliyle kendisini imha etmektedir. “Başınıza gelen tüm musibetler kendi ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir.”

İnsan, bu süreci tersine çevirecek bir enerji harcamayı düşünmez ve teknolojiyi yaşamının patronu olarak gördüğü sürece bu hayat onun için zindana döneceğinden kuşkunuz olmasın. Karanlıklar durup dururken gelmiyor, insan istiyor, onun için uygun bir zemin oluşturuyor alçak basınç altında yaşamaya başlayınca, teknolojik yüksek basınçta kaldığı için karanlıklar bir yağmur gibi her tarafı kuşatır oluyor. Bugünlerimiz bütün bir evrenimizi kuşatacak karanlıkların haberinin geldiği çağdır, şu an biz de orada yaşamaktayız. Onun için diyorum ki, bir an evvel uyanalım ve insanlık ailesinin bir ferdi olarak kendi sorumluluk alanlarımızdaki rollerimizi doğru ve iyi kullanalım ki, bu olumsuzlukların oluşmasının önünde bir engel olalım yoksa sonunu düşünmek bile istemiyorum…Çünkü, yaklaşıyor yaklaşmakta olan…!

Geçmiş dönemdeki yaşamlarla kıyaslanamayacak düzeyde bütün bir insanlık maddi ve manevi bunalımlar yaşamaktadır. Geçmişte bunlar yok muydu diyenler olacaktır. Elbette bu düzeyde olmadığını mutlak doğru Allah’ın kitabından öğrenebiliriz. Onlar güç ve kuvvet açısından sizden çok çok ilerde olmasına rağmen onlar yerin dibine girdi. Geçmişte suçlar ve günahlar yerel ferdi ve bölgesel olmakla sınırlı iken bugün günahlar ve suçlar bütün bir evreni kuşatmış durumdadır. Evrenimizin neresinde ne olmuş, anında bunlardan haberdar olabiliyoruz. Teknolojik iletişim araçlarıyla içinde bulunduğumuz dijital çağ, bizi günah batağına doğru sürüklemesine rağmen kimse dijital çağa bu açıdan bakmayı düşünmüyor. Çünkü onun için şu andaki hayatına ne kolaylıklar sağladığı önemlidir. Teknolojiyle imkansızlıkları aşan insan, yere saklanmış olan hazineleri bulmak ve onu yaratılmışların ihtiyaçlarına sunarak onlar için huzurlu bir yaşam alanı oluşturma derdinde olmadığından evrene kötülük pompalamanın ötesinde bir iş yapmıyor. Dolayısıyla çok hızlı yaşayarak isteklerine ulaşmaya çalışırken, isteklerin imha etmeye çalıştığı akıl ve idrakle ilgili de hep gerilere doğru yol almaktadır. Bu paradoksu aynı anda yaşayan insan hem ruhsal hem de fizyolojik açıdan çatırdama yaşamaktadır. İnsanın bu kaosun pençesinde can vermesine razı olmadığını göstermek amaçlı alaylı davranışla, insanlık için hem sağlık hem de yaşamsal imkanları genişletmek isteyenlerin olduğu anlatılır. Oysa sistemli olarak böyle bir amaç güdenlerin palavraları dışında kalan lokal çalışmalar ancak insanlık için çalışır, onlar da hep gölgede kalmış ya da küresel baronlar tarafından süratle engellenmiştir. İşte böyle bir ortamda teknolojinin insanlık için faydalı olacağını umut ederek teknolojiye sarılanların, hakikaten ne kadar da mutlu olduklarını görmek istiyorsanız, teknoloji öncesi ve sonrası sosyal yaşamlar hakkında çok ciddi araştırmalar yaparak bu durumu anlamak mümkündür.

Önceki toplumsal yaşamlara baktığımızda bu kadar kolay iletişim ve ulaşım sağlamak mümkün değildi. Ancak Dijital çağda iletişim ve ulaşım imkanlarının her türlüsünden bütün bir insanlık istifade eder duruma geldi. Bu durum beraberinde çok farklı sorumluluk alanları da oluşturdu. Ben Türkiye’de yaşıyorum gücüm buna yetiyor diğerleri beni ilgilendirmiyor deme lüksünüz kalmadı. Haberdar olduğunuz her şeyden sorumluluk var insana. Bugün dünyanın gözü önünde Türkistan’da insanlık imha edilirken ne yapalım stratejik ortaklığımız var bunları dikkate almak zorundayız deme lüksünüz olamaz. Filistin kan ağlarken sadece bağırarak korkutacağımızı düşünüyorsak bizim durumumuzun, gökyüzünü kara dumanlar kapladığında bu dumanlardan korkanların havaya silah sıkarak dumanları dağıtarak korkularını yendiğini sananlar kadar komik olduğumuzu bilelim. Televizyon ekranlarından acı yaşayanları izleyerek, kalkalım onlara dua edelim ve onları dualarımızla koruyalım diyerek oturduğu yerden Filistin’e veya Türkistan’da bulunan mazlumlara yardım ettiğini sananlar şunu bilmeli ki, kendi basiretlerini kurşunlayarak imha etmektedirler. Çünkü Teknolojinin bizlere onların durumunu taşıması bizleri onların üzerindeki kara bulutları dağıtmak için harekete geçirmiyor bir eylem yaparak her taraftan bu acıyı dindirmek için zalimlere misli ile mukabele edemiyorsak,  kara bulutları dağıtmak için havaya silah sıkanlardan farkımız olmayacaktır.

Ne kadar çok şey bilirsek o kadar sorumluluğumuz artmaktadır. Ulaşım imkânlarımız var, onların yanında olabilecek güçte iken biz sadece bağırmayı ve küfretmeyi düşündüğümüz için günahımız da katlanarak artmaktadır. Yaşamda imkân ve kaynaklarımız arttığı sürece, eğer bizler sorumluluklarımızı elde ettiğimiz bilgi ve imkanlarla ters orantılı yaşıyorsak, bu bizim için bir yıkım haberi olacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Yani burada vurgulamak istediğim mesele bizlerin ihtiyaçlarını karşılayacak imkanlar çoğalıyor diye bizlerin yaşamları da aynı oranda daha kolay olacak şeklindeki bir algı insanı yanıltabilir. İnsanlığın buluşlarını, Mucize getiren elçilerden sonra insanlık mucizesi olarak görmek ve değerlendirmek gerekir. Nasıl ki bizim inanmamız ve kabullenmemiz için şartlar müsait değil bunların dışında daha ne var diyen eski toplumlar kendilerine gelen elçilerden olağanüstü isteklerde bulunarak mucize getirmelerini istiyorlarsa, bugün de ondan farklı değil, bizim imkanlarımız yok, ne yapalım diyenlere karşı Allah; bu sahip olduklarınız,uçaklarınız,tanklarınız,gemileriniz,uydu sistemleriniz nedir, bundan sonrasını ve daha başkasını da sizlere armağan ettik hatta bir anda kimsenin sahip olamadığı insan olmadan kullanabileceğiniz silahları da, sizlerin kullanımına sunduk ama siz hala ne yapalım diyerek yerinize oturup kalıp dünyadaki acıları cehennemin ateşine tercih ettiniz değil mi demekte olduğunu bilmek zorundayız. Yani bunlar bizim için bir mucize olarak algılanmalı ve görülmeli mucizeler sonrasında eski hallerine devam edenlerin yıkımı ve yok olması kaçınılmaz olur. Allah böyle yaşayanlara azabı duçar eder.

İnsanlık, kendi yerine teknolojinin her şeyi yapacağını düşünerek kendisini sorumluluk alanlarının dışında bir yere konumlandırmak istiyorsa şunu iyice bilsin ki, konumlandırıldığı yerde çivilenip kalacaktır. “Bir anda donup kaldılar da onlar için gökten bir azap indirmedik sadece esen bir rüzgâr geldi onları olduğu yerde kuruttu”. Teknolojinin geldiği süreç insanlık mucizesidir. Bu mucize sonrası gerekenler yapılmaz, Allah’a hamt edilmez ve yeryüzünde Allah’ın tüm mazlum kullarının imdadına koşulmazsa, Allah’ın gazabının bütün bir insanlığı imha edeceği bilinmelidir.

Bir de teknolojinin şu boyutuna da dikkat etmek gerekir, teknoloji insanı bilgi belge ve görüntü bombardımanına tutarak onun dünyasını hep işgal etmektedir. Bu durum insanın sağlığını ve psikolojisini çoğu zaman olumsuz etkilemektedir. Çünkü insan duyguları olan ve etkilenebilecek özelliklere sahiptir. Sizin dışınızdaki acıları ve olumsuzlukları sürekli izleyerek onlara bir çözüm olup sorunların üstesinden gelemediğiniz zaman, bunlar sizin ruh dünyanızı sarsar sizleri hasta eder. Dolayısıyla Teknolojik gelişimin vardığı noktaya her zaman faydalı gözüyle bakarak kendimizi aldatmayalım. Her hâlükârda bu çağ bizleri daha çok etkilemektedir. Bu da bizleri yıpratır oldu. Ya sorumluluklarımızı yerine getirir düzeyde insanca yaşayacağız, ya da insanlığımız unutarak teknolojinin kölesi olarak kendi insanlığımızı imha ederek pasifize olan insanlığın, küresel şeytanların cehenneminde yanmasını seyrederek, kendi sonumuzun nasıl yok olduğuna şahit olacağız.

Zihin kalıplarını kızağa çekmiş, aklı zihin kalıplarının kaptanlığından alan ve düşünmek istemeyenler, bu hayattan belki memnun olabilirler. Ancak şunu bilmek gerekir ki, düşünme melekeleri canlı doğan her günün, sorumluluklarımızı biraz daha arttırdığını idrak edenler böyle bir hayattan memnun olmazlar. Bu memnuniyetsizliklerini de hayıflanarak dert yanarak aktarmazlar. Onların şiarı ayağa kalkmak ve yapması gerekenleri yaparak bütün bir insanlığa örnek oluşturmaktır. Üstat Sezai Karakoç der ki ”Her hareket bir insanın ayağa kalkışıyla başlar…”Benim derdim ise bunları yazarak rahatlamak değil, yazdıklarımla herkesin benim gibi olmasını istemiyorum, ama sorumluluk duyarak bütün bir evrenimizi ve insanlığı düşünerek yaşayacak insanların ayağa kalkışına birlikte şahit olmak istiyorum…

Bizleri böylesi bir sorumluluğun altında yok olmadan adam gibi yaşayan adam gibi ölen ve Mutlak hükümdarın karşısında mahcup olmadan duranlardan eylesin rabbim…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/22.05.2021/15.51