Dinin, siyasetin gölgesinde kaldığı ortamlarda siyaset kutsanır ve siyaseti temsilen yönetici konumunda olanlar kutsallaşır, farkında olarak ya da olmayarak tebaanın ilahı olup çıkar. İslam tarihine baktığımız zaman, Allah Resulü’ nün vefatından hemen sonra böyle bir sürecin başladığına şahit olmaktayız. Bunun en önemli sebebi de Yönetimde olanın dinle bütünleştirilerek, ona kutsallık atfedilmesidir.
Dört Halife dönemi dikkate alındığı zaman Halifelik diye adlandırılan makam, doğrudan bu kavramla da kendisine bir zırh oluşturmuştur. Allah’ın Resulü’ nün bir elçi olarak gelmesi Medine de yönetici olması da beraberinde gelince, Vahiyle yönetim aynı şeymiş gibi algılanmış, Resulullah’ın yaşamındaki devlet yönetiminden kaynaklanan olası yanlışlar da ilahi bir vahiymiş gibi değerlendirilmiştir. Hatta bunun en açık örneğini Bedir savaşı sonrası müşrik savaş esirlerinin fidye karşılığı serbest bırakılmak istenmesine hiç kimsenin ses çıkarmaması sadece Hz. Ömer’in itirazı, Ömer’in düşüncesinin ne kadar doğru ve isabetli olduğunu gelen ayet ve Resullulah’ın sonrasındaki açıklaması bunu ortaya koymaktadır.
Diyeceğim odur ki, Devlet yönetimi, Yöneticilerin bir dine mensup olması, onların yönetimlerinin de kutsallaştığı anlamını taşımaz. Oysa İslam Tarihi boyunca hep bu şekilde değerlendirilmiş ve yöneticiler önceleri Peygamberin Halifesi olarak adlandırılmış, daha sonra da Allah’ın halifesi olarak görülmüş ve yaptığı her eylem kayıtsız şartsız mutlak vahiy gibi ele alınmıştır. Böylesi bir düşünsel körlük ve düşünce üretebilme becerisinden yoksun idrak, günümüze nasıl bir model getirir dersiniz.
Yöneticilerin ve yönetimlerin kutsanması en çok Emeviler döneminde görülmüş, Abbasîlerle devam etmiş Osmanlı’da zirve yapmış, hatta Fatih’in Kanuni Ali Osmani ’deki beyanı tüyler ürperten türden olmuş, sonrasında da meşru bir zemin bularak legallik kazanmıştır.” Devleti Ali Osmaninin bekası için kardeş katli helaldir. İfadesi kim olursa olsun, “Bir insanı bir cana karşılık olmaksızın ya da savaş durumları hariç kıyarsa tüm insanlığı öldürmüş gibidir. Bu apaçık bir haramdır bu haramı çiğneyerek kim kendi kafasına göre helal ve haram diye kural koymaya çalışırsa Allah’ın sınırlarını aşmıştır. Allah’ın sınırlarını aşanlar da haddi aşanlardır. Burada hem yönetim mekanizması kutsallaşmış hem de yönetim mekanizmasının başında bulunanlar da kutsallık kazanmıştır. Böyle bir yönetim anlayışının egemen olduğu tarih ve bu tarihin devam eden anlayışları, bu yaklaşımları çocuklarını korur gibi hatta daha ciddi korumuşlardır. Çünkü bu anlayış yarınlarda olacak veya olabilecek bir devir teslim değişimlerinde gerekli olur diye hep korunmuştur. İnsanların bilinçaltlarına silinmez harflerle kazınmış ki, olası bir yönetim oluşturmada yanlışlar oluştuğu zaman, bu gerekçelerle kendisini korumak zorunda kaldığında kendilerini koruyacak ve savunacak canlı kalkanlar oluşturmak için hep gerekli olmuştur.
Bunları ele almamın temel sebebi, tarihi yanlışlar ve bunların kırılma noktalarının ne olduğu ve doğru yorumlamaları yapılmadığında o yanlışlar her dönemde dini bir kutsallık kazanarak zulümleri meşru zeminlere taşır. İnsanlığın böylece sömürülmesi ve kullanılması da daha kolaylaşır. Sürü psikolojisinin egemen olduğu yerde özgürlükçü sorgulayan beyinlerin ortaya çıkma ve yaşama imkânı olmayacaktır. Çünkü onlar zaten sürülerin baskısıyla yaşam alanlarından izole edilerek canlı canlı ölüme mahkûm edilirler.
Dinin kutsallığına ve ilahi olduğuna inanmak insanlarda Devletin kutsanması kadar etki bırakmaz. Devletlerin kutsandığı ve yöneticilere de kutsallık elbisesi giydirildiği anda akan sular bir anda tersine akabilir.
Devletlerin asla ve asla bir kutsallığı olamaz, hatta Allah’u Teâlâ” Malın mülkün paranın bir elde birikerek devletleşmesini kınamakta ve istememektedir. Böyle olunca Devletin kutsanmasına nasıl bakmak gerekir. Devletten maksat, İnsanlık için, huzur mutluluk, adaletin tesisi ve ahlaki değerlerin yaşanması için gerekli organizasyon ise bu olmak zorundadır. Çünkü İslam düzenlilik dinidir. Hak geldi Batıl zail oldu” Hak düzen denge, insicam ve ahenktir. Bu ahenk yoksa yöneticinin adı sanı inancı ne olursa olsun hiçbir değer ifade etmez. Onun değeri o düzenin devamlılığının olması için o sürece hizmet etmesidir. O sürece hizmet etmiyorsa onun varlığının orada olması bile bir düzensizlik ve hakkı tepelemektir. Hakkı tepeleyen, insanları mutsuz eden adaleti gözetmeyen yöneticiler kimlikleriyle varlıklarını devam ettiriyorlarsa, bunun temel nedeni tebaanın yönetimin dini üzere olması ve yöneticilerini bir ilah edinmelerindendir. İlahlaşmış yöneticilerin etkisi, yaptığı doğru işlerden değil bir ilah olarak onun koruyuculuk ve güçlü olduğuna inanılmasından kaynaklanır. Bu ilahın sözlerine uyulmadığı taktirde çarpılacaklarına inanırlar ve kendilerini cehenneme bilet almış bir yolcu gibi görürler. Bu anlatımlarımda insanların doğrudan yöneticilerine ilah dedikleri ve yöneticilerin de kendilerini bir ilah olarak tanımladıkları söylemi anlaşılmasın…Tamamıyla davranışlar ve yaşam kültürü böyle bir gelenek ortaya çıkarır. Bunun tarihteki en açık şekli Hz. Yusuf’a yapılanlarda göze çarpar.
Hz. Yusuf geldiği zaman ona inanmayanlar onu zorla kabullendikten sonra öyle sahiplendiler ki, onun vefatıyla birlikte işte biz bundan sonra asla kimseye inanmayız hatta Allah gönderecekse Yusuf’tan başkasını göndermez diyerek Yusuf (as) kendisinden sonra ilahlaştırdılar. Bu tutum Toplumsal yaşamın olduğu her ortam ve zamanda meydana gelebilir bunun bir sınırı yoktur. İnsanlar doğrudan yöneticilerine taptıklarını söyleyerek onu sahiplenmezler, çünkü böyle bir durumda karşı tepkilerin olacağı endişesini taşırlar hatta ölümüne diye kullanılan ifadelerin hepsinin, arkasında, önünde, sağında, solun da şirk kültürünün ve geleneğinin olduğunun bilinmesi gerekir…
Yönetimlerin kutsanması doğrudan bir batıl ve şirki yaşamın insanlık yaşamı üzerinde sera tabakası gibi varlığını devam ettirdiğinin göstergesidir. Sudi Amerika bugün İslam Aleminin kalbine saplanmış bir hançer gibi varlığını devam ettiriyorsa, bunun tek sebebi kendisini ve yönetimini kutsallaştırmasıdır. Kutsal yönetimler ve yöneticiler olduğu sürece insanlığın özgürleşmesi ve doğru ile yanlışı ayıracak idrak mekanizmalarına ulaşması o kadar zordur. İnsanların zihinsel karakollarının yıkılmadığı, La İlahe diyerek tüm kutsalları ayaklarının altına alıp, sadece ve sadece Allah’ın ve onun seçip gönderdiği değerlerin kutsal olduğuna inanmadıkça insanlık kurtuluş için hep kendi zincirlerini daha bir kökleştirecek ve düğümleyecektir. Onun için diyorum ki, Yöneticileri kutsallaştırarak farkında olarak ya da olmayarak, insanlığın kendi özgürlüğüne, tuzakları kendi eliyle kurmasının önüne geçmek gerekir.
İnsanların toplu olarak yönetenlerini kutsadığı ortamlarda aydınlık bir geleceğe kavuşmalarının imkânı olmaz. Çünkü gündemin karanlıklarını aydınlatacak tüm aydınlatıcılar aforoz edilir ve hemen potansiyel düşman olarak görülür. Dolayısıyla aydınlatıcı ışıkların söndürüldüğü toplumlara kendi içinden yansıyacak ışıklar olmayacaktır. Bu süreci yaşayan tüm toplumlar kendi geleceklerini ve nesillerinin aydınlık ufuklarını karartarak imha ederler.
“Sözü dinleyip onun en güzeline uyanlara selam olsun…”” Sözlerin en güzeli Allah’ın sözüdür. Genişliği yer ve gökler kadar olan Allah’ın cennetine koşun” “Çalışanlar bunun için çalışsın…”Rabbim bu uyarılarıyla insanlık için yaşam denkleminin bilinenlerini veriyor diğerlerini elde etmenin yolunu da bildiriyor, ”Siz günahlardan gereği gibi korunur Allah’tan hakkı ile ittika ederseniz hiç ummadığınız yerden sizi rızıklandırır ve doğru ile yanlışın idrakini da size verir (Furkan)”Bu beyanlar üzerine söylenecek söz tükenir kalemin mürekkebi kurur, “Siz doğru yolda olursanız yoldan çıkanlar size asla bir zarar veremez…”Allah hep doğru söyler selam ve muhabbetlerimle…
Erol KEKEÇ/21.03.2021/21.27
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder