Hukuk toplumsal yaşamın olmazsa olmaz omurgasıdır. Bu omurgayı hiçe sayarak toplumsal yaşamı devam ettirme arzusu, bu arzuda olanların gizli emel ve beklentilerini de karşılamaktan uzaktır. Çünkü Hukuk arzusunda olanlar öncelikle, doğru ya da yanlış uygulamada olan kuralları herkesten daha çok içlerine sindirmedikleri sürece yeni arayışları sadece insanların zamanlarını alarak onları biraz daha oyalamanın ötesinde bir taktik olmayacağı muhakkaktır.
Yıl 1994 yerel seçimlerin yapıldığı dönem, seçim sonuçları
açıklanırken Gaziantep seçim kurulunda
oylar sayılıpta,resmi olmayan sonuçlara göre durum ortaya çıkıp, Kahraman Emmioğlunun
başkan olduğu anlaşılınca, refah partisine mensup tüm arkadaşlar davul ve
zurnalarla o mekanı terk ettiler seçim kazanma sarhoşluğuyla…Ancak o süreç
henüz kapanmamıştı, dönemin Adalet bakanı Mehmet Moğultay’dı sanıyorum, o gece
vakti Gaziantep’e damladı ve ilçe seçim kurulundaki hakimler ve savcıları
tehditle seçimin dönderilmesini istemişti ve de yeni sayım yapıldı sabaha karşı
çok az bir farkla 500 gibiydi yanlış hatırlamıyorsam, Celal Doğan yeniden
başkan seçildi. Bunun üzerine orayı terk etmemiş olan ülkücüler ortalığı birbirine
kattı ve ciddi bir kavga oldu. Oysa Refah Partisi taraftarları ve görevlileri
zafer sarhoşluğuyla davullu zurnalı halaylardan sonra gece uykusuna dalmışlardı…Sabah
piyasaya çıktıklarında baktılar ki, Yeniden Celal Doğan başkan, kendilerini
yırttılar ama sonuç değişmedi…
O gün Hukukun tarumar olduğunu gücü elinde bulunduranın kendi
çıkarlarını korumak için hukuk dedikleri kuralları hiçe saydıklarını döne döne
anlatarak zulmü telin etmiştik. Ancak aynı durum kendi tanıdığımız ve aynı
düşüncede olduğumuzu sandığımız kişi grup ve partiler tarafından yapılmaya
başlanınca bunları saklamak hatta koruyarak kimsenin duymaması için elimizden
geleni yaptıktan sonra yeni bir de isim bulduk, kol kırılır yen içinde kalır
diye…
Geçen zaman sürecinde geçmişteki olumsuzlukları ve
hukuksuzlukları telin ettik, hatta onlarla alakalı destanlar yazmayı bile göze
alıp meddahlara bu destanları belli günlerde okumasını bir ibadet aşkıyla
yapması için uygun zeminler ve ortamlar oluşturduk…
Neden böyle olmasını istiyorduk çünkü o hukuksuzluklar
bizlerin karşı olduğu düşüncelerini hiç tasvip etmediğimiz, din düşmanı
dediklerimiz tarafından yapılıyordu onun için onları, ülkenin her yolu üzerine
kamu spotları gibi göstermemiz bir farz hükmündeydi ve öyle de yaptık…
Belki doğru bir iş yapıyorduk veyahutta doğruların ortaya
çıkması için bunlar gerekliydi ne bileyim öyle inanmıştık…Ancak şu anlayışa
asla inanmamıştık,bizm dışımızda bizim düşünce ve inancımızı paylaşmayanların
da doğruları olabilir ve o doğrunun yanında bir sütun gibi devrilmeden kıyam
edeceklerini hiç aklımıza getirmemiştik…Rachel-Coley gibi bir İnsanın Filistinlilerin
haklı davaları için kendisini tankların altına atarak şehit olduğu güne kadar…Öyle
olsa da o günün için belki bizlerde bir düşünme alarmı başlattı gibi göründü
ancak geldiğimiz noktadan baktığımızda sadece kendi çıkar ve menfaatlerini
bayraklaştıran ve onun dışında başkalarının meşru olamayacağını düşünen oportünist
ve Kapitalizmin kölesi olmuş yaşamlar ortaya çıktı. Bu yaşamlar da hukuka
bakarken objektif herkes için insani bir yaşamın gerekliliği olarak hukukun
gerekli anlayışından hareket etmedi…Hukuk sadece belli kişi ve lobileri
zenginleştirmek için çıkarılan kurallar veya var olan statükonun yanlış ve
doğrusunu sorgulamadan onun varlığını her ortamda daim kılabilmek için
oluşturulan duvarların hukuk adamlarıyla meşruluğunu oluşturmak olarak
anlaşıldı.
Hatta bu uygulamaların yanlış olup olmadığını insanların
sorgulamasına fırsat tanımadan hemen geçmiş uygulamaların olumsuzlukları
anlatılarak bu tarz anlayışlar servis edilerek kök salsın istendi. Aslında bu
durumlar rastgele ve sıradan bir anlayış olmanın ötesinde, ciddi bir algı
yönetiminin planlı ve programlı olarak hayata uygulanarak kendisine sağlam
zeminler oluşturma sürecinin rahat bir şekilde kökleşmesiydi. Neden böyle
söylediğimi ve iddia ettiğimi merak edenler olabilir ve sorgulayabilir tabi ki,
sorgulanmazsa zaten biz doğruya ulaşamayız. Nice kuralların çıkarılma süreci
ile uygulama aşaması orasında kimlere hizmet ettiğini ve ne amaçlı olduğuna
yakinen şahit olmuş ve konular hakkında çok iddia eleştiri ve kritikler yaparak
hakikate endekslenmemiş yaşamların hepsinin kendi kendisini yiyerek yaşamını
noktalamak için gün sayacaklarını
anlatmıştım ve onda da hala iddialıyım…Son dönemlerde Boğaziçi Üniversitesine
rektör atamasıyla ilgili herkes bir yorum yaparak aydın geçinenler de ortalığı
biraz daha karartmak için yaşa padişahım sen çok yaşa davullarını çalmanın
ötesinde bir söz edemediği gibi, Üniversitenin geçmiş tarihi ile ilişki
kurularak oranın nasıl olduğu ve bunun, aslında orayı o şekilde devam ettirmek
isteyen dış güçlerin etkisiyle elde tutmak için bir çırpınış olduğu anlatıldı
durdu. Yani anlayacağımız aynı saz ekibi, solistler ve vokalistler hiç değişmeden
farklı ortamlarda aynı müzik dillendirildi anlaşılmayan dilde ıslıklar
çalınarak insanların beyni hep cimaklanmak istendi. Sahiden bu yapılan
uygulamaların haklı gerekçesi olabilir miydi, yani devlet kendi halkı ile karşı
karşıya gelerek inatlaşma gibi bir lükse sahip olabilir miydi, bunu kimse ne
görmek istedi ne de bu konuda bir çift söyleyecek sözü oldu…Herkes ötekilere(!)
bir söz söyleme ve küfürlerin havada uçuştuğu yarışta acaba ringde ipi göğüsleyebilir
miyiz diye canhıraş şekilde koşturmaca içinde oldu…
Ancak rektörlük atamalarında belli kurallar gelenek olarak da
olsa hala devam ediyordu…Bu kurallar benim isteğime uygun olmadığı için hemen
bir hülle yaparak değiştiriyordum ve arkasından atamaları hızlı bir şekilde
yaparak derin bir nefes alıp arkasından kuralların eski haline dönmesinde
sakınca olmadığını düşünerek, tekrar kaldığımız yerden raydan çıkmış treni aynı
raylarda yolculuk yapması için zorluyordum; peki bu mümkün olabilir miydi dersin?
Neden olmasın ki çıkardık ama tekrar raya koyduk ne var bunda diyecek kadar da
pişkin davranmakta bir sakınca görmüyorduk…Hukukçular atamak için, Hukukçular
hep Fetocu çıktı onların yerine acilen Hakim ve savcılar atamalıyız diye iki
ayağımızı bir pabuca koyarak, belli bir süre avukatlık yapmış olanları il ilçe
ve mahalle teşkilatlarının öngörüleri doğrultusunda görevlendirdik, oysa
bunların bazıları babasının dükkanını işletmekten aciz iken insanların
sorunlarını çözmek için birer hukuk adamı olup çıktılar… Ancak ÖSYM’nin yaptığı
yazılı sınavlarda 100 tam puan alanlar ve ilk yüze girenler mülakat denen ötekileştirme
tekniğin kıskacından geçemedikleri için hep boşta kaldılar. Çünkü bizim yaptıklarımız
bir erdemdi(!) Biz yapıyorduk yanlışta olsa biz yapıyorsak mutlaka anlamlı ve
mantıki bir yönü vardı, bir sorun bakalım biz neden ilk yüze girenleri almadık
onları mülakatta eleyerek neredeyse hiç puan alamamışları hukukçu yaptık…(!)
Çünkü siz bizim bildiklerimizi bilmiyorsunuz bunlar devlet sırrı onlarda her
yerde konuşulmaz bir gün anlayacaksınız dedik ve herkesin sesini kesmesine
neden olduk. Hayır ben bunları anlamak istiyorum hukuk böyle olmamalı diyenleri
de, elimizde hazır bekleyen terör ölçer olduğu için hemen kalp atışlarını
kontrol ederek vatan hainliği damgası ile oldu yere oturtturduk…Bak bir daha bu
sözleri sarf edersen sana bir Antep karası çalarım ki, “ne Alleben’in suyu ne
de Arap’ın sabunu seni temizleyemez” diyerek beş kuruş etmeyenlerin kucağına
bunları attık onlarda zaten görevleri belli olduğunda o aldı diğerine diğeri
aldı o tekine bu insanların itibarını beş kuruşa satarak onları da imha ettik,
sonuç kendi varlığımızın arkasındaki gizemli gücü korumak ve insanların gözünde
hala efsanevi bir yanımızın olduğuna herkesi inandırmak için()!
Hatta öyle hallere girdik ki, bir anda sıradan bir Cumhuriyet
savcısını başsavcı ardından Yargıtay ardından Anayasa Mahkemesi üyeliğine bir paraşütle
atadık, ama kurallarda olan ve onların bu alanlarda yapmaları gereken mesleki
yeterliliğine ve liyakatine hiç bakmadık, yani yarın benimle ilgili dediğimi
yapar mı yapmaz mı diye bir değerlendirme kriterine göre tüm bunları yaptık,
ama abana sorarsanız aslında hepsini sizin için yaptık…(!)
Hukuk dediğiniz ne ki, istediğiniz zaman alaşağı edilebilmeli,
Mesela başörtüsü problemi çözüldü diyerek herkesin de rahatlıkla sindirildiği
bir konuya da kısaca değinelim. İnsanların giyim kuşamları inançları yaşam
alanları Anayasal güvenceyle bir devlette garanti altına alınır ve kimseye
anayasal haklarından dolayı da ayrımcılık yapılmaz. Bu haklar güvence altına
alınmış olsaydı hangi iktidar gelirse gelsin insanların bu haklarını çiğneme
hakkı asla olamazdı. Ancak Bu dönemde böyle bir hukuki hak oluşturulmadı ve
sadece yönetmeliklerle kurumlarda insanların bu eğilimlerinin
sınırlandırılmaması ve rahat hareket etmeleri sağlandı ve insanlar da keyfinden
horon tepmeye başladı…Peki bunu soruyorum şimdi, bu yasalar insanları koruyucu
olmadığından yarın iktidar değişse bu yönetmelikleri kaldırsa insanların kılık
kıyafeti yeniden sorun olmaya başlayacak…O halde neden bu insanlar bu sorunu
kalıcı olarak ortadan kaldırmamış olabilirler bu kimin işine yarar, tabi ki bu
değerler üzerinden seçim kazananlar, yarın yine ellerinde kullanacak bir seçim
malzemesini kucaklarında bulacaklar bu da her dönemde kullanılacak değeri
düşmeyen bir akçe olacak…İşte Hukuka bakışlar böyle çıkarları koruma adına
olursa, hangi hukuku getirirseniz getiriniz hangi anayasayı değiştirirseniz
değiştiriniz yaşanacak durum bunlardan daha iyi olmayacağına tüm kalbimle imza
atarım…
18 yıl iktidarda kalmış olan ve istediği işleri yapabilecek
meclis çoğunluğuna sahip olan bir iktidar her yönüyle kan kaybederken, ekonominin
dibe indiği, toplumsal yaşamın kutuplaşarak herkesin birbirini kemirmek istediği,
aile gençlik gibi toplumsal değerlerimizin taşıyıcısı olan bu özelliklerimizin
imha olduğu,1+1 ya da 1+0 dairelerin bizzat
devletin kendi kurumları eliyle yaygın hale getirilerek toplumda sınırsız ve
kuralsız cinsel yaşamları teşvik ettiği ve o alanda zirve yaptığı hatta jübile
yapmayı hiç düşünmediği, Aile mahkemelerinin boşanma davalarına bakmakta
yetersiz kaldığı,devletin vatandaştan toplayarak elde ettiği gelirleri har
vurup harman savurduğu, itibarda tasarrufun asla olmayacağı bir anlayışın
övünülecek bir malzemeye dönüştüğü, devletin imkanlarını her türlü kullananlar
ile kullanamayanlar arasında patlamaya hazır bir toplumsal çatışmanın her an alevlenmek
için bir kıvılcım beklediği zamana gelmiş bir iktidar, anayasa değişikliğinden
bahsediyorsa, bunun lügatlerde bir tanımı yapılamaz. Ben şahsen kendi adıma söylüyorum
Tüm seçimlerde gözünü kırpmadan desteklediğim bir anlayışın gözümün içine baka
baka hala beni ve değerlerimi ne hale getirdiğini sorgulama durumuna getirir
beni…
Devlette Şahıslar ön plana çıkıyor ve onlar olmadan
olmayacağız deniyorsa o zaman olsanız ne olur olmasanız ne olur demek içimden
gelmiyor değil…Oysa devleti yaşatan ve devam ettiren Hukuktur. Hukuk öyle
olmalı ki hangi inanıştan anlayıştan ve ideolojiden gelirse gelsin insanlar kendileri
için faydalı olan bu hukukun uygulanacağına inanmış olması gerekir. Hukuk hiyerarşik
mekanizmanın hareketini sağlamalı, bireyler sadece o kuralların aksamaması için
manuel işler yapanlar olmalıdırlar. Oysa bizde kurallar anlamsız kişiler
anlamlı bu da her dönemde herkesin çıkarlarını koruyan birileri gelir ve bunlar
da sürekli el değiştirir…
Aydınlar, yeni bir algı yaratmak istiyorlarsa öncelikle
feodalite mantıklarından kurtulmalı, kişileri değil, sistemi ve sistemin
faydalarını öne çıkarmalı, bu sistemde insanları yaşatmak ve onları huzurlu ve
mutlu etmek için çabalamalıdır. Sözleşmeye dayanan ve bu sözleşme maddelerinin
herkesi bağlayacağı, evrensel insani değerleri dikkate alan bir sistem
kurulmalı…Bu sistem içinde kimsenin ne bir ayrıcalığı ne aşağılanacak bir
tarafı olmayacaktır. Özgürlük esas alınacak ve adalet yönetimin omurgasını
oluşturacaktır. Kuralları, belli bir siyasi tarafın adamları değil, toplumun
her kesimi oluşturacaktır. En çok sahiplendiğimiz bu iktidar döneminde herkesi
kuşatan bir tane bana insani yasa gösterin hakikaten ayakta alkışlayacağım…Bakarsanız
hep torbalarla yasalar çıkıyor, neden çünkü içine başkalarının istemediklerini
de atıyorsunuz zaten okuyan yok herkes orada niçin bulunduğunu biliyor orada
bulunma sebebinin dışında bu nedir diye soran olursa onlar da bir elin
parmaklarını geçmiyor sahiden nasıl bir yasa olsun istersiniz…
Kendi sahiplendiklerinin hatalarına hata diyemeyenler,
başkalarının hatalarını anlatırken aslında mangal kömürü gibi içerden yanarak
dumanların dışarıya çıkamadığı için, çok yakında ağaç sandığımız o çatılan
odunların bir kömür yığını haline geldiğine hep birlikte şahit olurlar.
O halde yapmamız
gereken hakkın ve doğrunun şahidi olarak herkes için hukuk, herkes için yaşam,
herkes için Adalet, herkes kendi değerlerine göre yaşamalı ve kimse kimsenin
hakkına tecavüz etmeden kurallar karşısında başına ne geleceğini bilerek
kuralların yaptırımının ciddiyetini bilerek yaşayacağı ortama yolculuk
yapmalıdır. Diğer yolculukların tümü raydan çıkmış trenin hangi tünelde
kalacağını bekleyedursunlar…
Çıkar iskelesinde vapur bekleyenler için hangi vapurun
geldiğinin önemi yoktur. Önemli olan o iskeleye kimin geldiğidir. Oysa biz
hangi vapura niçin ve ne amaçla bindiğimizi bilerek hareket etmek zorundayız…Aydın
aydınlatır, karşılığı kalemdardır. Yani üzerine yemin edilen bir kalem olarak
kalemi kullanır. Oysa çıkar iskelesinde hangi vapurun geldiğinin önemi yoktur
diyenler birer kalemşordur…Kalemşorlar kalemlerinden ancak şer akıtarak hakkı
daha bir örterler. Hangi tarafın kalemşoru olursa olsunlar fark etmez hepsi
kalemlerinden şer akıtır…
Kalemlerinden sadece Hakkın ve adaletin şahitliğini anlatan
ve üzerine yemin edilen kalemlerden olmamız dileğiyle Rabbim yar ve yardımcımız
olsun, herkesi gönülden selamlıyorum, merhametle saygı ve selamları
gönderiyorum…
EROL KEKEÇ/02.03.2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder