20 Nisan 2021 Salı

ÖRNEK ÖNDER MUHAMMED (as)

 “Sen yüce bir ahlak üzerindesin” Kutsal davanın örnek önderi böyle bir ahlak üzerine olması gerekir. Yani “onun ahlakı Kur’an’ın kendisiydi,” sözünün yaşamında anlam kazandığı bir önder kutsal davanın lideri olabilir. Bu dava kutsaldır diye herkesin ağzından düşürmediği ancak neyin davası olduğunu insanların anlamakta zorlandığı dava ile bu davanın, kıyasın aynı kurallarına göre değerlendirilmesi insanlığın ne olduğunu bilmiyor olmaktan kaynaklanabilir.

“Sen yüce bir ahlak üzerindesin” Bu ahlakın kodlarını çocukluğundan beri yaşayarak elde ettin. Çocukluğundan aldığın bu terbiye, gençlik yaşamını biçimlendirdi. Gençlik yaşamındaki olgunluk düzeyin seni Risalet’i taşıyacak duruma getirdi. İşte ondandır ki,” Sen yüce bir ahlak üzerindesin, o ahlaka sahip olmayanlar bu davayı omuzlayamazlar. Senin etrafında toplanacak olan insanlar da senin ahlakınla ahlaklanacaklar. Sen en iyi bir örneksin. Senin çocukluğun gençliğin ve tüm hayatın insanların içinde geçti, onlar senin yaşamına şahitler. Bu şahitliği yapanlar senin onlara sunacağın değerlere sırt dönerlerse, şunu bil ki, onun sebebi sen değilsin çünkü senin güvenirliğin onlar tarafından perçinlenmiştir. Ancak onlar bile bile hakkı yalanlarlar. Sakın ha onların yaptıkları sana acı vermesin çünkü sen yüce bir ahlak üzerindesin…

Bir davanın önderliğini üstlenenlerin, davadan önce yaşamlarıyla herkes tarafından doğruluğu hususunda ittifak edilen bir yapıya sahip olması gerekir. Ahlaki bir duruş oluşturamayanların, kutsal değerleri temsil makamında olmaları, kutsal değerlerin değer kaybına uğramasına neden olur. O değeri kendiliğinden barındırsa da o ahlak yoksunu yaşamlar onunla özdeş olduklarını iddia edip durdukları sürece, kendilerinin inandırıcılığını kaybetmekle sınırlı kalmazlar. Temsil makamında olduklarını iddia ettikleri değerlere de ciddi bir erozyon yaşatırlar. Bizim toplum için bu söylediklerimize herkesin rahatlıkla şahit olacağını düşünüyorum. Ahlak yoksunu olanlar ve o yaşamlarıyla kendilerinin örnek alınması gerektiğini vurgulayarak, sloganik ifadelerle insanlara hitap ettiklerinde, kendilerini anlatmış olmuyorlar, doğrudan değerlerin bir temsili makamında olduklarını vurgulayarak, değerleri baş tacı yaptıklarını söylüyorlar. Böylece değerlerin kutsallığından kendilerine bir pay çıkarırken, aslında kendi basit sıradan ve ahlak yoksunu yaşamlarıyla değerleri örtüştürerek kendi seviyelerine çektiklerini idrak etmezler. İşte, Kendi bulunduğumuz toplumda İlahi değerler böylesi bir ahlak yoksunluğunun eliyle vitrinde sergilendiği için o değerlerin sırtına ahlak yoksunlarının rüsvay yaşamlarının faturası yüklendi. Toplumsal bilinç düzeyi düşük cehalette bilge olan insanlar da bunu kullanarak kutsal değerlere bir saldırı yapmayı kendilerince meşru ve doğal görmeye başladılar. Bu sürecin yaşanmasındaki etken faktör, doğrudan ahlak yoksunu olanların gafletlerini örtmek için bu değerlerle kendilerini özdeşleştirerek faturayı değerin sırtına vurmalarıdır.

Allah’ın davasına sahip çıkanların, yaşamlarındaki bu tutarsızlıklar, yüce bir ahlak sahibi olanlara yerlerini bırakmadığı sürece, yeryüzünde Hakkaniyete dayanan bir yaşamın tüm insanlığa ışık saçacak düzeyde kabul görmesi de cazibesini kaybedecektir. Ancak bu kaybediş davanın kendisinden kaynaklanan bir etken olmayıp, yaşam alanlarındaki ciddiyetsiz sıradan anlamsız yaşamların bu değerler içinde bir yer edinmesindendir.

Muhammed (as)’in hayatı tüm bu boşluklara yer vermeyecek düzeyde bir Güneş gibi herkes tarafından kabul görecek bir yüceliğe ve örnekliğe sahipti. İşte, Risalet böyle güçlü azimli yüce ahlak sahibi insanın omuzlarına yüklendi ve o ağırlığın altında eridi.” Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” Uyarısı beni ihtiyarlattı diyen bir elçinin yaşamından söz ediyorum. Ruhi bir olgunluğa ulaşmış, ahlakın zirvesinde yaşayan ve herkesin nazarında emin bilinen ve güvenilir kişiliğe sahip bir elçi ancak bu davayı anlatacak ve ona öncülük edecek yaşama sahip olabilir.

Allah’ın Resulü elçi olarak geldiği dönemde, Mekke’de Müşriklerin azılı yöneticileri onun davasına karşı gelmişlerdi. Bu karşı duruş onun kişilik ve karakteriyle hiçbir ilgisi yoktu çünkü onlar da biliyorlardı ki, toplumlarının en güvenilir şahsiyeti bu davadan bahsediyordu. Ancak böyle bir şahsiyetin getirdiği değerler yeryüzüne adaleti, barışı kardeşliği, hakkaniyeti hâkim kılar ve zulmün her türlüsünü ortadan kaldırır vahşilikleri, gaddarlıkları hırsızlıkları talanı ve tefeciliğin her türlüsü olan ribayı hayattan al aşağı ederdi. Yaşamlarının devamı zulümlerinin büyüklüğüyle doğrudan ilişkili olan Velid Bin Muğireler, Ebu Süfyanlar, Ebu Cehiller gibi kurumsallaşmış zulmün elebaşları bundan doğal olarak rahatsızlık duyarlardı ve de öyle oldu. Bunların rahatsızlık duymalarının sebebi, Allah’ın elçisinin getirdiği sistemin, onların sistemlerini al aşağı edeceği endişesine sahip olmaları ve gelecekte de bunun gerçekleşeceğini görmüş olmalarıydı.

Allah’ın elçisi Muhammed(as) o topluma öyle bir çıktı ki, mazlumlar ezilenler, köleler, kadınlar onun mesajına kulak kabarttı. Çünkü onlara yenilik getiriyordu. Köleleri özgürlüğüne kavuşturan bir mesaj yankılanıyordu. Kölelere özgürlük vaat ediyordu. Umeyye Bin Haleflerin makamları sarsılıyordu. Bilal o toplumun ayak takımı değil bundan böyle, Kişilik sahibi İzzetli bir insan olarak yaşayacak ve barış dininin mensuplarını Allah’a çağıracaktı. Diri diri toprağa kızları gömülenler bu utançla yaşamaktan kurtulacaklardı. Borçlandıkları tefecilerin borçlarını ödeyemeyen mazlumlar, bu borçlarının karşılığı olarak kızlarını tefecilere vermek zorunda kaldıkları utançla yaşamaktansa onları küçük yaşlarda toprağa gömerek kendilerince bir çıkış yolu arayıp vahşet bir geleneğin zulmünden kurtulacaklardı. Haksızlıkların önüne geçilecek ve dışardan Mekke’ye tacir olarak gelenler, kimsesi olmadığı zaman Mekke’nin bu zalimleri tarafından talan edilmeyeceklerdi. Ensesi kalın ve göbeği şişkin olanlara ayrı bir yasa mazlumlara ayrı bir yasa uygulanmayacaktı. Eğer birinin eli kesilecekse hırsızlık için bu herkese uygulanacaktı. Yani Zalim despotlar bu dini kabullendiklerinde tüm bunların başlarına geleceğini bildikleri için direndiler. Ancak bu direniş onların ecellerini geciktirmediği gibi, saltanatlarının da devamını sağlamadı. Bir kadının mal gibi kullanıldığı ve erkeğin istediği gibi kullanacağı bir paçavra olmaktan çıkacak ve kadına insani bir onur ve kişilik kazandırılacaktı. Tüm bu gelişmeler, bu dini kabul edenlerin çoğalmasıyla ve Müslümanlar bir güce ulaştıklarında, zalim müşriklerin karşılaşacağı acı sonun bu olduğunu çok iyi biliyorlardı. Onun için her türlü yola baş vurdular hatta Muhammed(as) ile anlaşma yoluna bile gittiler. Bir gün Allah’ın Resulüne gelerek, Ey Muhammed! biz senin getirdiğin dine girelim ancak bizi bu çulsuzlarla bir arada mı tutacaksın, bizler Mekke’nin ileri gelen eşrafıyız malımız mülkümüz çocuklarımız güçlü ve bizlerin kabileleri de çok güçlü biz şimdi bu kölelerle nasıl bir arada duralım, eğer bunlarla bizi aynı yerde tutacaksan hiç olmazsa biz geldiğimizde onlar olmasın, onlar yanına geldiklerinde de bizler burada olmayalım diye bir teklifte bulundular. Resul bunların bu isteklerini düşünmeye başlamıştı ki, Rabbi onu hemen uyardı,” Onların hidayetinden sana ne Allah dileyene hidayet verir, oysa sen onların iman etmesi için nerdeyse göğe bir dayanak yapıp oradan mucize getirecektin, yeri delip oradan bir delil getirmek isteyecektin sakın bilmeyenlerden olma…” buradaki ince noktayı inşallah idrak edenlerden oluruz.

Bu din, özgürlük eşitlik adalet, hakkaniyet üzerine oturan tamamıyla toplumsal yaşamı konu alan bir dindir. Bireysel ibadi eylemler, yüce bir ahlak sahibi olabilmek için Allah ile konuşma buluşma ve murakabe anlarıdır. Bu haller yaşanarak Yüce bir ahlak sahibi olmaya doğru pişer ve olgunlaşırız bu olgunluk süreciyle toplumsal yaşam içindeki rollerimiz başlar. Toplumsal roller oynanırken murakabe anlarının bir yaşam olarak dayatılmadan, insanların insanca yaşayacağı ortamın koşullarının iyileştirilmesi için mücadele verilmelidir. Allah’ın elçisinin bu mücadeleyi başlatacak olması kaygısı zalim müşrikleri perişan etti. Yoksa sabahtan akşama kadar Erkam’ın evinde ibadet edip suya sabuna dokunmadan yalvarıp yakarsalardı, müşrikler bundan zerre bir endişe duymazlardı hatta onları Mekke için en güvenilir insanları olarak başka toplumlarla mukayeseli yarışmaları olduğunda onları temsilen bunların olmasını isterlerdi. Ancak görüyoruz ki, dinin hayata dokunması gerekiyor. Açlar için bir çözümü olmalı, tefeciliği ortadan kaldıracak bir formül üretmeli, herkesi hayata döndürmeli, malı belli ellerde toplanan bir devlet olmaktan çıkarmalı, İnsanlar arasında renge, cinsiyete ve imkanlara göre oluşan bir eşitsizliği ortadan kaldırmalıdır. Yani diyeceğim o ki, Din bir kurtuluş huzur, sükûnet ve barış oluşturmalıdır. İşte Allah’ın elçisi böyle bir güzelliği insanlığa yaşatmak için seçilmiş ve Risalet sorumluluğu İnsani bir duruşla olgunlaşarak bu mücadeleyi sırtlanmış yüce ahlak sahibi örnek bir önderdir. Bu örnekliği kendilerine bir rehber olarak benimsemeyenler bu din adına söz söyleme hakkına da sahip olamazlar. Muhammed (as)’in getirdiği din yaşatırken, cahilleri rehabilite ederek hayata kavuştururken, ümitleri yok olmuşlara umut verirken, bugün İslam alemi olarak bilinen topraklarda, insanların elinden bunların hepsi alınmış ve insanlar biyolojik yaşamlarını devam ettirmek için yaşam savaşında hep kaybedenler arasında yer alıyorsa, İslam’dan bahsetmek bir utanç durumudur.

Bu yaşamlarla Muhammed (as) ne ümmet olabiliriz ne de o dinin içinde olduğumuzu iddia edebiliriz. Yaşadığımız topraklarda dünyaya kazıklar çakarak, kazıklar kavmi olarak adlandırılacak duruma gelip İslam toplumu olarak kendimizi isimlendirmek tamamıyla yalandır. “Müslüman, İnsanların elinden dilinden emin olduğu insandır. Bu eminliği yakalayarak İnsanların davranışlarını düzeltmek için bizlere bakarak kendilerine çeki düzen verdikleri bir saat gibi işleyen hayatımız yoksa, Muhammed(as)’in ümmetiyiz demekten utanç duyalım…Muhammed(as)Bir rahmet elçisidir öldüren yakan yıkan yok eden biri değil, tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olmak için canla başla, onlar merada otlanırken onlar adına onlardan habersiz kafa yoran yürek tüketen geceleri ağlayan Rabbine el avuç açarak, Rabbim bunlar cahildir bunları affet diyecek kadar merhametle dolu bir insandır. Bu yol, Muhammed (as)’i evlerimize yaşamımıza her anımıza davet ederek onun getirdiği hükmün gereklerini canlı olarak yaşayarak hayata yeniden başlayalım. Yoksa “… Allah Bizi giderir yerimize başka bir topluluk getirir…”” Onlar hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan Allah için mücadele ederler bu Allah’ın bir lütfudur onu herkese vermez…”

“Şayet Allah’ı sevdiğinizi iddia ediyorsanız bana uyunuz ki Allah’ta sizi sevsin…” Allah’ın sevdiği kullardan olmak dileği ve temennisiyle dua ve selamlarımla…

Erol KEKEÇ/20.04.2021/01.04




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder