2 Mart 2021 Salı

HER GELEN ANAYSAYLA GİTTİ(!)

 Hukuk toplumsal yaşamın olmazsa olmaz omurgasıdır. Bu omurgayı hiçe sayarak toplumsal yaşamı devam ettirme arzusu, bu arzuda olanların gizli emel ve beklentilerini de karşılamaktan uzaktır. Çünkü Hukuk arzusunda olanlar öncelikle, doğru ya da yanlış uygulamada olan kuralları herkesten daha çok içlerine sindirmedikleri sürece yeni arayışları sadece insanların zamanlarını alarak onları biraz daha oyalamanın ötesinde bir taktik olmayacağı muhakkaktır.

Yıl 1994 yerel seçimlerin yapıldığı dönem, seçim sonuçları açıklanırken Gaziantep  seçim kurulunda oylar sayılıpta,resmi olmayan sonuçlara göre durum ortaya çıkıp, Kahraman Emmioğlunun başkan olduğu anlaşılınca, refah partisine mensup tüm arkadaşlar davul ve zurnalarla o mekanı terk ettiler seçim kazanma sarhoşluğuyla…Ancak o süreç henüz kapanmamıştı, dönemin Adalet bakanı Mehmet Moğultay’dı sanıyorum, o gece vakti Gaziantep’e damladı ve ilçe seçim kurulundaki hakimler ve savcıları tehditle seçimin dönderilmesini istemişti ve de yeni sayım yapıldı sabaha karşı çok az bir farkla 500 gibiydi yanlış hatırlamıyorsam, Celal Doğan yeniden başkan seçildi. Bunun üzerine orayı terk etmemiş olan ülkücüler ortalığı birbirine kattı ve ciddi bir kavga oldu. Oysa Refah Partisi taraftarları ve görevlileri zafer sarhoşluğuyla davullu zurnalı halaylardan sonra gece uykusuna dalmışlardı…Sabah piyasaya çıktıklarında baktılar ki, Yeniden Celal Doğan başkan, kendilerini yırttılar ama sonuç değişmedi…

O gün Hukukun tarumar olduğunu gücü elinde bulunduranın kendi çıkarlarını korumak için hukuk dedikleri kuralları hiçe saydıklarını döne döne anlatarak zulmü telin etmiştik. Ancak aynı durum kendi tanıdığımız ve aynı düşüncede olduğumuzu sandığımız kişi grup ve partiler tarafından yapılmaya başlanınca bunları saklamak hatta koruyarak kimsenin duymaması için elimizden geleni yaptıktan sonra yeni bir de isim bulduk, kol kırılır yen içinde kalır diye…

Geçen zaman sürecinde geçmişteki olumsuzlukları ve hukuksuzlukları telin ettik, hatta onlarla alakalı destanlar yazmayı bile göze alıp meddahlara bu destanları belli günlerde okumasını bir ibadet aşkıyla yapması için uygun zeminler ve ortamlar oluşturduk…

Neden böyle olmasını istiyorduk çünkü o hukuksuzluklar bizlerin karşı olduğu düşüncelerini hiç tasvip etmediğimiz, din düşmanı dediklerimiz tarafından yapılıyordu onun için onları, ülkenin her yolu üzerine kamu spotları gibi göstermemiz bir farz hükmündeydi ve öyle de yaptık…

Belki doğru bir iş yapıyorduk veyahutta doğruların ortaya çıkması için bunlar gerekliydi ne bileyim öyle inanmıştık…Ancak şu anlayışa asla inanmamıştık,bizm dışımızda bizim düşünce ve inancımızı paylaşmayanların da doğruları olabilir ve o doğrunun yanında bir sütun gibi devrilmeden kıyam edeceklerini hiç aklımıza getirmemiştik…Rachel-Coley gibi bir İnsanın Filistinlilerin haklı davaları için kendisini tankların altına atarak şehit olduğu güne kadar…Öyle olsa da o günün için belki bizlerde bir düşünme alarmı başlattı gibi göründü ancak geldiğimiz noktadan baktığımızda sadece kendi çıkar ve menfaatlerini bayraklaştıran ve onun dışında başkalarının meşru olamayacağını düşünen oportünist ve Kapitalizmin kölesi olmuş yaşamlar ortaya çıktı. Bu yaşamlar da hukuka bakarken objektif herkes için insani bir yaşamın gerekliliği olarak hukukun gerekli anlayışından hareket etmedi…Hukuk sadece belli kişi ve lobileri zenginleştirmek için çıkarılan kurallar veya var olan statükonun yanlış ve doğrusunu sorgulamadan onun varlığını her ortamda daim kılabilmek için oluşturulan duvarların hukuk adamlarıyla meşruluğunu oluşturmak olarak anlaşıldı.

Hatta bu uygulamaların yanlış olup olmadığını insanların sorgulamasına fırsat tanımadan hemen geçmiş uygulamaların olumsuzlukları anlatılarak bu tarz anlayışlar servis edilerek kök salsın istendi. Aslında bu durumlar rastgele ve sıradan bir anlayış olmanın ötesinde, ciddi bir algı yönetiminin planlı ve programlı olarak hayata uygulanarak kendisine sağlam zeminler oluşturma sürecinin rahat bir şekilde kökleşmesiydi. Neden böyle söylediğimi ve iddia ettiğimi merak edenler olabilir ve sorgulayabilir tabi ki, sorgulanmazsa zaten biz doğruya ulaşamayız. Nice kuralların çıkarılma süreci ile uygulama aşaması orasında kimlere hizmet ettiğini ve ne amaçlı olduğuna yakinen şahit olmuş ve konular hakkında çok iddia eleştiri ve kritikler yaparak hakikate endekslenmemiş yaşamların hepsinin kendi kendisini yiyerek yaşamını noktalamak için  gün sayacaklarını anlatmıştım ve onda da hala iddialıyım…Son dönemlerde Boğaziçi Üniversitesine rektör atamasıyla ilgili herkes bir yorum yaparak aydın geçinenler de ortalığı biraz daha karartmak için yaşa padişahım sen çok yaşa davullarını çalmanın ötesinde bir söz edemediği gibi, Üniversitenin geçmiş tarihi ile ilişki kurularak oranın nasıl olduğu ve bunun, aslında orayı o şekilde devam ettirmek isteyen dış güçlerin etkisiyle elde tutmak için bir çırpınış olduğu anlatıldı durdu. Yani anlayacağımız aynı saz ekibi, solistler ve vokalistler hiç değişmeden farklı ortamlarda aynı müzik dillendirildi anlaşılmayan dilde ıslıklar çalınarak insanların beyni hep cimaklanmak istendi. Sahiden bu yapılan uygulamaların haklı gerekçesi olabilir miydi, yani devlet kendi halkı ile karşı karşıya gelerek inatlaşma gibi bir lükse sahip olabilir miydi, bunu kimse ne görmek istedi ne de bu konuda bir çift söyleyecek sözü oldu…Herkes ötekilere(!) bir söz söyleme ve küfürlerin havada uçuştuğu yarışta acaba ringde ipi göğüsleyebilir miyiz diye canhıraş şekilde koşturmaca içinde oldu…

Ancak rektörlük atamalarında belli kurallar gelenek olarak da olsa hala devam ediyordu…Bu kurallar benim isteğime uygun olmadığı için hemen bir hülle yaparak değiştiriyordum ve arkasından atamaları hızlı bir şekilde yaparak derin bir nefes alıp arkasından kuralların eski haline dönmesinde sakınca olmadığını düşünerek, tekrar kaldığımız yerden raydan çıkmış treni aynı raylarda yolculuk yapması için zorluyordum; peki bu mümkün olabilir miydi dersin? Neden olmasın ki çıkardık ama tekrar raya koyduk ne var bunda diyecek kadar da pişkin davranmakta bir sakınca görmüyorduk…Hukukçular atamak için, Hukukçular hep Fetocu çıktı onların yerine acilen Hakim ve savcılar atamalıyız diye iki ayağımızı bir pabuca koyarak, belli bir süre avukatlık yapmış olanları il ilçe ve mahalle teşkilatlarının öngörüleri doğrultusunda görevlendirdik, oysa bunların bazıları babasının dükkanını işletmekten aciz iken insanların sorunlarını çözmek için birer hukuk adamı olup çıktılar… Ancak ÖSYM’nin yaptığı yazılı sınavlarda 100 tam puan alanlar ve ilk yüze girenler mülakat denen ötekileştirme tekniğin kıskacından geçemedikleri için hep boşta kaldılar. Çünkü bizim yaptıklarımız bir erdemdi(!) Biz yapıyorduk yanlışta olsa biz yapıyorsak mutlaka anlamlı ve mantıki bir yönü vardı, bir sorun bakalım biz neden ilk yüze girenleri almadık onları mülakatta eleyerek neredeyse hiç puan alamamışları hukukçu yaptık…(!) Çünkü siz bizim bildiklerimizi bilmiyorsunuz bunlar devlet sırrı onlarda her yerde konuşulmaz bir gün anlayacaksınız dedik ve herkesin sesini kesmesine neden olduk. Hayır ben bunları anlamak istiyorum hukuk böyle olmamalı diyenleri de, elimizde hazır bekleyen terör ölçer olduğu için hemen kalp atışlarını kontrol ederek vatan hainliği damgası ile oldu yere oturtturduk…Bak bir daha bu sözleri sarf edersen sana bir Antep karası çalarım ki, “ne Alleben’in suyu ne de Arap’ın sabunu seni temizleyemez” diyerek beş kuruş etmeyenlerin kucağına bunları attık onlarda zaten görevleri belli olduğunda o aldı diğerine diğeri aldı o tekine bu insanların itibarını beş kuruşa satarak onları da imha ettik, sonuç kendi varlığımızın arkasındaki gizemli gücü korumak ve insanların gözünde hala efsanevi bir yanımızın olduğuna herkesi inandırmak için()!

Hatta öyle hallere girdik ki, bir anda sıradan bir Cumhuriyet savcısını başsavcı ardından Yargıtay ardından Anayasa Mahkemesi üyeliğine bir paraşütle atadık, ama kurallarda olan ve onların bu alanlarda yapmaları gereken mesleki yeterliliğine ve liyakatine hiç bakmadık, yani yarın benimle ilgili dediğimi yapar mı yapmaz mı diye bir değerlendirme kriterine göre tüm bunları yaptık, ama abana sorarsanız aslında hepsini sizin için yaptık…(!)

Hukuk dediğiniz ne ki, istediğiniz zaman alaşağı edilebilmeli, Mesela başörtüsü problemi çözüldü diyerek herkesin de rahatlıkla sindirildiği bir konuya da kısaca değinelim. İnsanların giyim kuşamları inançları yaşam alanları Anayasal güvenceyle bir devlette garanti altına alınır ve kimseye anayasal haklarından dolayı da ayrımcılık yapılmaz. Bu haklar güvence altına alınmış olsaydı hangi iktidar gelirse gelsin insanların bu haklarını çiğneme hakkı asla olamazdı. Ancak Bu dönemde böyle bir hukuki hak oluşturulmadı ve sadece yönetmeliklerle kurumlarda insanların bu eğilimlerinin sınırlandırılmaması ve rahat hareket etmeleri sağlandı ve insanlar da keyfinden horon tepmeye başladı…Peki bunu soruyorum şimdi, bu yasalar insanları koruyucu olmadığından yarın iktidar değişse bu yönetmelikleri kaldırsa insanların kılık kıyafeti yeniden sorun olmaya başlayacak…O halde neden bu insanlar bu sorunu kalıcı olarak ortadan kaldırmamış olabilirler bu kimin işine yarar, tabi ki bu değerler üzerinden seçim kazananlar, yarın yine ellerinde kullanacak bir seçim malzemesini kucaklarında bulacaklar bu da her dönemde kullanılacak değeri düşmeyen bir akçe olacak…İşte Hukuka bakışlar böyle çıkarları koruma adına olursa, hangi hukuku getirirseniz getiriniz hangi anayasayı değiştirirseniz değiştiriniz yaşanacak durum bunlardan daha iyi olmayacağına tüm kalbimle imza atarım…

18 yıl iktidarda kalmış olan ve istediği işleri yapabilecek meclis çoğunluğuna sahip olan bir iktidar her yönüyle kan kaybederken, ekonominin dibe indiği, toplumsal yaşamın kutuplaşarak herkesin birbirini kemirmek istediği, aile gençlik gibi toplumsal değerlerimizin taşıyıcısı olan bu özelliklerimizin imha olduğu,1+1  ya da 1+0 dairelerin bizzat devletin kendi kurumları eliyle yaygın hale getirilerek toplumda sınırsız ve kuralsız cinsel yaşamları teşvik ettiği ve o alanda zirve yaptığı hatta jübile yapmayı hiç düşünmediği, Aile mahkemelerinin boşanma davalarına bakmakta yetersiz kaldığı,devletin vatandaştan toplayarak elde ettiği gelirleri har vurup harman savurduğu, itibarda tasarrufun asla olmayacağı bir anlayışın övünülecek bir malzemeye dönüştüğü, devletin imkanlarını her türlü kullananlar ile kullanamayanlar arasında patlamaya hazır bir toplumsal çatışmanın her an alevlenmek için bir kıvılcım beklediği zamana gelmiş bir iktidar, anayasa değişikliğinden bahsediyorsa, bunun lügatlerde bir tanımı yapılamaz. Ben şahsen kendi adıma söylüyorum Tüm seçimlerde gözünü kırpmadan desteklediğim bir anlayışın gözümün içine baka baka hala beni ve değerlerimi ne hale getirdiğini sorgulama durumuna getirir beni…

Devlette Şahıslar ön plana çıkıyor ve onlar olmadan olmayacağız deniyorsa o zaman olsanız ne olur olmasanız ne olur demek içimden gelmiyor değil…Oysa devleti yaşatan ve devam ettiren Hukuktur. Hukuk öyle olmalı ki hangi inanıştan anlayıştan ve ideolojiden gelirse gelsin insanlar kendileri için faydalı olan bu hukukun uygulanacağına inanmış olması gerekir. Hukuk hiyerarşik mekanizmanın hareketini sağlamalı, bireyler sadece o kuralların aksamaması için manuel işler yapanlar olmalıdırlar. Oysa bizde kurallar anlamsız kişiler anlamlı bu da her dönemde herkesin çıkarlarını koruyan birileri gelir ve bunlar da sürekli el değiştirir…

Aydınlar, yeni bir algı yaratmak istiyorlarsa öncelikle feodalite mantıklarından kurtulmalı, kişileri değil, sistemi ve sistemin faydalarını öne çıkarmalı, bu sistemde insanları yaşatmak ve onları huzurlu ve mutlu etmek için çabalamalıdır. Sözleşmeye dayanan ve bu sözleşme maddelerinin herkesi bağlayacağı, evrensel insani değerleri dikkate alan bir sistem kurulmalı…Bu sistem içinde kimsenin ne bir ayrıcalığı ne aşağılanacak bir tarafı olmayacaktır. Özgürlük esas alınacak ve adalet yönetimin omurgasını oluşturacaktır. Kuralları, belli bir siyasi tarafın adamları değil, toplumun her kesimi oluşturacaktır. En çok sahiplendiğimiz bu iktidar döneminde herkesi kuşatan bir tane bana insani yasa gösterin hakikaten ayakta alkışlayacağım…Bakarsanız hep torbalarla yasalar çıkıyor, neden çünkü içine başkalarının istemediklerini de atıyorsunuz zaten okuyan yok herkes orada niçin bulunduğunu biliyor orada bulunma sebebinin dışında bu nedir diye soran olursa onlar da bir elin parmaklarını geçmiyor sahiden nasıl bir yasa olsun istersiniz…

Kendi sahiplendiklerinin hatalarına hata diyemeyenler, başkalarının hatalarını anlatırken aslında mangal kömürü gibi içerden yanarak dumanların dışarıya çıkamadığı için, çok yakında ağaç sandığımız o çatılan odunların bir kömür yığını haline geldiğine hep birlikte şahit olurlar.

 O halde yapmamız gereken hakkın ve doğrunun şahidi olarak herkes için hukuk, herkes için yaşam, herkes için Adalet, herkes kendi değerlerine göre yaşamalı ve kimse kimsenin hakkına tecavüz etmeden kurallar karşısında başına ne geleceğini bilerek kuralların yaptırımının ciddiyetini bilerek yaşayacağı ortama yolculuk yapmalıdır. Diğer yolculukların tümü raydan çıkmış trenin hangi tünelde kalacağını bekleyedursunlar…

Çıkar iskelesinde vapur bekleyenler için hangi vapurun geldiğinin önemi yoktur. Önemli olan o iskeleye kimin geldiğidir. Oysa biz hangi vapura niçin ve ne amaçla bindiğimizi bilerek hareket etmek zorundayız…Aydın aydınlatır, karşılığı kalemdardır. Yani üzerine yemin edilen bir kalem olarak kalemi kullanır. Oysa çıkar iskelesinde hangi vapurun geldiğinin önemi yoktur diyenler birer kalemşordur…Kalemşorlar kalemlerinden ancak şer akıtarak hakkı daha bir örterler. Hangi tarafın kalemşoru olursa olsunlar fark etmez hepsi kalemlerinden şer akıtır…

Kalemlerinden sadece Hakkın ve adaletin şahitliğini anlatan ve üzerine yemin edilen kalemlerden olmamız dileğiyle Rabbim yar ve yardımcımız olsun, herkesi gönülden selamlıyorum, merhametle saygı ve selamları gönderiyorum…

EROL KEKEÇ/02.03.2021


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder