“Sen yüce bir ahlak üzerindesin” Bu ahlakın kodlarını
çocukluğundan beri yaşayarak elde ettin. Çocukluğundan aldığın bu terbiye,
gençlik yaşamını biçimlendirdi. Gençlik yaşamındaki olgunluk düzeyin seni Risalet’i
taşıyacak duruma getirdi. İşte ondandır ki,” Sen yüce bir ahlak üzerindesin, o ahlaka
sahip olmayanlar bu davayı omuzlayamazlar. Senin etrafında toplanacak olan
insanlar da senin ahlakınla ahlaklanacaklar. Sen en iyi bir örneksin. Senin
çocukluğun gençliğin ve tüm hayatın insanların içinde geçti, onlar senin
yaşamına şahitler. Bu şahitliği yapanlar senin onlara sunacağın değerlere sırt dönerlerse,
şunu bil ki, onun sebebi sen değilsin çünkü senin güvenirliğin onlar tarafından
perçinlenmiştir. Ancak onlar bile bile hakkı yalanlarlar. Sakın ha onların
yaptıkları sana acı vermesin çünkü sen yüce bir ahlak üzerindesin…
Bir davanın önderliğini üstlenenlerin, davadan önce yaşamlarıyla
herkes tarafından doğruluğu hususunda ittifak edilen bir yapıya sahip olması
gerekir. Ahlaki bir duruş oluşturamayanların, kutsal değerleri temsil makamında
olmaları, kutsal değerlerin değer kaybına uğramasına neden olur. O değeri
kendiliğinden barındırsa da o ahlak yoksunu yaşamlar onunla özdeş olduklarını
iddia edip durdukları sürece, kendilerinin inandırıcılığını kaybetmekle sınırlı
kalmazlar. Temsil makamında olduklarını iddia ettikleri değerlere de ciddi bir
erozyon yaşatırlar. Bizim toplum için bu söylediklerimize herkesin rahatlıkla
şahit olacağını düşünüyorum. Ahlak yoksunu olanlar ve o yaşamlarıyla
kendilerinin örnek alınması gerektiğini vurgulayarak, sloganik ifadelerle
insanlara hitap ettiklerinde, kendilerini anlatmış olmuyorlar, doğrudan değerlerin
bir temsili makamında olduklarını vurgulayarak, değerleri baş tacı yaptıklarını
söylüyorlar. Böylece değerlerin kutsallığından kendilerine bir pay çıkarırken, aslında
kendi basit sıradan ve ahlak yoksunu yaşamlarıyla değerleri örtüştürerek kendi
seviyelerine çektiklerini idrak etmezler. İşte, Kendi bulunduğumuz toplumda
İlahi değerler böylesi bir ahlak yoksunluğunun eliyle vitrinde sergilendiği
için o değerlerin sırtına ahlak yoksunlarının rüsvay yaşamlarının faturası
yüklendi. Toplumsal bilinç düzeyi düşük cehalette bilge olan insanlar da bunu
kullanarak kutsal değerlere bir saldırı yapmayı kendilerince meşru ve doğal
görmeye başladılar. Bu sürecin yaşanmasındaki etken faktör, doğrudan ahlak
yoksunu olanların gafletlerini örtmek için bu değerlerle kendilerini
özdeşleştirerek faturayı değerin sırtına vurmalarıdır.
Allah’ın davasına sahip çıkanların, yaşamlarındaki bu tutarsızlıklar,
yüce bir ahlak sahibi olanlara yerlerini bırakmadığı sürece, yeryüzünde
Hakkaniyete dayanan bir yaşamın tüm insanlığa ışık saçacak düzeyde kabul
görmesi de cazibesini kaybedecektir. Ancak bu kaybediş davanın kendisinden
kaynaklanan bir etken olmayıp, yaşam alanlarındaki ciddiyetsiz sıradan anlamsız
yaşamların bu değerler içinde bir yer edinmesindendir.
Muhammed (as)’in hayatı tüm bu boşluklara yer vermeyecek
düzeyde bir Güneş gibi herkes tarafından kabul görecek bir yüceliğe ve
örnekliğe sahipti. İşte, Risalet böyle güçlü azimli yüce ahlak sahibi insanın
omuzlarına yüklendi ve o ağırlığın altında eridi.” Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”
Uyarısı beni ihtiyarlattı diyen bir elçinin yaşamından söz ediyorum. Ruhi bir
olgunluğa ulaşmış, ahlakın zirvesinde yaşayan ve herkesin nazarında emin
bilinen ve güvenilir kişiliğe sahip bir elçi ancak bu davayı anlatacak ve ona
öncülük edecek yaşama sahip olabilir.
Allah’ın Resulü elçi olarak geldiği dönemde, Mekke’de Müşriklerin
azılı yöneticileri onun davasına karşı gelmişlerdi. Bu karşı duruş onun kişilik
ve karakteriyle hiçbir ilgisi yoktu çünkü onlar da biliyorlardı ki, toplumlarının
en güvenilir şahsiyeti bu davadan bahsediyordu. Ancak böyle bir şahsiyetin
getirdiği değerler yeryüzüne adaleti, barışı kardeşliği, hakkaniyeti hâkim
kılar ve zulmün her türlüsünü ortadan kaldırır vahşilikleri, gaddarlıkları
hırsızlıkları talanı ve tefeciliğin her türlüsü olan ribayı hayattan al aşağı ederdi.
Yaşamlarının devamı zulümlerinin büyüklüğüyle doğrudan ilişkili olan Velid Bin Muğireler,
Ebu Süfyanlar, Ebu Cehiller gibi kurumsallaşmış zulmün elebaşları bundan doğal
olarak rahatsızlık duyarlardı ve de öyle oldu. Bunların rahatsızlık
duymalarının sebebi, Allah’ın elçisinin getirdiği sistemin, onların
sistemlerini al aşağı edeceği endişesine sahip olmaları ve gelecekte de bunun
gerçekleşeceğini görmüş olmalarıydı.
Allah’ın elçisi Muhammed(as) o topluma öyle bir çıktı ki,
mazlumlar ezilenler, köleler, kadınlar onun mesajına kulak kabarttı. Çünkü
onlara yenilik getiriyordu. Köleleri özgürlüğüne kavuşturan bir mesaj
yankılanıyordu. Kölelere özgürlük vaat ediyordu. Umeyye Bin Haleflerin
makamları sarsılıyordu. Bilal o toplumun ayak takımı değil bundan böyle,
Kişilik sahibi İzzetli bir insan olarak yaşayacak ve barış dininin mensuplarını
Allah’a çağıracaktı. Diri diri toprağa kızları gömülenler bu utançla yaşamaktan
kurtulacaklardı. Borçlandıkları tefecilerin borçlarını ödeyemeyen mazlumlar, bu
borçlarının karşılığı olarak kızlarını tefecilere vermek zorunda kaldıkları
utançla yaşamaktansa onları küçük yaşlarda toprağa gömerek kendilerince bir
çıkış yolu arayıp vahşet bir geleneğin zulmünden kurtulacaklardı.
Haksızlıkların önüne geçilecek ve dışardan Mekke’ye tacir olarak gelenler,
kimsesi olmadığı zaman Mekke’nin bu zalimleri tarafından talan edilmeyeceklerdi.
Ensesi kalın ve göbeği şişkin olanlara ayrı bir yasa mazlumlara ayrı bir yasa
uygulanmayacaktı. Eğer birinin eli kesilecekse hırsızlık için bu herkese
uygulanacaktı. Yani Zalim despotlar bu dini kabullendiklerinde tüm bunların
başlarına geleceğini bildikleri için direndiler. Ancak bu direniş onların
ecellerini geciktirmediği gibi, saltanatlarının da devamını sağlamadı. Bir
kadının mal gibi kullanıldığı ve erkeğin istediği gibi kullanacağı bir paçavra
olmaktan çıkacak ve kadına insani bir onur ve kişilik kazandırılacaktı. Tüm bu
gelişmeler, bu dini kabul edenlerin çoğalmasıyla ve Müslümanlar bir güce ulaştıklarında,
zalim müşriklerin karşılaşacağı acı sonun bu olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Onun için her türlü yola baş vurdular hatta Muhammed(as) ile anlaşma yoluna
bile gittiler. Bir gün Allah’ın Resulüne gelerek, Ey Muhammed! biz senin
getirdiğin dine girelim ancak bizi bu çulsuzlarla bir arada mı tutacaksın,
bizler Mekke’nin ileri gelen eşrafıyız malımız mülkümüz çocuklarımız güçlü ve
bizlerin kabileleri de çok güçlü biz şimdi bu kölelerle nasıl bir arada duralım,
eğer bunlarla bizi aynı yerde tutacaksan hiç olmazsa biz geldiğimizde onlar olmasın,
onlar yanına geldiklerinde de bizler burada olmayalım diye bir teklifte bulundular.
Resul bunların bu isteklerini düşünmeye başlamıştı ki, Rabbi onu hemen uyardı,”
Onların hidayetinden sana ne Allah dileyene hidayet verir, oysa sen onların
iman etmesi için nerdeyse göğe bir dayanak yapıp oradan mucize getirecektin,
yeri delip oradan bir delil getirmek isteyecektin sakın bilmeyenlerden olma…”
buradaki ince noktayı inşallah idrak edenlerden oluruz.
Bu din, özgürlük eşitlik adalet, hakkaniyet üzerine oturan
tamamıyla toplumsal yaşamı konu alan bir dindir. Bireysel ibadi eylemler, yüce
bir ahlak sahibi olabilmek için Allah ile konuşma buluşma ve murakabe anlarıdır.
Bu haller yaşanarak Yüce bir ahlak sahibi olmaya doğru pişer ve olgunlaşırız bu
olgunluk süreciyle toplumsal yaşam içindeki rollerimiz başlar. Toplumsal roller
oynanırken murakabe anlarının bir yaşam olarak dayatılmadan, insanların insanca
yaşayacağı ortamın koşullarının iyileştirilmesi için mücadele verilmelidir.
Allah’ın elçisinin bu mücadeleyi başlatacak olması kaygısı zalim müşrikleri
perişan etti. Yoksa sabahtan akşama kadar Erkam’ın evinde ibadet edip suya
sabuna dokunmadan yalvarıp yakarsalardı, müşrikler bundan zerre bir endişe
duymazlardı hatta onları Mekke için en güvenilir insanları olarak başka
toplumlarla mukayeseli yarışmaları olduğunda onları temsilen bunların olmasını isterlerdi.
Ancak görüyoruz ki, dinin hayata dokunması gerekiyor. Açlar için bir çözümü olmalı,
tefeciliği ortadan kaldıracak bir formül üretmeli, herkesi hayata döndürmeli,
malı belli ellerde toplanan bir devlet olmaktan çıkarmalı, İnsanlar arasında renge,
cinsiyete ve imkanlara göre oluşan bir eşitsizliği ortadan kaldırmalıdır. Yani
diyeceğim o ki, Din bir kurtuluş huzur, sükûnet ve barış oluşturmalıdır. İşte
Allah’ın elçisi böyle bir güzelliği insanlığa yaşatmak için seçilmiş ve Risalet
sorumluluğu İnsani bir duruşla olgunlaşarak bu mücadeleyi sırtlanmış yüce ahlak
sahibi örnek bir önderdir. Bu örnekliği kendilerine bir rehber olarak benimsemeyenler
bu din adına söz söyleme hakkına da sahip olamazlar. Muhammed (as)’in getirdiği
din yaşatırken, cahilleri rehabilite ederek hayata kavuştururken, ümitleri yok
olmuşlara umut verirken, bugün İslam alemi olarak bilinen topraklarda,
insanların elinden bunların hepsi alınmış ve insanlar biyolojik yaşamlarını
devam ettirmek için yaşam savaşında hep kaybedenler arasında yer alıyorsa, İslam’dan
bahsetmek bir utanç durumudur.
Bu yaşamlarla Muhammed (as) ne ümmet olabiliriz ne de o dinin
içinde olduğumuzu iddia edebiliriz. Yaşadığımız topraklarda dünyaya kazıklar
çakarak, kazıklar kavmi olarak adlandırılacak duruma gelip İslam toplumu olarak
kendimizi isimlendirmek tamamıyla yalandır. “Müslüman, İnsanların elinden
dilinden emin olduğu insandır. Bu eminliği yakalayarak İnsanların
davranışlarını düzeltmek için bizlere bakarak kendilerine çeki düzen verdikleri
bir saat gibi işleyen hayatımız yoksa, Muhammed(as)’in ümmetiyiz demekten utanç
duyalım…Muhammed(as)Bir rahmet elçisidir öldüren yakan yıkan yok eden biri
değil, tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olmak için canla başla, onlar merada
otlanırken onlar adına onlardan habersiz kafa yoran yürek tüketen geceleri
ağlayan Rabbine el avuç açarak, Rabbim bunlar cahildir bunları affet diyecek
kadar merhametle dolu bir insandır. Bu yol, Muhammed (as)’i evlerimize
yaşamımıza her anımıza davet ederek onun getirdiği hükmün gereklerini canlı
olarak yaşayarak hayata yeniden başlayalım. Yoksa “… Allah Bizi giderir
yerimize başka bir topluluk getirir…”” Onlar hiçbir kınayıcının kınamasından
korkmadan Allah için mücadele ederler bu Allah’ın bir lütfudur onu herkese vermez…”
“Şayet Allah’ı sevdiğinizi iddia ediyorsanız bana uyunuz ki Allah’ta
sizi sevsin…” Allah’ın sevdiği kullardan olmak dileği ve temennisiyle dua ve
selamlarımla…
Erol KEKEÇ/20.04.2021/01.04
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder