“Yetimin malına
yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde
(yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz). Ölçü ve tartıyı tam adaletle
yapın. Biz kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz
zaman da yakınınız da olsa âdil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Öğüt
alıp düşünesiniz diye Allah bunları size emretmiştir.” En’am:152
“Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var” diye dilimizden hiç
düşürmediğimiz ve dilimize pelesenk olan bu sözün hayatımızdaki karşılığına
baktığımız zaman, tamamıyla kendisiyle çatışan ve çelişkileri yaşayan bir
toplum olup çıktık. Bu topraklar için toprağa düşmüş asker, ey bu vatan uğruna
canını feda eden yiğitler sizlerin mirasını horca kullanmak ve istediğimiz gibi
hoyratça israf etmek bizim hayat felsefemiz oldu.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı, düşün altında
binlerce kefensiz yatanı, sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı, verme
dünyaları alsan da bu cennet vatanı…Merhum ve kahraman şairimizin bu sözleri
sanki bizim yaşadığımız ve yaşayacağımız bu günleri görerek yazılmış mısralar
gibi geldi bana…Bu ülkenin makûs bir talihi var, yönetime gelen her anlayış,
ülke nimetlerini kendisine babasından kalan bir miras gibi, istediği şekilde kullandı.
Bu anlayış hiçbir yetimi mazlumu gözetmeden hakkın yolunu kapama durumuna
getirdi insanları. Yetimin malına yaklaşmayın onları en güzel şekilde kullanın,
Hakkın razı olacağı alanlar dışında bu yetimlerin hakkını kullanma cüretinde olanlar,
doğru yolda kullandıklarını anlatsalar asla inanmayın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle
yapın, kendiniz için aldığınızda hiçbir sınır tanımazken başkalarına
verdiğinizde her yerden bir bahane getirerek kırk takla atıyorsanız bu kapsamda
olmadığınızı nasıl anlatırsınız. Kendiniz için ayırdığınızda en üst perdeden
gider pusulası yazıp en alt perdeden harcama sahnelerinde rollerinizi oynarsınız.
Oysa sizin dışınızdakilere en alt sınırdan gelir pusulası verip, en pahalı
noktalarda bir harcama gider atmosferi sunarsınız; sonrasında da ölçüyü tartıyı
tam yaptığınızı anlatırsınız. İnsanları anlatmayı becerseniz de kendinizi nasıl
aldatmayı beceriyorsunuz doğrusu bu durumda olanları çok merak ediyorum.
Allah, kınayan nefse yemin ederken, kötülüğü emreden ve
meşrulaştıran nefse asla yemin etmiyor. Çünkü onun vicdan dinamikleri tamamıyla
iflas etmiştir. Vicdan muhakemesini kaybeden bir varlık, diğer tüm
mahkemelerden başarıyla çıksa da Mutlak mahkemede mutlak kaybedenlerden olacaktır.
Neden insan denen bu varlık; hep bana Rabbena demeyi tercih eder. Oysa Allah,
ölçüyü ve tartıyı tam olarak yapmamızı istemesine ve bizim sorumluluğumuz
dışında bize bir yük yüklemediğini söylediği halde bu çırpınışlara ve bu kadar
ağır sorumlulukların altında inim inim inlemeye ne gerek var. Yeryüzünde herkes
rahat ve insanca yaşayacağı ve kâinatın sahibinin yarattığı nimetlerden
istifade etmesi mümkünken, bu nimetlerin belli ellerde toplanmasını sağlayan ve
insanlığa hayatı dar edenler, acaba nasıl bir teraziyle bunları tartmaktalar.
Ben Allah’a iman ettim ve rabbim ancak senin için yaşayacağım
bu hayatımı senin razı olacağın bir hayat kıl diye dualar ettikten sonra,
içinde bulunduğu gaflet delalet ve müsrifliğini çeşitli gerekçelerle savunma
durumuna geçerek onları meşrulaştırmaya çalışıyorsa, hiç olmazsa, Ben
Müslümanım diyerek bu dinin hakikatlerini yamultmaya kalkmamalıdır. Böylesi bir
açmazın içinde dinin ne kadar hayatlara egemen olduğunu anlamak için kain
olmaya gerek yoktur sanırım.
İnsanları aşağılayan kendisinin özel olduğuna inanan ve diğer
insanların kendisinin sahip olduğu imkanlara sahip olmaması gerektiğini düşünen
her anlayış, şeytanın borazanlığını yapmaktadır. Çünkü şeytan kendisinin
seçilmiş olduğunu ve kendisiyle aynı statüde başkasının olmasının
imkansızlığına inanarak öyle davrandığı için Allah onu lanetledi. Allah’ın
lanetine uğrayan bir varlığın yaşamını aynısıyla yaşayıp Müslüman olmak hiçbir dönemde
mümkün olmamıştır. Bu durum Allah’ın gönderdiği Tevhit dini ile savaş halinde
olmaktır. “Ey âdemoğlu! Şeytan sizin atanız Ademi saptırdığı gibi sakın sizin
de başınıza bir bela getirmesin…” Kaldığı yerde ebedi kalabilme isteğiyle,
şeytan atamız ademi ve eşini yaşadığı ortamdan kovdurdu. Bu davranış onların
yeryüzüne gelmesinin nedeni olarak gösterildi. Peki soruyorum, şimdi tüm
imkanların en alasına sahip olarak, kendisinin seçilmiş bir yaşam sahibi
olduğuna inanarak her vurup harman savuranlar, acaba şeytanın saptırdığı
sihirli sözlerin ve cümlelerin etkileme gücünün kapsamı dışında mıdırlar?
Tartıda adaleti esas almayan ve hayatın her noktasında herkes
için insanca yaşanabilecek ortamlar sunmayıp toplumsal tabakalaşma ve
farklılaşma yaratanlar, Allah’ın sakınmamızı istediği hayatın yaygınlaştıranları
ve kökleştirenleri olduğunu bilmeleri gerekir. Allah adaleti ve tartıyı doğru
yapmamızı istemektedir. Bir toplumda Müslümanım diyen bir algı, yönetim
biçiminin adı ne olursa olsun, eğer insani yaşam ücretleri arasında önemli
farklılaşmaların ve aşırı uçurumların olmasını doğal olarak görüyor ve bunların
devamlılığı noktasında da sürekli ısrar ediyorsa, burada çok ciddi bir sorun
var demektir. Çünkü Allah asla zulmetmez ve insanların yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilecek
nimetleri de fazlasıyla verir. Allah insanların rızkına kefildir. Yaşatıyorsa
bunu mutlaka bir yolla ona verir. Ancak insanların lüks yaşamlarına kefil değildir.
Birileri lüks yaşamak uğruna diğerlerinin yaşamsal olarak ona takdim edilmiş,
Allah’ın nimetlerini, kendi tekeline alarak insanlık dışı bir yaşam oluşturduğu
ortamda, kaderiniz bu gibi, saçma sapan ve Allah’a iftira atılarak oluşturulan
dinler ancak sahiplerine iade edilir. Kimsenin Allah’ın dinine bir şeyler katma
gibi hakkı yoktur.
“Ölçüyü ve tartıyı
adaletle yapın.” Tartı
denildiği zaman hemen herkesin aklına bakkalın terazisi gelir. Nerede çok küçük
olan olumsuzluklar varsa, onu büyüterek ifşa etmek sanki insanlık görevimiz,
ama hayatın her alanında terazinin şavktı kaymış kimse bunun ne olduğunu
anlamak ve sorgulamak istemez. Terazi tartmaktır ve denge oluşturmaktır.
Dengenin gözetilmediği her ortam, terazinin yamultulduğu alandır. Bu alanlarda
denge kurulmadığı sürece, terazi keser fonksiyonunu üstlenir. Kesere dönen bir
yaşamda, yamuk yumuk ve ne olduğu belli olmayan, yörüngeden sapan kaosun
oluşması doğal hale gelir. Onun için rabbimiz, ölçünün ve terazinin adil
olmasını istemektedir. Ölçünün, “Ölçtü
biçti kahrolası nasıl da ölçtü biçti,” Bu ayette anlatılan ölçmenin durumundan
farklı olması gerektiğini anlatmaktadır rabbimiz.
Öyle ölçen biçenlere şahit oluyoruz ki, bu ayette anlatılanın
dışında bir gerçeklikle karşılaşmıyoruz. Toplantılar, yönetim çalışmaları, grup
kararları, genelgeler, kanun hükmünde kararnameler, yasalara bağlamalar hepsi
böylesi bir ölçmenin bir görüntüsüdür. “Söylediğiniz
zaman yakınınızda olsa adil olun ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun…” Tevhit
gerçeği ile Allah’a iman ettiğini söyleyen herkes, o sözün yüklediği
sorumluluğu yerine getirmek zorundadır. Bu söz maslahat adı altında
yamultulmaya müsait değildir. Şartlar böyle demek kendimizi aldatmaktır.
Şartları yaratan Allah, bize Allah’a verdiğiniz sözü tutun derken, içinde
bulunduğumuz durumu bilmiyor mu ki, bahaneler üretmeye başlıyoruz. “Allah sizden
rızık istemiyor, o halde sadece Ona kulluk edin…” Derken de, ne yapmamız
gerektiğini açıkça deklare etmesine rağmen, bizler maslahat siyaset, politika
günün şartları vs. diyerek hakkı yamultma hakkını kendimizde nasıl buluyoruz. Her
ortamda, kendi yakınımız bile olsa, adil olmak ve Allah’a verdiğimiz sözü
unutmadan adaleti gözetmek zorundayız. Ancak o zaman ölçüyü ve terazi hakkıyla korur,
Allah’a verdiğimiz sözü yerine getirmiş oluruz. Öğüt alıp düşünelim diye Allah
bunları bize emretmektedir.
Rahmanı hesaba katmayan hesabı şaşırır ve ne yapacağını bilemez,
ivedilikle giydiği her ayakkabıyı da ters giymeye mahkûm olur. Eğer siz Allah’ın
buyruğuna hakkı ile uyar, adaleti gözetir, teraziyi dengeler ve Allah’ın sözüne
uyarsanız, Allah size doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak ortamı gösterir.
Adalet sistemi olmayan bir yaşamın, başka yaşamsal ögelerininin
analizini yapmaya gerek kalmaz. Çünkü adalet omurgadır, omurganın çürüdüğü ve
yaralandığı ortamda tüm değer sistemleri yerlerde sürünmeye mahkumdur. Onun
için bir toplumun tüm değer sistemlerindeki çürümenin önlenmesi için adaleti
yaygın hale getirmeliyiz. Bunun yolu Allah’a verdiğimiz söze sadık kalmaktır.
Çünkü anlamamız ve öğüt almamız için bize bunları emretmektedir. Yeniden
dirilmenin ve ayağa kalkmanın tek ve şartsız koşulu, adaleti yani omurgayı
sağlığına kavuşturmaktır. Bunu da yaratıcının istediği şekilde yapmaktır. Vakit
dirilme vakti diyorsanız bugünü çok geç, yarını imkânsız olarak düşünüp öylece
ayağa kalkalım….
Erol KEKEÇ/09.01.2019